- 1660 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Analog Bir Monolog
Dikkat!
Kendi kendine saçmalıklarını edebiyat tezgâhında süsleyip, kendince eğlencesini yapmış bir insanın uzun uzadıya yazdıklarını okumaktan vazgeçmek için son şansınız.
Başlarken…
Hanımların dikkatine!
Overlok makinesi ayağınıza geldi. Halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfleks kenarına overlok çekilir. 5 dakikada yapılır, hemen teslim edilir.
Ne yani, zikzaklı bir çizişle hanımlar mutlu mu oluyor? Sanmıyorum. Hanımlarda artık refah seviyesini arttırma peşinde. Hani kayan halıları gıcık oldukları kocalarını düşürmek adına kullanabilirler ya da saçakları uzamış halının kenarına adamın ayağı takılırda düşer diye planlar kurabilirler. Ama o kadar da gaddar kadın yoktur zannımca. Zaten iki türlü kadın var hayatta. Okuyup evlenenler, okumayıp erkenden evlenenler. Diğer bir grup var, onlara ise toplum farklı gözle baktığı için yazayım mı yazmayayım mı diye düşünüyorum. Şey, ya nasıl denir ki o şimdi. Şey ya, insanlar bay ve bayan olarak ikiye ayrılır ya hani, hah, bir de ortası vardır, eşcinsel derler. Onları gruplaştıramadıkları için, insanlar toplumdan dışlarlar ya, öyle de evlendikten sonra okumaya çalışan kadınları da gruba koyamadıkları için toplum gözleriyle olmasa da, zihinleriyle dışlarlar. Bunun utanacak ve ya gururlanacak bir yanı da yok hani. O kadın okuyorsa sonra, çaba gösteriyorsa, takdir görmek için değildir zannımca. Bir tür satisfaction durumu. Kendini tatmin etmek de dünyada çokça görülen kronik bir insan özelliği değil mi? Neyse…
Sevgiyi Yazmak Derken…
Sevmeye dair birkaç söz edebilmek için o kadar yol almaya ne gerek vardı? Her nefes de hep aynı sevgiyi soluduktan sonra. Sevmeye dair yazdığım o kadar çok şey var ki, aslında çoğu da boş. Sevgimi bilen bir insan ile muhabbetim olduğu için kendimi şanslı saymakla beraber, sevgi ve aşka dair yazılan kitapların neden çok satıldığını düşünmeden de edemiyorum. O kadar anlamsız ki yani! Mevlana Hazretleri bir müceddittir. Müceddid ne diye ben de sormuştum zamanında. Peygamber Efendimiz kendinden sonra her yüz senede bir dinin tabi olunması gereken vazifelerinde ki eksikliğe gören Allah tarafından gönderilecek sevgili kulların olacağını söylemiştir. Hadis-i Şerif sahih olduğu için can-u gönülden de inanıyorum hani. Peki, 14 asırda bir tane mi müceddid geldi bu dünyaya? Nedir bu Mevlana Hazretlerini kullanıp da, onun Allah’a olan aşkını keyfi olarak kullanıp para kazanma istediği? Anlam veremiyorum, vermek de istemiyorum. 19. yy’da da Mevlana Halid-i Hazretleri gelmiş, onun zikirlerini yayıp okuyan var mı? Ya da en son Müceddid olan Said Nursi Hazretlerinin kitaplarını okuyup, o tatlı sohbetten faydalanıp, en büyük hastalığımız olan iman zafiyetimizi düzeltme uğruna çaba gösteriniz mi kaç kişi? Galiba eylem zor geliyor nefsimize. Aşk deyip, aşka varmak deyip göz boyamak hoş geliyor kulaklarımıza, gözlerimize, ayaklarımıza; artık neremize iyi geliyorsa!
Hayatın bir imtihan dünyası olduğuna inanmış biri olarak, kadeh kadeh viskilerin sarhoşluğunda Hayyamca ‘Aşk, Aşk..’ demelerin bir manası olmadığına ve olmayacağına inanmaktayım. Sizi bilmiyorum vallahi!
Hah, bu arada lisan-i halin irşad edici en zor mertebesi, riya ile beraber olan ilk aşamasıdır.
Şiir mi dediniz, Ya Yaşamak?
Boğaziçi karanlığın efsunlu yanı… Zaman, dilimi ısırdığım an ve düşlerim, yaşamaya ait birkaç film. Birkaç filmimden başka hiçbir şeyim de yok aslında. Birkaç oyun, replik, gece lamba kapatışları ve sabah alarm sesleri ile uyanma monotonluğu. Anlamını yitirmiş bir zekâ paradoksunun yan flütle ahenkli bir dansı, yaşamaya dair eylemini yitirmiş keskinliğinde. Octavio Paz şiirin mabeyninde oturak kurmuş beni çağırıyor. ‘Şiir, sonsuza değin yaratıcı zaman ve ritimden başka bir şey değildir.’ ‘Ne şiiri ya kardeşim’ diyorum. Demekle rahat duramayacağımı bildiğim içinde, yaratılmaz zamanlarımda ritimsiz somurtuşlarımı avuçlarıma doldurup, kaçıyorum her şeyden. Önce insanlardan, sonra nazımdan, nesirden ve de yüreğimin arlanacağı mavera şehrine göçlerden. Yaşamım, bıkkınlığımın çaresiz soluklarında anlamlı bir muamma oluyor da, simsiyah tavan aralarına saklanmış güzel geçmişe dönüvermek istiyorum. Sonradan farkına varıyorum ki; geçmişimde de bugünleri avutacak adam gibi bir teselli kaynağım dahi yok. Sadece güzel anılar ve bir daha yaşanmayacağını bildiğim mazi denen bölük pörçük parçalar.
Şiir hayatın imgesel çiçeği… Umut, renk, belki de biraz postmodern tarzda dile getirirsek çoğu zaman da ‘aşk’. Neden sosyalist bir mecburiyet altına girip ezilmek zorunda ki aşk, değil mi? Aslında yaşamak şiirin konusu olmamalı hiçbir zaman, olmamalıydı. Ama olduktan sonra da yazmamak elde değil! Şiir hep aşk, sevgi kalsaydı ya eskisi gibi ve hicivler yerini bulsaydı da, okaliptüs sancısı yaşamasaydı edebiyatımız. Okaliptüs ekildiği toprağa zehir salıverip, topraktaki suyu kendine alıverdiği için çevresinde pek bitki, ağaç yetişmez ya hani, öyle işte!
Yaşamaya Ne Anlam Veriyorsun Bebe?
Aslında yaşamak için çokça saçma sapan sebepler arıyorum. Ama vakit her şeyi izah etmek için yaşlı olduğu için kendim yeni çarelere başvuruyorum. Mesela, eski insanların yazmış oldukları mektupları okuyorum ya da otobiyografik çalışmaları. Bunları okudukça ve de çevremi gözlemledikçe, anlıyorum ki sadece ben değilmişim yaşamaya mana arayan. İlgimi çeken en önemli nokta ise bu insanların nasıl başardıkları? Yani nasıl oluyor da yetmiş seksen sene bu insanlar yaşayabiliyorlar? Yaşamanın zorluğu filan fasa fiso, benim anlamaya çalıştığım tek nokta nasıl olduğu, nasıl dayanabilinirlik sabitliğini tutturabildikleri.
Çözüm hiçbir yanda tam anlamıyla yok. Yani diyorum, hani birisi çıksa da adam gibi söylese, anlatsa yaşamayı, yaşamanın nasıl geçeceğini ve yaşamaya dair en önemli ipuçlarını dile getirse korkmadan. Ama yok! Çaresizce yokluğun libasını giyinmekle ben meşgul olurken, karşımdaki ya benim hayatıma dair soru sormakla zaman geçiriyor ya da kendi masallarını anlatmakla.
89 yaşında bir nine vardı. Üst katımızda kalırdı. Onu görünce ürperirdim hep. Ne demek ya, benden 6 kat fazla yaşamak! O zamanlar çevremi olağanüstü bir derinlikle gözlemlediğim için (Bakışlarımdan kimse rahatsız olmazdı o zamanlar. Şimdi serseri derler diye az kalsın boynum tutulacak. Yeri öpecek gibi yürüyorum da) o yaşlı kadının bıyıklarının olduğunu fark edip korkmaya başlamıştım. Östrojen hormonu testosteron hormonu kadar salgılanmadığı zaman böyle şeyler sıklıkla olurmuş, nereden bileyim o zamanlar. Hani bir zaman gelir de, kadınlar artık gebe olma imkânlarını kaybederler ya, işte o zaman var ya, işte o zaman çoğu hastalık kadının üstüne yapışıverir de çıkmaz ölümüne kadar. Son zamanda erkekler içinde ‘orta yaş sendromu’ adı altında farklı ecnebice isimler takılıp hastalık oluşturmalar başlamış. Bana ne ya! İşte o nine de bu hormonsal kayıpların ardınca oluşan bıyıklar beni korkutmuştu. Evlenirsem eğer, ya eşimde bu hale gelirse? Sonradan aklıma bir dua geldi de kurtuldum bu tür saçma düşüncelerimden.
‘Yarabbim, bana senin yolunda olacak kadar hayırlı, afiyetler içinde bir yaşam nasip eyle. Beni güzelliklerinden ayırma!’
Eşim olurda çıkar mı bilmem bıyığı, ama benim çıkmış çoktan. Baya da yıl geçmiş hani çıkalı. Keserken bir de dudaklarım kanamasa iyi olur da neyse.
İyi Halt Ettin Yine, Kardeşlerini Hatırladın mı?
Tekrardan kendi manifesto denizimde boğuluyorum, kendi kendime avazım çıktıkça bağırdığım saliseleri hesaba katarak. Zaman cüzzamlı bir dilenci ve göğsümün üzerinde dinlenmeyi çok seviyor parmak uçları. Kulağına fısıldadıkça seviniyor bir çocuk gibi. Ama hiçbiri beni memnun etmiyor, yetmiyor. Hep bir şeyler eksik kalıyor.
Anlam kavanozundan sehpama dökebileceğim bir düğme dahi yok. Oysa huzurumun hep bir yanlarında düğmeler eksik. Yakası açık olduğu içinde çoğu zaman boğazım tahriş oluyor yürek sancılarımda. Havai olmanın satır arasında, asil olmalardan uzaklaşmanın azabıyla esasında bu huysuzluğa sahiplendiğimi hissediyorum. Bunda da haksız olmadığımı güncel hadiseler kanlı kanıtlarıyla ispat ediyor. Yargıcını öldüren bir dava avukatı olarak, şirkin temize çekilmeyen Gayretullah’a dokunmak üzere ramak kalmış cehenneminde, dünyevi arzuların uhreviye açılan yolları tıkadığı misket kırığı seyahatlerinde, siyah poşetler içinde cami çeşmesinde yıkanmış erikler buluyorum. Yaşamanın ‘kardeşlerin kenetlendiği rüyalar’ olduğuna varlığımla yemin edivermek için ayağa kalktığımı hayal ediyorum. Sakin her şey ve platonik kaya irkilmelerinde fildişi kulesinden edebiyat ilhamlarına küsüşler ve küfürler…
Ramazanda Geldi Hani…
Bir film açıveriyorum eskilerden. Yaşamak uğruna kafa yormak için elime ne zaman kalemimi alsam, uzun bir süre öylece uzanıp kaldığımı iyi bildiğimden, bu sefer oturuyorum. Sahurun mahur bestesini çok zaman önce dinleyip, midem de beni ağırlaştıran yemeğe dahi küsüyorum. Varlığım dayanılması güç bir acı oluveriyor derimin altında. Hücrelerime besin götüren damalarımda isyanlar, tıkanmalar… Organizmamda hangi mitokondrinin pili bitmiş, hangi ribozom artık sentezlerinden sıkılmış tam olarak bilmiyorum. Ve ara sıra sırnaşmanın faraziliğini hissettiren bildirimler; baş ağrıları!
Teravi namazı ya farz olsaydı, yanmıştım o zaman! O değil de, Ramazan günlerinin en eğlenceli yanı da, camileri gözlemlemek. Namaz kılmadan, o ilk giriş anında, birinci gün tıklım tıklım doludur cami. Sonraki gün de biraz daha az cemaat, sonra ki gün biraz daha az… İnsanlar gitgide azalır. Ta ki Kadir gecesine kadar… Mertliğin coğrafyası çoktan sömürülmüş ya, Ramazan müslümanı diye bir deyim çıkıverdi son zamanlarda. Haksız sayılmaz bu tamlamayı kullananlar. Ramazan’a saygı duymak iyi hoş da, e mi cengaver, diğer ayların suçu ne ki Allah’a isyan ediyorsun?
Bu arada zihinleri bunamış insanlarımızın çocukları camiden kovuşlarına bir daha tanık olmak istemiyorum. Cahil adam anlamıyor ki, o çocuğu o hale getiren kendi davranışları. Bazı insanlara bir şey anlatmak gerçekten zordur. Adam da haksız değil ki, bu ülkede kafası sulanmadan yaşamak da kolay mı ki!
Başka İşin Mi Yok Oğlum, Ne Gaydası Ya?
Aslında sormamak için ve sorgulamalarımı tüketmek için yollar bulabileceğimi de biliyorum, ama çözüme ulaşmak isteyen kim? İskoçya’dan turuncu sakallarıyla Carrick beni çağırırken, gayda çalıp eğlenecekken, ne diye sonuca ulaşıp hayatın manasızlığını ve rüya olduğunu kendime kanıtlayacağım ki! Ne yani, yaşadığım toprakları kanları ile sulamış asil ceddimin hangisinin tırnağı olabilirim ki? Cesaretin dahi alımlısı var. Tarhana çorbasının dahi en değerli yemek kabul edildiği evler var. Çocuklar var, tahtadan oyuncaklar yapıp, onlarla hayaller kuran ve de yaşamayı seven, sevdiren, sevdirten. Öğrenciler var okula giden. Temiz yakalı kızlar, sümüğü akan geleceğin müdürleri, bakanları, başkanları. Var işte her şey, her şey olması gerektiği gibi ilerliyor. Bana ne yaşamak denilen şeyle iştigal eylemek? Ne yararı oldu ki şimdiye kadar sorulardan başka? Kilt giyip hani eğlenecek bir halimde yok! Ne diye, değil mi? Amaç ne? Amaçlarımız ne ki, yaşamı tüketip, ölmekten başka?
Şişt, Biraz Bilimsel Gel!
Haksız da sayılmam, biliyorum. Gej olmak hoşumuza gidiyor. Embesil yani. Bir fesuphanallah çekip, gidesim var da, nereye? Benim gibi olanları düşündükçe aslında seviniyorum. Kin tutmam desem de ne kadar, hani uçuşları kolay olmayan uçak pilotu heyecanıyla yaşarken tahminlerde bulunmayı çok sevdiğim için, benim gibi bir sürü felaket kurbanın var olması hoşuma gidiyor. Geriye dönüp, hayatın birkaç sayfa arkasını çevirip, tam zamanında yetiştiğim buluşmalarımın aslında ne kadar da saçma olduğunu hatırlıyorum ve bu yüzden kendime kızıyorum. Ne zaman içimden gelmediği için bir şey yapmış olsam, huzursuz olduğumun farkına varıyorum. Bu uzun bir süreci de kapsıyor, bazen de kısacık film şeritleri. Hafızamın ölmeden önce sonra bir göz kırpması ile filmimi baştan oynatışına dair hayaller kuruyorum.
Ölmeden önce insanlar tüm hayatını birkaç saniyede görür derler ya hep, bu aslında bilimsel bir durummuş. Azrail’i görünce birden oluşan korku sonucu bu oluşmuyormuş da, bilmem hangi Kanadalı bilim insanın yunduğu gereksiz bilgiler ardınca, insanın beyninin bir yerinde bu vaziyet insanın bir göz kırpması ile gerçekleşiyormuş. Gayet mantıklı esasında…
Küçücükken aklımızda dolaşan binlerce cin misali gibi, gözyaşlarımızın akmasına dair gerekli sebeplerimiz varmış. Ağlamak gerçekten faydalı bir eylem, yoksa kadınlar nasıl susacak?
Latife bir yana, Ağladığımız zaman, vücudumuzdaki stres hormonları gözyaşlarıyla vücuttan uzaklaşıp da sonra rahatladığımızı hissedermişiz. Gerçekten de böyle olmalı, yoksa neden verilmiş olsun ki! Bir insanın her türlü halini görmeye razıyım da, ağlamalık halini görmek konusunda çekimserimdir. Sevmem pek gözlerden yaş akma durumlarını. İnsafsız olma diye değil, gerçekten faydalı bir eylem. Ben de çoğu defa denemişimdir. İki üç damla acı damla düşerde gözlerimden, sonra daha fena olur gözlerim, yanıverir. Stres içinde hormonların aktivesine faydalı olurmuş deyip her gün soğan mı doğrasam acaba?
Analog Bir Monolog
Hepimizin isimlendirmek için bir ömrü vardır. Ona ben de herkes gibi hayat diyorum. Analog canlılar olduğumuz için, kendi iç seslerimizin de pek bir benzeşen yanı vardır. Bu yüzden gönlümü okşayan bir zekâ teranesi oluverir kelimelerim. Severim üçkâğıtları. En azından bir işe yaramayan varlığım için rahatlama durumuna vesile olurlar.
Nereden mi çıktı?
Şarkıları çok seven bir kadın vardı bir aralar. Kendisini halama benzettiğim için severdim. Güler eğlenirdik beraber. Velâkin ilginç şey şu ki; halamla biz ne yaşamıştık da bu kadar çok halamı hatırlayacak sebebim oluyordu? Bursa’nın Teferrüç mahallesinde köşede bir tostçu vardı. 8 yaşlarındaydım. Halamla oraya gidip, beraber tost alırdık. Sadece bu kadar... Başka bir şey de yok.
Analog bizden çıktı da, monolog da ondan olsun. Şarkılar gökyüzümüz olsun da hepimiz adına, tüm İslam âlemi tekrardan eski ihtişamına kavuşsun. Ne yani, dine tabi olmak yobazcı olmak mıdır? Hâşâ!
Ritüeli pamuk ipliğine sarılmış yavru kuşlar olarak, ne zaman büyüyeceğiz bilmiyorum. Bir şey var ki onu hatırladıkça hep memnun oluyorum: ‘ Ölüm’
Sonuç olarak…
Bugünlük yeter galiba bu kadar gevezelik. Aynı şarkılar defalarca dönüverdikçe canım sıkılmaya başlıyor. Elimde değil, zamanı harcamakla meşgulken dahi, şarkıların eskidiğini hissedebiliyorum. Huyumdur ki; bir şarkıyı defalarca dinlerim, sonra o orada kalıverir. Bir daha o şarkıyı çalışım çok zaman alır. Galiba bir şeyi hemen tüketip ondan sıkılmak bende bir alışkanlık… Kötü mü iyi mi artık Allah bilir!
Mübarek Ramazanlar hepinize. İftarda da, sahurda da fazla kaçırmayın yemeği. Sonra göbecikler sallanırken, ‘Ah, nerden çıktı bu?’ deyip de kendi başınızın etini yemeyin.
...
YORUMLAR
Sevgili peksimet..
yazını 'uzunluğuna rağmen' sonuna kadar sabırla okumayı başarabildim. biliyorsun huyum değil aslında ama gerçekten çok iyiydi. sana artık iltifatvari sözler etmek istemiyorum. zira ne denli deli ve sağlam yazdığının bilincindesin. ben sadece yazında gülümseyerek ve hayran kalarak okuduğum satırları yeniden not düşmek istedim veya dikkat çekmek istedim o noktalara. belki milyon tane yazı ve şiir çıkabilir bu yazdıklarından. ama sabah sabah sayende hem gülümsedim hem de düşünce cimnastiği yaptım, varolasın kardeşim.. başlıyorum..
Hanımların dikkatine!
Overlok makinesi ayağınıza geldi. Halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfleks kenarına overlok çekilir. 5 dakikada yapılır, hemen teslim edilir.
Ne yani, zikzaklı bir çizişle hanımlar mutlu mu oluyor? Sanmıyorum
Sevgimi bilen bir insan ile muhabbetim olduğu için kendimi şanslı saymakla beraber, sevgi ve aşka dair yazılan kitapların neden çok satıldığını düşünmeden de edemiyorum
Hayatın bir imtihan dünyası olduğuna inanmış biri olarak, kadeh kadeh viskilerin sarhoşluğunda Hayyamca ‘Aşk, Aşk..’ demelerin bir manası olmadığına ve olmayacağına inanmaktayım
‘Şiir, sonsuza değin yaratıcı zaman ve ritimden başka bir şey değildir
Neden sosyalist bir mecburiyet altına girip ezilmek zorunda ki aşk, değil mi?
Yaşamanın zorluğu filan fasa fiso, benim anlamaya çalıştığım tek nokta nasıl olduğu, nasıl dayanabilinirlik sabitliğini tutturabildikleri.
Anlam kavanozundan sehpama dökebileceğim bir düğme dahi yok. Oysa huzurumun hep bir yanlarında düğmeler eksik. Yakası açık olduğu içinde çoğu zaman boğazım tahriş oluyor yürek sancılarımda
Ramazan’a saygı duymak iyi hoş da, e mi cengaver, diğer ayların suçu ne ki Allah’a isyan ediyorsun?
bu ülkede kafası sulanmadan yaşamak da kolay mı ki!
Gej olmak hoşumuza gidiyor. Embesil yani. Bir fesuphanallah çekip, gidesim var da, nereye?
Ne zaman içimden gelmediği için bir şey yapmış olsam, huzursuz olduğumun farkına varıyorum.
Ağlamak gerçekten faydalı bir eylem, yoksa kadınlar nasıl susacak?
Şarkıları çok seven bir kadın vardı bir aralar. Kendisini halama benzettiğim için severdim. Güler eğlenirdik beraber. Velâkin ilginç şey şu ki; halamla biz ne yaşamıştık da bu kadar çok halamı hatırlayacak sebebim oluyordu
Huyumdur ki; bir şarkıyı defalarca dinlerim, sonra o orada kalıverir. Bir daha o şarkıyı çalışım çok zaman alır. Galiba bir şeyi hemen tüketip ondan sıkılmak bende bir alışkanlık
eyvallah!
imtihan dünyasındaki sınav dokunuşuna katılıyorum...
sıkı monologlardı sindire sindire okumak gerek...
sevgimle...
HakkınSesi
Resimdekinin size selamı var:)
Hürmetle
Mehtap ALTAN
Ama yine de Aleyküm selam ...