TELAFİSİ MÜMKÜN OLABİLİR Mİ?
Ahmet, babasının vefatından sonra gücünü zorlukla toparlayarak annesine aşırı derecede destek olmuş, acıyla kanayan yaralarının, bir an evvel kabuk bağlanmasına azami gayret göstermişti. İlk iş olarak annesinin yaşadığı yere çok yakın bir daire kiralayarak ona, her gece iş dönüşü uğramış, bir başına kalan kadıncağızın hayır dualarını kazanır olmuştu. Ahmet’in iki oğlu vardı. Anneleriyle birlikte sık sık babaannelerini ziyarete gelir, acılı evi, çocuk cıvıltılarıyla doldururlardı.
Kader Hanım’ın, eşinin ardından kimseye göstermediği sessiz gözyaşları, onun zaten başlamış ve ilerlemekte olan kataraktını iyice azdırarak ameliyatlık duruma getirmişti. Ne var ki Kader Hanım, bu ameliyattan çok korkmaktaydı ve oğlu her sorduğunda ona “ne olur anlamaya çalış oğlum, insanın gözüne bıçak değdirmesi ne kadar zor bir şeydir?” diye, hep geçiştirmeye çalışmıştı. Yaşadığı elem dolu günler, kadıncağızı hayli sarsmış, gözü, yarı kör gibi dünyayı kalın bir sis perdesi ardından seçegelir olmuştu.
Aylar sonra Kader Hanım, bir gece yine Ahmet yanına vardığında ona açılmak istemiş, “oğlum, bıçak kemiğe dayandı galiba, bu ameliyat kaçınılmaz oldu bana.” diyerek ona, kendisini iyi ve güvenilir bir yerde ameliyat ettirmesi ricasında bulunmuştu. Oğlu, bu karara pek sevinerek, “anneciğim, oradan daha iyi bir yer aklıma gelmiyor. Seni ilk fırsatta Üniversitesi Hastanesi’ne muayeneye götürür; verebildikleri en kısa zamanda randevunu alarak hemen ameliyat ettirebilirim.” dedi.
Annesinin bu kararından caymaması için kısa zamanda işlerini yoluna koyan Ahmet, hastaneye; arkadaşlarından methini duyup ismini aldığı tanınmış bir doktora, anneciğini getirdi. Kader Hanım, hekime yakınlık duymuş, onun ikna eden müşfik açıklamalarıyla yüreği, iyiden iyiye ferahlamıştı.
Ameliyat günü erkenden ana-oğul, hastanenin yolunu tuttu. Üniversite Hastanesi, İzmir’in en gözde hastanelerinin başında geliyordu ki, her ikisine de itimat edebilecekleri şartları, fazlasıyla sağlıyordu. Servise vardıklarında operasyon için rutin hazırlıklara başlandı. Kısa tetkikler yapıldı. Kader Hanım’ın tüm biyolojik verileri normal çıkınca ameliyat için gömleği giydirilerek sedyeye alındı ve tertip edilen dosyası, ayakucuna iliştirildi. Kader Hanım, o ana kadar elini sımsıkı tutan ve onu, geçmişin tatlı anılarından dem vurarak rahatlatmayı ve oyalamayı başaran oğluna, sıcacık bir gülümsemeyle teşekkür etti. Akabinde ameliyathaneye indirilmek üzere odasından çıkarıldı. Oğlunun anlattığı anıların tadı ruhuna yayılmış, başka bir âlemde onu ağırlar gibi, heyecanını hayli uyuşturmuştu.
Üniversite Hastanesi, her zamanki gibi yoğundu. Hemşireler, bembeyaz üniformaları içinde, etrafta şifa dağıtmaya hazırlanmış melekler gibi bir o yana, bir bu yana koşuşturuyorlardı. Daha sabah saatleri olduğundan her yan pırıl pırıl temizlenmiş, kullanılan temizlik sıvıları, hastanelerin iç bayan özellikli koksunu, örtbas etmeyi başarmıştı.
Asansörden indirilen Kader Hanım’ın sedyesi, koridorda beklemeye alındı. Derken, yanına otuz- otuz beş yaşlarında görünen bir genç bayan, sedye üzerinde, bekletilmeye eşlik etti. Birbirlerine nezaketen geçmiş olsun dedikten hemen sonra, dışardan bakıldığında, her ikisi de kendi suskun ve düşünceli dünyalarına kapanmış görünüyorlardı.
Koridorun başında beliren iri, şişman ve hantal yürüyüşlü erkek bir hasta bakacı, gürültülü ayak sesleriyle dikkat çekmiş; vurdumduymaz bir halde Kader Hanım’ın sedyesine yaklaşarak onu, kabaca sürmeye başlamıştı. Ne olduğunu anlayamadan Kader Hanım, kendisini, ameliyathanenin çift taraflı buz kalıpları gibi yükselen dev kapısının önünde buluverdi. Oraya toslayacaklarını zannederken aniden sedye, apar topar yavaşlatıldı. Tekrar kuvvetlice itildiğinde hoyratça sallanarak içeriye geçtiklerindeyse kadıncağız, buz kuyusuna yuvarlanmışçasına ani bir heyecan nöbetiyle titreyerek donduğunu hissetti. O anda, Kader Hanım’ın kalbi, demir ellerle boğulmuşçasına yerinden koparak boğazından gülle misali çıkacak gibiydi. Üzerinde parlayan bol ışıklı lambaların altına yatırılınca sıkıntıdan patlayacak gibi oldu. Artık, oğlunun yaşattığı tatlı hayallerden eser kalmamış, hepsi de kum fırtınalarında tozutan kum parçaları gibi ufalanıp dağılmıştı. Odaya sinmiş olan kesif ilaç kokuları, kadıncağızın midesini allak bullak etmiş; tamamen aç olan içini, ters yüz edilmişçesine sancılandırarak dışarıya boşalacak hissini verdirmişti. Kader Hanım’ın, panik haline sıkışmış ruh hali, kontrolden çıkmış, ister istemez tansiyonunu hayli yükseltmişti ki, koluna serum bağlayan narkozitörün ihmalinden kaçmamıştı. “Sakin olun teyzeciğim, emin ellerdesiniz, birazdan uyuyacak, uyandığınızda da her şeyi salimen atlatmış olacaksınız. Şimdi derin derin nefes alın ve sesli olarak saymaya başlayın.” diyen narkozitör, narkoz maskesini hastanın yüzüne dayadı ve narkozu, yavaş yavaş vermeye başladı. Beş-altıya doğru dermansızlaşan ses, sustu ve kadıncağız derin bir uyku haline geçti.
İki saat sonra kadıncağız, yarı baygın bir haldeyken başına gelen bir hemşire, “Teyzeciğim, ameliyatın çok başarılı geçti, birazdan sizi servisinize çıkartacağız ve varsa yakınınızı yanınıza alacağız.” dedi. Kader Hanım, gözlerinde en ufak bir ağrı belirtisi hissetmediğini düşünerek “bunca zaman boşuna korkup kendimi üzmüşüm.” diyerek iç geçirdi. Gözleri ağırlaşıyor, henüz etrafında olup bitenleri, doğru dürüst algılayamıyordu. “Oğlum da gelecek neredeyse” diye sevinirken takrar kendinden geçti.
Göz kapaklarını yeniden araladığında ilk gördüğü güzel şey, biricik oğlunun yanı başında olmasıydı. Ahmet, hanidir anneciğinin baş ucunda, elini elleriyle sarmalamış, onun sabırla uyanmasını bekliyor; herkesin rahat atlattığı katarakt ameliyatının neden bu kadar zaman aldığını ve zor geçtiğini ister istemez sorguluyordu.
Bir müddet sonra, bilinci iyice yerine gelen Kader Hanım, “oğlum, karnımda çok ciddi bir ağrı var, kendimi çok dermansız hissediyorum, hemşireye haber verir misin?” diye yakındı. Hemşireyi çağırdıklarında, “normal bu teyzeciğim, yine de bu ağrınız geçmezse bir saat sonra size bir analjezik iğnesi yaparım, merak etmeyin.” dedi . Kader Hanım, yılgın bir sesle, “ameliyatın yeni olmasından mıdır nedir, sizi hâlâ çok bulanık görüyorum ben.” dedi. Hemşire hanım, yumuşak bir tonda, “narkozun etkisi tamamen geçtiğinde her şey düzelecek teyzeciğim, birazcık sabredin.” diyerek işlerinin çokluğundan olsa gerek telaşla odayı terk etti.
Yarım saat zor dayanan yaşlı kadıncağız, yalvaran bir sesle oğluna, “yavrum, daha fazla dayanamıyorum, şu hemşire hanımı çağırsak da iğneyi yaptırsak, karnımdaki ağrı neyin nesiyse, evvelce çektiğim hiçbir sancıya benzemiyor!” diye, adeta inledi. Annesinin solmuş yüzündeki acıyı rahatça okuyabilen oğlu, sabrını taşırmış bir vaziyette ve endişe içinde hemşire odasına koştu. Sorumlu hemşireyi ikna edebilmek epey zamanını aldı. Hemşire hanım, bu derecede kararlı ısrar karşısında bezgin bir tavırla ağrı kesiciyi enjektöre çekti ve “tamam tamam, iğneyi yapmaya hemen geliyorum.” demek zorunda kaldı. Beraberce odaya girdiklerinde, genç hemşire, kendini tutamayarak, “canınız da sandığımızdan çok tatlıymış teyzeciğim!” demekten kendini alamadı. Kadıncağız, içinden kırıldığını hissetse de cevap vermeye uğraşmadı. İğne için dönmek istediğinde kıpırdayamayınca oğlu ve hemşire ona yardım etmek üzere yatağa iyice sokuldu. Oğlu annesini dödürmek için şefkatle ve kuvvetle onu omuzlarından kavradığında hemşire, “teyzemiz bayağı da nazlıymış.” diyerek üstteki pikeyi kaldırdı ve işini hemencecik bitirmek istercesine ameliyat giysisini çarçabuk sıyırmak istedi. İşte o makûs an, hiç beklemedikleri sarsıcı bir enstantane görünümle onları, karşı karşı getirdi! Kadıncağızın karnı, boydan boya büyük bir gaz bezi katmanıyla sargılanmıştı. Aynı anda paniğe kapılan ana- oğul, “bu da ne demek oluyor şimdi?” diye irkilirken hemşire de şaşkınlık içinde kalmış; ne yapacağını bilemeden dolu enjektör elinde, hışımla odadan kendini dışarıya dar atmıştı. Birbirlerini evham dolu gözlerle süzen hastazede ve oğlu, nutku tutulmuş vaziyette saniyelerce öylesine donup kaldılar ve olana bitene anlam veremedikleri bir dögüde, uğursuzca kıskıvrak yakalanmış olduklarını hissettiler.
Çok vakit geçmeden birkaç asistan doktor telaş içinde mahçup ve üzgün, Kader Hanım’ın başında toplaştı. Özellikle içlerinden birinin, al al olmuş yanakları, suçluluk duygusunu taşıyamaz bir halde alev alev ateşlenmesiyle aşırı dikkat çekmekteydi. Aralarında en genç olanı, hastaya güç katmak istercesine ameliyatlı kadının ellerine sarıldı. Bir yandan da hezeyan halinde kadıncağızdan art arda özür dilemekteydi. Sonra başlarında en kıdemli olarak bulunan asistan konuşmayı ele aldı. Naçar bir tonda sözleri geveleyip durarak kendince talihsiz durumu kem küm ederek açıklamaya koyuldu.
İzmir’in sağlıkta gözbebeği, Üniversite Hastanesi’nde, akıl sır ermeyen bir serüven yaşanmış; sedyeleri yanyana dururken dosyaları karıştırılan iki kadın, elim bir talihsizliğe kurban gitmişti: Katarakt ameliyatı için hazırlanmış elli yaşındaki Kader Hanım’ın rahmi alınırken, otuz beş yaşlarındaki genç bir kadın da katarakt ameliyatına tabi tutulmuştu. Dudak uçuklatan böylesine bir hatayı telafi etmek, artık mümkün olabilir miydi?
Ayşe Yarman Öztekin
’An Akar Zaman Kayar’ 2012
YORUMLAR
İnanılır gibi değil... Ne yazık ki böyle vahim hatalar görülebiliyor. Bir hekim olarak: Afaki operasyona giden hastaya total abdominal histerektomi uygulanmasının bir hİkayeye konu olmasını üzüntü verici bulurken, kudretli kalemin edebi başarısını da tebrik ediyorum.
Bayramınız kutlu olsun efendim.
Sevgi ve saygılarımla.
Dr. İrfan Yılmaz. TEKİRDAĞ.
Uzun bir aradan sonra kaleminize kavuşmak güzel. Hanidir bekliyordum yazmanızı:) Harika bir paylaşım, ders çıkarma noktasında da dinlerken öykünün akışına heveslenme noktasında da. Ustaca gözlem ve damıtılmış sözcük seçimleri. Geriye kutlamak düşüyor sizi:) Tebrikler.