- 1433 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
sahipsiz monologlar
Herkes bavulunu toparlamış gitmeye hazırlanıyordu. İçlerine ne de çok şey doldurmuşlardı. İncinmişlikler, kırgın sabahlar, öfke nöbetleri, yara bandı tutmayan ağrılar, kalp spazmları... En çok da mutlu günleri, sevinçleri, kahkahaları ve iyi hatırlayabilecekleri ne kadar sevecan hatıra varsa onları almamışlardı yanlarına.
İnsan kaynıyordu bekleme salonu. İnsanların yüzeysel sırıtkanlığı, gidilecek kayıp ormanı bile yaşanır kılıyordu. Büyük bir orman gördüğünde koşan insanların kaybolmayı da göze alması gerekmez miydi oysa. Tek ayak üstünde bekleyenler kopya çektiğini bilir, cezası verilmiştir de kabullenmez kabahatini. Oksijensiz kaldığında içine doldurulan hava gibi, canı acıdığında insanın neden mutluluğu içemez? Dudakların kıvrımında bekleyen gülüşler neden olmadık zamanlarda birden düşüverir yerlere? Ne çok meraksızız, ne çok amaçsız ve ne çok umarsızız görünen köyün klavuzluğuna soyunurken...
’Sen orada öylece dur’ursun örneğin; meyva vermeyen o ağaç gibi ! Dallarının kırık olduğunu söylesen de, kızarsın kendine. Çünkü bilirsin bahanelere sığındığını ve haklı sebepler ararsın haksızlığına, varoluşunun o kayıtsız umarsızlığına küfredersin. Ama hala kuşlar ötüyordur ve yaprakların kımıldıyordur, sen can çekişirken.
Herkesin yolu kendi duvarlarına çıkarmış, çakışırmış, toslarmış, çıkmaz olurmuş kendi yolları ve kendi duvarları heybetinden hiç bir şey kaybetmezmiş de yanlış yerde ve yanlış zamanda orada dikildiğine, yolun önünü kestiğine kahrolurmuş en çok insan. Peki insan duvara mı üzülmeli böyle anlarda yoksa yolun çıkmazlığına mı? Her ikisi de kendinin ve her ikisi de haklıdır diye yoldan mı caymalı, duvarlarını mı yıkmalı? İkilemlere hedef olurken en asılsız anlarda ihbar eder insan kendi çelişkilerini.
’Yolumu kaybettim’ dedi.. ’Yolsuz yordamsız çıkmalarda. Bir bahar umduğumdan hemen önceydi çocukluğum ve kıştan hemen sonraydı büyümüş gururum. İki ara ve bir derelik seslerden geçtim, bir çığlıkla kopacak sandığım bağlarım sıkı sıkıya kendi örgülerine sarıldığında şaşırmadım sadece kabullendim..’
Sonsuzluk hangi algıya göre sonsuzluktu, sonu olan şeyler ve sonu olmayan şeyler arasında sıkışan beynimi alıp sonsuz sandığım gökyüzüne uçmak, sonsuz sandığım okyanuslara dalga niyetiyle katık olmak istedim. ’Ölümsüz olmak’ diyordu, ölümsüz olmak mümkün mü bunca ölümlüyken fani ruhlarımızda, çürümeye meyilli bedenlerimizde ve ussuz uslanmazlığımızla, ne kadar aciz ve ne kadar azız dedim.. Ne çok dedim.. Sustum sonra..
Gitmek istemiyordum, kalmak da... Lakin arafta kalmak en beteriydi. Sızım sızım sızlıyordum hissederken ve dinlerken kendimi en çok kendimden gittiğimi anlıyordum. ’Bu dünya biraz fazla’ diye geçirdim içimden. ’Yahut ben biraz eksiğim’
Ne gördün, ne düşündün, ne hissettin? Bu da ne şimdi desem, açıklamanı istesem biliyorum sadece susacaktın, sadece avazın çıktığı kadar susacaktın! Ben anlamam, ben kanarım, ben acırım sevgime, yine kederli şiirler içerim gözlerinde ve nihavent makamında ağıtlar ağlatırım yine gecenin en dibinde. İçli soluklarda, mor düşlü gecelerde...
Ben kendi düşlerimin derinliğinde yüzerken sen geldin ya damdan düşer gibi, duvarları yıktın üzerime ve gittin. Yokuş yukarı hızla koşmam hiç bir şeyi değiştirmedi. İronik şiirler astın gözlerime, anlamamı bekledin. Ahşap meridyenler gezdirdin tenimde, okşamamı istedin. Bilmiyordun, deliliğim hayattandı oysa; göremedin! Talkımlarından aşağı düştüm; tutmadın! En çok geceleri dürtüyordu bir yanını hırçın aşkın! Sense hiç düşünmeden sevdayı çökük bir binanın altında bıraktın.
Kargılar ney sesinde eridi, bir sufi oldum dinlerken sesini. Eklemlerim tutuştu, bedenim titredi. Esiri oldum gülüşlerinin. Hiç ummazken gelen kahrım fiyakalı ölümlerimin tesirinde aniden dirildi. Aslında hala can çekişiyordum, umut nedir sen bunu hiç bilmedin!
Aslolan ölmekti pervasızca. Belki beceremedim. Kargaların uluyuşları hep sabahın erken saatlerinde vuruyordu hiçliğimi. Tantanayı öteleyen kasılmalarım oldu uyuyorken aklını çeldiğim imgelerim. Şarkıların, lacivert gecenin kepenklerini indirdiği vakit çelme taktım yorgunluğuma. Zehirli sevgi oratoryolarında baş rolü üstlendim. Küçük fahişeler geziniyordu caddede ve onları bir kavisin kıvrımında pusuda bekleyen hayatın gergefiydi. Genzimi yaktı bu kadar kir! Çıkmazlarını uzaktan izliyordum acizlerin. Çıkarsız dualar mırıldanırken beklentisiz bir yağmur olduklarını biliyordum toprağın azizliğinden.
’Fena mı?’ dedim. Zira cemaline yaslanmışlığım vardı evvelden. Yalnız bilgilerin varolduğu kutsal lahdimden içeri davet etmiştim seni. Hiç düşünmeden buyurmuştun, kampanyalı hadiseler diyarıma. Bazen; yokken var gibiydin, varken yok olduğun gibi... Bazen uykusuz yazılmış şiirler gibiydin. Üvey özlemler, özbeöz kederler ve yetim aşkların mahsun bakışları vardı sessizliğinde. Bazense tek bir sözün yetiyordu dağılmam için...
Emzirdiğin acıların tortusuydu hayat senin için. Göğüs boşluğunda gecelerce devinen sabahları eritmekti hüzün boylarında. Yüklemleri yakmaktı hayat, manasız savruluşlarında. Yalnızlığını okşuyordun kimsesiz kaldığında. Defalarca görmüştüm seni karanlıkta kendini teselli ederken. Hiç ses etmemiştim. Öylece durup izlemiştim kendine acıdığın anların kederli çırpınışlarını. Elimden hiç bir şey gelmemesi ne garipti. Buna hiç bir zaman izin vermemiştin. Temsili hikayeni yazıyordun aslında. Sadece izledim. Her şey trajikomik bir aksanla gelişti, bunca keder bundan sebepti.
Tuhaf ve kekremsi tatlar, hoşnutsuz suretler ve çelişkilerde hep kendinden kaçıyordun. Aslında en çok kendine kaçıyordun ve sadece kendine ait olmak istiyordun. Beni görmezden gelmeni sadece böyle zamanlarda anlayabiliyordum. Hak veriyordum yanılgılarına. Yarınsız ve yalnız yanılgılarına!
Tek eksiğimiz buydu aslında; katlimize niyaz ve sadeliğimize biraz renk katabilmekti derdim, gökkuşağının uçurum kanatlarında aşağıya bakmadan yükselebilmek.. Ne gam... Kendi isteğinle gidiyormuşçasına ellerimi bıraktığında, sesin ipek yumuşaklığında ninniler okurken, ’sen buralı değilsin’ demiştim bir keresinde. Sanırım burada da değildin. Aşk gibi kokuyordun, aşk gibi düşünüyordun, aşk gibi bakıyordun, aşk gibi acıtıyordun... Seni düşünmelerin sancısı da aynen aşk gibiydi. Böyle dediğime bakma aşk kötü bir şeydi aslında. Sadece can yakıyordu ve sırf üzülmesi için avucuna gözyaşı konduruyordu insanın. Onca uzun sözün ardından her şeyi özetleyen ve söylenmiş tüm sözleri lüzumsuz kılan ve pasifleyen kilit cümle buydu;
’sevmek yakıcı bir acıdan başka bir şey değildir...’
Yolcular valizlerini alıp giderken aklıma gelenler bu deli bozması düşüncelerden daha fazlası değildi....
...
fulya/ağustos2011
YORUMLAR
'' Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi
Ben burda en büyük çileyi doldurayım
Suya muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur
Ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım !''
gidenle kalan arasındaki dayanılmaz bir üleşme !... hınca hınç bir veraset kavgası !
'Hüzün sana mı bana mı kalacak ? ...
Ya aşk ??? ...
Haftasonları görebilirsin ancak ... O da uzaktan uzağa !
İtiraz ediyorum hayat !
Sevmek istemiyorum benn !!! ...
...
Harikaydı çiçeğim ... Seviyorum anlatımını ... Seni de :)
Bir türlü bu yaz mevsimine alışamadım ve o da bana alışamadı.
Kalem benden uzaklaşıyor adeta.Hiç bir şey yapamıyorum,yazamıyorum,daha çok okumakla geçiyor benim yazlar.
Aslında sözü nereye getireceğim biliyor musunuz?
Bu tür yazıları yazın ( yaz,yaz) okuyunca da daha sinirli oluyorum,nedense.
Ama okumanın keyfi de başka oluyor,onu bu mevsimde anlıyorum.
Neden bana yazdırmıyorsun,diye sövüyorum yaz mevsimini,belki biraz da kendimi sövmem lazım.
Ne yaptım da böyle bu kadar kızgın bana.Sanırım biraz da tevellüt ettiğim günle kaynaklı,
sonbaharda gözlerimizi açmışız. Bu yüzden olsa kızgınlığı.
Bilmiyorum,belki de benim tembelliğim, hayasızca iftira atıyorum sonra.
…
Dün gece çoğu kişi rüyâlarda daldan dala atlarken okudum bunu.
İlk okumak her zaman heyecan vermiştir bana. İlk okusan ne yazar, ya da son okusan ne.
Aslında ikisi de önemli benim için.İlk ve son kişi olmak.
İlk siz dokunmuşsunuz çünkü,daha ne olsun.
son kişi: bütün izleri örten siz oluyorsun.
…
Çok hızlı akıyor; ama bir yerde sanki tökezledim diyorsunuz,bu kadar hızlı akarsa,
sorun onda değil sen dedir deyip devam ediyorsun yoluna.Çok beğendiğim bölümler oldu:
anlam,çağrışım,hatırlatma konusunda…kesmek istemiyorum.
Sadece olduğunu söylemek istedim.
Başka söyleyebileceğim ne olabilir,diye düşünürken:
Gitmeler’ önemli…
Dikkat edilmesi gerekir.Hep bu gitmeler yazdırır insana zaten,o yüzden hep dururum bunun üzerinde.
.
Hani sen gidiyorsun ya,herkes sana benzeyecek.
.
Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar.
.
Beni öldürüyorsun git.
Kalmasın sende kahrım kalmasın derdim
Bakma git
GİBİ GİBİ, GİBİ
Sadece aklıma gelen git’meler. Ve seviyorum bunları.
Her şey çok güzel olacak,biliyorum.
Harun Aktaş tarafından 8/3/2011 4:34:08 PM zamanında düzenlenmiştir.
ve oturup mırıldanırsın gölgenle saat arasındaki boşlukta ,gidenler,gelenler,kalanlar nedendi bu koşturma veya durağan saatler ,kimdi gövdenle fikrin arasında konuşan ve konuşulanları kim duyuyordu ki
balon patladı ve söndün
yoksa
yoksa
uçtun mu
.
ben sahiplendim monologlarını saatle boşluk arasındaki bir yerde ve kestim ipini harflerin sen uçtun ,uçtun
10 puan rengimi belli ediyorum.
Birkaç gündür yeni bir yazınızı görmeyince endişelenmiştim. Zira cümlelerinizde bir canı yanmışlık var ki bazen sahipleri için korktuğum oluyor.
Bu yazı için ise; her paragraftan bazı cümleleri seçsem alt alta yazsam nasıl hoş bir şiir çıkacak diye düşündüm. Ellerinize sağlık.
Çılgınlık bu! Dümensiz bir yolclukta sonu beklemeyiş... Ve kaçar gibi yaptıkça daha çok geri dönüşüm sana. Şimdi susarken birikiyor kelimeler, sen uzun tırnaklarını batırıp arala diye bekliyorum. Dilimi çözdükçe ağla ayaklarımı, gidemeyeyim bir yere, çıkmasızn gözlerim dışarı. Sonra sözün bittiği yerde ver dudaklarını. İşte çılgınlık bu!
Monologlarda manipüle oldu monologlarım:)) Tebrikler..Süperdi desem...:)
Yazarken artık kim bu kadar size ilham veriyorsa, iyi derinleştiriyor fikirlerinizi...Nesirde yazım ahengine farklı bir boyut katıyor bu derinlik...
Mesela klişe olacak sözleri derinlemesine incelersek, hep hayattan alıntılar varmışçasına okur kendine geliyor..
’sevmek yakıcı bir acıdan başka bir şey değildir...’ mesela...
Ya da bu çok klişeydi diyenlere, daha özgün ve duyulmamış bir söz: 'Herkes bavulunu toparlamış gitmeye hazırlanıyordu.'
Basit bir cümleymişçesine okunuyor, ama deli dolu akşamları, ayrılıkları, kavuşmaları, saatleri, yabancı düşleri, yürekleri, pişmanlıkları, gururları, aşkları, kavgaları, çocukları ,kirlenmeleri, arlanmaları...artık akla ne kadar fiil geliyorsa hayattan..
Bu yönden yazı derin manalar kazanmış..
Yabancı kelime bolluğu akustiği bozar gibi olsa da, derinlik, yaşamdan alıntı boyut farkı yazıyı güzelleştiriyor..
Emeğine sağlık olsun..
Hürmetle..