Onların evleri yoktu, sığınırlardı gökyüzüne. Suç bizdeki onlara cesaret verdik. - Nerden bilecektik şiddeti meşru kılacaklarını? - Onların dilleri yoktu, anlatmak için duygularını affedilmeyi beklerlerdi. Suç bizdeki onlara kulak verdik vicdan yerine. - Nerden bilecektik işittikçe pişmanlık duymayacaklarını? - Onların üryanlıkları yoktu, güç yetmezdi soymaya düşüncelerini. Suç bizdeki onlara edep verdik. - Nerden bilecektik bir süre sonra üzerine etiket koyacaklarını?
"Ne kadar uzun kirpikleri!" demiştim içimden ilk gördüğümde yüzünü. Donuk tenini soğuktan koruyabilmek için var gücüyle tırmanıyordu parmaklarım üzerinde. Kan yayılıp yarayı görünmez hale getirince ikaz bakışımı uzatmam yetiyordu hemşireye, derhal tutuyordu hortumu sonra mendille alnımı ovalayıp yükseltiyordu libidomu. "Lütfen" İçimdeki kıyamet sıcağına karşı ufacık bir buz kütlesiydi bu cümle ama o an hiç yoktan iyi geliyordu cesaretime. "Kesinlikle usta işi. Bıçak girdikten sonra içeride hilal şeklinde bir yarık açılmış, yani sokup çıkartmakla kalmamış. Telaşsız bir uğraş, döndürmüş içinde, birkaç iç organını parçalamış. Allahtan tek bir kesik var. Demek ki vakti yoktu, bir karambolde dengine getirmiş. Ne kadar da genç! Mahçup olmam inşallah" Sesimi duyar gibi bakıyordu gözlerime ama dikkatimi dolaştırmadım ve neşterin inceliklerine sarılmaya devam ettim yardımcım örterken duygularımı. "İyi ki ameliyathaneye girmeden evvel yüz yüze gelmiyoruz yakınlarıyla. Ben vallaha bakamam gözlerinin içine. Hem bakarsam nasıl dingin tutarım zihnimi?" Gözlerimi yara üzerinden ayırmadan cevaplıyordum yardımcımı "Yanlışsın. Duygular olmadan hiçbir iş başarılmaz. Maharet onlardan ilham almakla yetinebilmekte. Ben her ölüm haberi verdikten sonra gördüğüm gözlerle çoğaldım. Bir sonrakine tutunabilmek için sakladım onları. Bazen yapacak şey çok azdır, ya geç kalınmıştır ya da darbe ölüm emrediyordur. O vakit kahramanlığa soyunamayız." Tekrar konuşmuştu yeşilin ardına gizleyerek ağzını: "Ne yaparız peki?" Önümde yatan delikanlı çok şanslıydı, kurtulacaktı az sonra. Oldukça kan kaybetmesine rağmen parçalanan iç organları benim gibi bir ustanın ellerine emanetti ve şükür başarmıştım. Bir saniyeliğine açtım gözlerimi ve doğruca yukarıya kaydırıp "Ne mi yaparız? Viski ve biraz da çikolata. Sormayacağımız tek soru "Neden" dir, bunu sakın unutma" dedim ve son dikişimi attıktan sonra kaldırdım ellerimi havaya. "Çözün beni. Hepsi bu kadar."
Ölümün kuşatma altına aldığı bir bedeni tekrardan yaşam çizgisine taşımak bu hayatta sahip olabileceğim, bana bahşedilen en büyük beceriydi. Kuşku götürmeyen bir gerçekti hünerli ellerimden çıkan bıçak darbelerinin gece mesailerini sabahı umutla bekleyen gözlere bir müjde verebilmek için hummalı çalışmaları. Tekrar gurur duymadan evvel kendimle, soğukkanlı imajımı muhafaza ederek yaptığım şeyin benim için sıradan olduğu izlenimini verebilmek en vazgeçilmez özelliğimdi. Hiç kimse parmaklarımın nasıl inceldiğini ve her sürtünme esnasında bana bir hata yaparsam diye ölmeyi emrettiğini bilemezdi. Alevlerini harlı tuttuğum içimde yaşayan bu cehennem, aynı zamanda tek oksijen kaynağım oluyordu her defasında.
Saat 05:12... Neşter kokan vücudumu ılık bir duşla yeni bir mucizeye hazırlamak için sabırsızlanıyordum. Üstelik bu kez haklı bir nedenim daha vardı. Biricik karım, tek endişem iş seyahatinden bu gece yarısı dönmüş olacaktı.
Evimin kapısı tüy gibi hafif gelmişti nedendir bilinmez bu kez. Ayakkabılığa sessizce ter kokumu bırakırken gözlerime spor ayakkabıları ilişti. Titiz biri olduğumu bilirdi ama söz konusu kendi eşyaları olunca o kadar rahatsız olmayacağımı düşünür fazla ihtimam göstermezdi. Ancak bu kez alışılmışın dışında bir dikkatle bağcıklarını içine gömmüş olması kaçmamıştı gözlerimden. Hayrete kapıldım bu kadar yorgunken dert etmesini. Yinede meşgul olmadım bu minik detayla, halsizlik döndürüyor olabilirdi başımı, yatak odasına gitmeden evvel bir bardak su içmek istedim. Işıkları yakmaya yeltenmeden mutfağın loş varlığında örtüsü dökük yüzümü sürüyordum duvarlara. Sanki akreplerin arasında kalmıştı duygularım, hislerimi balık pulu gibi bıçakla sıyırmama yardımcı olan tüm düşünceleri alıyordum kollarıma. Bütün kelimelerin aciz çırpınışlarını işitmemek için kulaklarımın fermuarını çekiyordum yüreğimin fısıltılarına dur diyerek sonra. Ve ellerim patron oluyordu bir kez daha. Dikkatliydim esmeye başlamayan rüzgara karşı hazırlıksız olsam da. Bardağın içindeki tümseğe yatırırken suyu, keskin deterjan kokusunu algılamam zor olmamıştı bu yüzden. Elle yıkanmıştı, kesinlikle el yordamıyla ve haddinden fazla ilaç kullanılarak. Sanki bir kokuyu örtme telaşı veya bir lekeyi yok etme çabası gibi. Yüzümdeki yorgunluk gittikçe derimin altına işliyordu ve farklılıklara olan farkındalıklarım rahatsız edici bir hal almaya başlamıştı. İçime dur diyemedim ve derhal banyoda aldım soluğu.
Şaşılacak şey! Terlikler ıslak değil, yerde ve havlularda en ufak bir belirti yok, hatta aynanın buğusu bertaraf edilmiş. Kabin perdesinde elimi defalarca gezdirdim, yer yer su tanecikleri sıyırdı tenimi ama ikna edici sayılmazdı. Sonra duvardaki seramik örtüyü kokladım. Nem vardı, saklanmaya çalışan bir banyo keyfinden çok zaruri bir oldu bittiye getirme olabilir miydi pekala? Gözlerimi hızla çevreleyen kuşku perdesi aralanmadan rahat etmeyecekti içim ya da temelli safsata köprüsünden aşağıya bakıp duracaktı. Umursamadan doğruca yatak odasına süzüldüm sonra.
Uyuyordu; geldiğimden habersiz rahat, derin ve huzurlu bir uykunun kollarında hiç geçmediği kadar kendisinden geçmiş vaziyette üstelik. Eve adımımı attığım ilk andan itibaren beni rahatsız eden şeylerin hepsinin üstünde bir tesir bırakmıştı bu bilincini yitirmiş uyku hali. Kaşlarım kendiliğinden çatıldı ve kapının yanında duran, içi henüz boşaltılmamış valize uzandım. Hayret! Bu detay atlanmış. Fazla kurcalamama gerek kalmadan elime kocaman bir teşhir nüshası gelmişti bile. Yepyeni bir sutyen. İlk defa görüyordum lakin çoktan kullanılmış hatta en az bir kere yıkanmıştı. Daha fazla incelemeden yatağa sokuldum. Göğüs göğüse çarpışma vakti gelmiş miydi? "Hayır, henüz değil" diye haykırdım içimden ve biraz daha gözlerime yalvardım.
Evvela ojeler. Kusursuzca bütün tırnaklarını örtüyordu, tırnak uçlarında suyun adaletinden eser olmadığı gibi muhtemelen yeni sürülmüştü, ışıl ışıldı elleri. Sonra kokladım. Derisi her zamankinin üç misli şiddette krem kokuyordu. Telafisiz bir panik eseri kendini kaybedip durmadan sürmüş olmalıydı. Biraz daha yaklaşıp dudaklarına tırmandım. Ellerindeki itinanın bir benzerine de burada rastlıyordu gözlerim. Hayret! Yatmadan muhakkak makyajını temizleyen kadın bu kez parlatıcısına kadar sürüp koyu kırmızı bir rujla uyuyordu. Artık sakin kalamıyordum ve neredeyse var olan tüm soğukkanlılığımı tüketmiştim. Yorganı hafiften sıyırdım bedeninden, vücudunu da gözden geçirmek yüzleşmenin adaletine duyduğum saygıdan olsa gerekti. Ve her ne sebeptense hiç şaşırmadım. Yeni bir hayal kırıklığı suratıma tokat şiddetiyle çarpıyor ve dağılan güvenimi fırtınaya emanet ediyordu adeta.
Hiç sevmem ve o da o kadar iyi bilir ki... Hayatta hiç bir şey beyaza dokunmak kadar mide bulandırıcı gelmez bana. Ve benim geleceğimi düşünüp önlemini almış olması kabul edilebilir gibi değil. Sadece hasta olduğu zaman. Ya şimdi? İtiraf mı ettirmeli yoksa akışına bırakıp yalan söylemesine imkan tanımayacak bir belge daha mı keşfetmeli? Hiç kuşku yok ki ben ortalama bakış açısı olan bir erkeğim nihayetinde. Ve maalesef "Neden"den ziyade "Kim" sorusu ilgilendirir beni. Geziye gittiği bütün çalışma arkadaşlarını tanıyor olmam bu soruyu daha da cazip kılıyordu üstelik. Ve doğuştan rekabetçi biri olmamın perçinlemesiyle sevdiğim kadını anlama ihtimalim yüzde bir bile olmuyordu ne yazık ki. Ama biz böyleyiz, değişmez. Birisinden daha fazla bir şeyi yapabilmek kendimizi mutlu saymamız için yeter de artar bile. Daha çok sevmek, sevişmek, kazanmak, almak, yapmak, konuşmak vs. Ama bu "Daha çok" ların herhangi biri onun için "Çok" mu gerçekten? İşte bunu kendimize sorabilecek kadar cesur olamadık hiç. O yüzden kolay olanı yapıp "En çok kim?" diye sormak için bir kez daha yelteniyorum şimdi hayatın kurgusunu tamamladığı bu oyunda. Benden başrolü çalan kim? Elveda önyargılar...
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Bende o kadar mutlu oluyorum ki siz böyle ilgi gösterip, bu kadar güzel sözler sarfedince. Hiç görmediğiniz birinin hayal gücüne hitap edebilmek ve neticesinde beğenisini kazanmak dünyanın en güzel hissi olmalı. Teşekkürler...
Nasıl oldu da atlamışım bu harika öyküyü . Kurgu ve gerçek anlatım içiçe. Sıkılmadan keyifle okdum. Cümleler akıcı ve abartısız. Yine bir numara, tebrik ve sevgilerimi yollluyorum...
Dilerim her zaman memnun ederim yazdıklarımla sizi:))) Çünkü paylaşım esnasında dudaklarınızdan dökülen bir tek güzel cümle bile sevgiye doyuruyor yüreğimi:)Teşekkürler.
şöyle içtenlikle diyebilirim ki bu yazıyı okuyana kadar zaman nasıl geçti analamadım. hele bitse de gitsem diye içimden geçmedi Susuzluğumla ön yargılarınızı mukame etmek isterken; içimden bir somutu bir soyutla mukayese bile edemnezsin dedim kewndimwe tek fark şu; beynimin sorumlu yerinde açlık ve susuzluk imi harekete geçmiş pek ala kontrol altına alınabilir peki ya kuşkular? merkezi odaklı organize işleri beynimizin keyifle okdum ve iftar zamanından bir yarım saat aşırmış oldum. bu borçlanmadır şair. çokça teşekkürler sevgiler saygıualr
Beğeniyle şaşkınlık arasında bırakabiliyorsam sizi ve okutturabiliyorsam kendimi... Demek ki ulaşmak istediğim yerdeyim:) Ahh bu yazdıklarımın çıkış noktalarını bir anlatabilsem size..Gülmekten ölürsünüz. Çok alakasız bir şeyden yola çıkıyorum ama yazarken değişiyor, gelişiyor.Bende hayret ediyorum.Ama aldığım en komik esin Parmesan ve Kırmızıyı yazarkendi. Yeni çıkmış Yörsan Erik suyu almıştım. İyice dolapta bekletip bir bardak içerken başladım yazmaya:))) Tamamen erik suyu...
Gayet anlaşılır bir kurgu, akıcı ve samimi. Ama imgelerle de zenginleştirilmiş bir anlatım.
Her okurun okuma zevki de, anlama kabiliyeti de farklıdır. Bazıları benim eleştirimden sonra özellikle "ben bir kerede anladım vallaaa" gibi cümleler kurmuşlar. Bence bunlar doğru şeyler değil. Üstelik insanın fikrini söyleme isteğini de köreltiyor. Galiba en iyisi artık samimiyetten uzak, ama yazarı memnun edecek yorumlara başlamak ya da susmak...
Çalışmanız her zamanki zarifliğinde. Zaten en başında kaleminizle ilgili fikrimi belirtmiştim. Bu kalemden çıkan kitabı keyifle okurum.
Çok güzel soru:))) Evet yazdığım tarz okumayı da sevdiğim tarz çok doğru. Ama benim olmayan kurgular, anlatım teknikleri ruhumu zenginleştiriyor. Özellikle sade yazıları beğenebilmem tamamen kendimden uzaklaşıp yeniden ve güçlenerek kendime dönmemle ilgilidir. Siz sormadan ben söyleyeyim: Favori yazarım John Smolens. Çok tanınmış biri değildir ama ona hayranlığımı gizleyemem. Hikayelerinde zamanı akıtmaz damlatır adeta. Arada geçen süreyi kişilerdeki değişmden fark edersiniz. Onun çeyreği kadar yazabildiğim gün ben olmuşumdur demektir:))
Art niyet aramadım zaten. Ama her kime olursa olsun hoş değil öyle bir yaklaşım. Bana değil, kime yapılırsa yapılsın aynı düşünürüm.
Belki de en iyisini yapıyorsunuz. Kimseyi duymadan, kalbinizin sesine göre yazarak. Bu sizinle alakalı bir şey. Ne için yazıyorum sorusuna verdiğiniz cevapla ilintili. Yazarın o tür cebelleşmeleri bizi ilgilendirmiyor. Biz okur olarak, savaşın sonunda galip gelen kelimeler topluluğuna bakıyoruz.
Dikkat ettim, daha çok yeni olmanıza rağmen, pek çok yazarı yıllardır tanıyormuşsunuz gibi geldi bana. Yani kısa sürede böylesine mükemmel analizler şaşırtıcı. Pozitif, naif insancıl bir yaklaşım üslubunuz var. Bu da çok güzel. Kısaca seviliyorsunuz. Benim merak ettiğim siz bu denli imge aşığıyken son derece düz yazanların çalışmalarını nasıl beğeniyorsunuz:))) Daha önce de söylemiştiniz, okumayı sevdiğim tarzı, yazmayı seviyorum diye...
Lütfen böyle düşünüp üzmeyin beni. Samimiyetimden emin olun, o sözlerin sizinle bir alaksı yok. Ben yazmaya başladığımdan beri çokça karşıma çıkan bir eleştiridir bu. Onu da geçtim bahsettiğiniz arkadaşlarım çok önceki paylaşımlarımda da aynı kelimeleri kullanmıştı, siz söylşemeden önce de.ç Yani art niyet olmadığına kefilim:)
Yazıya gelince, evet akıllanmış gibi görünüyorum ama aldanmayın. Sadece uslanmış çocuk takliti bu:))) Yakında haddinden fazla karmaşık belki biraz kopuk ve çokça soyut, abartılı paylaşımlarım olacaktır. İstesem de uzak kalamam illa ki suyu derinleştirecek şu imgeler:) Sanki onlarla doğmuş gibiyim. Anlatım kapalı olsun da kapalı olsun diye inim inim inliyorlar vallaha şu yazıyı gördükçe:)))
Lafı çok uzattım, çoook büyük bir teşekkür bırakıyorum size. Samimiyetinize çok güveniyorum. Dilediğiniz kadar eleştirebilirsiniz beni. Size kota yok:) Hayatta kızamam...Tekrar teşekkürler. Saygılarımla
Öykünün içine girdim sora da kendimi katırıp gittim .akıcıydı ve başlayınca bırakılmıyordu. Bir gerçeğin içnde gezindim.Çok güzeldi.Okudum yani,öyküydü.. Saygı ve segiler.
Sizide yanımda görmek harika bir duygu, inanın. Biraz olsun keyif verebiliyorsam her şey yolunda demektir benim için. Teşekkürler ziyaretiniz ve ayırdığınız zaman için.
Eyvallah:)) mı desem? Yok çok teşekkür edeyim ben:)) Sayfama bu kadar değerli bir kalem gelmiş ya daha ne isterim? Mutlu ettiniz, günüme renk kattı güzel sözleriniz. Tekrar teşekkürler.
Yok, estağfurullah. Siz çeşitli üsluplarda yazabilen ve cümlelerle ustaca oynayabilen biri olduğunuz için,(imge ağırlıklı da yazdığınızda) onları tam bir adaptasyonla okumak gerekiyor; o noksan iken de kavrama güçlüğü çekebiliyorum. Bazen de, imgesiz (ya da az imgeli) düz, basit cümleler kurarak yazıyorsunuz ki, benim adaptasyonda eksik değilse kolayca okuyabiliyorum. Siz yazı stilinizden taviz vermeyin,(çünkü, zeka ile yazmak size yakışıyor) ben aynı yazıyı 2,3 defada okumaya razıyım. SAYGIYLA.
:)) Teşekkürler Kemal bey. Ancak sorun sizde değil inanın, benim dengesizliğimde. Araba kullanmak gibi yazı yazmak benim için. Ama altımdaki arabanın markası mı yoksa yolların durumu mu etkiliyor şoförlük kabiliyetimi işte orasını bende bilmiyorum:)))
Hiç sıkılmadan, anlama güçlüğü çekmeden, cümleleriniz sanki bir kayık ve birlikte kayıp gitmişim yazınızda... Beğenerek okudum, her zamanki gibi:)
Şunu söylemeden geçemeyeceğim aslında... Her ne kadar kurgu olsa da, (tabi ki de her kurgunun içinde gerçekten bir pay vardır.)bu öyküde başrol olmayı çoktan hak ettiniz...Eliniz,yüreğiniz yaşasın...:) '
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.