- 1670 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ANAHTAR
Yılların yorduğu Hakkı Hoca dikkatlice dosyaları inceliyor, gözlüğünün altından da rapor veren öğrencilerini süzüyordu. Öğrencileri ise aslında kısım şefi olmuş uzman hekimler… Hakkı Hoca yoğun bakım şefi Dr. Aysun’a döndü.
- Ne oldu senin hasta?
- Hocam Tarık Bey de hiçbir iyileşme yok. Artık ailesi de gelmiyor. En son geçen ay karısı olacak kadın yanında bir adamla gelmiş arkadaşlara bunun fişini çekseniz artık. 4 yıldır bir ilerleme yok. Ben artı usandım. Gelmeyeceğim. Ne yaparsanız yapın demiş.
- Eee?
- Fakat Hocam oğlu "çıkmamış candan ümit kesilmez, ya uyanırsa" diyor. Adamın annesi babası da aynı fikirde... "Ölseydi ölürdü. Makineyle da olsa yaşıyorsa bir umut var" diyorlar.
- Sen ne düşünüyorsun?
- Benim umudum yok Hocam…
- Yani?
- Bilmiyorum.
- Kızım sen ne ailesisin, ne de hasmı… Sen hekimsin. Sen tıbbın sana verdiği imkânlar dâhilinde konuşacaksın. Ne duygusal olacaksın ne de bıkkınlık içinde kurtulmayı düşüneceksin.
- Yani Hocam
- Yanisi şu… Elindeki değerler, adamın hayati fonksiyonları sana ne diyorsa onu uygulayacaksın.
- Hocam hayati fonksiyonları yavaş da olsa Tarık Beyi yaşatıyor.
- O zaman yaşayacağı kadar yaşayacak. O fişi çekmek ona kurşun sıkmak olur. Biz katil değiliz. Elimizdeki neşter hastayı iyileştirmek için var. Katilin bıçağı ile aradaki farkı bu. İkisi de keser unutma…
- Haklısınız Hocam
- Sana başka bir şey söyleyeyim.
- Buyurun hocam
- Bu gün bu hasta hakkında mahkemeden bir yazı geldi. Hastanın ne zamandan beri yoğun bakımda olduğu ve durumu hakkında…
- Neden Hocam?
- Eşi adama boşanma davası açmış. Uzun süredir komada olduğundan, ümidini kestiğinden ve kendisine yeni bir hayat kurmak istediğinden.
Aysun çok şaşırmıştı.
- Vay be… Çocuğu ağlıyor babam diye. Kadın yeni koca peşinde. Dünya hali işte... Başımdaki halin kadın versiyonu...
- Durum bu kızım. Bizi bunlar ilgilendirmiyor. Biz elimizden geleni yapmak zorundayız. Sonuna kadar devam… Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler…
- Haklısınız Hocam.
Hakkı Hoca öğrencilerine çıkabilirsiniz dedi. Aysun’un durumuna üzülüyordu. Zira Aysun eşinden yeni ayrılmıştı. Kendisi gibi bir hekim olan kocası onu başka bir bölümde asistan olan bir kızla aldatmaya kalkmış ama Aysun onları nasılsa yakalanmıştı. Sonunda mahkemede tek celse de kapıya koymuştu adamı… Bir kızı ile kalmıştı…
Aysun, yapısı itibariyle biraz tez canlıydı… Çabuk kızan, çabuk sakinleşen birisiydi... Geceleri genellikle kızını annesine bırakır ve geceyi hastanede geçirirdi. Gündüzleri öğleye kadar uyurgezerdi… Akşama kadar pimi çekilmiş serseri mayın gibi nerde, ne zaman, kime patlayacağı belli olmazdı…
Ama Hakkı Baba’dan çekinir, ondan korkar, ama en çok da onu severdi. Onun gözünde Hakkı Hoca tam bir bilgeydi…
Aysun konsültasyon bitince kafasında uğuldaşan sorularla odasına çekildi. Kendisi çok dürüst, içi dışı birisiydi. Bu tür olayları yorumlayamıyordu. Yine insanlar nasıl böyle bir şey yaparlar diye düşüne düşüne bitap düşmüştü. O kadar yorgundu ki artık ayakta duracak hali kalmamıştı. Oturduğu koltuğunda uyuya kalmıştı. Aradan yarım saat geçmemişti ki çok sıkıntılı bir rüya görerek aniden uyandı.
Daha sonra gece yine aynı rüyayı bir kaç kere gördü. Artık ne zaman gözlerini kapatsa aynı rüyayı görmeye başlamıştı. Bu yüzden hiç uyumak istemiyordu. Bu rüyayı kime anlatmalıydı ki ona yardımcı olsun. Sonunda Hakkı Hocaya gitmeye karar verdi.
Hocaya telefon etti. Eğer müsaitse kendisi ile görüşmek istediğini söyledi. Az sonra odadaydı. Uykusuzluktan gözleri torbalanmış, perişan bir haldeydi.
- Bu ne hal Aysun? Rahatsız mısın?
- Yok Hocam aslında bir rahatsızlığım yok. Ancak bir sıkıntım var.
- Nedir?
- Son konsültasyonda sonra ne zaman gözümü kapatsam aynı rüyayı görüyorum. Bunu sizinle paylaşmak istedim.
- Hayırdı inşallah nedir, merak ettim doğrusu…
- Hocam önce kendimi odamda görüyorum. Loş ve ışıksız bir halde kapıyı bulamıyorum. Ağlıyorum. Beni buradan çıkarın diye. O arada bir de yan tarafıma bakıyorum yoğun bakım odasındaki hastamız Tarık Bey yatıyor. Bana sana yardım ederim ama benim ellerim yatağa kelepçeli. Anahtar kitaplıktaki şu kitabın arasında… Kitabın arasında anahtarı al beni çöz. Ben seni kurtarırım diyor. Bu şekilde uyanıyorum. Hocam aynı rüyayı sürekli görüyorum. Sinirlerim bozuldu.
- Hayırdır inşallah. Peki kitabın içinden anahtarı alamıyor musun?
- Yok Hocam o esnada uyanıyorum.
- Bu nasıl bir kitap?
- Hocam mavi renkte… Büyükçe bir kitap…
- Odanda böyle bir kitap var mı?
- Hocam rüyada gördüğüm kitaba benzer bir kitabım vardı. Ama nerde olduğunu bilmiyorum.
- Ara bakalım ne çıkacak?
Aysun odasına gitti. Kitaplığına baktı. O kitap yoktu. Muayenehaneye indi. Aradı ama bulmadı. Evi aradı, didik didik etti ama bulamadı. Sonunda asistanları topladı başına. Benden kitap alıp vermeyen kimse var mı diye sordu. Bir tanesi:
- Hocam siz bana çeviri yapmam için vermiştiniz geçen ay. Ben henüz kitabı iade edemedim.
- Tamam, tamam şimdi hatırladım. Hay Allah nasıl da unutmuşum. Bana o kitabı acele getir. Ben onu arıyorum.
Ertesi gün kitap masasının üzerindeydi. İngilizce bir tıp kitabıydı. Heyecanla kitabı eline aldı. Sayfaları gelişigüzel karıştırmaya başladı. Heyecandan yerinde duramıyordu. Ayağa kalktı odanın içinde kucağında kitapla gezmeye başladı. O arada kitabın arasından küçük bir anahtar yere düştü. Tam ayaklarının arasında küçücük bir anahtar... Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Bu anahtar neyin nesiydi? O esnada odaya kitabı getiren asistan girmişti. Tam yerden anahtarı alırken göz göze geldiler.
- Şey Hocam ben kitabı getirdim diyecektim.
- Tamam, teşekkür ederim Aslı… Bu anahtar senin mi? Kitabın arasında düştü.
- Evet Hocam, günlüğümün anahtarı. Günlüğü yazarken kitabın arasına koymuşum. Ben de arayıp duruyordum. Özür dilerim unutmuşum demek ki.
- Sen günlük mü yazıyorsun?
- Evet Hocam, liseden beri alışkanlık oldu bende.
- Anahtar ne iş?
- Hocam günlüklerin böyle küçük anahtarı oluyor. Herkes okumasın diye.
- Herkes okumasın diye?…
- Evet Hocam.
- Kimse okumayacaksa neden yazıyorsun o zaman?
- Şey Hocam, benim izin verdiklerim okuyabilir ama herkesin okumasını istemem.
- Mesela ben istesem?
- Çok özür dilerim Hocam. Size de okutamam.
- Çık kız dışarı! Okutamazmış… Na’pacağım senin günlüğünü okuyup ta? Sen günlük yazana kadar verdiğim çevirileri yap. Hadi bakalım.
Aysun masasına tekrar oturdu. Kitabın sayfalarını yine çevirmeye başladı. Bir anda anahtarın arasına konulduğu sayfa açıldı. Zira anahtar iz yapmış hafifçe kitabın cildini açmıştı. O sayfaya göz gezdirmeye başladı. O sayfada koma halinde cihaza başlanan hastaların hayata döndürülmesi için yapılacak tedaviler hakkında bir makale vardı. Makaleyi dikkatlice okudu, notlar aldı. Arada bir sözlüğe baktı. Birden kitabı kaptığı gibi Hakkı Hocanın odasına daldı.
Hakkı Hoca Aysun’un odasına bu ani girişi karşısında bir anlık şaşkınlığa düştü. Gayri ihtiyarı ayağa kalktı.
- Hayırdır kızım, nedir bu hal? Bir şey mi oldu?
- Hocam size rüyadan bahsetmiştim.
- Evet
- Hocam o rüyada gördüğüm kitap bu kitap.
- Evet
- Ben bu kitabı son gittiğim Amerika’daki tıp kongresinden almıştım. Geldiğimde gözüme çarpan bir makale vardı. Onu çevirmesi için bizim asistanlardan Aslı’ya vermiştim. O da tabiî ki bir aydır savsaklamış. Kitabı arayınca onda olduğunu öğrendim. Az evvel kitabı getirdi. Ben kitabı incelerken arasından bir anahtar düştü. Aslı’nın günlüğünün anahtarıymış.
- İyi de anahtar ne alaka onu anlamadım.
- Hocam rüyamda Tarık Bey bana bu kitabın arasında kendini çözeceğim anahtarın olduğunu söylüyordu. Baktım anahtar bulunduğu sayfaya iz yapmış. Ve o sayfada da bir makale var. İngilizcesi “The key of the return to world” yani hayata dönüş anahtarı…
- Allah Allah… Bak sen. Ne yazıyor acaba makalede?..
- Hocam uzun süre hayati fonksiyonları devam etmesine rağmen uyanmayan hastalar için yeni tedaviler öneriyor. Şu an bizimde kullandığımız bu tedavilerde ek olarak doz aşımları farklı ve bazı kullandığımız etken maddelerin işe yaramadığı anlatılıyor. Sonuç olarak denenebilecek bir şey. Genelde hastalar üzerinde olumlu sonuç vermiş.
- Ben bir inceleyim bakalım. Yarın tekrar bu konuyu tartışalım.
Aysun o gece yine aynı rüyayı görmüştü. Ama bu kez elinde anahtar vardı. Tarık Bey hadi aç şu kelepçeyi seni buradan çıkarayım diyordu.
Ertesi günü konsültasyon yapıldı. Bu tedavi dozlarının uygulanmasına karar verildi. Günler peş peşe geçmekteydi. Aysun epeydir rüyaları da görmez olmuştu. İçinde depreşen umutları neredeyse sönmek üzereydi. Tarık Beyin durumunda değişmeler vardı ama onu tatmin edecek bir gelişme göremiyordu.
Yine bir akşamüzeri evinde oturduğu yerde uyuya kalmıştı. Yine aynı rüyayı görüyordu. Ancak bu kez Tarık Beyin ellerini çözüyordu. Tarık Bey ayağa kalkıp odanın ışıklarını yakarken bir telefon sesiyle uykusundan uyandı. Hastaneden arıyorlardı. Telefonda Asistanı Aslı nefes nefese:
- Hocam acele gelmelisiniz. Bir mucize oldu. Yoğun bakımdaki hastamız tepki verdi. Başını çevirdi. Parmaklarını oynatıyor.
Aysun rüzgâr gibi hemen evden çıktı. Yolda Hakkı Hocaya telefon etti. O da hastanede olduğunu şimdi hastanın yanına ineceğini söyledi.
Ve nihayet Tarık Bey birkaç hafta içinde kendine gelmiş, rehabilitasyon merkezine kaldırılmıştı. Ailesi gibi tüm hastane bu duruma çok sevinmişti.
Aysun gelişen olayları Hakkı Hocayla değerlebdirmek için odasına gitti. hakkı Hoca yine bir şeyle okuyordu. Aysun’u karşısına oturttu.
- Evet Aysun Hanım kızım, konuşalım dedin buyur bakalım.
- Hocam tüm bu olanlar beni bayağı bir etkiledi. tüm bu yaşadıklarımı nasıl açıklayabiliriz?
- Evet kızım. Şİmdi beni can kulağıyla dinle... Ölümü de hayatı da yaratan Allah’tır. Her insan ölümü tadacaktır. Ancak bunun vaktini bizim bilmemiz mümkün değildir. Onun ilmi Allah’a aittir. Kızım sakın unutma, bir Velinin buyurduğu gibi “ecel mukadderdir, tagayyür etmez”. Yani onun vakti, saati bellidir ve kimsenin bunu değiştirmeye gücü yetmez. İnsanoğlu olarak bizlerin bu vakti öne almak gibi ya da erteletmek gibi ne yetkisi vardır, ne de gücü…
Bu hastanın da ölümü Allah’ın emri olmadan gerçekleşmez. Ama sen sanırsın ki benim tedavimle yaşıyor. Ancak emri ilahi geldiğinde de bir saniye gecikmez. İşte elinizin altında kaç tane hasta öldü gitti. Hiç birisini geri getirmeye ne senin, ne benim ne de hastanedeki teçhizatın, ilaçların gücü yetmedi. Eks oldu dediniz, dosyasını kapattınız.
İşte bu hasta da öyle… Bak ölür dediniz. Ölmedi. Tam dört yıl uğraştınız, uğraştınız. Ama bir parmağını bile kıpırdatmaya gücünüz yetmedi. Ama onu yaradan onu tam dört yıl uyuttu. Tıpkı Ashabı Kehf’i yüzlerce yıl uyuttuğu gibi… Bir vesile kıldı. Rüya âleminde bir şeyler gösterdi sana. Hep şaşırdık. İlahi kudret bize ve ona bir ders verdi. Dedi ki: “sizler acizsiniz, aczinizi görün. Ben her şeye muktedirim, kudretimi görün.” İşte tövbe etmek lazım halimize… Ve şükretmek lazım kızım. Bakalım sen bir vesile ile onu düştüğü dardan kurtardın. O seni içine düştüğün çıkmazdan nasıl kurtaracak. Bekleyeceğiz, göreceğiz.
Hadi bakalım işinin başına. Bu kadar nasihat yeter…
Aysun alacağı dersi almıştı. Şİmdi taşlar yerine oturyordu.
- Hocam Ol deyince olunuyor, öl deyince ölünüyor... Hepsi bu... Çok teşekkür ederim. Kafam da, gönlüm de rahatladı. Bakalım o beni nasıl kurtaracak bu çıkmazdan? Ama sizin anlattıklarınız çerçevesinde bana öyle geliyor ki şu ana kadar aldığım ders zaten içimdeki boşluğu bana tarif etti. Bundan sonraki hayatımı bu ders üzerine bina edersem zaten çıkmazlarım kalmayacak...
Aylar sonra çiçeği burnunda Profösör olan Aysun’un odasına kocaman bir çiçek geldi. Çiçeğin peşinden de hastası Tarık Bey… Bayağı kendini toparlamıştı. Tekerlekli sandalyesi vardı. Sadece konuşurken zorlanır gibiydi.
- Bayağı iyi gördüm sizi. Çabuk toparladınız Tarık Bey.
- Sayenizde Aysun Hanım.
- Biz ne yaptık ki?
- Olur mu neredeyse dört yıl başımı beklediniz.
- İşimiz bu Tarık Bey.
- Çok merak ediyorum. Bu geçen süre içersinde hiçbir şey hissettiniz mi?
- Aysun Hanım ben de size bu konuda bir şeyler anlatmak istiyorum.
- Evet buyurun
- Benim tek hatırladığım bir rüya var.
- Rüya mı?
- Evet, rüyamda siz benden yardım istiyordunuz. Ben ise yatağa bağlı olduğum için kalkamıyordum. Sonra siz beni çözüyordunuz. Ben o şekilde sizi kurtarmak isterken uyandım. Gözlerimi açtığımda başımda siz duruyordunuz. O gün anlatmak istedim. Ama konuşamıyordum.
Aysun neredeyse şaşkınlıktan şok geçirecekti. O da ona rüyasını anlattı. Aklın ve mantığın almadığı öteler ötesi bir olay yaşanmıştı. Allah neye kadir değildi ki...
Aradan iki yıl geçmişti. Tarık Bey kendisini bağlı olduğu yataktan kurtaran Aysun Hanımı yalnızlıktan kurtarıyordu. İkisi de mutluydular. Aysun’un kızı ve Tarık’ın oğlu da… Zira onlar yeni bir kardeş bekliyorlardı.
YORUMLAR
Emeklerinize sağlık hocam, çok güzeldi
teşekkürler paylaşıma
Hayırlı ramazanlar dilerim
Halit Yıldırım
Vallaha ben hala resimde kaldım:) Çok güzel ve aktarım gücü yüksek bir çalışma olmuş. Kompozisyonu tamamına erdirmek için her türlü fedakarlık sergilemiş yüreğiniz. Bize alkışlamak düşer. Daim olsun. Tebrikler.
eserinizi bir solukta bitirdim..tekrar okudum.....kaderin önüne geçilmiyor....hiç bir canlı yukardan emir gelmeyince vadesiz gidmiyor...dalından bir tek yaprak bile düşmüyor onun emri olmayıca..böyle güzel bir konuyu bizlerle paylaştıgın için teşekkür ederim daim gülmeniz dilek lerimle gül diyarından selam lar