AŞK KİŞİ NİYETİNE
Sana bu satırları bir temmuz bitiminin en kâfir sıcağında kalemi ve kâğıdı yakarcasına yazıyorum. Bilmiyorum içim mi daha fazla yanıyor yoksa derim mi?
Hasretin lav olduğu ve yakıp yıktığı demlerdeyim. Yanımdayken bile yakıyorsa yokluğun bu denli uzağındayken ne halde olurum düşünmek dahi istemiyorum.
Bir toz bulutu sarmışken şehri gönlümdeki toz bulutlarını âleme duyurmanın manası nedir? Düşünemiyorum.
Ama söz olsun ki bu satırlar sana ithafen yazılacak son satırlardır.
Acıma tuz basacağım.
Yarama fitil basacağım.
Köz köz olacağım belki de…
Nar nar yanacağım.
Geri dönmeyeceğim.
Ha varsın hayatımda ha yoksun!
Ha yalnızım ha senleyim.
Ne fark eder ki?
Ne olur ki?
Zaten dünya cehenneminde bu aşktan dolayı inim inlemekteyim, yanardağ yanardağ yanmaktayım. Kalbim kanar dağ olmuş, kanar da kanar, yanar da yanar.
Günlerim hep sana ayarlıyken bile hüzne ayarlanmış sözlerinle can evimden vuruyordun. Sensiz bir anın tasavvuru dahi mümkün olmazken, geldiğimiz ana bakıyorum ve mahzunlaşıyorum.
Acımadan yüreğimden şırınga ile sevgimi alıyordun.
Doz doz çalıyordun bendeki seni…
Aşk karnıma birazcık vitamin olan SENDEN vermiyordun.
Kalp doktorumken kalp düşmanım oluyordun.
O acımadan kırdığın kalp seni içinde yücelttiğim bir mabetti, farkında değildin.
Kulaklarım sesine meftunken, ele sarf ettiğin sözlerini benden esirgiyordun. Sesin dünyanın en tatlı melodisi gibi geliyordu bana ve ben hep bu melodinin ömrü boyunca kesilmemesini arzu ediyordum.
Sen bunun farkında dahi değildin. Bende en sert haline, en kırıcı haddine, en kaba seviyesine çıkan ve her türlü kötü kelimeye malzeme olan sesin ele melodi oluyordu. İşte buna alışamıyordum.
Ben sesine âşıktım, sen ayakta uyuyordun.
Gözlerim gözlerine düşmüşken, gözlerine başkasının yansıması gelip ikamet ediyordu. Bir gözde iki can olamazdı. Ben gözlerine alışmıştım. Karanlıklarda fenerim oluyordu bilmesen de… Gözlerinde yansımamı gördüğüm vakitlerde bebeğin gibi kabul ediyordum kendimi… Oysa gözbebeklerinde başkası salınıyordu çığlık çığlığa…
İşte ben buna razı değildim.
Ben gözlerine meftundum. Oysa sen hep kaçırırdın gözlerini gözlerimden.
Ellerin ya ellerin, düşerken uçurumda tutunduğum ellerin… Hep havada kalırken caddede, sokakta, parkta, bahçede… Yazın dahi üşüyordu bundan dolayı… Hep havada kaldı ellerim, yetim bir çocuğa benzerdi ellerim.
Oysa ben ellerine âşıktım. Ellerin bana düşmandı.
Cehenneme dahi gitsen o ellerine sımsıkı tutunur seninle oraya gelirdim.
Ellerim hep boynu bükük kaldı ellerinin önünde ele güne karşı… Buna yanarım.
Canım acıyordu, canım yanıyordu. Canımı canına katmışken, kendimi sende yok etmişken az daha cansız kalıyordum. Sorun bende değildi sorun senin beni can olarak benimsemeyişindeydi…
Sorun benim seni candan aziz bilip kabul edişimde değil senin beni cansız kabul edişindeydi.
Ben sana can olmuştum. Sen beni yaşamak istemedin.
Buna kırgınım işte!
Bir güzel sözüne dahi muhtaçken en zehirli sözlerinle orta yerinde aşkımızı cansız yere seriyordun. Bu aşkın katili sensin, umarım ömür boyu aşk mahrumiyetine hüküm giyersin.
Bir güzel bakışına muhtaçken bir nazarınla tuz buz ediyordun kırılgan yüreğimi… Toplayabilirsen topla can parçalarını... Hepsi senin eserin…
Bir güzel tebessümüne açken, bilmem kaç şiddetindeki öfkenle, gazabınla altını üstüne getiriyordun gönül şehrimin… İmar edebilirsen imar et, bu aşkın müteahhidi sendin. Altında kaldın bu aşkın, kabul et.
Nokta lazımdı bu aşka, bu yazı o noktadır bil.
Artık hasret yumağı geceler istemiyorum, kan kırmızı güllere benzeyen gözlerle uyanmak istemiyorum.
Bitecekse bitsin istiyorum, arkası yarına bir şeyler kalmasın.
Kendi aşk bağımı paslı jiletimle kesmek istiyorum.
Son kurşun bana saklı.
O kadar alıştım ki son kurşunlara; sözlerinle, gözlerinle…
Son kuruşuna değin harca istersen bu aşkı, son kurşun bana saklı çünkü!
Artık bir makber gibi dolaşacağım âlemde… Aşkımı defnettiğim bu mezbele tende bir
makber gibi takılacağım. Görenle şunları okuyacak gözlerimde:
“Aşk kişi niyetine…
Bir aşktı yaşandı bitti…”