- 1319 Okunma
- 22 Yorum
- 0 Beğeni
İpten Al Gözlerimi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bekliyorum. Herhangi bir nedene sarılı kalmadan gözümü kol saatime iliştirip tam on dakika daha. Bir simit ve yanında sıcaklığını yitirmiş bir çay ile şehrin garında, o yeşil ve sadık banklardan birinde kokluyorum arada kaybettiğim yılları. Suretler olmaksızın çalınıyor martılar, oksijen çekiştiriyor yanaklarımı, mutlu gibiyim kocaman bir parça. Öyle hızlıca kayıp gitmiş ellerimden diye düşünmeme olanak tanımıyor bulutlar. Eskisi gibi çok mavi yok arkalarında ve beyazlıklarına azıcık gri bulaşmış. Çocukken sabahları ilk inanışım onlardı, nasıl unuturum? Günümün nasıl geçeceğini fısıldayan bir ağabey gibi dokunurlardı göz yuvarlarıma. Hiç değişmemiş hayallerim. Belli ki hiç kaybetmemişim kendimi, aksine kendimi bulmuşum. Tam on iki sene... Reşitliği yeni ele geçirmiş bir delikanlıyken bir daha dönemeyeceğimi sandığım topraklara fikirleri değil belki ama duyguları kalınlaşmış bir adam olarak ayak basıyorum şu an. O yüzden tren rayları birer alıştırma ödevi gibi geliyor. Gözlerim büyüyor toz kalktıkça ve kısa şortlu bir çocuğun annesinin elinde kurtuluverip amaçsız koşuşuna dalıyor düşüncelerim. Başka dünya yok, gitmemişim bu şehirden sadece götürmüşler beni ben istemeden, anlamaya başlıyorum dışa vuran sezgilerimi.
Gurbetin buzdolabına kaldırdığı duygularım çözülecek birazdan, öperken ninemin ellerini, hayattaysa hala ve ben kadife koltukta televizyon seyrederken öksüreceğim belki ve işte yine "Muzaffer! Soğuk içme demiyor muyum sana? Haylaz" diye bir ses yetişecek kulaklarıma, tıkanacak boğazım, yutkunacağım. Sonra keskin tarhana kokusu saldıracak odaya, soğanın gözümü yaşartmayan tesellisiyle bir bardak su dolduracağım babamın dirseklerine dokunarak. Gülümseyeceğiz, sofra başında illa ki bir tuhaflık olur ya da içimizden biri bir hikaye uydurur. Belki çok geçmeyecek, bir ezan vakti topuğunu çiğneyerek çıkıp gidecek babam ama cebime ondan aldığı harçlığı koyan yine annem olacak. İri taneli kahverengi gözleriyle bakacak itiraz etmemem için ve bir kez daha burularak içim "Mutlu günler" dileyeceğim aileme. Biliyorum, onlar hala çıkıp gittiğim yerde kaldılar ve hava kararınca dönecek oğlumuz diye hazır tutuyorlar peşin sevgilerini. Çünkü ben suçsuzum demedim, suç bana ait bir şey olmamıştı hiç, gerek bile yoktu kendimi savunmama. Kuşkusuz inanıyorlardı dudaklarıma, yalan söylüyor dese de dünya.
Ben ise dönüp dolaşıp kalıyordum aynı yerde, düşündüm tam on iki yıl boyunca benzer soruları: En son kime kötülük yaptım? Ya da kimin için kötü bir düşünce besledim? Yanıtı bulunamamıştım, yemin ederim. Anımsayamıyordum, suçlandığım bir adam olmadığım için, kendimi bildim bileli insandan yana kaldığım için, atalarım ve soyum dürüstlükle içimi bezediği için ve onlar imansız dedikçe en çok dua eden ben olduğum için. Ama yok, öyle kolay değil tabi. Yıllarca karanlığın yüzümü belirsiz bırakan yol ayrımlarında tutunduğum yegane dal dua etmek olmuştu, elimde kalan ve bir başına yapabildiğim yegane şeydi daha fazla inanmak. Belki göstermedim onlar gibi, iyi insanlar kadar batırmamıştım hiç bir göze. İnsanlar için koşuşturmanın gösterişsiz ve dudaksız erdemini sadece benliğim anlayabiliyordu, yüzlerce defa toplantı yapmıştım içimdeki düşmanlarla ve onların arasında bile sırtımı çevirip huzurlu ve mutlu kalırım diyebilen çıkmamıştı hiç düşüncelerimde. İsyan etmedim, pişmanlık bana göre değildi. Her türlü sıfata katlanabiliyordum burnumun dikine gidip doğrunun peşi sıra yürürken, kaygısız diyorlardı bencil yaşamın temiz yüzlü adamı olmaya çalışmadığım için. Olsun! Kaybetmiş gibi gözükürken içimde kazanmanın sahip olduğu sonsuz huzur... Davamın kurbanıydım sadece ve her şeyi söyleseler bile "Zavallı" diyemezlerdi bana, hiç küçülmeyen yüreğimin adını değiştiremezlerdi. Genç omuzlarımda taşıdığım, tanımadığım yüzlerce insanın hayat kavgası ve beraberinde acıyla örseleşmiş derileri vardı çünkü. Ya onlar? Kim inandı ki bana? En çok birkaç gün... Hepsi de inanmış suçlu olduğuma, sonradan duydum.
Bir gün... Bir gün en çok sayıkladığım şeydi, geldiğince boynumu yağlı ilmekte göreceğime inandırmışları cezaevinde. Kalın, yağlı bir ip... Ne çok şey anlatır bana bilmezsiniz. Çünkü benim görebildiğim yaşam hikayelerinin özetidir aslında bu uzun ip parçacıkları... Ölümü düşünmek yerine on iki sene boyunca görüldüğünden ağır olan o ipi ve yön verdiği hayatları yazdım kir tutan ellerimle. İp... Gözlerimi açtığım da olduğu gibi kapamak üzereyken de en büyük tehditti benim için yazılan senaryoda.
Az sonra sahile uzanacak ayaklarım. Deniz didik didik edecek yıllanmış beyazlıkları. Tuzunu süreceğim seraplarıma ve kuş sesleri ile dalgaları yarıştıracağım rüzgarın derin soluğunu yapıştırıp kulaklarıma. "Özgürüm. Nihayet ölümsüz." Gözlerim açık şu an ama kapalı kalan düşlerimi azad etmekten kör yapıyor mavilikte sulandıkça. Bir ilmik sonra iskeleye yanaşacağım ve hasretini çektiğim balıkçı ağlarıyla yakmak isteyeceğim bir avuç içi sigara. Söylesem inanırlar mı acaba? "Dayı. Belki yüzlerce gece hayalini kurdum misina tutan ellerinizin. Hatırlayacak mısınız beni?"
Sonra terziler sokağında terk edeceğim yalnızlıklarımı. Burası semtin en ucuz, köhne ve var olmakta ayak direyen kutsal varlığı. Eskiden yirmiye yakın terzi ve bir o kadar da kunduracı vardı, sokak boyu uzanırlardı. Ben hangisine çıraklık etmemiştim ki? Sökük dikmeyi, bağcık bağlamayı burda öğrenmiştim ama en güzel tarafı ipin bir mucize olmadığını kavrarken düğümleriyle muhtaç bıraktığı yaşamların soğuk gazoz ısmarladığı çocuk olabilmemdi. "Usta. Annem hastaydı, o yüzden geç kaldım, affet."
Biraz arabesk yükseliyor gittikçe daralmakta olan sokaklardan. Burası şehirlilere göre mağara, bir kadından bir kadına sesleniş defalarca yankılanır duvarlarda. Ama bizim içimize çöreklenmiş magazin ertesilerinden ibarettir sadece. Dikkatle geçiyorum taş kaldırımlardan, topuklarımı gürültüsüz dokunduruyorum yüzeye ve dinliyorum. Kapalı pencerelerden yükseliyor kadın sesleri. Boylu boyunca uzanmış çamaşır iplerinden şimdilik eğilerek kurtuluyorum belki. Sonra ilkokul kızlarının evlerinin balkonlarında sereserpe yayılıp dizdikleri boncuklar takılıyor mısralarıma. Tıpkı yazdığım gibi... Küçücük bir zanaat hem büyük hayaller beslemelerini sağlıyor hem de aile bütçesine büyük bir destek. Gülümsedikçe uzaklaştım sanıyorum ama tam kapısının önünde yakalıyor beni ilk aşkım. Ben ilkokuldayken o lisedeydi, Elidor Nazan. Nedeni malum, hiç abla demek gelmemişti içimden ona, öyle güzel saçları vardı ki... Evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış ve hatta epey kilo almıştı. Ama saçları... Hala lakabını sonsuza kadar hak edecek kadar güzeldi. Defalarca baktım, o beni tanımadı, hasret giderdim bir yabancı olarak. İçim öylesine buruşmuş ki onun keyfini bile sürerken başkalaşıyor gözlerim. O sırma saçların her bir teli bana dünyanın en güzel ipini anımsatıyordu, bu sayede bir kez daha nefret ettim kendimden, bana yaşatılan on iki seneden. Uzak kaldı ayaklarım, konuşamadım.
Az kaldı. Denize o kadar yakınım ki... Eve uğramadan bir soluk çekmek üzereyim ve kokusu kapladı bile gümüşe boyanmış tenimi. Bir sokak öncesinde küçük çocuklar dolanıyor ardım sıra. Yabancı gördüler, heyecanla süzüyorlar minicik dünyalarında beliren farklılığı. Ama ben onlardan daha dikkatliyim şu an, farkında değiller. Çünkü unuttuğum bir şey buldum onlarda: İp atlıyorlar. On iki sene boyunca gecelerin içine yerleşmeyen yegane buluş. Bir tek satırımda bile "Bastı kaçtı" yapmak yok, hayret uzanıyor gizemli kollarıma ve birkaç dakika içerisinde yüzümü bulayan bütün çamuru neden yıkayarak çıkartamadığımı da kavrıyorum. Hiç oynamamıştım, beceremedim belki bu yüzden ipin üzerinde kalmayı, ayağım taklıdığında tekrar sıçramayı ve her dolanan ipi ayaklarımdan kurtarmayı. Bu cambazlığın temel taşı ve ilk öğrenildiği yer olmalı diye geçirdim içimden. Sonrasında ipin üstünde yürümeyi becerenler kalıyor hayatta. Eğer benim gibi beceriksiz ve isteksizseniz aynı ip biraz kalınlaştırılarak ayağınızın altına yerleştirilmiyor, siz onun altına bırakılıyorsunuz. İşte on iki senenin mutlu sonla bittiğine inandığım alınmış gözleri kalıyor geride. İpe sürüyorum emanet gözlerimi. Tekrar ve defalarca. Gözlerimin ulaşabildiği en uzak nokta burası, artık kalıyorum, gitmiyorum hiçbir yere.
YORUMLAR
Kendimizde kalıp ipe kadar yürümeli miyiz yoksa başkalarının bize adeta dayattığı hayatı mı?
Öykülerinize neden daha önce giremediğime hayıflandım .Detayları atlamıyorsunuz .
Bundan sonra sizin tiyakinizim.Kutluyorum -hep yaptığım şey geç kalmak.
sevgi ve saygılar.
Umut Kaygısız
Her türlü sıfata katlanabiliyordum burnumun dikine gidip doğrunun peşi sıra yürürken, kaygısız diyorlardı bencil yaşamın temiz yüzlü adamı olmaya çalışmadığım için. Olsun! Kaybetmiş gibi gözükürken içimde kazanmanın sahip olduğu sonsuz huzur... Davamın kurbanıydım sadece ve her şeyi söyleseler bile "Zavallı" diyemezlerdi bana, hiç küçülmeyen yüreğimin adını değiştiremezlerdi.
..................Nice şeyle kaybetmiştim davam uğruna ama bakın yine dimdik ayaktayım.Ben yine benim...
Kutlarım sayın Umut Bey..Bu yazınızda diğeri kadar güzel..
Umut Kaygısız
sen yazdıkça
biz okuyor ve pencereler açıyorsun ufkumuza
eksik olma kardeşim
yine etkilendim
gerek konu seçimi
gerek anlatım dili
ve farkındaysan sorumluluğun daha çok artıyor
okuyucu hep iyisini ister ve şahsım biliyor ki
sen bunu sağlayacak güçtesin...
seni ana sayfada görmek güzel
görmesekte güzel
çokça beğenim ile
tebriklerimi bırakıyorum kardeşim...saygımla
Umut Kaygısız
Aslında önemli bir misyon yüklendiğinin bilmem farkında mısın?
Okuyorsun, okutturuyorsun...
Umut Kaygısız
İnanmak güzel şeydi...
her ne olursa olsun bir davaya inanmak ve asla ihanet etmemek...
bunun için sırf kuyruğu dik tutmak adına nelere katlandık değil mi.
İnandıklarımız tepemize basarak zirvelere tırmansada hayıflanmadık.yıllar verdik taş duvarlara ve döndüğümüzde değişen her şeye hayıflandık...
Gençliğimizi sehpalarla tehdit edenlerin ömrümüze biçtiği seneler dolacaktı..Geçecekti her şey..o kadar basit sanılırken
ruhumuzun içinde o uzun boşlukda nelerle boğuştuğumuzu kimseler bilemeyecekti...adımız her ne olursa olsun ipe sapa gelememiş bir baltaya sap olamayan adamlar olarak kalacaktık yıllar boyu.
şimdi o yıllar aklıma geldiğinde o sırım gibi anadolu çocuklarına ne çok üzülüyorum...her iki taraftanda tığ gibi çocuklar...
ah o damlar
yirmili yaşlarda gidip otuzlu yaşlarda dönerken en çok analarımız kahretmişti...
damdan düşenin halinden damdüşen anlar demişler..ama galiba ben yaşlanmışım :) bu yazı bugün akşama kadar burnumun dibinde anasayfada durmuşta ben az önce görebildim..Affola..sevgiler saygılar
Umut Kaygısız
çok ustaca. çok da dramatik bir konu.
anlatım, monologlar, geriye dönüş tekniği, kurgu çok başarılı.
Umut Kaygısız
İpte sallanan bir çift göz. Ah nasıl bir tablodur, nasıl bir kaybedilmişlik ve ne kamçılı bir özlem...Yüreğide aynı anda sallayabilen.
Kutluyorum manidar yazınızı.
Her daim aynı performans. Pes diyorum.
Tüm kalbimle Sevgiler Saygılar
Umut Kaygısız
Hem bu kafar mutevazi hem de böyle iyi yazmak herkesin harcı değildir.
Bir kez daha seni ve cümlelerini kutluyorum arkadaşım...
Umut Kaygısız
"Gözlerimin ulaşabildiği en uzak nokta burası, artık kalıyorum, gitmiyorum hiçbir yere."
Bence de kalın siz, gitmeyin. Böyle güzel yazılarla buluşturun bizi..
Teşekkürler
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
İçimden geçen iki isim vardı, ikisi de görmek istediğim yerde bugün. Biri sizdiniz. Çalışmalarınz farkedilmeyi hakediyor. Ve daha çok okunmayı...
Tebrik ediyorum. Saygılar.
Umut Kaygısız
Sizin kadar önemli bir yazarın dikkatini çekmek gerçekten güzel.Saygılarımla
Umut Kaygısız
Aysel AKSÜMER
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Çok teşekkürler, tesirli kaleminiz gibi düşünce ve sözlerinizde mutluluk verici. Yakınımda olduğunuzu bilmek güç verici. Sağolun:)
Yazının kısaca yazarın dediği gibi özeti:
'Kuşkusuz inanıyorlardı dudaklarıma, yalan söylüyor dese de dünya.'..
Öykü gibi değil de, güzel bir anı yazısı gibi okudum...Dün dahi anı gelirken bugüne, düşüncelerin tasvirle güzelleştiği yazıları okumak ne kadar güzel!
Kutladım, hürmetle..
Umut Kaygısız
Değil gözlerinizi ipten almak, ziyaretinize gelmek için bile ipe un seriyorum her defasında oysa biliyorum ki Umut KAYGISIZ benim için çek değerli, hep değerli.
Yazılarınıza yorum yapmak ne haddime zaten ne yazsam sığ kalır böyle derinliği olan edebi yazıların yanında.
Saygım sonsuz Dost, gittin ben öksüz kaldım..
Umut Kaygısız
ip biraz kalınlaştırılarak ayağınızın altına yerleştirilmiyor, siz onun altına bırakılıyorsunuz.
Hapsimden çıktığımda hissettiğim türdendi yazdıklarınız...İlle dört duvar arasında kapılıp kalmak değildir bazen hapislik..Ne çok benden şeyler buldum çok alakasız gibi görünsede ilk bakışta yazılanlar herkesin içsel yolculuğunda yaşanmışlıklarıyla örtüşen duygular...Her yazınız farklı olsa da kendimle bağdaştırdığım çok yön buluyorum her seferinde okuyunca...
Gözlemlemenize hayranım...Yazılarınıza da...
Yüreğinize sağlık Umut Bey...usta bir anlatımdı yine...
Tebriklerimle...
Umut Kaygısız
Gurbetin buzdolabına kaldırdığı duygularım çözülecek..
Yıllar o duyguları yok edemiyor değil mi?
kutlarım harika bir yazı..
Umut Kaygısız
Büyüyüp duran bir darağacının gerisinde büyümekten korkmuş , gerdanına yağlı urgan ip bağlanmış bir küçük adam gördüm satırlarınızda... On iki sene boyunca büyürse , boynundaki ipin boğazını sıkacağı korkusuyla yaşamış ve büyümemek adına sanki demirden bir sandığın içinde bedenini muhafaza etmiş koca bir yürek... Aslında tarihler ötesinde bu korkuyla burun buruna gelmiş nice gencin duygularına tercüman olmuş cümleleriniz. İp nedir ki ? sorusuna verilmiş ;
-Küçük bir çocuk için kahkaha yuvası ,
-Terzinin ekmek teknesi ,
-Balıkçının elinin kokusu , alnının teri ,
-Mahkumiyetin ölüm bayrağı biçiminde verilmiş daha nice cevap çıkıyor bu yazıdan. Ne çok anlamı varmış oysa bildiğimiz ipin. 'İp iptir işte' söylemlerini geride bıraktıran muazzam hayal gücünüze tebriklerimi sunarım.
Kurgu yeteneğinize , yerinde edilmiş cümlelerinize , bu uzun yazıyı bir çırpıda okutabilme gücünüze ve kaleminize sağlık. Daim olsun :)
Umut Kaygısız
İroniye bakın
bir zamanlar düşlerimizi gülüşlerimizi geleceğimizi asmak isteyenlerin ipine
itiraz edenler sallandığında darağacında ağaç bile ağaçlığından utandı diye şiirler yazmıştık..
Şimdi modernleşiyor ya toplumumuz o ipleri bencilliklerimizle korkularımızla kapital düşkünlüklerimizle
bizler kalınlaştırıyoruz..Aman iplerin altında kalmayalımda kalınlaşırsa kalınlaşsın değil mi..
Yalnızlaşıyoruz çıkarcılaşıyoruz yahu çirkinleşiyoruz gören yok mu..
Öyküyle biraz sohbet ettim Umut
Ülkemi satanlar keyifle purolarını tüttrürken
baklava çalan çocuklar hapislere girebilirken..
En fazla yapabildiğimiz bu mu
Kaybetmiş gibi gözükürken içimde kazanmanın sahip olduğu sonsuz huzur... Davamın kurbanıydım sadece ve her şeyi söyleseler bile "Zavallı" diyemezlerdi bana, hiç küçülmeyen yüreğimin adını değiştiremezlerdi..
Güne gelmeli bu öykü
Tebriğim ve selamımla
Umut Kaygısız
Muzzafferin o iç yakan hüzünlü öyküsünü okurken, ben de hüzünlendim ve yaşadım sanki...
Duygularını çok iyi yazmışsınınz. Çok severek okudum. Tebrik ediyorum.
Sevgi ile...
Umut Kaygısız
12 yıllık cezaevi hayatından sonra babaocağına doğru yolculuğa çıkan Muzaffer'in duygularını,onları birebir yaşamışcasına kaleme almışsınız; okurken, bunların bir kurgu olamayacağından şüphelendim vallahi... Çok ustaaydı ve bendeniz acemi yazar bir şeyler daha "kaptım" zatıainizden.Teşekkür ederim.SAYGILAIMLA.
Umut Kaygısız
Yazılarınızdaki felsefi güce hayranım. Her paragraf ağır bir düşünce yumağı. Kahramanımız ipin altında kalıyor, biz hem ipin hem kelimelerin...Ardarda bu kadar kaliteli yazılar yazmak herkesin harcı olmasa gerek. Satırlarda kendinizi sıktığınıza ya da sıkıştığınıza dair ibareler arıyorum. Ama yok. Severek yazdığınız her cümleden belli.
Dediğim gibi, bize de severek okumak düşüyor. Hep aynı şeyi tekrarlamak istemiyorum ama bana göre çok başarılısınız. Daha da başarılı olacaksınız...Sınır yok çünkü...
Saygılar.
Umut Kaygısız
Aynur Engindeniz
Fedakarlık değil ama benimkisi, okumayı seviyorum. Hele de gelişimine hep birlikte şahit olduğumuz kardeşlerimizin eserlerini gördükçe...Düşünün bir; o ünlü dedikelri yazarlar pat diye önümüze kondu. Hiç birinin gelişim safhasını bilmeyiz. Ama burada öyle değil. Yıllardır buradayım ve çok şey gözlemledim. Bir yazarın her çalışmasında büyümesine şahit olmak kadar edebi bir şey bilmiyorum ben.
Ne kadar yazılarınızın hayranı olsam da, tartışmam gereken konuları sizinle tartışmaktan çekinmem. Çok aradım öyle bir mevzu ama yok, bulamıyorum. İyisi mi siz yazın, biz pür takibe devam edelim.
Hayırlı çalışmalar.