- 1288 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Mavi Kadınların Renksiz Erkekleri
Aşka dair fotoğraf çekebilir misin ressam? Yazacağını biliyorum parmaklarının huzursuz papatya sevişleri yamacında, ama çekebilirsin O anıyı...
Bir kadının dizlerinde bir erkek başını yaslamış. Avuntusuna dair oyunun İngiliz çayı arası… Aşk için kitaplar yazıp, sürümünden para kazanmak için çoğu yazar mistik hikâyeler okuyor. Anlamak çok zor böylesini… Ne kadar anlamsız da gelse, yazılanları okuyor ya insanlar, en garibi bu galiba.
Hamile bir kadının telaşını çoktan atmış bir adam. Sayın bebek, avuçlarında incitilmekten ırak bir çiçek. Hiçbir anne ve baba çocuğunun zarar görmesini istemez. İstisnalar haricinde yapayalnız bir kuş gibi çocuklarını bırakmaya hiç niyetleri yok. Ama herkes büyüyor, herkes düşündüğü gibi, kendisine verilen akılla yaşamak istiyor. Yazarlarda böyle, yazanlarda…
Şarkıların en güzel yanı da bu olsa gerek. Ne mi? Acıları bize hatırlatabilmeleri… İçimizde o yeri gösterebilmeleri… Bizi, en az bizim kadar iyi tanıdıklarını, düşünceler halinde zihnimize yerleştirebilmeleri. Her şarkıda aslında okunan bir cümle kadar basit; hayatı anlatıyor.
Bütün yapraklar baharın yeşilinde açarken, solgun yüzünde kırkikindi yağmurlarına emanet yürek dalıyla, yemişi acı olan bir genç kız topuklarının çamurlarına inat, bezgin haliyle koşabilmek derdinde. Belki 17, belki de 18 yaşında. Hayatın acı gerçeğinde, okumak isterken, evde beklediğini itiraf ediyor gözleri. Odasında ki toprak vazoya çiçek toplamak isterken dere kenarında, şehvetinin kurbanı amcaoğlu tarafından tecavüze uğramanın acı zehrini yudumlamış az önce. Çiçekli eteği çamur içinde kırmızı bir isyan! Üstüne giyiniverdiği, kasabadan aldığı tişörtü de ıslak ve yırtık. Tatilini yapmak için bu şehre gelip, yayladan kasabaya yürüyüş yaparken, derenin suyundan içmiş yazar üzgün. Olayı gördüğünü itiraf ediyor vicdanına, ama söyleyemiyor kimseye. Kız olgun bir çile, amcaoğlu fırlama bir şeytan, yazar imtiyazlarına sahip çıkan dalkavuk; anne ise boğazına bilyesi kaçmış ufak bir çocuk!
Akşam vaktini öldürdüğü mısraların ardı sıra, her sokak arasında siyah üniformalarında gölgeler geceye taklar takma peşinde. Sessiz ağustos böcekleri… Belediye otobüsleri her zamanki gibi seyrinde, karıncaların intihar gösterileri yaptığı caddelerden hızlıca geçip gittiler. Görülmeyen ovada ışıkların dansı var. Dans ediyor sarısı, beyazı, kırmızısı ve diğerleri… Gök, kopkoyu yalnızlığa emanet, ara sıra uçaklar geçiyor nokta iriliğinde. Mürekkebini annesinin hediye ettiği bir halıya düşüren yazarda garip bir melankoli… Aslında hiçbir kadın şiir yazamaz diye inat ediyor edip. Edip denize batıyor yeryüzünden. Dünya yüzemiyor gözyaşlarında. Aslında kadın, hep güzel şiir olduğu için yazmaktan kaçıyor gözyaşlarının mavisinde. Mavileri çok seviyor kadın, kırmızıyı hiç bu kadar sevmemişken. Erkekler için renklerin bir manası mı kalıyor, iki kanadı kırık yaşlarıyla evin yayı kırık döşeklerinde inlerken bir kadın?
Yalnızlık, aşkın kanlı sayfasında teorisi kanıtlanamamış bir delilik! Harasında öksüz bir tay sarhoşluğu… Gözlerin illetli yanında süper marketlerde son saatlere girildi. İş çıkışını bekliyor mutsuzlar; kızlar ve kadınlar! Servis minibüsleri kapıya yanaşıyor, gün bitti geceye geçiliyor, yorgun gözlerde iyi akşamlar dileniyor. İşportacılarda pür dikkat; artık para kazanmak için bize de şans güler değil mi? Anlamlandırmak için hayatı çok zorluyor insanlar. Bu yüzden işportacılar kadar mutlu olamıyor çoğu kimse. Gök hâlâ kopkoyu; afakî denen yalnızlığın parmak uçlarında şeytan heves zebanisi. Yitik bir gülüş, kasetçaların antika kasasından kablosuz giriş hattına dokunma peşinde. Yılların uzun olduğuna hiçbir insan inanmıyor. İş yerine çıkıp da evine gelen kadın, kocasına hayret ediyor yeniden. Buzdolabındaki dünden kalan yemeği daha ısıtamamış koca adam. Kadın yılgın, kadın çılgın bir kaybeden… Kablonun elektrik çarpmasına ramak kaldığı anda, plastik duygularında erkeğin vurdumduymazlığı çocuğunun sara nöbetlerine prim veriyor. Köpükler dünyada anlaşılamayan duygular için saçılıyor laminat parkeye. Ağzında tatlı bir türkü, üst komşu emekli Necip Komiserde… Ne kadar da garip bir yaşamak tutkusu insanlarda! Mutlu olunca hiçbir mutsuzu göremiyor gözler, görmek istenmiyor. Aşüftelerin en makbul geçerli yanı da bu olsa gerek! Tüm insanlar için hepsi aynı ve hiçbir farkları yok. Grubunu kurup da yıllarca ayrılmadan aynı şarkıları söyleyebilen birkaç insan da aşüftelerin sabrında… Mutlu olmadan hiçbir güzellik yok, hiçbir doğruluk insanlık için değilmiş gibi. Oysa mutlu olmadan da, yapılması gereken, doğru ve angarya sebeplerinin kucağında çok iş var.
Şirin sözlü bir kadın, sevgilisini kaybettiği tozlu raflarının ardından kızıl bir hançer ağlamaları… Hep dökülmek için akmayı bekliyor sızlanışlar. İnsan müsveddelerine tanınması gereken ihtirası, sahilin yanı başından atıveriyor bir çocuk, avucuna dahi sığdıramadan. Ölüm hayatın en anlamlı yanı; ‘hiç ölmeseydi yaşar mıydı bu kadar ölü olmaya meyilli olanlar?’ Yazar uzaklaşıyor tanıdıklarından. Masalının sonunda yeniden Yağmur Hanım. Yağmurları özlüyor kopkoyu karanlık. Birkaç başıboş genç ile beraber caddeler sokak köpeklerine emanet. Durağa yaklaşan bir otobüs… İnen bir adam bir de eşi. Ne kadar mesutlar kim bilir? Yalnızlıktan uzak oysa yalnızlıklarda, hep acı çeken bir çift; ölmeye programlanmış ve ölecekleri olan bir gün olan, ama bilmedikleri ya da unuttukları bir an!
Deniz kenarında şarap dumanları… Sigarasını eline almış bir genç, tek başına bankın sahibi. Karşısında adını bilmediği adalar, elinde güne ait bir gazete. 3. sayfasında en anlamlı kelime tekrarlanma peşinde defalarca; ‘Ölüm!’ Yanında bir poşet; birkaç çikolata, bir litrede kola… Az ötede tensel savaşların cephesi. Uzun uzadıya ayaklarını uzatmış birkaç kadın. Yazar bisikletiyle geçiveriyor oradan. Utanıveriyor kaçak bir adam orada. Kendini imzalatan soysuz bir savaş buluyor yaşamak adına. Kadınlar sessiz, kimisi kopçasının özgürlüğünü bir erkeğin gözlerine kiralamış şezlong üzerinde. Kimisi de hiç olmadık bir hayranlığın western sızlanışında; ‘Ayy, güneş kremim bitti!’
Her gelişin bir gidişi olduğuna dair kutsi bir melek vahiy indiriyor beş vakit yeniden. Kapı cızırtısı duyuyor karıncalar ve hepsi bir yana kaçışıyor. Parklarda dudağını sömüren erkeğe karşı genç kızın diyebileceği bir şey kalmamış artık, istiyor. Yazar yazma derdinde yeniden. Tüm babaları suçluyor su tanrısı; susamak! Beklenen sevgiliyi aynalardan önce, minarelerden gelen ses selam ediyor.
Uykulara boyanan sevişmelerde, yorgun karlar gibi yağmaktan bıkmayan çirkin suratlı kadınlar geçiyor aşk diye yazılmış satırlar arasından. Kaç taş oynadığını çoktan unutmuş insanlar. Çim duvarına kanamış elleriyle tutunuverenler, mahlasına küfreden zarfların sofrasında, aşmak istiyorlar yaşamak denen basamağın ilk merdivenini. Yazar garip bir şekilde yazmaya yeni başlamış genç çocuğa bakıyor somun kokusunda. Toprağın kabardığı güneşlere emanet yalnızlıklarında; her ülkede kadın bir hediye dilekçesi…
Yazabilen herkes, yalnızlıklarında, yanılmalarında yaşatamadıklarında, sesine dair yansıtamadıklarında, kopkoyu karanlıklar denizinde aradığı şeyi bilmeyecek kadar bedbaht! Sesleri duyuyor yazarların paslanmış kulakları. Aşklar gümüş kuşanırken geceye soyunuşlarda, sıcacık bir yağmur bekler bir kadın daha. Çocukların aynı yolda bir destan yazması gereken senelere el atıverir piknik molaları. Mangalda elini yakan adam kadar naifleşmeye başlar yazılara ön ayak olan parmaklar. Resmini kaybettiği anda başlamıştır duyumsuzluk.
İnsan olduktan sonra, cinsiyeti ne olursa olsun tüm sayfalar aşkın buhranına açılıyor. Yorgunda olsa bir kadın altmış yaşlarında, kendi ölümünü ona güzel göstertecek bir seven arıyor. Bu acıyla da bitse kaderi, bu acıyla da tükense bir lokantanın batışı, bir mercimek çorbasının soğuk siparişi ardınca kominin kovulması; tek bir şeyi iyi bilmekte ustalaşıyor hep, bir şeyler karalamak isteyen adamlar, kadınlar…
‘Vakit, yine aynı saatleri göstermekte bir şizofrenin gemisine misafir olur, yazarların düşüverdiği ilham göçlerinde…’
YORUMLAR
Yazabilen herkes, yalnızlıklarında, yanılmalarında yaşatamadıklarında, sesine dair yansıtamadıklarında, kopkoyu karanlıklar denizinde aradığı şeyi bilmeyecek kadar bedbaht!
Düşündürücüydü..
Etkilendim..
insan en çok yaşadığından vurulur yansıtamadıklarından yorulur..
Yazını okudum uzun uzun düşündüm ,neden sana cocuk dediğimi ama cevabını bulamadım.yüreği bu kadar büyük birine cocuk demek !
ama sen hiç büyüme hep cocuk kal emi,cocuk kal ki bu yeteneğin hep devam etsin .
Ve biliyorum bir gün cok büyük bir kalem olup daha büyük kitlelere ulaşacaksın ...
Başarın mutlulugumdur benim kardesim,benim cocuk kardesim. Sevgilerimle...
Güne düşmesini beklediğim ve dilediğim bir çalışma. Buram buram emek kokuyor. Her dokunuş ve başlık hassasiyetinizi resmileştiriyor. Tebrikler, kusursuzdu.
DENEME YAZISI OLARAK YAZILMIŞ GERÇEK BİR DENEME YAZISI... BU SİTEDE ŞİMDİYE KADAR, BUNUN KADAR "DENEME YAZISI" OLARAK YAZILMIŞ BİR DENEME YAZISI OKUMAMIŞTIM. Ben denemiştim, "Yaz Geldi" ile 3 paragrafta, bir de bu... Çarpıcı bir giriş ve bitiriş, paragraf paragraf işlenmiş konular ve hepsi başlığa bağlı kalarak. Siz, birşeyler "KAPMAK" için, benim sıkı sıkıya takip etmekte çok haklı olduğum usta bir yazarsınız... SAYGILARIMLA.