GÜNAHLARIMI BİLE SEN DİYE SEVDİM
Hava soğuk tu ve yağmur çiseliyordu günahkâr bir günün üstüne ve ben seni izliyordum bir köşe başında. Karanlık çöküyordu ikimizi gizlemek istercesine. Kırmızı deri bir pantolon ve beyaz montunu giymiştin. Sanki arzu dolu bir ayine hazırlanmış gibiydin. Saçlarının kızılı vurmuştu beni can evimden. Göz göze geldiğimizde söylemek istediğim ne varsa hepsini söylemiştim sana ve sen anlamıştın beni. Ağır adımlarla yol alıyordum karanlık sokaklarda ve sen beni izliyordun adımlarının seni nereye sürüklediğini bilmeden…
Durdum ve seni beklemeye başladım, görünür görünmez köşe başında, kapıdan içeri girdim ama kapatmadım kapıyı. Gönlümün kapısı gibi bir gün gelirsin diye hep aralıktı. Ayak seslerini duyuyordum, topuklu kırmızı ayakkabıların çığlık çığlığa bir vuslat şarkısı söylüyordu ve ben kapıda bekliyordum seni. Öyle sarılmıştık ki birbirimize, sanki biz hiç kopmadık dercesine… Titriyordum kollarında, suya düşmüş bir kuş gibi ıslak ve üşümüşçesine titriyor, dizlerimin çözüldüğünü hissetmekle kalmıyor, bu vuslatın yükünü taşıyamayacak diye korkuyordum. Yüreğim zincire vurulmuş bir asi gibiydi, bir kuş kafesimden dışarı çıkmak istercesine çırpınıyordu, sana sarılmıştım, titriyordum. Saçlarının kızılı yakıyordu yanaklarımı, kokunu içime çektikçe daha çok titremek geliyordu içimden.
Seni düşündüğüm zamanlarda bile gözlerim kararıyor, yanaklarıma bilinmez bir ateş basıyor, avuçlarım sırılsıklam oluyor ve kalbim küçük bir çocuk gibi oyunlar oynuyorken, nefesini yanaklarımda hissediyordum. Senli olan tüm düşlerimi bir anlık da olsa gerçekleştirmek istiyordum ama seni kaybetmek korkusu engelliyordu beni. O an söyledim sana ve buna nasıl cesaret ettim hala şaşıyorum. “Son arzusu sorulan bir mahkûmun isteği olarak gör bu arzumu, senin teninin sıcaklığı umurumda değil ama ölümlü dünyamda soluksuz kalacağım bir anı sun bana tün ruhunla” diye kesik kesik kurduğum cümleyi fısıldayıvermiştim kulağına… Önce ittin beni, korktum gideceksin diye, sonra iki elin yakamdaydı ıslak ceketimin ve nasıl bir güç ki kenetlemişti bizi, volkan ateşi dudaklarınla, ölüme uğurlamadan önce ölümsüzlüğü sununca bana, bir ateşe hasret pervane gibiydim kollarında, çaresiz, aciz, dermansızdım.
Ellerinden tutmuştum, içimdeki çocuğun elinden tutmuşçasına ve şen çocuklar gibiydik, seni çektim bir aynanın karşısına, uzun uzun izledim. Sonra yanağımı dayayıp yanağına sana sımsıkı sarıldım ve ikimizde sanki siyah beyaz bir fotoğraf karesinde gizlenmiş sırrı çözercesine bakıyorduk aynadaki yansımamıza. Yan yana oturduk şimdi, ellerim dolanıyordu kızıl saçlarında ve sen durmadan bir şeyler anlatıyordun, ben hayatımda ilk defa kalabalık bir canla seni dinliyordum. Hiçbir şey düşünmüyorduk o an, gözlerimizle sevişiyorduk. Hayalim gerçekleşmişti, ben göğsünde alıyordum sevgili.
Aynı şeyi düşünüyorduk. Hayatımız içinde bir kez dahi de olsa, bir an kadar kısa da olsa kendimiz için yaşayacaktık. Tek vücuttu artık imkânsızlığımız ve biz duymayan bir bestekâr gibi kendi senfonimizi dinliyorduk. Karanlık mahremiyetinde saçların gibi kızıl bir günaha bürünmüş gecede saklıyordun ruhumu ve ben gözlerimi açmamak için savaşıyordum. Sana sarıldığım anda yüreğimde iki kurt kavga ediyordu sevgili. Biri aşk için, biri nefret adına ve sende biliyorsun ki hangi tarafı daha iyi beslersen kavgayı o kazanır.
Gözlerimi açtım. Anlamsız mecburiyetlere gebe kalan hayatın, çığlık çığlığa dünyaya getirdiği bir yokluğun ortasında çırılçıplak kalmıştım ve bu sefer içim üşüyordu ve yüreğimdeki çocuk ümitlerinin kırk vasati çöpün kırkıncı kibritinin ateşiyle ısınmaya çalışıyordu masallar arasında sıkışmışçasına. Karnıma çektim dizlerimi, kıvrıldım, yüzümü aldım ellerimin arasına ve çığlıklarımı içimden atarak ağladım.
Sorular soruyordun kendine, neden beni hiç aramıyor, halimi neden sormuyor, niçin gelmiyor bana, nedir korkusu? Kim bilir bu sorular nasıl içinden çıkılmaz bir yalnızlığa sürüklüyordu seni. Aramıyordum, çünkü seni imkânsızlaştıracak kadar ilahi bir aşkla sevdim ben, hayatının içinde bir mutsuzluk tohumu ekerim diye korkarak yaşıyor ve seni görmesem de senden ayrı kalamadan devam ediyordum hayata. Her gün senin için dualar ediyordum ben, seni sevdiğimi söylüyordum geceye. Aslında seviştiğim her kadında aradım seni, güne başladığım zaman attığım ilk adımı senin için diyerek attım ve güç buldum ben. Seni aradım aslındama gerçekliğinin halini hatırını soramadım. Sen hissedemesen de, söküp atılamayacak yanım, kanayan yaramsın. Seni yazdım ben ve mutluluğuna gölge düşmesin diyerek, yarattığım her karakteri astım yargısızca veyahut sana kavuşmak adına bıraktım yükseklerden o aciz karakterin dermansız bedenini… Gözlerinde hüzün yer etmemeliydi. Girmedim hayatına, hayatının akışını değiştirmemek için ama sen benim hayat sahnemden hiç çıkmadın sevgili. Senden sonra hayatıma giren kim varsa hep figüran oldu. Kimi zaman aklıma düştü bana ait olmadığın ve o zaman deliye dönsem de seni aradım ben. Mutlu olman düşüncesiyle susturdum içimdeki o canavarı. O an seni aradığım kadının gözlerine bakıp sana söylemişçesine sevdiğimi söyledim. Sen bihaberdin tüm bunlardan, gece olunca ruhun nerde olursa olsun, bana ait olmayan gerçekliğinin ateşiyle yakıyordun sahibinin ruhunu cehennem ateşi gibi ve dudaklarında demir parmaklıklar ardında hüküm giymiş bir kader mahkûmu gibi hapsediyordun çığlıklarını… Bense haykırıyordum, seni aradığım kızıl saçlı kadınların bedeninin soğukluğunda ayaz yiyen bir insan gibi. Kim bilir sen o an, hayatımda senin yerini almış olan bir insanın var olup olmadığını düşünüyordun. Olmadı, olamaz. Çünkü hiç biri senin gibi değil ve var olsalar da benim için yoklar.
Düşünüyordum seni ve yaratan nasıl yapıyordu bilmem. Ellerim şuursuzca basıyordu telefonun tuşlarına ve ben hiç beklemediğim bir anda sesini buluyordum karşımda. Yanaklarım ateşler içinde, gözlerimde bir bulut, kelimeler düğümleniyor boğazımda. Muhralaşan yaram kanıyordu ve ben seni daha çok seviyordum. Tıpkı yüreğimde açtığın yarayı sen diye sevdiğim gibi. Kızıldı saçların ve her gece sen sevgime çığlık çığlığa ihanet ediyordun ve ben seni aradığım zamanda bulduğum yokluğunda bile seviyordum. Günahlarımı bile sen diye sevdim ben.
BAKİ EVKARALI