- 4800 Okunma
- 18 Yorum
- 0 Beğeni
Değirmenler
Ou nana ;
Gökte esmer bulut yığılı nani , içimdeki fırtınalar gibi yağmur yüklü, birazdan kirpiklerimden akacak. Üşüyecek patikada yürüyen çocuk.
Denize bakan ateşböcekleri senin gözlerin mi nana, çalkantılı bir denizin yakamozları, gökten kıyılara bakan yıldızlar gibi. Ayazın vurduğu karayemişler mi yoksa, hatıraları öğüten zaman mı? Çekip gidelim mi nana ,seranderlerin altına, eski değirmenlere, mısırların yanına .
Sonbahar hüznü bırakıp gidiyor mu nana ne dersin. Mevsim kış, gel öğütelim kar tanelerini değirmenlerde ,dokuyalım horonun desenini, çevirelim suları eteklerinde kasnağın, bir de çağıralım komşuları, inletelim toprağı yalın ayaklı
Hayda diyelim hayde aha –aha çi- çi .Gidip oturalım sisli tepelerde, yemyeşil ötüşsün serçesi aşağıda ormanda, sert olur havası bilirsin, yalasın ruhumuzu bir esinti, zerdali kızılına dönsün yanaklarımız.
-Olsun be nani’m hayde aha –aha çi –çi.
Ağzı yayla koksun, saçları rüzgâr, bir de deli anzer bir bal yedin mi ,aha- çek kaptan takayı durma sakın,.Sevgilim bekliyor beni nana , karayemişlerin altında.
Hayde hayde bir daha, gelin oynayalım Zigana’da türküler söylesin dillerimiz. Belki aşka gelir Abidin çizer mutluluğun resmini. Şiirler ekeriz o zaman Boztepe’den kıyılara, kıyılardan ses verir şair ceketli çocuk;
Ah fırtınam / karam / Karadeniz’im
Ah-ha
Apsaros, Asparos
Çi-çi hayde gidelim nani’m
Değirmenlere
Güneş duasına çıkalım nana , yağmur eritti bizi. Kovalım sisleri artık, hem bahar geldi bak. Armağan edelim rüzgârı kırmızı elma yanaklı çocuklara. Düz ovalar yok bal gözlü nani, kalk gidelim yavaşça sıralı dağlı evimize, yüksek yaylalarda kalmışken ağustos karları, küçük derelerden geçelim, tepeciklerden, aşağılara doğru.Gün boyu yağan yağmurları bırakalım arkamızda , ve sislerin büyüsünü. Denizi sarmalayalım dikine oy –oy
Ah şu eski evler, ustalıklar yok mu, gozdolması ahşap güzellikler, otuzlardan kalma dimdik ayakta duran eski ahşap evlerimiz, eski dostluklar, köyün ortasında kahve sohbetleri ve yetmişlik dedenin sigarasında tüten zaman mı akıp gidenler.
Ve eyvan oturuşlarıyla el değirmenlerinde öğütülen mısırlar
Kestane, karayemişler, çıralı çamlı evler
Seranderlerin önünde morca böğürtlenler, ya o saç beliglerin yok mu nani, kış odaları anlatır hatıraları tel –tel
Ah kadınlarımız ;
Gölgelerine basıp yürüyen kadınlarımız, sabah vakti, akşamüstleri, sırtlarında çalı desteleri, fındık çuvalı ve çay sepetleri
Elleri çatlak sisli kadınlar
Ağıt kadınlar
Denizin hırçınlığına bakalım nana, kayalıklara vuran sert yankılar. Çalkantılı yüzyıllık masalları anlatırken, konuşur yıldızlar sahil kenarlarında, takalar, gemiler, köpükler, kaptanlar, seyrü sefer özlemlerin şarkısı ,ah şu şarkılar.
‘ Konağın duvarına sürülmüş mavi boya nanay nayo, konaktan bakana nanay gülüm nanay sarılsam doya doya, nanay nanay ‘
Ve gümüş rengi oynaşan balıklar, takalara ağları çeken balıkçılar
Deniz, hayat ve fırtına
Dağlara inat kuşdili yankısı,
Önce topraktı dost nani’m sonra demir, tunç, oymalı testiler, kayıkların iskeletinde mavi bir deniz, genzimizde yosun kokusu, bir güneş sonrası günün akışı , bir yağmur sonudur sessizlik dallarda.
Kalk yürüyelim nana sıralı dağlı evimize.
Bırakmasın bizi masallarımız, eski zaman şarkılarımız
Çürümesin daracık patikalarda mor dutlarımız
Hep salıncak incir ağaçlarımız
Kuşlar da kaybolup gitmesin gözlerimizden
Geceleri yaksın ateşböcekleri lambalarını
Ou nana ;
O zaman anlat bana deredeki ayak izlerini, çemberindeki motiflerin sevdalığını. Peştamali değirmende una bulanan nani’m göç edelim mi yaylalara yeniden,
Mavi dağlara
Sislerin üstündeki rüzgâra
Ou nana ;
Özlemi avlu kapısındaki çana doladın hep. Kapılıp rüzgâra salınmadı yerinde, çünkü beklediğin bir el vardı. Ona dokunacağı günü beklerdi seninle. Gün akarken gri dumanların içinde tarardın saçlarını ince bir tarakla, aklın kalırdı avlu kapısındaki çanda ve ani bir yağmur başlatırdın değil mi yanaklarına.
Ou nana ;
Değirmenlerde sular çekildi. Düştü boynundaki sarı liralar
Bir rüzgâr girdi avluya
Yalnızlıklar hep
Hep yalnızlıklar
Gökte esmer bulut yığılı nani, içimdeki fırtınalar gibi yağmur yüklü
Birazdan akacak kirpiklerimden
Üşüyecek patikada yürüyen çocuk
.
Aysu
YORUMLAR
'' tuna yızdır, alişizdir
bre dilber aman rumeliliyizdir.
çıkmaya görsün aliş tuna boyundan
ilk kadehde sarhoşum
iflah olmam gerek hekim kar^etmaz
efkarlanıp içerim içer efkarlanırım''
gül parmaklı şafak doruklarına değdiğinde,yerlerinde duramaz olur kuzey anadolu sıradağları.uyup karadenizin kemençe seslerine,horona durur omuz omuza.
dağları görürde,rizesi trabzonu giresunu dururmu
ha uşaklar ha deyip'' fırlar ayağa onlarda
gün boyu karadeniz gibi dalgalanır coşkuyla
ta ıstırancalarda yıldız dağında yankılanır ayak sesleri...
onlarda onlarda balkan dağlarının yiğitliği,rumeli türkülerinin yanıklığıyla katılırlar horona...
'''jandarma daima nesirde kalacaktır
eşkiyalar silahlarını çapraz astıkca türkülerine
va bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça...'''''
nani.:) eski defterlerden nereden alıntı yapmışım yazmıyor neysede sizinle paylaşam dedim hep aklımdaydı son şiire de yorum olarak algılayın....var olasınız sevgiyle aşkla kalınız ayrıca yağmurlar ülkesinin aşkı hiç bitmesin
selamlar ile
Beklediğime çok değdi:)) Ne zamandır takibinizdeyim ve yeni bir paylaşımınız için avuç açtım neredeyse.. Zoru kolaya çeviren bir anlatım ve görselliğe yükselen detaylandırmalar. Dile hakimiyetiniz zaten damak dolgunluğu noktasında...Bilinçli gözlerle aşina kalmak istiyorum, lütfen yazının içinden çıkmadan kalmama müsaade edin:) Tebrikler.
Yemişinin de adı kara, dereninde adı kara. Aynı “Menekşe koymuşlar gülün adını” hesabı...
Memleketim, memleketimi ey benim güzel Memleketim;
Eğer ki zihnimden silinirse, yamaçlara yaslanmış yosun yeşili siluetin, affeyle. Ey “Liman”, sende affeyle; gidenlerin hiç birisi arkalarına dahi bakmadılar değil mi. Ne bir mendil, nede sallanan bir el değil mi. Tıpkı şairin dediği gibi “kaç gemi kalktı, meçhule” bulanık sularından.
Yok, yok nankörlükle, vefasızlıkla suçlama, hiç alakası yok inan ki. Bu insanlar senin “karayelini” mi değişir, İzmir’in “imbat”ına. Boğazda kalamar yer, rakı içerde beylerin, hanımların, akıllarında hep, ille de yanında bir tutam “mısır ekmeği ve kokmuş peynirin”. Ah canım anacığım, elli yıldır İstanbul’dasın değiştiremedin gitti hala, “gitdum, geldum” dilin hep bizim oralı, küfürlerin bile hala aynı “urumunda gâvurun uşa a”
Ey benim güzel memleketim;
Bilir misin? Bilirsin, bilirsin. Eğer arkalarına bakmamışlarsa bil ki senden saklayacak mutlaka iki damla yaş vardır, yanaklarından süzülen, dudaklarında da bir Azeri türkü,“Ayrılık, ayrılık aman ayrılık, her bir dertten ala, yaman ayrılık”.
Ey benim güzel memleketim;
Bilir misin? Bilmezsin, bilmezsin. Ama ben bilirim, o gidenlerden kaç soğuk beden “ya nasip bir daha” diye, diye, içinde kalmış kömür karası, kor kızgını ukdelerle beraber gömüldü gurbet topraklarına. Garip, garip. Vuslat hayalleri mahşere kalmış.
Ey benim güzeller güzeli memleketim;
Bilir misin? Bu ukdeler, ağıtlar sana, sana olan özleme. Kızma bu yüzden, unutursam “yamaçlara yaslanmış yosun yeşili siluetini”, affeyle. Sen başkasın, onun içindir ki, sorduklarında nerelisin diye, hep “bir başkadır benim memleketim” diyorum.
Neresimi benim memleketim. Boşveer.
Anladun oni.
Tebrikler değerli hemşerime
Selamlar, saygılar.
Sanırım insan uzaklaşıp hasretini çekince daha çok seviyor Karadeniz'i...
Sen ne zaman Karadeniz dokulu yazılar yazsan içim burkuluyor şimdi...
Peştemallı teyzeye de su değirmenine de bayıldım. Çokları bilmez bu değirmenleri. Köylünün biri bir değirmen yapar, herkes mısırını orada öğütür. Suyla çalıştığı için elektirik parası falan da yok. Değermen kilitli olmaz. Herkes girebilir. Un öğütülür. Kapısında ne sohbetler döner. Ne danteller dokunur. Ne maniler söylenir. Çıkarken "çebiç" denen ücreti bırakırlar değirmen sahibine. Ne mi o, gönlünden ne kadar koparsa un ya da mısır...
Sevgiler Aysu...
bin teşekkür denizin kızına
güzeldi
var olunuz