- 645 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Marsilya
Nihayet yaslandığı duvardan kımıldayabilmişti Doktor. Kadının sesi sanki her saniye biraz daha etkin ve yüksek çıkıyordu, konuştukça cesaret gelmiş olmalıydı üzerine. Yüzünü duvardan yana ve saklı tutmaya devam ederek gizli bölmenin bulunduğu noktaya kadar ilerledi yavaş yavaş. Sonra duvardaki resmin arkasından odanın içerisinde olup bitenleri hem işitebilen hem de görebilen Füller’ e onu uyarıyormuş gibi baktı. Alt dudağını yukarıya çıkartıp kaşlarını havaya kaldırmayı ihmal etmeden ona bir şaşkınlık ve dikkat çekme sinyali veriyordu kendi çapında. Ardından ellerini askılıklarına götürüp gergin tutmaya başladı ve birkaç adım tersine kulaç attı odada esmeye başlayan havadan çekinerek adeta. Kadın rutine bağlamıştı dışa vurduğu tepkilerini. Ağzından çıkan lakırdılarla ahenk halinde olmasa da belli bir kuralı ve sırası vardı sanki yaptıklarının. Uzun ve devrik cümleler kurduğu anlarda sol eliyle sağ elini durmadan okşuyor ve cümle sonlarında muhakkak ayakkabısının topuk kısmını biraz havaya kaldırıyordu. Witterman’ın şiddetlenen ayak gürültüsü öyküye heyecan katmış olacak ki birden durdu kadın, uzanmakta olduğu koltuktan başını kaldırmaksızın yükseltti yastığa dokunan boynunu ve "Korkmuştum. Ne yapabilirdim ki? O karmaşa içerisinde pencereden aşağıya fırlattım attım. Sizce de bu bir kurtuluş sayılmaz mı Doktor?" diye soru yoluyla bitirdi sözlerini. Aslında inanmak istediği şey, bir başkasından doğru yaptığını duymaktan ziyade yardıma muhtaç bir insanmış gibi algılanabilmekti. Doktor çevresinde bir tur attıktan sonra elini kadının kalbinin üzerine kondurdu ve içten bir ses tonuyla "Yardım edeceğim sana. Endişlenme, sakin" dedi.
Bir gün sonra...
"Telefonda konuşulamayacak mühim bir mesele demiştiniz?" gözlerinin içinden hiç ayrılmayarak bakıyordu komiser. Witterman ikram edilen kahvesinden bir yudum alır almaz öksürmüştü. Sonra yüzüne yansıyan kırmızılığı azaltmak için birkaç yudum da su içti. "Evet. Konu akıl almaz boyutlarda ciddi. Esasında dün gelmeliydim. Ancak işittiklerime ihtimal vermedim önce. Bilirsiniz, bizim için terapilerde tartışmasız doğru bulmak olanaksızdır. Çoğu kez duygular hakim olur sözcüklere ve o da yanlışa sevk edebilir. Tedbirli olmaya, araştırmacı davranmaya mecburuz. Bir kenara not ettim dinlediklerimi ve günüm çok kalabalık geçtiği için ancak gece eve gelince araştırma fırsatı bulabildim. Kadın, yani hastam doğru söylüyordu. Kaybolan delikanlıyla ilgiliydi anlattıkları ve tarifi resimdeki yüzün bire bir kopyası. Hayal gücü mü yoksa gerçek mi? Biraz anlatırsam şüphelerime hak veririsiniz. Ayrıca araştırma için önemli bir anektot da bıraktı, adeta bağışladı bizlere diyebilirim." Cümlenin bittiği yerde komiser çok daha hevesle seyrediyordu Witterman’ı. "Evet" dedi ve elindeki kalemi gelişi güzel biçimde defalarca sürttü önündeki not defterine. "Sizi dinliyorum can kulağıyla hem de."
Bir gün önce...
Bayan Waels olağan tez canlı yapısını güçlendirerek sözleştikleri saatten biraz önce almıştı doktorun yanında soluğu. "Acilen konuşmamız lazım" demesi yetiyordu pek çok programı ertelemeye. Zira uyguladıkları farklı terapi tekniklerinin ilk gününden bu yana en verimli geri dönüşümleri sağlayan hastalardan biri olmuştu Waels. Pek çok hastayı zihninin bilinçsizce hazırladığı tuzaklardan arındırmak olağan dışı sayılabilirdi ancak söz konusu Waels olunca, her şeyin gün ışığına çıkması beş ya da bilemedin altı dakikasını alıyordu Witterman’ın. Onun kadar şeffaf ve kendini bütün yoğunluyla terapilere adamış birini istese bulamazdı Doktor.
Evvela her zaman başladıkları gibi gündelik konulara yönelmek istedi Witterman. Lakin bütün laf kalabalıklarını ağzına tıkaması fazla sürmemişti Waels›in. "Müsaade edin Doktor. Anlatacaklarım mühim." Witterman bunun üzerine arkasına yaslanarak koltuğunua iyice yapıştı ve göz ucuyla Füller’in rehavete düşmemesi için sinyal verir biçimde bakışlar uzattı odanın diğer yanına.
Kadın düşük omuzlu elbisesini biraz çekiştirip en rahat vaziyetini aldıktan sonra bacaklarını üst üste getirerek uzattı koltuk boyunca. Ve ağzını bile açmadan ilk yaptığı iş kendi kendine baldırlarını okşaması oluyordu. Bu kadar telaşlı bir halde bile vücudunu uyarmasını gözden kaçırmıyordu Doktor. Dikkatini dudaklarından evvel güzel, kusursuz baldırlarına yönelttiyse de kadının bakışlarını fark edip gülümsemesi neticesinde derhal toparlanmıştı Witterman.
"Yorgunluktan ölüyordum. Eve nasıl geldim anımsamıyorum bile. O duruşma senin bu duruşma benim. Neyse... Tam kapıyı açıyordum ki kapı kolunun üzerinde lastikle tutuşturulmuş bir hafıza kartı buldum. Biri benim için hususi bırakmış ama etrafında not falan yok. Telaşlandım. Derhal bilgisayarımı açtım ve içinde beni nasıl bir sürpriz beklediğine baktım haliyle. Ve..." Burda sadece gözlerini hareket ettiriyordu, dişlerini alt dudağına geçirip iyice bastırdktan sonra devam etti "Gördüklerime inanamadım Doktor. Suyun altında çekim yapılmış. Dipten yüzeye doğru. Çok derindi. Genç bir adam ayak bileğinden kelepçe ile kocaman bir taş kütlesine bağlanmış. Çırpınıyordu, çaresiz... Ölümünü saniye saniye çekmişler, tarif edemem size ne kadar dehşet verici olduğunu. Bocalamasını seyrettim Doktor. İstisnasız... Beni anlıyor musunuz? Ölüme karşı koyamayışını gözümün içine soktular." Witterman o an şaşırmayı bir kenara bırakıp ayağa kalkmıştı ve odanın diğer ucuna yetişene kadar yürüdü. Füller’i uyarır ve uyandırır gibi baktıktan sonra geri dönüp yaklaştı kadının kulaklarına. "Peki o hafıza kartı sizde mi?" Kadın anlatırken bile ağlamaklı olmuştu. Bedenini saran korku o an bile her yanının titremesini sağlıyordu. Witterman biraz çekinerek biraz da Doktor psikolojisiyle dokundu koluna ve usulca sıvazladı. "Sakin olun. Biliyorsunuz, burda emniyettesiniz." Bayan Waels başını birkaç defa salladıktan sonra yatışmış gibi yapmıştı. Tekrar ve güçlükle araladı bol rujlu dudaklarını: "O görüntüler kare kare hafızamda. Seyrederken dalmışım inanır mısınız? Kaç dakika bilmiyorum ama rüya ile gerçeği karıştırdığım bir andı. Kapı çaldı. Polisti gelenler. Muhtemelen büyük bir planın parçasıydı gördüklerim. Kapıma onu bırakıp gidenler ihbar etmiş olmalılar beni. Off... Alçakça düzenlenmiş bir komplonun tam ortasındaydım. Çok kötüydü Doktor, anlatamam bunu size. Uyandım sonra tekrar açtım gözlerimi. Ordaydı, rüya olmayan sadece görüntülerin gerçekliğiydi. Ve benim şüpheli ilan edilmeme ramak kalmıştı belki. Düşündüm ve paniğe kapıldım. Korkmuştum. Ne yapabilirdim ki? O karmaşa içerisinde pencereden aşağıya fırlattım attım. Sizce de bu bir kurtuluş sayılmaz mı Doktor?"
Bir gün sonra...
Komiser uzun görüşmenin ardından alabileceği bütün detay ve dökümanları almıştı Doktordan. Olayın karmaşık gibi görünmesini sevmediği için mümkün olduğunca en baside indirgeyerek başlıyordu işe. İlk müdahale anıyla birlikte bütün öngörüleri tamamlama hevesi bir çırpıda işe koyulmuştu bile. Hızlı bir organizasyon sonrası beklemeye koyulmuştu ekiplerden bir küçük haber alabilmek için. Ve bu bekleyiş esnasında eylem planının dışına çıkartmaya çalıştığı zihni Witterman›ın kontrol etmekle meşguldü. "Avukat demiştiniz değil mi Bayan Waels?" Doktor tereddütsüz başını sallamıştı «Evet. Hem de çok başarılı ve seçkin bir avukat. Şehirde isim yapmış biri.» Bıyık altından uzatılan bir gülümseme neticesinde tekrar soluğu almıştı yukarıdan bakan, kibirli ve kuşkucu tonlamalar. "Kendisi misafirimiz olacak az sonra. Tabi Bay Füller de. Bir de ondan dinleyeceğiz. Öte yandan en büyük handikapımız deniz. Çok büyük biliyorsunuz burası bir sahil şehri. Çok uzun zamanımızı alabilir denizaltı araştırması. O yüzden her şeyi didik didik etmeye mecburuz diğer yandan. Lütfen yanlış anlama gibi bir durum olmasın Doktor." Witterman hadisenin boyunu aşabilecek boyutlara uzanmasından çekindiği için buraya gelmişti ve şimdi olağan tetkikler için hayıflanacak durumu yoktu, en ufak bir tereddüte yer vermeden onay veriyordu komisere. "Bildiklerimi anlatmak mesuliyetimdir. Çok alımlı bir bayan. Leh asıllı ama sarışın değil hatta kumral bile sayılmaz." Komiser dayanamayıp gülmüştü bu cümle üzerine. "Konumuzla ne alakası var bunun?" Witterman ciddi havasını bozmamaya gayret ediyordu hala. "Bilmiyorum ki. İçimden geldi işte. Neyse, ne diyecektim? Evet. Bay Füller benim yardımcım ve olağandışı terapi tekniklerinde senaryoları o yazar. Yönetme işi benimdir ama o dinler ve hasta için alternatif bir yaşam senaryosu yazar. Sonra iş hastaya düşer. Müsait bir gün bu senaryoyu uygulamasını isteriz ve tabi gelip bize her şeyi anlatmasını. Ucu açıktır, genel hatları belirleriz ve bazen basit komutlar ve hatta ev ödevleri veririz. Bayan Waels ile böyle bir çalışmamız vardı." Komiser bu sözlerin üzerine konuya olan ilgisini gözle görülür biçimde arttırmıştı. "İlginç. Mesela desem..." Witterman nihayet beklediği noktaya gelindiğini fark ediyordu, dağınık sakallarını bir müddet kaşıdıktan sonra gözlerini komiserden uzaklaştırıp biraz gerilere yatırmıştı düşünceleriyle birlikte. "Ona yurtta yatılı kalan bir öğrenci hayatı sunmuştuk. Pazar günleri farklı bir şehire gidiyor ve yanına çok az para alarak gerçek bir öğrenciymiş gibi vakit geçiriyordu. Bazen Bay Füller’in ona çaktırmadan peşi sıra gittiği ve uzak mesafeden onu gözlemlediği de olmuştur. Esasında teorinin mimarı bensem de asıl geliştiren ve bu hale gelmesini sağlayan kişidir Füller. Onu tanımadan evvel kendimi zeki sanıyordum. O derece bir genç." Komiser tekrar bıyık altında gülümseyerek "Hım. Bende hayli merak ettim bu genci. Sabırsızlanıyorum dinlemek için. Sonra?" Doktor gözlerini tekrar onun alaycı bakışlarının karşısına savurmaya başlamıştı. Konuşma, istemsizce de olsa gözler yordamıyla bir düelloya dönüşüyor gibiydi. "Marsilya adını koyduk. Yöntemin adı bu. Napoleon›dan esinlendik. Onun meşhur savaş taktiği var, işte o. Üç bölmeli ordunun iki bacağı sürekli sağa ya da sola kayarak hareket eder ve bu sayede düşman etrafının sarıldığı hissine kapılır. Ordu daire çizer ama aslında sadece üç bölümdür. Bizde başlarken böyle olacağını kestirememiştik. Yani kişisel karşı çıkışları ve kendi içinde bölünmeye hazır bir yapısı vardı genç kadının. Ama itiraf ve karşı koyma noktasında sessizdi. Avukatın karşısına öğrenciyi çıkardık ama iyi biliyorduk ki çift kale bir maç olarak kalmayacaktı bu." Komiser hayretle yaklaştırdı dudağını ve soluğunu tutarak "Nasıl?" Anlamaya çalışıyordu, bu güzel olandı ve konuşma nihayet düello olmaktan sıyrılıyordu. "Düşünün. Üç futbolcu. Üç adet kale. Herkesin bir kalesi var korumaya mecbur olduğu ve gol atması için onu bekleyen de iki kale.Ama top sizdeyken diğer iki oyuncu sizi engelliyor, gol atmanıza mani oluyor. Sonra top başkasına geçince siz de rakiplerinizden birisiyle el ele verip diğerini durdurmaya çalışıyor ve bir yandan da topu ele geçirmeye uğraşıyorsunuz. İşte avukatın karşına çıkan öğrenci de yalnız kalmadı. Bu ikili hayata karşı savunma mekanizması bir üçüncüyü, yani benliğini koymaya başlamıştı ortaya. Günlük hayattaki davranışlarına içindeki ses müdahale ederken, bizim ona hazırladığımız ve haftada bir gün sahip olduğu, azar azar kuvvetlenen öğrenci kimliği de ayak diretir olmuştu. Sonra öğrenci kız olurken hem avukatlığı hem de alt figürü kement vuruyordu hamlelerine. Ve merakla beklemeye başladık. Üçüncü ne zaman alacak sazı eline diye... Biliyorduk, içlerinde en kuvvetli olması gereken oydu, henüz ağzını açmayan." Komiser iki elini birleştirip masanın ön tarafına doğru yüklendi var gücüyle vücudunu yaklaştırarak "Nasıl?" Witterman için çözümü hayli basitti tabi ki: "Bugüne kadar en çok beslediği kimlik oydu. Onun doğuşuna şahit olmayı iple çekiyorduk."
Tam bu esnada telefonu çalmıştı komiserin hem de özel hattan. Kısa bir konuşma yapmak için dışarı çıktı ve sonra tekrar geldi Witterman›ın yanına. Soğukkanlılığı duruyordu yerinde belki ama yüzünün rengi atmıştı, bunu gizleyemiyordu Doktorun karşısında. "Sürpriz gelişme diyelim. Umduğumdan çabuk sonuç aldık. İlk baktığımız yer, yani öngörünüz olan sahil. Nasıl tahmin ettiğinizi ayrıca soracağım, unutmayın. Orda tıpkı tarif ettiğiniz biçimde bulmuşlar genci. Her şey doğruymuş. Yeni bir hikaye başlıyor bizim için. Dilerim uzun olmaz." Witterman komiserdeki hareketliliğe uyum sağlayarak ayağa kalkmıştı. "Yani? Müsaade ederseniz şimdi sizinle gelebilir miyim komiserim?" Komiser olumlu anlamda kafasını salladıktan sonra işaret parmağını direk uzatarak "Son bir soru. Aslında son değil ama görmeden önce diyelim. Kafam karıştı biraz. Bu bahsettiğiniz üçüncü kimlik. O işlemiş olabilir mi? Gerçi bunu deliller söyleyecektir ama..." Witterman bundan ziyade lüzüumsuz konuşmaların her ikisini de yormasına izin vermeyecekti. "İhtimal elbette. Ama onun gibi bir kadının böyle bir işi tek başına yapamayacağına sizde kanaat getireceksiniz muhtemelen." Komiser omzuna usulca dokunmuştu. Sonra kuvvet dener gibi sıktı "Evet. Peki onun doğuşu sizin elinizde mi? Nasıl çıkarıtıyorsunuz dışarı? Terapiyle mi?" Witterman ayaklarını komisere uydurup kapıya yönelmişti. Dışarı çıkarken son bir söze ihtiyaç vardı adeta. Gözlerden önce dudakların başlatacağı bir hikaye olmalıydı bu. "En güzel tarafı bu. Anlatacağım komiserim. Söyledim size aslında yanıtı. Marsilya..."
YORUMLAR
doktor terapi avukat adliye koridorlarında bir satranç taşları ,kim kurdu oyunu kim oynadı,öykünün içinde sessiz kalan marsilyadan korkmak lazım galiba,yazı uzun olunca bende flim kopuyor bende.)
.
Umut Kaygısız
lacivertiğnedenlik
Uzun yazı diyebileceğimiz bu tip öykülerini bile okutabilmen senin için bir şans olmalı...
Doğrusu ben ürküyorum bu kadar uzun yazmaya; okunmama kaygısıyla.
Ama sen bir şekilde, ne kadar uzun yazsan da okutmayı başarıyorsun.
Tebrikler.
marcel tarafından 7/27/2011 10:43:33 PM zamanında düzenlenmiştir.
Umut Kaygısız
Soluk soluğa okunacak bir öykü, tebriklerimi yoluuyorum
Sevgilerimle...devamı var mı?
Umut Kaygısız
Filmin pardon öykünün sonunda fikrimi söyleyeceğim.Sanırım bu birinci bölümdü..
Şimdilik tebrikleriimi bırakıyorum.
Bir iki noktada da alttaki eleştirilere katıldığımı belirtmek isterim.
Saygı ve sevgiler
Umut Kaygısız
Umut Bey, öykünüz, romandan bir kesit gibi. Hem de, soluk soluğa okunan polisiye romanı.
Tebrik ederim.
Saygımla.
Umut Kaygısız
Saygıdeğer dostum; galiba yazının uzunluğundan kaygılanarak sayfayı biraz sıkışık kullanmışsın ve paragraflamalara fazla önem vermemişsin.İlk paragrafında, "Doktor, nihayet yaslandığı duvardan kımıldayabilmişti," diye başladıktan sonra kadının sesine dair tasfiri okuduktan sonra, doktorun oradaki eylemlerini de ilk başta kadının eylemleri gibi algılamıştım; ta ki, kadının koltukta oturduğunu okuduktan sonra, geriye dönüp, o eylemlerin doktora ait olduğunu algılayabildim.Doktorun, kadının sesini o şekilde algıladığını belirtiverseydin de BENİM GİBİ ALGILAMA GÜÇLÜĞÜ ÇEKEBİLEN DANDİK BİR OKURUN KAFASINI KARIŞTIRMAYIVERSEYDİN YA...Kadının "özne" olup rutine bağladığı andan sonra bir paragraf, Doktorun, "özne" olup
çevresinde bir tur attıktan sonra elini kadının kalbinin üzerine kondurdu ve içten bir ses tonuyla "Yardım edeceğim sana. Endişlenme, sakin" deyişi üçüncü bir paragraf...Velhasılı kelam, uzatmadan keseyim de senin hoş görünü daha fazla zorlamayayım... Eğer kızdırmayı başarabildimse seni, bana bunu belli etmekten çekinme sakın. Yazını kavrayabilmek için (kendi yetersizliğim nedeniyle) üç kez okudum. Ve değişik, keyifli bir polisiye ARKASI YARIN seyreder gibi hissettim...
SEVGİ VE SAYGI İLE...
Umut Kaygısız
Teşekkürler.
Kemnur
Emek, kültür yetenek bir araya gelmiş...Daha içi boş bir yazınızı okumadım. Her öyküde farklılaştığınızı da hissediyorum. Kısa zamanda okuyucuların beğenisini kazandınız. Bunda başarılı öykülerinizin yanında, bir nebze olsun karakterinizi de yansıtan eleştiri/yorumlarınızın da etkisi var. İnsanlarla konuşmayı biliyorsunuz. Ve insanı öykülerinizde konuşturmayı. İnsanları yüzlerine karşı methetmeyi pek sevmem. Ancak çok içimden gelirse kendime engel de olmam. Söylemek istediğim şu; yazılarınız dolgun bir başak gibi. Hasat edip işlemek, sizin elinizde.
Beğeniler, güzel sözler insanı motive eder, ama ölçülü alınmadığında uyuşturur da. Ben tamamım der, yerinde saymaya başlar insan. Herkesi dinlemeli, ama kendini en çok eleştiren yine insanın kendi olmalı. Bunun da bilincinde olduğunuza inancım tam.
Bir de size küçük bir okur tavsiyesi: "Komiser omzuna usulca dokunmuştu" ve böyle bir kaç cümlede daha "mış" ekini fazladan kullandınız bana göre. Sadece "dokundu" demeniz daha şık duracak. Çünkü öykü akıyor, alıntı yapmıyorsunuz o sıra, geçmişe de dönmemiştiniz. "Yapmıştı, gelmişti, gitmişti" dili geçmiş zamandan daha geçmiş bir zamanı anlatıyorsak "mış" eki eklememiz gerekir. Ama sizin öykünüzde "di'li" anlatım olmalı bence. Bunlar bazılarına göre önemli olmayabilir. Ama gerçekten öykü sevdalıları için çok önemli. Genelde bu krışıklığı hepimiz yaşıyoruz. Ben de sıklıkla düşüyorum bu yanlışa. Galiba size anlatırken, biraz da kendimin kulağını çekmek istedim.
Özcümle, çok beğendim yine.
Saygılar.
Aynur Engindeniz tarafından 7/27/2011 1:31:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Umut Kaygısız
Ayrıca dikkatiniz ve uyarınız için bir teşekkür daha. Çok haklısınız ve bunun tek sorumlusu benim maalesef:) Yazıları genellikle vakit darlığı nedeniyle geç vakitlerde yazabiliyorum ve (en kötü alışkanlığımdır) kendimi okumayı sevmiyorum ki bu beni hataya yöneltiyor.
Çok beğendiğim bir kalemden bu yorumu alabilmek altın değerindeydi. Tekrar teşekkürler, saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Teveccühünüz için teşekkür ederim ayrıca.
Saygılar, selamlar.
Aynur Engindeniz
Umut Kaygısız
Çok teşekkür ederim değerli dost. Var ol sen.
KALEMİN DAİM OLSUN..DOST KALEM!!KUTLADIM..........SAYGIM HER DEM...........................