- 1342 Okunma
- 20 Yorum
- 0 Beğeni
BURADA TAZİYEMİZ VAR HERHALDE
Meral ağlıyor. Ne güzel kız oysa. Islaklık hiç yakışmıyor kirpiklerine. Ben hemen yanındaki taburede ne diyeceğimi bilmez vaziyette oturuyorum. Ne demeli abisi hapiste bıçaklanan bir kıza? Üstelik maktulü yerden göğe suçlu buluyorsanız, ölümü hak ettiğine inanıyorsanız. Neyse ki; Sevim Abla imdadıma yetişiyor.
Dükkanın önüne gelişigüzel bırakılan kasalardan biraz patates seçtikten sonra tarttırmak için içeri giriyor. Meral çarçabuk siliyor gözlerini ama, burnu ve gözleri kıpkırmızı. Sevim Abla bu yutar mı? Kocasını basmış kadın. Mahallenin erkeği. Şöyle bir yürüse cadde boyu, etraf heybet görse. Hele de ince penyesinin altına iç çamaşırı giymediği günler. Kaç kere kendisine yan gözle bakanları, çantasındaki hortumla sokak ortasında dövdü.
Deli bu kadın. Erkek düşmanı. İnsan, inadına adamı kışkırtıp, sonra “Sapık var komşular” diye feryat ederek bir güzel döver mi hiç?
Bak yine beyaz bir penye giymiş. Sömürgeler özgürlüğünü ilan etmiş. Her bir yanı dört başı mamur birer cumhuriyet. Altında tiril tiril bir etek. Kısa değil ama; ilkokul çağlarındaki resim defterlerimizin arasındaki kopya kağıtları gibi. Sahi şimdi ne oldu o defterlere? Artık kopya kağıtları yok.
Sevim Abla poşetini teraziye bırakıp cüzdanını açıyor. Karıştırıyor biraz. Meral patatesleri tartmış bekliyor. Dudakları titriyor hala. Sevim Ablanın cüzdanından bir fotoğraf düşüyor. Döne döne ayak dibime iniyor. Bir adam; bıyıklı, güzel kaşlı, sönük bakışlı. “Abla bu senden mi düştü” diyorum. Bakıyor elimdekine. İğrenç bir şey görmüş gibi buruşturuyor yüzünü.
“Ne işi var onun sende” diyor. Vallahi çok fena. Adam öldürür bu kadın. Korkuyorum.
Hep böyle o. Kimse kızmıyor ona ama. Kolay mı koca mahalleye bir zampara yüzünden rezil olmak? Az mı havası vardı “Kocam bin kadının içinden tertemiz çıkar” diye? Meğer herkes biliyormuş da, bir o bilmiyormuş adamın ne haltlar karıştırdığını. Büfeci Şenol olmasaydı, daha çok gülerlerdi arkasından. Allah’tan adam acıdı hatunun bu dramatik haline de, karısına, geç olmadan Sevim Ablayı uyarmasını söyledi. Kadıncağız yemedi içmedi, soluğu Sevim Ablanın evinde aldı. Şahidiyle ispatıyla gerçekleri anlattı. Sevim bu; inanmadı tabi. Bitişiğinde oturan kadınlardan duydum. Az daha büfecinin karısını kaynar suyla haşlıyormuş “Kocamda gözün var. Saadetimi kıskanıyorsun” diyerekten.
Kurt bu. İçe düşer de kıpırdamadan durur mu? Sevim Abla kocasını takibe aldı. Yanında da kız kardeşi Şükran. Of Şükran! O da ayrı bir deli. Aslında çok iyi bir kadıncağız. Tek kusuru içinde asla sır tutamaması. Bu sır kendinin bile olsa. Zaten babaannem hep der “senin karnında tutamadığını el hiç tutamaz” diye. Sır bu. Yakıcı, gıdıklayıcı velhasıl rahatsızlık verici. Duydun mu, aktarmadan rahat edemezsin. Tatlı yara kaşıntısı gibi bir şey. Kimsenin bilmediği bir sırrı aşikar etmekteki haz ne uykuda var, ne yemek içmekte. En edeplilerin bile kim bilir kaç kere dilinin ucuna geliverir bildiği bir sır da, yutuverir bir daha geri.
Şükran ablasıyla birlikte eniştesini takip etmiş, bir yandan da mahalleliyi durumdan haberdar etmeyi ihmal etmemiş. En nihayet aldatıldığına kanaat getiren kadın yanında iki polis ve bir de mahalle muhtarı Ethem Bey’le, adamla aşığının kapısına dayanmış.
İşte o gün bugündür erkek düşmanı Sevim Abla. Daha kırk bir yaşında. Dünya güzeli. Siyah narin bir kadife. Üzerine ne atsa yakışan cinsten.
“Abla nereden bulacağım? Cüzdanından düştü herhalde.”
İnanmıyor bana. Meral’le şaşkın şaşkın bakışıyoruz. Kızcağız derdini bir kenara bırakıp bize dönüyor.
“Abla senden düştü, ben gördüm.”
Kadın resmi cüzdanına yerleştirirken alttan alttan bana bakmayı sürdürüyor. “Bir pakette Bahar sigarası ver oradan” diyor Meral’e.
Meral’in yüzü hala alev alev. “Ne oldu kız sana” diyor Sevim Abla. Bir şey demiyor Meral. Sigarayı patates poşetine atıp kadına uzatıyor.
“Yedi buçuk lira.”
“Bana baksana sen! Gözlerin kızarmış. Abin mi dövdü yoksa?” Kız “abi” sözünü duyar duymaz fena oluyor. Rengi sararıyor, sanki düştü düşecek. Güçlükle sandalyesine oturuyor.
“Dövdü değil mi? Allah belasını versin bunların. En iyileri lokum yerken boğulsun!”
Meral yine sessiz kalınca biraz bozuluyor, biraz daha raflara bakıp çıkıyor. Sokağa doğru söylene söylene gidiyor. Oturduğum yerden görüyorum. Kaldırımlarda güneşlenen esnaf, sandalyelerini ters çevirip Sevim Ablanın geçeceği yöne sırtını dönüyor. En son futbol oynayan çocukların topunu, Almancıların villasının kilitli bahçesine attığını görüyorum. Onlar da erkek ya. Kim bilir büyüdüklerinde hangi kızın canını yakacaklar. Çocuğun biri ağlaya ağlaya kahvede oturan babasının yanına gidiyor. Sevim Abla gözden kayboldu. Arkasından edilen küfrün haddi hesabı yok.
Meral ağlıyor. Elinde küçük bir fotoğraf. İnce parmaklarını fotoğrafta gezdiriyor.
İki abisi var onun. Biri bu dükkanın sahibi. Diğeri hapiste öldürülen. Annesi babası yok. Çok zenginler ama. Apartman daireleri, otobüsleri, hatta okul kantinleri var. İki küflü soğan satmayla onca servet nasıl yığıldı bilmiyorum. Kimse sevmiyor onları. Herkes haklarında bir sürü şey söylüyor. Her şeye rağmen Meral’i seviyorum. Çocukluktan tanırım onu. Sessiz kız.
“Abimin suçu yoktu” diyor. İnsanoğlu gerçeği bilse de, en acılı anında doğal bir refleksle, kendine etkili yalanlar söyleyebiliyor. Yoksa tahammül olur muydu hayata? Bunda garipsenecek bir şey yok. Öldü ölecek hastaya “iyi olacaksın, güzel günler seni bekliyor” denmesi gibi.
Herkes biliyor abisinin neden hapiste olduğunu. Yedi yıldır içeride. On yedi yaşından beri. Uyuşturucu satmaktan tutuklanmış. Onların memleketli bir kadından duydum. Ama Meral’e hiçbir zaman abin neden hapiste diye sormadım. Duyduklarımı da söylemedim.
“Hep büyük abimin suçu” diye devam ediyor. “ Uyuşturucuyu satan kendisiydi. Yakalanacağını anlayınca, küçük abimi “ sen az yatarsın nasılsa” diye kandırdı. Hepimiz birkaç ayda çıkacağını sandık.”
Daha şiddetli ağlıyor. Bu sefer gerçekten üzülüyorum. Söylediklerine de inanıyorum. Büyük abisi sinsi bakışlı bir adam. Kimse sevmez onu. Hem kazıkçıdır, hem asık suratlı. Alengirli işler çevirdiği, alnının ortasından geçen derin yara izinden belli.
“Küçük abim çok zekiydi” diyor. Sonra siliyor gözlerini. Fotoğrafı barkot makinesine yaslıyor. Gülümsüyor. “Makine mühendisi olmak istiyordu.” Tekrar asılıyor yüzü. “Annemi bozuk buzdolabı çarptığından beri.”
O sırada bir çingene geçiyor dükkanın önünden. At arabasının çıngırakları ötüyor. Virajı dönerken, iki güğüm devriliyor kasada. Kırtasiyecinin, teselli olsunlar diye hediye ettiği balonla oynayan çocuklar, at arabasının kasasına asılıyor. Kapanana kadar arkalarından bakıyoruz. Bir toz bulutu bütün sokağı yalayıp kayboluyor.
“Bir şey söylesene” diyor Meral . “Eşkiya gibi gömdük abimi. Hiçbir şey söylemeyecek misin?”
Konuşamam ki! Hava ölü kokuyor. Belki daha az acı verici bir kaybı olsaydı, su testisi örneğini verebilirdim ona. Abi de testiyle bir tutulmuyor ki…Ölüyle ilgili hiçbir şey kolay çıkmıyor ağızdan. Benim de babam öldü. “Başın sağ olsun” diyenleri, “Ölen inek mi ki” diye bağırıp kovdum evden. Velhasıl ölüm bu. Aklındaki terazi bozuk olur cenaze sahibinin. Sözler küfür gibi gelir. “Saçmalık bu” diye bağıracağınız tutar bir an. Hele onsuz geçen ilk gecenizde toplanıp ağlaşanları gördüğünüzde. Ne kadar sıradan gelir size gözyaşları. Samimiyetten uzak, riyakar, yalancı. Şansınız ve imanınız varsa Kuran yatıştırır sizi. Yoksa, Kuran’a da tahammül edemezsiniz.
“Neden gece gömüldü” diye soruyorum. Soru sormak, cevap vermekten daha kolay. En azından susup, vakaya alakasızmış gibi görünmemiş oluyorsun.
“Bilmem ki” diyor. “Bize göstermediler onu. Hiç yaşamamış gibi…Hurdaya ayrılmış bir eşya gibi sessizce düşürdüler onu kayıttan. Götürüp bir tenhada imha ettiler.”
Artık ağlamıyor. Kaşları çatık. Öfkeyle sıktığı çene kemiklerindeki sert hareketlere bakıyorum. Belli ki; söylemek istediği çok şey var. Ama muhatabı ben değilim ki, susuyor.
Saat on bir olmuş. Annemin yufkaları geliyor aklıma. Kalkıp dolaptan iki paket yufka alıyorum. Börek yapıp, akşama Merallere götüreceğiz. Ne saçma. Sanki çay partisi veriyorlar. Daha kim bilir kimler gelecek. Hiç birinin umurunda değil ölen. Sebebi öğrenmeden rahat etmeyecek kamu mahalle. Önce etraflıca dolaşacaklar yarayı. Sonra yavaş kaldıracaklar kabuğu.
Ahlar vahlar…Rutin sorular. “Biriyle mi takıştı?”
“Hani kader mahkumuydu. Neden gece gömdüler.”
“Ben bir keresinde televizyonda izlediydim; teröristin birini gece karanlığında kimselere duyurmadan gömdülerdi. Sanki bu çocuk hain. Devletin ahmak işleri işte.”
Oysa ben biliyorum; herkes biliyor ne için yattığını. Şüpheli bakışlarla “Allah rahmet eylesin” diyecekler. Bir yandan da getirdiklerini yiyecekler.
Oyalansın diye televizyonu açıyorum. Ekranda görmekten bıktığımız suratlar. Hanım teyzeler, genç kızlar. Alkış. “Hanımefendi, televizyonun sesini kısın lütfen.” Ağlayanlar. Birine seslenenler. Bunları izlesin Meral. Unutturmaya bire bir hepsi.
Çıkacağım sırada barkot makinesinin altından küçük bir torba çıkartıyor. İçinde birkaç hap. “Kapıyı çek” diyor. Televizyonu kapatıp, cep telefonundan bir müzik açıyor. Babalarımızın da dinlediği bir şarkı. “Batsın bu dünya.”
Batsın ulan!
Bir kere de Meral için.
***
Sabah acıklı bir sela okunuyor camiden. Annem her zaman olduğu gibi herkesi susturup, pencereyi açıyor. Gür bir ses. Birinin Hakkın rahmetine kavuştuğunu duyuracak. Ne biliyorsun demeyeceğiz hiç birimiz. O kadar kolay mı o rahmete kavuşmak?
Müezzin kendisi ölmüş kadar efkarlı. Ta yanı başımızda konuşuyor. İki kelimesi arasında bir dakika boşluk. Hepimiz pür dikkat. Her an ölecek birilerimiz varmış gibi.
“…Meral Gündüz, Hakkın rahmetine kavuşmuştur.”
Dünkü yufkalardan kalanlarla sardığımız börek boğazımda kalıyor. Ama toparlanıyorum hemencik. İnanmıyorum müezzine. Ya da kulaklarıma. İnanmadığım şey kesin ama.
Ayağımda ev terlikleri, bir solukta iniyorum meydana varan bayırı. Gözüm hiçbir şey görmüyor. Yağmurda kalmış sulu boya tablosu gibi uzayıp, birbirine karışıp akıyor renkler.
Sevim Abla dükkanın önünde. Meral’in büyük abisine sarılmış ağlıyor.
“Gencecikti gencecik…”
Ahali yapmacık hareketlerle dövünüyor. “Dizlerinizden kaç Meral çıkar” diyesim geliyor.
Yalancılar!
Müezzin, Rasim Amcanın kahvesine giriyor. Bir çay söylüyor, sonra dalıp gidiyor önündeki spor gazetesine.
Yine ölü kokuyor her yan. Annem iki yufka daha aldıracak bana yarın. Oturup hem yiyecek hem ağlayacağız.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum can...
Öykücüm benim.
Davidoff
Aynur Engindeniz
Siz yazın, okuyalım. Öykü satıcımın sepetinde daha neler var kim bilir?
hani insan bir şiir ya da bir hikaye okur ya,
sonra da sessizce köşeye çekilip düşünmeye başlar.Çünkü o an bir şeyler dürtmüştür O'nu,çekilmek zorunda o köşeye,-inzivaya-.
bundan ötürü ya düşüneceksin ya düşüneceksin.
Şuan bende volta atıyorum işte.Okudum hikayeyi ve düşünmek istiyorum.
...
Çok akıcıydı çok. Olması gerekir hikayede. Öyle de.
Bu sıcakta zerre kadar sıkılmadan okudum keyifle,ama itiraf: bıraktığım yerden okumaya başladım.
Dün gece okumaya başlamıştım,ancak o an terk etmek zorunda kaldım; ki her şey aklımdaydı zaten.
“Dövdü değil mi? Allah belasını versin bunların. En iyileri lokum yerken boğulsun!”
Burası çok iyi geldi,gerçekten...
Yetişemiyorum ama hızınıza,ancak sonradan gelebiliyorum...
okumaya devam
Aynur Engindeniz
Eksik olmayın.
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Selamlar.
“Mahallenin erkeği.”
Kim? Sevim ablamı. Yok, daha neler, dünyada inanmam, ne zaman erkek oldu ki.
Bu kelimelerle Sevim ablaya hakaret mi ediliyor, methiye mi düzülüyor anlamadım. Yoksa şöyle mi demek istedi yazarımız; “Mahallenin erkek Fatma’sı”
“Her bir yanı dört başı mağrur birer cumhuriyet”
Anlayamadım şimdi, bir hesap yapalım bakalım, kaç tane “yanı” olabilir Sevim ablamızın. Hımm, iki göğüs, iki kalça, iki omuz başı, bir gerdan, bir bel, bir göbek, etti mi sana yedi. Yedi özerk cumhuriyet. Eskiler “hükümet gibi kadın derlerdi” maşallah Sevim abla İmparatorluk olmuş sayemizde.
Başroldeki karakter, Meral olmasına rağmen yardımcı kadın oyuncu rolündeki “Sevim abla” bütün oskarları götürmüş filmde, şey pardon bu öyküde. Gözümü yumup Sevim abla diyorum, gözümün önüne Neriman Köksal geliyor. Rahmet mi istedi nedir. O da severdi basenden yırtmaçlı frikikleri. İkizlere de takke giydirmezmiş. Ben görmedim diyenlerin yalancısıyım
Sömürge idi, cumhuriyetti derken Meral’in ölümü gargaraya gidiyordu az daha. Allah tan okunan salayı duydum
Tebrikler, selamlar, saygılar
Dip not: Dört başı “mağrur” değil “mamur” olmalı (olmalı)
Ağyar tarafından 7/27/2011 7:31:08 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
"mamur" yaptım. Çok haklıydın zira.
Aslında bu öyküde konu taziye. Meralle olan sahnede Sevim Abla belirince öykünün kasveti dağılsın istedim. Meral konusuna da yeterince bölüm ayırdım gibi düşünüyorum. Ama senin hissettiğini hissetmedim değil.
Yan karakterler içinde en baskını Sevim oldu.
Uyarın için teşekkür ediyorum. Selamlar.
Kurgu, diyaloglar hepsi ayrı keyif ama müsaadenizle beni en çok etkileyen kısmı paylaşarak edebi lezzetini paylaşmak isterim sizinle. Yazarın saklı durduğu o anda anlattıkları öykünün dışında yeni bir dünya kuruyor okura :
"Zaten babaannem hep der “senin karnında tutamadığını el hiç tutamaz” diye. Sır bu. Yakıcı, gıdıklayıcı velhasıl rahatsızlık verici. Duydun mu, aktarmadan rahat edemezsin. Tatlı yara kaşıntısı gibi bir şey. Kimsenin bilmediği bir sırrı aşikar etmekteki haz ne uykuda var, ne yemek içmekte. En edeplilerin bile kim bilir kaç kere dilinin ucuna geliverir bildiği bir sır da, yutuverir bir daha geri."
Yakaladığınız bu labirent çok ümitlendiriyor okuru.
Tebrik ve sevgi saygımla...
Aynur Engindeniz
Ayrıca sizi öykülerimde görmek de mutluluk verici. Teşekkür ederim. Sevgiler, saygılar.
yine ölü kokuyor her yer
.
evin neşesi derlerdi
deliydi
foraydı göğüsleri
ama çılgındı mahalleden geçerken
mahalle çılgındı ona
.
sevgiler
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Uzunluğu da kıvamındaydı. Okuyanı öyküye çekiyordu.
Anlatım yormadı. Kolayca okudum.
Kurgu da çok çok güzeldi.
Tebrikler.
Aynur Engindeniz
Eksik olmayın.
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Aynur Abla bu öykü gerçekten çok güzel olmuş valla bi solukta okudum..
Aynur Engindeniz
Ama artık senin yazıalrını da bekliyorum bilesin.
ilknur kotan
Yaşamın kurgusal salınışına ruhunun ve o katıksız duruşunun rengini de ekliyorsun...
Ve doyumsuz bir şölen çıkıyor her çalışmanda...
Kutladım yine güzel dostumu...
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum, sevgiler benden.
AYSE 09
yokmu bu zehir ve zehirleyenler
sağ ol bitanem açıkladığın için sevgimlesin
Aynur Engindeniz
Ben pek içaçıcı öyküler yazmam genelde ama, böyle düşünmeniz beni mutlu ediyor.
Saygılar, selamlar.
Öyle merak ediyorum ki öyküleriniz kurgu mu, yaşanmış şeyler mi? diye.
Kurguysa bu müthiş bir hayâl güçü, yaşanmışlıklarsa müthiş bir gözlem, hâfıza ve aktarım.
Her hâlukâr da kutlarım.
Sizi okumayı seviyorum değerli yazarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum daima motive eden sözleriniz için.
Saygılar.
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Kemnur
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Kemnur
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum, sevgiler.
Yorum...Sahi ne yazabilir, nasıl bir yorumla içimin kıyılarına vuran bu dalga seslerini yeni bir sesle aktarabilirim dışıma...Ne diyebilirim bu muhteşemlik karşısında ben?
Yaşamın gerçeklerinden, yaşanmışlıklardan yola çıkarak kurgulanan bu sımsıcak, bu acıyı, kederi, erinci, ürküyü , özlemler kadar öfkeleri, ayrılıkları , kavuşmaları da içinde harmanlayan öykülerin başarılı kalemine saygı ve dostlukla...
Aynur Engindeniz
Bir okyanusun ters yüz ettiği çocuğum ben. Kıyıya vurmuş balık gibi... İmdadım ve dualarım hayatta kalabilmek içindi ta ki... unutana kadar. Ama unutuktan sonra çocukluk bitiyor bir iskemlenin ayaklarını dinlerken. Gıcırtısında yaşlandığımı hissediyorum ta ki... bir gözlüğüm olana kadar. Ama onu da kırdıktan sonra günlerin aleladeliği son buluyor. Bir mucize arıyorum şimdi ve yıllar sonra. Her güne aynı umutla uyanıp hiç bir şey olmamış gibi yatağa uzanmak zor değil. Seviyorum sevmediğimi söylerken bile daha fazla seviyorum hayatı. Bu söyleyebildiğim en büyük yalandır dudaklarımın tavanına asmak için yakıştıramadığım. Yer bulamıyorum, eskiciye mi vermeli yoksa?
Yine alıp götürdü öykünüz beni. Sizi okuduktan sonra öyle çok dağılıyorum ki...Tebrikler.
Aynur Engindeniz
Siz dağılıyorsunuz... Ben toparlanıyorum yazılarınızda :))
Saygılar...