Mevlana ve Ney
İnsanlarla ortak kaderi paylaşan ney’in ortaya çıkışı ve onlar tarafından keşfedilişi hakkında Mevlevî kaynaklarda şu temsîlî hikâye nakledilir:
Peygamber Efendimiz Allâh’ın kendisine ihsan ettiği esrar ve hikmet denizinden bir damlasını ilmin kapısı Hazret-i Ali’ye de emânet eder ve:
“–Bu sırları sakın ifşâ etme!” diye sıkı sıkı tenbihler.
Hazret-i Ali kendisine bırakılan bu emânete tahammül edemez altında iki büklüm olur. Sahralara düşer.
Yüreğinde sakladığı esrarı bir kör kuyuya döker. Vaktolur kuyu suyla dolup taşar.
Kuyudan taşan bu sular çevresini zamanla bir sazlık hâline çevirir ve burada kamışlar biter.
Bu sazlığın rüzgarda hoş nağmeler çıkardığını farkeden bir çoban bunlardan bir tanesini keser ve ondan “ney” yapar.
Fakat ney’den çıkan bu ses o kadar içli ve yanıktır ki herkes bu sesin derin duygulu ve yakıcı nağmelerine meftûn olur.
Onunla ağlar onunla gülmeye başlar. Çobanın ünü kısa zamanda yayılır ve Arap kabileleri bu çobanı dinlemek için etrafında toplanmaya başlarlar.
(Ahmed Eflâkî Âriflerin Menkıbeleri II 440)
İşte Mevlânâ’nın Mesnevî’si kulaklardaki bu hoş nağmelerin ve taşıdığı esrarın yazıya dökülmüş şeklidir.
Bu yüzden Mesnevî’yi okuyanlar mânâlar içinde derinleştikçe pek çok esrar ve hikmet ihtiva ettiğini ifâde etmek mecbûriyetinde kalmışlardır.
Engin bir deryâyı sadece bir damlada seyredebilen Hazret-i Mevlânâ her biri bir damla mâhiyetindeki bu beyitlerde âdeta birer deryâ hattâ okyanus sergilemektedir.
Bu kadar derin mânâlar ve hikmetler ihtivâ ettiği hâlde Mevlânâ sırrını arzu ettiği tam anlamıyla ortaya dökememenin feryadı içindedir.
Bu istikâmette Mesnevî’nin ilk muhatabını düşünerek bir keresinde:
“–Ben bu Mesnevî’yi Hüsâmeddin’e göre yazdım!” demişler; bir keresinde de:
“–Ben Mesnevî’yi öz olarak yazdırdım. Eğer esrar ve hikmetleri biraz daha açık edecek olsaydım onu kırk merkep zor taşırdı.
” buyurarak Allâh’ın ilim ve hikmet denizinin sonsuzluğunu işaret etmişlerdir.
Mevlânâ âşığı bir mütefekkir ondaki gönül hâllerin anlaşılmasında insanların ekserisinin acziyet içinde olduğunu ifâde ederek şöyle der:
“–Biz Mevlânâ Celâleddîn’in vecdinin feryatlarını dinledik. Daldığı huzur denizinin derinliklerini görmemize imkân yok.
Denizin tâ dibinden sıyrılıp suyun yüzüne ne vurdu ise onu görüyoruz. Biz Hazret-i Mevlânâ’nın aşkını değil sadece aşkının dile gelen
feryatlarını elde ettik. Peltek dilimizle anlatmaya çalıştığımız bütün bundan ibâret. Huzur denizine yalnız o daldı.
Bize aşkının fırtınasından çıkan sesler kaldı. Heyhât! Onu Mevlânâ zannediyoruz.”
Mevlânâ hazretleri “Ney”in insanların kalplerine göre farklı tesirler meydana getirdiğini yine onun dilinden şöyle anlatmaktadır:
“Ben her cemiyette her mecliste inledim durdum. Kötü huylu olanlarla da iyi huylu olanlarla da düşüp kalktım.
Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu. Fakat içimdeki sırrı araştırmadı.”
Mevlânâ hazretleri başka bir beytinde kendi sırlarını paylaşabileceği kâmil bir insan arayışını şöyle dile getirir:
“İçimi dökecek beni anlayacak bir kişinin hasretiyle gidiyorum!..”
Nilgün Kurt/GÜMÜLDÜR
YORUMLAR
“Ben her cemiyette her mecliste inledim durdum. Kötü huylu olanlarla da iyi huylu olanlarla da düşüp kalktım.
Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu. Fakat içimdeki sırrı araştırmadı.”
Ne anlamlı bir yazı bu arkadaşım; ah o sırlar ah o sırlar... Kim bilir neler neler gizli anlatılamayan gizlerde.
Araştırılarak yazılmış güzel bir yazı, tebrikler sevgili Nil.