15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2469
Okunma

Zehra, elinde üzüm tabağı odaya girdi.
“Üzüm getirdim sevgilim, biraz mola ver de üzüm yiyelim.” Dedi gülerek ve Mete’nin tam karşındaki divanın masaya en yakın yerine oturdu. Mete, parçalayıp masaya yaydığı bilgisayar kasasını tamir etmeye uğraşıyordu. Kasanın parçaları masanın üzerini doldurduğu için üzüm tabağına güçlükle yer buldu. Zaten sık sık bozulan bu bilgisayar sayesinde tanışmıştı Mete ile.
Zehra, otuz beş yaşlarında, sarışın, uzun boylu, çilli bir bayandı. Çocukken çillerine takmış, geçirmek için denemediği krem kalmamıştı ama büyüdükçe çillerinin yüzüne ayrı bir güzellik kattığına inanmaya başlamıştı. Ya da kabullenmekten başka çaresi yoktu. Kabullendi. Özel bir şirkette muhasebeci olarak çalışıyordu Zehra.
Bütün çabalarına rağmen bir türlü rayına oturtamadığı evliliğini bitireli iki yıl olmuştu. Çocuğu yoktu. Boşandıktan sonra, ailesinin bütün ısrarlarına rağmen onlarla birlikte oturmayı kabul etmemişti. Çünkü eş olarak seçtiği kişiyi kendilerine uygun bir damat adayı olarak görmeyip kabullenmemiş, evliliğine hep karşı çıkmıştı ailesi. Şimdi, “Ben anlaşamadım, geri geldim.” Demek istemiyordu. Başına kakacaklarını adı gibi biliyordu. O yüzden, kendi evinde, kendi kazancıyla kavrulup gidiyordu.
Mete, kumral ve orta boyluydu. Zehra’dan iki yaş küçüktü ve o da eşinden ayrılmıştı. Mete’nin üç yaşında bir kızı vardı. Hâkim, kızını eşine vermişti ayrılırken.
Mete’nin, kendisine ait küçük bir bilgisayar dükkânı vardı. Dükkânında hem tamir yapıyor, hem de küçük çapta satış yapıyordu.
Zehra, bozulan bilgisayarının kasasını kucaklayıp tamir için getirdiğinde bu dükkânda tanışmışlardı. O günden sonra, gerek telefonla, gerektiğinde dükkâna gelerek sık bozulan bilgisayarını tamir ettiriyordu. Aslında bilgisayarı çoktan miadını doldurmuştu ama Zehra tutumlu biri olduğu için yeni bilgisayar almıyor, eskisiyle idare edebildiği kadar idare etmeye çalışıyordu.
Paranın zor kazanıldığını ve kolay harcanmaması gerektiğini ta çocukken öğrenmişti. Evde, kendisinden başka dokuz kardeşi vardı ve her şeyi idare ile kullanırlardı. Kahvaltıda, babası, zeytinleri sayarak, peyniri eşit şekilde paylaştırır, kimsenin hakkı kimseye geçsin istemezdi. Zehra, disiplinli bir çocukluk yaşamış, elindekini paylaşmayı pek öğrenememiş ama elindekiyle yetinmeyi çok iyi öğrenmişti.
O gün yine telefonla yardım istemişti Mete’den ama arızanın ne olduğunu bir türlü anlatamıyor, sadece;
“ Ekran kapkara oldu, ne yaparsam yapayım bilgisayarı açamıyorum.” demişti.
Mete, “Bu iş uzaktan uzağa olacak gibi değil canım, en iyisi ben sana geleyim. Hem seni de çok özledim.” Demişti gülerek.
Zehra, masaya koyduğu üzüm tabağına ikide bir uzanıp, kopardığı taneleri ağzına atıyordu ama Mete, tek tane koparıp ağzına almamıştı henüz. Oysa üzüm salkımı yarı olmuştu.
Zehra; “Canım, bak üzüm bitiyor, biraz işine ara verip sen de yesene.” Dedi ve ağzına birkaç tane daha attı. Mete, elindeki tornavidayı bırakıp salkımdan özenle seçtiği taneyi kopardı ve Zehra’ya doğru uzatıp; “Aç ağzını canım.” Dedi. Zehra çok şaşırmış ve utanmıştı. Mete’nin uzattığı taneyi güçlükle yutmuştu. Deminden beri kendi yediği halde bir tane bile Mete’ye uzatmamıştı.
“Neden böyleyim ben? Beni bu kadar bencil yapan şey ne olabilir?” diye bir süre düşündü. Yüzü kızarmıştı. Hayatında hiç kimse onun ağzına tek lokma uzatmamıştı. Eli ekmek tuttuktan sonra kendi karnını kendi doyurmuştu hep. Gözlerini yere dikmiş öylece düşünüyordu.
İlk eşi çok bencil biri idi. Ne bir komşuya bir tabak yemek vermesine müsaade eder, ne de Zehra’ya, ufak tefek hediyeler alıp gönlünü almayı denerdi. Zehra, insan yerine konmamış, özgüveni kaybolmuş, sürekli horlanmış biri idi. Şimdi Mete, karşısına geçmiş ve kendisi yemeden Zehra’ya uzatmıştı ilk taneyi. Şaşkındı Zehra. Nasıl davranacağını bilemeden üzüm salkımına saldırıp bir avuç kopardı ve Mete’nin ağzına doldurmaya çalışırken Mete, Zehra’nın elini tutarak ayağa kalktı. Kollarını açıp genç kadını sevgiyle sardı. Öptü öptü öptü… Yavaşça kulağına eğilip;
“Paylaşmak güzeldir sevgilim.”
25.07.2011/ Emine UYSAL