- 2346 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
SADİST
SADİST
Roman yazmak arzusu ile yanıyordu fakat elinde ki konu çok geniş ve dağınıktı. Günlerdir düşünüyor ama nereden başlamak gerektiğini bile kestiremiyordu. Önce notlar alıyor sonra bilgisayarına geçiyordu. Salonu yırtılıp atılmış kâğıtlarla dağınık görünüyordu. Yeni bir sayfaya başladı. Sigarasının dumanını eli ile dağıttı. Olmayınca söndürdü.
Roman: Cennet Klinik
Beğenmedi ismini; o kâğıdı da buruşturup geriye fırlattı. Yüzlerce isim içinden Sadist de karar kıldı. Bu sefer de kahramanlar kafasını karıştırmaya başladı. Kimden nasıl başlamalıydı? Çocuk doğurmaktan sancılıydı bu iş. Öfleyip püflüyor hop oturup hop kalkıyordu. Yeniden başlıyordu.
Roman: SADİST
Konusu: Değişik şekillerde cinayet işleyen bundan büyük haz duyan yarı deli birinin öyküleri ve romanlaşması.
Baş kahraman: Cihan Net ( Cinnet )
Cinnet cerrahtır. Ölümle sonlanan dört ameliyat sonrasında kusurlu bulunarak meslekten ihraç edilir. Çok zengin bir ailenin tek çocuğudur. Fabrikatör baba Cinnet’e büyük bir hastane açar. Doktor olmasa da Cinnet hastaneyi arkadaşlarının yardımı ile işletmeye başlar.
Hastane aslında özel bir psikiyatri kliniğidir. Her şey gayet nizamidir ama bir cerrah neden psikiyatri kliniği açmıştır babası da anlamamıştır. Buradaki görevlilerin değişik ruh hastalıkları vardır. Ortam uygun oldukça ortaya çıkmaktadır bu haller.
İki ruhlular, psikopat ve sadistler vardır burada. Şizofrenler bile vardır personel arasında.
Ankara’nın göl ve çam manzaralı, biraz izbe ama güzel bir beldesindedir bu klinik. Adı Cennet Klinik’tir. Cennet’te her şey normal gözükmekte ama normal seyretmemektedir.
Torpil ile işe giren Sadi bunu Yavaş yavaş kavrayacaktır. Bütün elemanları yatılıdır. Hemen herkes kimsesiz ve garibandır burada. Personel de hastalar gibi tek düze bir hayat yaşar burada. Yüzleri pek gülmez. Cihan Net’ten de ölümüne korkarlar. Psikopat olan Cihan Net kadın meraklısı ve asabidir. Hoşlandığı kadın olunca; hasta, hemşire, hizmetçi olması fark etmez. Ayranı ve Adana şiş’i çok sever. Kırk yaşındadır. Hastanesinde kısa sürede tedavi olup giden yok gibidir.
Çoğu hasta sahipleri; hastalarını başlarından atıp onları arayıp sormaz olmuşlardır. Cihan Net kızgındır bu hasta sahiplerine.
Hastalarını ailelerinden intikam almak için şartlamaya başlar. Burada bir intikam timi kurar. Eğitimini başarı ile bitirene İtilmiş Canlar Tugayı üyeliği verilir. Yeminli ve inanmış bir avuç yarı delinin oluşturduğu İCT’nin başına Sadi Türk’ü getirir.
İkinci Baş Kahraman: Sadi Türk; yirmi iki yaşında Reze’li bir delidir. Bakırköy’de üç yıl tedavi görmüş ama faydasını bulamamıştır. Gel-git akıllıdır. Bazen normal bir insan bazen de seri katil olmaktadır. Hastaneleri mabetleri olmuştur. Son sığınaklarına ölümüne sadıktırlar.
Başkent İstambul’da bu kadar güzel bir imkana sahip olamayacaklarını düşünüyordular ve İCT kurallarını kabul etmiştiler. Neydi bu kurallar?
İspiyon ve ihanet yoktur.
Yardımlaşmak mecburidir.
Karasızlık anlarında Sadi’ye danışılacaktır.
İşlenilecek cinayetler önceden İCT’de konuşulacaktır.
Cinayetten önce ve sonra oylama yapılacaktır.
Sonraki oylama, en kusursuz ve en vahşi cinayeti işleyeni onurlandırmak için yapılmaktadır.
Yakalanan deli rolü yapacaktır.
Gerekirse intihar edilecektir.
Cinayeti işleyecek isim günün kahramanıdır. Tiyatro olan hayatta o gün o başroldedir. Cinayet nedenini ve nasıl işlediğini anlatacaktır.
Öldürmek şart değil ama 10 üzerinden yapılan oylamada ölüm eylemi beş puandır.
Samimi insanlar öldürülmeyecektir.
Ekip çalışması istenebilir.
Cihan Net Kuralları koyar ve kaldırır. Neden göstermez. İtiraz edilemez. Asiliğin cezası da ölümdür.
Cennet Klinikte 60 personel vardır. 10 doktor ve 10 hemşire bulunur. 40 yardımcı eleman vardır. Dört katlı klinikte 8 de güvenlikçi bulunur. İki yüz’e yakın da hasta vardır. Yarısı kadın ve vücutça sağlıklıdır.
Traşını olup elbisesini giyinen Sadi Cinnet’in yanındadır. Saygılı duruşunu bozmayan Sadi aldığı her komutu başı ile onaylıyordu.
Cennet’in evrak yükü Serap sekreter ve muhasip İbrahim efendideydi. Bunlar çok titiz çalışan iş kolik iki insandı. Sadi’den sonraki yetkili kişilerdi. Doktorlar ve Baş Doktor Sinan Bey dahi bu hiyerarşiye uyardı.
Hasta ziyareti olmayan bu hastaneye yakını olmayan yarım akıl bir genç kadın daha bırakılmıştı bu gün. Kadın isterikti.
Erkeklere kural tanımaz bir zaafı vardı. Enişte, kayın fark etmezdi onun için. Her erkeğe hemen sırnaşır ve sahip olurdu. Kendisini kliniğe yetecek kadar güçlü hissediyordu. Gönüllü sekse sınır konmayan bir yere geldiğini bilmiyordu henüz. Sadece hamile kalmak yasaktı.
Cinnet soruyordu Sadi’ye:
- Seni neden bunca yetkili kıldım dersin?
- Siz bilirsiniz efendim.
- Konuşmayı sevmediğin ve çabuk öğrendiğin için.
- Minnettarım efendim.
- Kaç kişiyi öldürdün?
- Altı kişi efendim.
- Yedi yazıyor dosyanda.
- Belki de öyledir efendim.
- Kaç kişiyi daha öldüreceksin?
- Kardeşimi, sevdiğimi ve siz kimleri isterseniz efendim.
- Bir isteğin var mı benden?
- Hayır efendim. Şey… Benden önce odanıza giren yeni gelen kız dışarı ne zaman çıktı?
Zevkten ezilip büzülen Cihan Net eli ile masanın altını işaret etti.
Sadi masanın yanına dolaşıp Cinnet’in duruş açısı ile masanın altına baktı. Anadan üryan isterik kız Cinnet’in dizlerine çökmüş tahmin ettiği şeyi yapıyordu. Sadi utanarak saygı ile geri çekildi ve çıkmak için müsaade istedi.
İtilmiş Canlar Tugayı üyeleri ruh hastasıydı. Sapkın, Sadist, katil düzene ve dışarıdakilere kinliydiler. Karadeniz’de bu tür insanlara ubu denirdi. Her melanet gelirdi bu tür insanlardan. Ubu’lar Şerli şeytan’ın hizmetindeydiler.
İCT üyeleri faaliyetlerini başarı ile sürdürüyordular. Bu şerli ubular en iğrenç ve en korkunç cinayetlerle gururlanıyordu. Kusursuz cinayet yarışmaları yapıyorlardı. Deliyor ya da kesiyor ve her cinayet sonrası izleri yok edip Cennet gibi bir yerde kurulmuş olan kliniğe geliyorlardı. Cinayet sebebinde haklı olanlar da vardı ama çivi, matkap, makas ve hayvanlar ile vahşet yaratılıyordu.
Toplumsal kargaşa yaşanan bir ortam vardı ve polis cinayet çözmekte aciz kalıyordu.
Akşamki toplantıya Sadist; çay toplama makası torbasındaki kardeşine ait kesik baş ile gelmişti. 10 Tam puan ile onurlandırılmıştı.
Cinayetler dâhiyane ve acımasız yöntemlerle sürüp gidiyordu.
Sapkın bir ahali oluşmuştu bu tatil köyünde. Erkeğine Kuka dişisine Kaku denirdi.
Köle ruhlu ve edilgen karakterli silik kişiliklerdi. Hipnozlu gibiydiler. Aslında kuka ve kakular toplumun da her kademesinde vardılar. Her yerde, her konumda ve kişilikte karşımıza gelebilirdiler. Yani hayli çoğalıp dağılmışlardı. Ailelerimize bile sirayet etmiştiler. Bir avuç liyakatli insanı da bozuyorlardı ya da dışlıyorlardı. Ubularla iyi anlaşır ve diğer insanlardan çok severlerdi. Her Kaku ve Kukanın içinde bastırılmış bir Ubu yatardı. Ruh âleminde; kaku ve kukalarla Ubuların gel gitleri olurdu.
Sapkın insanların barındığı ve sadece bir külotla ya da anadan doğma gezdiği topraklar ne yazık ki; Antalya denilen İslam coğrafyasında yer alıyordu.
İsterik kız da bara yaklaşmış içki almak üzereydi.
Barmen dâhil herkes çırılçıplaktı. İsterik kız; kırmızı şarabını yudumlarken yaşlı barmeni kesiyordu gözleri ile. İkinci kadehten sonra kendini yaşlı barmenle duşun altında buldu. Doyasıya seks yaptılar. Barmen küvet sefası yaparken kız saçlarını kuruladı ve cep telefonu kamerasını açtı. Çalışır vaziyetteki saç kurutma makinesini su dolu küvete attı. Çarpılırken çırpınan barmeni telefonun kamerasına kaydetti. Uyuşturucu trafiğinde katledilen ablasının intikamını alarak kliniğin yolunu tutmuştu. İşin ilginci çoğu zaman katillerin de çok haklı gerekçeleri oluyordu katil olmak için. Öldürülen her zaman masum olmuyordu.
İsterik kız artık Cihan Net’in gözdesiydi.
Büyük başarılar hayret verici zor ya da aykırı hamleler gerektirir. İmkânsızlar çoğu zaman imkânlı, doğru sanılan yanlış olabilir. Kendi sorularına olumsuz cevaplar verene kadar denemek lazımdı.
Cemil; değmez kelimesine sinir oluyordu. Küçük şeyleri takıntı yapardı.
Cemil de Romanın Beş ya da altıncı sayılabilecek kahraman karakterlerinden biriydi.
Hayatını küçük şeyler mahvetmişti. Çocuklarının ölümü ve kazalar ile işinden kovulması da küçük küçük şeylerden doğmuştu.
Lagar kapağı çalınmasa kızı boğulmayacaktı. Sarhoş araba sürülmese karısı ve oğlu trafik kazasında ölmeyecekti. İntikam kayıplarını yerine koymamıştı.
Kapak hırsızını ayağından lagar’a sarkıtıp boğmak vahşi olabilirdi ama yetmemişti. Çünkü kızı on, hırsız kırk yaşındaydı. Cinayet gibi kaza yapan sürücüyü arabasında yakmıştı ama bir can daha alacaklıydı ondan. Kendinden iki can gitmişti. Emekleri yok eden patronunun karısına tecavüz edip yüksek bir fidye karşılığında salmıştı. Gönlü kötülüğe doymuyordu artık.
Cemil’in yolu da Cinnet Kliniğe düşüyordu. Hademe olarak işe alınmıştı bile. Sadist’in klinikte olmadığı bir gece Cemil Başhemşireyi izlemeye aldı. Bir hastayı terslediği için Nuran Hemşireyi boğarak öldürdü Cemil. Bu da faili bulunamayan bir cinayet olarak kalacaktı.
Sadi; dört Azeri katili ikna edip define aramaya çıkmıştı. Laşut dağı eteklerinden Kanlı boğaza geçerken yemek molası verirler. Kanlı boğazdan Cinli ırmak boyunca yamaç tırmanırlar. Sis bastırdığı bir sırada usta saldırılarla katilleri yok eder Sadi. Sebebini sadece kendi bilecektir beklide. Ya da romanın sonuna doğru müthiş bir finalle bağlanacaktır Azerilerin ölüm nedenleri.
Roman bu şekilde kafada ve taslak kâğıtlarda şekillenip bilgisayar ortamında notlar alınırken yazar sıkıldı ve yıkanmak istedi. Banyoya girdi.
Kafasındaki karma karışık taslaklarla banyoya girdi. Su, başından aşağı döküldükçe beyni yıkanıyordu. İki roman yazacak kadar malzeme bir anda suya karışıp vücudundan aşağıya doğru akıyordu. Kelimeler suyun üzerinde ayaklarından süzülüp süzgece doğru gidiyor ve kayboluyordu.
Panik içinde banyo yapmaktan vazgeçiyordu yazar.
Sadece şortunu giyip bilgisayarına koştu. Konuyu ve kaldığı yeri hatırlamıyordu. Zihninde Albızlar dolaşıyordu. Albızlar dönek ve hainlerdi. Fikirleri birer Albız adama dönüşmüştü. Tam konuyu yakalarken bir fiske vurarak kurgu sisini dağıtıyordular.
Kukalar geldi yazarın aklına. Köle ruhlu insanlardı. Hipnozlu tiplerdi. Bir ahir zaman insanıydılar. Kolay yönlendirilen koyun sürüsü gibiydiler. Ve bunların lideri olan Kitipiyoz’u hatırlıyordu.
Yazar sevinir gibi oldu. Fakat sonrası yok oldu bir anda. Yine boşluk. Yine boşluk. Kitipiyoz’un atı Koncoloz yazarın boş beyninde dolaşmaya başlamıştı. Bir görünüp bir kayboluyordu.
Zihninin derinliklerinde Cazıya hizmet eden Germekoçiyi gördü bir aralık.
Romanında çok önemli yer tutacaktı bu yaratık. Cinlerin lideri de kısa sürede Albızların bir fiskesi ile dağılan sise dönüşüyordu.
“ Ah albızlar.
Ah lanet yaratıklar.” Diye inledi yazar.
Başını ellerinin arasına alıp masasında düşündüğü sırada birden ürperdi.
Düzensizliği düzen kılmak isteyen şer; sistemleri ve kötü niyetli tarikatları yöneten en yüksek yönetici – yetki sahibini görmeye başladı zihninde.
Üstün güçleri olan Şeytan’ın kötü ruhlu hizmetkârı Cazı idi bu. Orta yaşlı bir dişiydi. Çok da seksiydi. Hep kötülük ve kötülerden ibaret miydi romanı?
Neredeydi Zencel’i?
Zencel?
Evet evet. Zencel’i de hatırlıyordu.
Her şeyi emen zifiri karanlıktı. Bu karanlığa lazer bile işlemezdi, aydınlatamazdı. Silip süpürürdü karanlığı ile örttüğü her şeyi. Fenalıklardan iz bile bırakmazdı geriye. Ne zaman ne yapacağını Reisten emir alırdı.
Bir de libad vardı romanında. Lazerden bile güçlü aydınlık kaynağıydı. Güneş gibi kör ediciydi. Zencel’in zıttı idi, gözleri de aletleri de kör ederdi. Kâinatın en güçlü ışığı bir tek Zencel’e işlemezdi. Bir dirhem bile aydınlatamazdı karanlık Zencel’i.
Sesem isimli kartalları görür gibi oldu. Duyum eşiği üstü ve altı sesleri çıkarırdı bu kartallar. Ve her sesi emebilirlerdi. Çok güçlü manyetik sinyaller yayarlardı. Deve büyüklüğünde kartallar nasıl da nazlı nazlı süzülüyordular. Pekiyi bu kartalların görevi neydi romanında, işte onu hatırlayamıyordu. Hafızsı yıkanmış, emilmişti adeta. Emmeği hatırlayıp da Derman’ı hatırlamamak olmazdı.
Maddenin bile enerjisini emerek yapısını bozardı, kül gibi ufalardı her şeyi. Güç emerdi, güç verirdi. Derman da ferman gibi cinsiyeti olmayan meleklerdendi. Siluet halindeydiler. Net bir görüntü vermezdiler zaten.
Fernan’ı da hatırlıyordu az biraz. Yaratılmış her varlığın kılığına girebilirdi. Hareketli bir kaya, yürüyen bir ağaç, atlı araba, su, hava gibi.
Durdurur, dondurur, zamanla oynardı. An’ı kopyalardı. Tekrar yaşatırdı. Zamanın hâkimiydi.
İyi kahramanların hepsi sevimli değildi. Canem’i de hatırlıyordu hayal meyal. Ölüm planlayıcı idi Canem. Ölüm ordusunun komutanıydı. Milyonlara varan sayıda askeri vardı. Ruhani askerlere de komuta ediyordu. Askerleri de yetenekliydiler. Taş devri insanı görüntüsündeydiler. Asaları vardı silah yerine. Mermi gibi hızları vardı. Yüzlerce metre zıplıyorlardı. Her biri on Herkül gücündeydi. Ferman’ın da kendilerine katılması ile görünmezlik dâhil üstün güçlere kavuşuyordular.
Asaları sihirliydi. Suları kaynatıp yok edebiliyordu. Delinmez kalkan oluyordu. Asanın ucundaki ışın her kayayı ve metali delip eritebilirdi. Daha fazlası olmalıydı ama yazar hatırlayamıyordu. Bir başkahramanı olmalıydı romanın.
İtilmiş Canlar Tugayı ya da Sadist ile ne alakası vardı bu hatırladıklarının? Ne yazık ki; yıkanan cümleler arasındaydı cevabı. Sadi’den, İbrahim Efendiden ya da Cihan Net’ten Roman kahramanı olur muydu?
Reis’in yerini tutabilir miydi bunlar?
Reis de zihninin en kuytu köşesinde kalan bir kahramandı. Hepsinin komutanı olduğunu hatırlıyordu. Pekiyi Reis bunu hatırlayabilecek miydi bunca yıkanmış bellekle.
Reis; veciz konuşan, adalet için savaşan ve insana en çok benzeyendi içlerinde. Çok yakışıklı ve çok güçlüydü. Dünyadaki uyduruk kahramanların cümlesinin gücünden fazlaydı yetenekleri ve kudreti. Diğer adı Hızır idi.
Cazı ve Kitipiyozdan güçlüydü. Net Lacced’den bile güçlüydü. Onuncu Deccal olan Net Lacced ve diğer şer güçlere imtihan için kötülük yapabilme fırsatı tanıyordu belirlenmiş, bilmediğimiz bir vakte kadar.
Yecüc ve Mecüc ordularını yenerek kıyıma uğratan Reis 10. ve en büyük Deccal Net Lacced’i de Mekke de Kâbe kapısında geri püskürtmüştü. Hz. İsa’ya Allahın en cesur ordusunu Teslim etmişti komutanlık yapması için.
Cennet klinik gibi ne günah yuvaları vardı. Ne iğrençlikler ne haksızlıklar yapılıyordu yeryüzünde. Zaman kıyamete yaklaştıkça her şey mubah görünüyordu.
Çocukları 50, yetişkinleri 80 cm olan Yecüc ve Mecüc zürriyeti de insana benziyordu.
Allah; insanları, Cinleri ve Uzaylıları yaratmıştı.
Her şeyin hâkimi Allah bu aciz uzaylılara; vahşilik, teknolojik güç ve istila ruhu vermişti.
Geçmişte Dünyayı işgal edip zalim krallıklar kurmuşlardı. Reis’e emir gelene kadar Dünya da saltanat sürmüştüler. Hz. Hızır cümlesini savaşta yenerek geri püskürtmüştü.
Bu kötülükler neden çoğalmıştı?
Yoksa bu vahşi kavim tekrar dünyaya mı sızmıştı?
“ Hadi be!” dedi yazar kendi kendine. Alakasız olduğunu düşünüyordu. Kötülükler ve uzaylıların etkileri gülünç olmalıydı. Zaten insanlar suçu hep başkalarında aramaz mıydı?
Roman bitmeyecekti.
Konu kaybolmuştu çünkü. Yıkandığı için kendine kızıyordu yazar.
Uzayın derinliklerinde milyonlarca gemiden oluşan bir savaş gücü güneş sistemimize doğru yol alıyordu.
Komuta gemisinde Deccal’in sağ kolu Yel’in oğlu Ra Komutan olarak bulunuyordu. İkinci Ra komutasında kâinatın en büyük uzay saldırısı başlamak üzereydi. Planlar kusursuz, gemiler çok hızlıydı. Uzayın muhteşem güzelliğini çirkin şekilli fani icadı teneke yığınları bozuyordu.
Kısa sürede Dünyaya saldırı başladı.
Dehşetli istila orduları her beldeye arılar misali dalıyordu.
Yazar dışarıyı izliyordu perdenin aralığından. Elektrik ve su yoktu. Her yerde ateş, yıkım ve bağrışma vardı. İstila birkaç saatte tamamlanmıştı. Yer yer direnişler olsa da Dünya fiilen ikinci defa uzaylıların istilasına uğramıştı.
Yeni sistem kurulmuş İkinci Ra Tanrı kral ilan edilmişti. İnsanlar kul olmak zorunda bırakılmıştı.
Yazar şoktaydı. Romanında da hayalinde de böyle bir kurgu yoktu. Yoksa romana dalıp ona malzeme mi olmuştu? Romana dalıp çıkan yazarlara uyuz olurdu.
O bunları düşünürken kapısı büyük bir gürültüyle kırılmış ve 80 cm’lik eli silahlı kılıksız askerler kendisini ite kaka götürmeye başlamıştı.
Uzaylıların yıkıntılarını temizleyen ekibin içindeydi yazar. Nazik elleri su toplamıştı kazma kürek tutmaktan. Bu adamlar zalimdi. En ufak itirazda kül eden ışın silahı kullanıyorlardı. Sayıları çok olduğu için onları atlatmak mümkün olmuyordu. Kâbe’de ki direniş halen devam ediyordu. Büyük bir muharebe daha olacaktı yakında. Reis namazını bitirmişti ve Allah’tan yardım istiyordu.
Yazar ise; nerede Zencel?
Nerede Libad, Sesem, Derman nerede?
Nerede Ferman?
Ya Canem Nerelerde?
Karışık zihninde fırtınalar yaratıyordu. Daha sonra onların hayal olduğunu hatırlıyor ve üzülüyordu. Başı öne düşüyordu umutsuzca.
“ Hızır, evet; Hızır da mı hayaldi?” diye inliyor.
İşgal gerçekti oysa.
Acıyı hem ruhunda hem vücudunda hissediyordu. Acı varsa işgal de vardı. Ama Hz. Hızır yoktu.
Yazar tekrar yıkanmak ve bütün zihnini yıkamak istiyordu. Belki de işgal sadece zihnindeki bir paranoya idi. Fakat askerler buna fırsat vermiyordu. Artık hayatında sadece acı, çalışma ve yorgunluk vardı.
Mekke kapısındaki direnişten dünyanın haberi bile yoktu.
- Biri sizi görmek istiyor efendim.
- Şimdi olmaz.
Şimdi olmaz demesiyle gözleri yukarı kayıyor ve bir iki saniyelik titreme ile genleşme oluyordu adamda.
- Yok yok; hemen gelsin.
Gelen bilim adamından deve salyasındaki bir maddeden yapılan karışımın uzaylıları yok ettiğini ve bu sıvıdan çok olduğunu öğrenir Hz. Hızır.
Sorun bu sıvıyı uzaylılara bulaştırabilmektir.
Âlim’in evinde bir deneme daha yaparlar. Uzaylının eriyerek yok olduğunu görürler.
- Ferman; bu sıvıyı bütün uzaylılar bulaştırmaya çabala.
- Emredersiniz efendim.
Emri alan Ferman Yaratılan her şeyin kılığına girebildiği için Kısa sürede görevi yerine getirir. Yecüc ve Mecüc’ün orduları telef olur. Tanrı İkinci Ra da Telef olur.
Saldırıya katılmayan uzaydaki Yecüc ve Mecüc nesli ise kıyamete kadar içlerindeki vahşet ve üstün teknolojileri ile yaşar giderler. Onların bıraktığı karışık ortam sonrasında Dünyada üçüncü dünya savaşı da yaşanır ve çok acı çekilir. Çok kıyım olur.
Yazar uyandığında yatağında yatmaktadır. Sevinçten ağlamaya başlar. Her şey bir rüyadır.
Biraz sonra avuç içlerindeki sancıyı hisseder. Elleri yaralar içindedir. Üstü başın da esaret yaşarken uzaylıların verdiği pis iş giysileri vardır.
Camdan dışarı baktığında yıkıntıyı görür.
Kapısı da halen kırıktır.
Bilgisayarında tüm veriler kaybolmuştur.
Televizyonun dili aynı ana yönetimler, düzenler ve sınırlar değişmiştir. Ne kadar köle kalmış olabilir ki?
Takvimde sadece iki gün kayıp görünmektedir. Bu nice iştir böyle?
Üzerini değiştirip tekrar yıkanır yazar. En temiz elbiselerini giyer ve dışarı çıkar. Yıkıntılar arasında günlük nafakasını aramak için gözden kaybolur.
Bir daha ne roman ne hatıra yazar.
YORUMLAR
Engin Tatlıtürk
Devamsızlıktan atmasınlar diye bir gerdan kıvırdım:)
Sayfama ziyaretiniz ve nazik yorumunuz mutlu etti beni.
Saygı, sevgi ve selamlar üstat.
Bana gayet akıcı geldi. Okumakta zorlanmadım. Aslında fena bir konu değilmiş. Gerçi çok nezeri var bu klinik vakaların ama yazar kendi üslubunca farklı bir boyut kazandırabilirmiş konuya. Ki öyküünün devamında mutlaka romanı bitirmiş halini görebilirdik diye düşünmekteyim.
Dolu dolu dönmüşsünüz aramıza.
Hoş geldiniz.
Saygılar.
Engin Tatlıtürk
Bir çok şekilde bağlamak mümkün olmasına karsın okuyucu kurgu yapsın istedim.
Mesela mükemmel cinayet dedim ama örneklemedim.
Biraz kısa biraz romandan farklı olsun istedim. Romanın doğum sancılarını hikaye tadında vermek istedim.
Bir şeyler verebildiysem ne mutlu.
Teşekkürler.
Sevgi ve selamlar.
Engin Tatlıtürk
Bir çok şekilde bağlamak mümkün olmasına karsın okuyucu kurgu yapsın istedim.
Mesela mükemmel cinayet dedim ama örneklemedim.
Biraz kısa biraz romandan farklı olsun istedim. Romanın doğum sancılarını hikaye tadında vermek istedim.
Bir şeyler verebildiysem ne mutlu.
Teşekkürler.
Sevgi ve selamlar.
Aynur Engindeniz
İyi ki tanışmışız:) dedim içimden paylaşımı bir solukta tüketince. Çok farklı bir anlatımınız var ve bir o kadar da ilham verci buldum sizi. Uzun bir yazı olmasına rağmen doyamadım ben:)) Tebrikler değerli kalem.
fatma tatlıtürk
Teşekkür ederim.
Saygılar.
Engin Tatlıtürk
Lütfen kafanız karışmasın.
Sevgiler.
Engin Tatlıtürk
Lütfen kafanız karışmasın.
Sevgiler.
Yazabilseydi serin yaz gecelerinin hatrına o yazar, belki de acıların diline ait bir soyluluk olacaktı sayfaları...
Değişik, hünerli bir yazıydı abicim....
Kafam dönsede bir ara, sona gelmeden acıyla karışık eğlencesini aldım gerçekten...
hürmetle..
fatma tatlıtürk
O KADAR BOŞLUKLARI OLAN BİR YAZI Kİ. Pek çok şeyle bağlayabilirdim.
Bir çok şey okuyucuya kalsın ve onda sonlansın istedim.
Yorumunuz önemliydi.
Teşekkür ederim.
Sevgi ve selamlar.
Engin Tatlıtürk
Kafan karıştı biliyorum.
Annemin şiirlerini düzenlemek için onun sayfasında gezerken yazıma yorumu fark ettim ve yanlış sayfada olduğumu unutarak yorumunuza teşekkür ettim.
Tabiatıyle annem teşekkür etmiş gibi oldu.
Tekrar özür dilerim.
Sevgiler.