- 781 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAMAK YAŞAMI TANIMAKTIR
YAŞAMAK YAŞAMI TANIMAKTIR
Sevgili dostlar;
Yıl 1993 ’tü ve aklıma bir düşünce takıldı; ’Çöz mikrobun sırrını, yere getir tüm dünyanın sırtını!’
Aradan geçen bunca yıl sonra geçerliliğini hâlâ koruyan bir düşünce diye değerlendiriyorum ve bu tümceye bağlı kafamda oluşan düşünce tabanını sizlerle paylaşmak istiyorum.
N.B.C. silahların alabildiğine geliştiği dünyada İkinci dünya savaşında dünyamız Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan iki küçük atom bombasının korkunç yıkımınının uzun yıllar belleklerden silinmeyen izlerini taşıyor insanlık hâlâ.
Olayın özü ’ATOMUN PARÇALANMASI’dır’.
Bir tarihte, ’maddenin parçalanamayan en küçük parçasına atom denir’tanımlaması geçersiz kalırken, küçücük atomların parçalanmasından ne büyük şiddetin ortaya çıkacağını, insanlık çok acı çekerek kavramış oldu.
Acımasızlığın arkasında yatan neden ise, ayakta kalmak, varoluş kavgası mı idi?
Bertrand Russel’in ’Din, savaş ve aşk üç akıl dışı eylemdir ’ tanımlamasına burada katılmamak mümkün değil. Demek ki insanlığı zaman zaman, aklın ve mantığın sınırlarının dışına taşan düşünceler de yönetebiliyor. Bu düşünceye sahip olanların felsefelerinin bir yaşam felesefesi biçimine dönüşmesinin gücü, aklın egemenliğini sıfırlamaya yetecek miydi? Bu soruyu çok sordum kendime? Side Arkeoloji Müzesi’nde antik çağdan kalma SFENKS HEYKELLERİ vardı; başı insan, vücudu aslan biçiminde tasarlanmıştı. Yani insan, hem insan hem hayvan olabilir miydi? Gezdirdiğim turist gruplarına bu heykelleri anlattıkça, kafamda kendime özgü bir bakış açısı da geliştirdim; ne zaman insan, ne zaman hayvan oluyorduk? Şöyle bir senaryo uydurdum:
Diyelim ki hava güzel ve güneşli, oltalarımızı aldık, iki arkadaş birlikte limana gittik ve bir kayık kiralayıp, denize açıldık. Balık avladık, sağ salim geri döndük ve balıkları paylaştık herkes evine gitti, afiyetle balıkları yedi ve karnını doyurdu, anında rakı ile de kafasını ayarladı bir güzel. Buraya kadar iyi.
Şimdi bir de tersinden bakalım; açılmışken denizde, birden deniz patladı, kayık küçük, tek can simidi var, cebelleşiyoruz azgın dalgalarla, kıyıdan hayli uzaktayız, batması kayığın an meselesi derken battı kayık, can simidini ikimiz birden yakaladık; öyle ya hayat memat meselesi, çırpınıyoruz kıyıya ulaşmak için, ama gücümüz bu azgın dalgalar arasında kıyıya ulaşmamıza yetmez, korku baş gösteriyor; içimde birden yoğrulmamış ilkel benliğim ’İD’ sesleniyor;’
’BAS TEPESİNE ARKADAŞININ, BOĞ ONU; CAN SİMİDİNİ ELE GEÇİR, YOKSA SEN DE ÖLECEKSİN!’
dışımda ’EGO’ sesleniyor;
’Ahmet gayret et, sen benden güçlüsün ya, simidi bana ver, sen yüzmeye çalış, olmaz mı, ölecem valla, takatim kesildi, ne olursun, haydi simidi bana bırak!’
’Süper egom’ dile geliyor, ama, süper egomu neredeyse, ben bile duymuyorum sesini ve azgın dalgalar arasında boğuluyor;
’Şaban acı arkadaşına, ikiniz birden işte şimdi maksimum gayreti gösterin, şimdi insan olma zamanı, örnek olmalısın, insancıl davranışınla; yardım et arkadaşına,sırayla mümkün olduğu kadar can simidini ortaklaşa kullanın, yüzemeseniz bile, biraz sonra sahil korumadan bir bot devreye girer ve yetişir; ikimiz birden kurtuluruz, yazık etme, kıyma arkadaşına, hem bu dünyada şerefsizliğinle her gün yaşıyacağına, birkez öl şeefinle öl, daha iyi, alnına insanlığına, onuruna leke sürdürme! At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.’
Evet ne buyurdunuz? Olur mu bütün bunlar; olur mu olur; son Mardin’de Bilge köyünde yaşanan kırktan fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylara ne buyrulur?
Bugün Domuz gribi başlıbaşına tüm dünyayı tehdit eden bir virüs, dün kuş gribi, daha evvelinde SARS virüsü, AİDS; nedir bütün bunlar? Sanki bana öyle geliyor ki; içimizdeki İD’in ürettiği yeni savunma silahları bunlar. Dünya nüfusunun hızla artışı karşısında doğal kaynakları başkalarıyla paylaşmaya tahammülü olmayan elitlerin, rakiplerine (karşıtları) karşı sürdürdüğü bir çeşit varoluş kavgası bence tüm bunlar. Bu savaşta bilime kapılarını tıkayan ve yeterli insiyatifi zamanında geliştirip, koruyucu tedbirlerini alamayan ve herkese bir can simidi dağıtamayan uluslar, açık denizde boğulup yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Ancak asıl mesele, DÜNYA KOCAMAN BİR KAYIK VE İÇİNDE İNSANLIK VAR; bunu kavramak en önemlisi... Yoksa hep birlikte bütünüyle batacak insanlık; sular yükselmeye başladı, neresinden baksanız su alıyor dünya... Küresel ısınma hiç de hay’ra alâmet değil, yaşam dediğiniz ne ki, buharlaşıp uçarız, sıcaklık artışıyla bir anda, o kadar...
Sevgili dostlar; burada noktalamıyorum, tartışalım istiyorum, laboratuvar virüsleri, virüslerin rezistans kazanması, insanlığın ahlaki erozyou, id, ego, süper ego, var oluş, yok oluş konularında; yaşamı nasıl üretebiliriz, nasıl çoğalır, hep birlikte var oluruz. Yaşamın kendi kendini üretebilme yetisi var, bunu açığa çıkaralım ki ecelsiz ölmesin insanlar?! Örneğin organ nakli, ya da menengiç ağacına çam fıstığı aşılanması, yaşamı üretme adına iki örnek yalnızca, ancak yaşamın sürdürebilir koşullarının nelere bağlı olduğunu, sosyolojik, kültürel, antropolojik, ekonomik , daha kısa ve öz, YAŞAMIMIZI ve YAŞAMIN TÜMÜNÜ, BİLİMSEL OLARAK ELE ALMAMIZ GEREKEN BİR ÇAĞDAYIZ...
Tüm insanlığa saygılarımla.
Şaban AKTAŞ
09.05.2009
Foto:Mikropların mikroskopta görünüşleri
ttp://www.carkcaddesi.com/forum/showthread.php?t=16837
YORUMLAR
Güzel, üzerinde düşünülmesi gereken bir yazı.
Bir de konuya iktisatçıların gözünden bakarsak; Dünya da kaynaklar kıt, ihtiyaçlar ise sonsuz.
Bu demektir ki, kıt olan kaynaklardan bir kısım insanlar faydalanabilecek bir kısım insanlar ise faydalanamayacak.
Faydalananlar bunu nasıl elde edecek? Tabii ki güç ile. Güçlü olan hayatta kalacak güçsüz olan hayatını idame ettiremeyecek.
Buradan yola çıkarsak, Dünya kaynaklarını ele geçirmek için verilen mücadele bitmeyecekmiş gibi görünüyor.
Her ne kadar hep birlikte daha uzun yaşayalım desek de uygulamada böyle olmuyor diye düşünmekteyim.
Yazınızı ilgi ile okudum. saygılarımı sunarım.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Dünyanın nimetlerinin paylaşımında güce dayalı paylaşımın ne denli yanlış olduğunu, yine doğa kendisi tepkisini koyarak, insanları, insanca barış içinde bir arada yaşamaya zorluyor.
Eğer doğru bakarsak doğanın tepkilerine; en son Japonya depremi ve bunun sonucu dünyamızın eksenini 10 cm. kayması, artık insanoğlunun yer kabuğunun doğal yapısını etklieyecek her türlü nükleer silahların denenmesininin kıyametler yaratabilecek sonuçlarının olacağını, maddenin parçalanmasının yarattığı nükleer tehlikenin bir yandan enerji sağlarken, bir yandan da tüm insanlığın sonunu hazırlayan sonuçlara varabileceğini gösterdi.
Demekki insanoğlu belli bir sınırda doymasını bilmeli, bilmez ise terbiyeci doğayı da karşısında, karşı konulmaz bir güç olarak bulabilecek. Bu çok önemli ve ince bir nüans elbette.
Dünyalılar bu nedenle silahlanma yarışından bir an önce vazgeçmeli, azla yetinmeyi öğrenmelilerdir.
Saygılarımla.