22
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2356
Okunma
- Durun ! bir şey unutmadınız mı beyefendi?
- Anlayamadım !
- Yüreğim diyorum. Yüreğimi bıraksanız giderken !
Hani aşk denizine dalarken ıslanmasın diye soyunup vermiştim ya size… Emaneten … Üşüyorum şimdi ! Oysa ne güzeldi deniz ben girerken. İpek bir çarşaf gibiydi yüzüme dokunan şefkati. Işıl ışıl güneş ısıtırken içimi ne de doyumsuzdu saçlarımı okşayan efil efil meltemin serinliği. Ama üşüyorum şimdi. Siz giderken karanlık çöktü birden. Dalgalar hırçın, dalgalar amansız dağlar kadar yalçın. Rüzgar acımasız artık. Nasıl da yanıyor lime lime kamçılanırken canım ! Şimdi ben, tüm güzelliklerden uzak, çırılçıplağım !
- Ben mi istedim yüreğini ? Kendin verdin yangından mal kurtarır gibi !
- Ne güzel söylediniz bakın ! Yangından kurtardım ben yüreğimi. Yalnızlık için için kavururken içimi, ben, sizde aradım umarımı. Dedim ki; en azından yüreğim uzak dursun külden, dumandan. Dedim ki; daha kötü ne olabilir ki şu yaşadığım andan. Yanılmışım. Yangından kaçarken, volkana atılmışım. Şimdi patlama öncesi sancılarla homurdanırken içim, lavlar fışkırıyor gözlerimden sicim sicim.
- Ağlama ! Unutursun.
- Ben sizi üç beş günde sevmedim ki kolayca unutayım. Ben dünyaya geldiğimden beri sanki size sevdalıyım. Bir ömre sığan bir bekleyişti bu. Ve bir ömre de sığmayacak sonu.
- Ama baştan söyledim ben sana. Senin gibi sevemem. Böyle vıcık vıcık, melankolik karasevdalara inanmam ben. Akla uygun gelmeyen hiçbir şeye yer yok hayatımda. Umudunu bağlama benim dünyama. Benim dünyam ıssız. Benim dünyam seyyah. Kendimi vurduğum gibi sırtıma, kapıyı çekip çıkabilmeliyim istediğim an.
- Ben düşünmüştüm ki … Belki bir gün severseniz beni … yani…nasıl anlatsam bilmem ki … beni de sırtınıza vurursunuz sanmıştım kendiniz gibi !...
- Saçmalama lütfen ! Ben kendimi zor taşıyorum şu lanet olası dünyada ! Bir de seninle mi yaşayacağım bunca eziyeti ?
- Aşk ; biriyle yaşamak değil, birinde yaşamaktır oysa ! …
- Bende yaşama da git kimde yaşarsan yaşa!
- Ahh ! Ne kadar da fütursuzca bir reddediş bu ! Nasıl bir umursamazlık böyle küstahça !
- Sen beni seviyorsun diye ben de seni sevmek zorunda mıyım ?
- Nereden biliyorsunuz sevemeyeceğinizi ? Denemediniz ki hiç !
- Çünkü …
- Evet ?
- Çünkü ben bir başkasını seviyorum …
- Neden onun yanında değilsiniz peki !
- O başkasına ait !
- Ve siz, vıcık vıcık, melankolik bir karasevdadan kıvranıyorsunuz karşımda öyle mi ? Yazık ! Ben de sancılarınızı dindirmeyi ummuştum kendime pay biçip . Beni bu azgın dalgaların ürpertici soğukluğuna atışınız bundandı demek . Azıcık da olsa oyalanmak . Sancıları unutuncaya dek !
- Buralara kadar gelmeyi sen istedin. Beni suçlama sakın !
- Yaa ! Peki, kabul . Ben istedim size sırılsıklam aşık olmayı . Ben istedim kasırgalarınızda savrulmayı. Ve elbette kendi irademle kabul ettim tüm bedenimi saran şu sıtmayı.
Gidin şimdi. Beni yalnız bırakın yalnızlığımla !
- Eğer … Dönersem, yine burada bulabilecek miyim seni ?
- Üzgünüm beyefendi !... Unuttunuz mu ! ‘’pamuk şeker’’ dim ya hani ben . Hani size teslim etmiştim gönlümü emaneten… Şu halime bir bakın şimdi. Erimiş bir yürek, ruhsuz, kaskatı bir beden. Söyleyin ne kaldı geriye benden ?...
- . . . . . .
- Suskunluk size çok yakışıyor ! … Issız bucaksız bir lahitte çığlık çığlığa bir ağıt gibisiniz !
Billûr çavlanlar misali çağlıyor ölüşleriniz !...
Azıcık da bana lûtfeder misiniz ! … E m a n e t e n ! …
.