- 958 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Ve Düşünmek...!
Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir. Albert Lipmann
Çok sevdiğim bir kitabım vardı. Bugün içini açtığımda, sayfalarının artık merkeze tutunamadığını ve teker teker düşmek için sıra beklediğinin farkına vardım. Önemli değildi esasında, yani tamir edilebilirdi ve ben her gün onunla yaptığım mülahazayı, sıkıntı çekmeden yeniden gerçekleştirebilirdim. Ama hayatta her şey kitabım gibi olmuyor maalesef. O kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz ki, kan revan içerisinde bentlerimizin arasına hayatlar sıkıştırıp, düşüncelerimizin ulaşması gereken yere ilerlemesine hep engel çıkartıyoruz. Düşlerimizin hayati kaynağı düşüncelerimize ilişkin sert ve zorba engeller, bizi birer yobaz yapmaktan başkada mana içermiyor. Kitabımı okuyabiliyorum, ama bir başkasının düşüncesini dinlemeye geldi mi, dayanamıyorum ve oradan bir an önce uzaklaşmak istiyorum. Oysa kitabımın sayfaları gibi, bizde Allah’ın yaratmış ve yazmış olduğu varlıklar değil miyiz? Üzücü bir durum!
Hilkatin atölyesinde en önemli dinamik düşüncedir. Düşüncenin tanım aşamasında benim için önemli olan izahı şudur ki: ‘İnsan beyninin anlık ve us yardımıyla nesnel evreni yansıtmak üzere oluşturduğu kavramlar, yargılar, kuramlar vb.’ Ne de güzel açıklama! Ama eksik bir şeyler var. Hayat zaten hep böyledir, hep eksik bir şeyler vardır hayatımızda ve eksik sandığımız şeyleri aramakla geçer zamanımız. Düşüncelerimizde bu kurala o kadar iyi alışmıştır ki, çocuk döneminden büyüyene kadar hiçbir insanımız tam olarak kendi düşüncesini yansıtabileceği bir platform bulamaz. Oysa insanın yaşama amacı, us yardımıyla beraber dünyada gördüğü ve duyduğu kavramlara ait beynin algılama yeteneğinin yaşanılabilir ömür zarfında inkişaf etmesini sağlamak ve bunu paylaşmaktır. Anca düşüncelerimize engel olan hep bir şey vardır, o da önyargılarımız. Düşüncesinin temel paradigmasında önyargılarımızın da etkisi şüphesiz fark edilir. Çünkü başkalarının savlarına ait refleks olarak kurulan cümlelerimiz, esasında bizim fikriyatımıza dair bürhanlar sunar. Bu kanıtlarında yaşamak denilen macerada bizi biz yapmasından başkada bir amaç ve gaye yoktur.
Her insan bir ışıktır, sestir ki, bunu biz fark edemesek bile! Yaşarken düşüncelerimizi saklama ve korkma ne kadar da aşağılayıcı bir durumdur, değil mi? Oysa kendimizce bir düşünce oluşturabilmek adına yıllarca didinip dururuz. Kitaplar eskir, yazarların bıkmadan yazıp duracağı külliyatlar oluşur. Daha bir olgunlaşan ilim meyvemiz ardınca, düşüncelerimizi yansıtamamak ve özgürce ifade edememek tamamen insanlık onuruna sürülmüş bir lekedir. Kitapların bir nevi yazılma sebebi de bu değil midir? Özgürce anlatmak, düşüncelerimizi paylaşmak ve de haklı bir sebebi olana kadar kendi savlarımızı savunabilme potasına yürüyebilmek! Bir gemi batmak üzere ilerlerken, neden batıyor diye düşünenlerin olduğu bir yerde, nasıl kurtulacağız düşüncesinin olması kadar ve de ‘Ölüyoruz, her şey bitti’ gibi düşüncelerine kadar çeşitli farklı düşüncelerin olması ne kadar da güzel bir durum! Ama bunu anlayabilmek içinde düşünebilmek lazım! Bize düşünmeyi unutturanlar utansın!
Başkalarının istediği gibi düşünmeye başladığımızdan beri yaptığımız tek şey; ‘Aldanmak ve aldatmak!’ Neden ama ne için birbirimizi kırıyoruz? Öncelikle materyalist bir ülke olma yolunda hızla ilerlediğimizi belirtmek lazım. O kadar çok para ile iştiyakımız var ki, parasız bir yaşamın olabileceği bir günü düşünmek dahi istemiyoruz. Çünkü biz zaten düşünmeyi unutmuş varlıklar olarak, başkalarının istediği gibi düşünmeye başlamıştık ve kendimiz için düşünecek bir ayrıcalığımızda kalmamıştır. Ahmet Hamdi’nin güzel bir sözü vardır düşünceler hakkında; ‘ Biz düşüncelerimizi çoğu zaman omuzlarımızda taşırız.’ Aynen de üstadın dediği gibi, ama şu vaziyette bu bir ütopya! Kendi düşüncesine tükürebilen ve kendi öz değerlerini düşünmeden satabilen insanlıktan beklenebilecek tek şey, kendi fikri dünyasını pislik atarcasına kirletmek ve bir daha yenilenmesini önleyecek kadar engel koymak! Son asrımızın en büyük yeniliği de büyük bir olasılıkla bu: ‘ Kendi düşüncelerimizi kendi ellerimiz ile öldürme!’ Peki, engel konulmuş ve sınırlandırılmış bir hayat içerisinde, nasıl olurda insanımız kendi düşüncesini koruyabilir? Tabi ki o değerine pisleyecek ki birisi merak etse dahi onu görmek için meraklı olmasın. Kokusundan dolayı uzaklaşıp, başka bir yana gitsin. Kendimiz için olmayan düşünce irdelemesinin ardınca, son yüzyılın en büyük hatası olan ve hala devam etmekte olan ‘Avrupalılaşma ve değerlerini inkâr etme!’ Ne de üzücü bir durum, yoksa sizin için değil mi?
Koca devlet yıkıldıktan sonra, geriye kalan ufacık Anadolu çevresinde bir kurulan devlet için yapılabilecek reformlar neler olmalıydı? Hiçbir insan bunu düşünmek istedi mi? Düşünen oldu, evet, hatta bu yüzden darağaçlarında binlerce İslam âlimi asıldı. Bunun sorgusu suali elbette ahrete kaldı, ama ya bizim için hala süregelen fikir hapsi, bu da mı önemsiz ve de bizim için gereksiz bir şuur çıkarsızlığı? İnanmak zor gerçekten ve inanılası gibi olmayan durumlar mevcut bu ülkede. Düşünmeden popüler kültürü takip etmeye ve de üçüncü sınıf yazarları takip etmeye çalışan insanlar, neden felsefeciler hakkında hala önyargılarını sunabilmektedirler? Evet, gelin görün ki, siz böyle bir konu açtığınızda, karşınızdaki ahbabınız hemen her şeyi bilme potası altına giriverir. Felsefeden bahsetmeye kalmadan, karşınızdaki insan felsefeyi seller sular gibi yalayıp yutmuştur. Tabi bu kendine göre bir analiz, kendince sayılacak bir olgu. Şematik olarak bu söylemi incelemeye kalksanız, ahbabınız size sinirlenip, yanınızdan kalkabilecektir. Hiç düşünmediğini ortaya koyan bu davranışı sonucu siz de içinizden şöyle diyeceksiniz: ‘Yahu şu ülkede düşünme özürlü mü herkes? Bir konu açıyorum, bilgi sahibiyim o konuda. Ama karşımdaki insan hemen o konunun piri oluveriyor ve kendi ufacık aklınla benim senelerimi verdiğim emeğimi yok sayabiliyor. Acaba yanlış nerede?’ Yanlış tabii ki, bizi bu hallere getiren paradokslara icazet sunuveren ve her nefesinde bizim akıl müfredatlığımızı yapmaya soyunan eğitim sistemimizde. Yıllardır okul okuyan gençler; kitapsız! Kitapsızlık, hayâsızlık ve düşünce özürlülüğü. Sevmek ve aşk artık yeni uygunluğunda eğilim bir düşünce abidesi. Az duymamışsınızdır: ‘Ben nice âşık oldum, hepsi beni filozof yaptı!’ Evet arkadaşım, seni kara cahil ve düşünmeyi istem dışı bir figür haline getiren insana benzetti. Aferin hepimize, aferin!
Cemil Meriç’in iki sözü benim için daima yol gösterici olmuştur. Çoğu zaman insanlar ile muhabbet kurma aşamasında, karşınızdaki insanın sizi aşağı durumda görme tepkisi ve birikimlerinizi küçümseyip, sizi cahil gösterme çabası, kalbinizi kırmış ve sohbetinizin sonraki aşamalarında sizin adınıza frenleyici bir etki olmuştur. Cemil Meriç’in sevdiğim iki sözünden birisi de bu duruma nasılda açıklayıcı bir parantez açıyor, ne güzel! Şöyle diyor üstat:’ Cemiyetle beraber hakikatlerde gelişir. Tek tehlike bunu kavramamak, kızıl şal görmüş İspanyol boğası gibi,, her düşünceye ve düşünen saldırmak: bu canım memleket bu yüzden bir cüzamlılar ülkesidir.’ Gerçektende böyle değil mi? Özellikle son zamanlarda medya ortamının büyüyüp gelişmesi, bizim cüzamlı halimizi ne de güzel ortaya koyuyor ki, izlemeyin de yanında yatın tüm programların. Bizim ülkemizde düşünceler şüpheden başlamak yerine, kendi gediklerimizi ortaya çıkartan sahiplenişlerimizden ortaya çıkıyor. Bir insan olgu olarak zıttıyla yaşaması mümkünken, çeşitli oyunlar ile bizden başka düşüneni kendi cemiyetimizden kapı dışarı etmenin ne tür açıklayıcı bir manası olabilir ki! Kendimizi hapsedilmiş bir avuntu içerisinde bulmaya devam ediyoruz. Kulaklarımızı tıkıyoruz ve hala tıkamaya devam edip, düşünce özürlülüğümüzü kanıtlama yolunda hızla ilerliyoruz. Tek yapmamız gereken ‘HER DÜŞÜNCEYE SAYGI’ iken, biz, kendi düşüncemize dahi saygı duymuyoruz ve başkalarının düşüncelerini hor görüyoruz. Ne güzel değil mi? Her gün ayrı bir düşünce faciası yaşıyoruz.
Geçenlerde muhalefet partilerinden birinden bir açıklama gelmişti. Bayan bir milletvekili önündeki notu okuyup, özerklik ilan ettiklerini açıklamıştı. Ülkemizdeki düşünceye saygı duymama aşamasını buradan çözümleyebiliriz aslında. Eğer ayrılık olmasa, kavuşmalar ve birleşmeler olabilir miydi? Kendi düşüncelerini yansıtmaktan korkmayan insanlar her zaman değerlidir. Yalnız bahsimiz olan mesele açısından, belki erken davranılmış veyahut yanlış zamanda yanlış yerde söylenmiş olabilir. Ama beni üzen durum, o açıklamayı yapan kadın milletvekiline karşı verilen tepkiler. Bir insana, ekranda gördüğümüz ve duyduğumuz bir insana nasıl olur da: ‘ Orospu, kaltak, şerefsiz…’ tarzı kelimeler kullanabiliriz ki! Münakaşa elbet olacak, olacak ki hakikat beraber bulunabilsin. Düşünce doğru ve ya yanlış, konumuz bu değil! Anlatmak istediğim şey, düşüncelere saygı olmadan yaşama becerimiz. Evet, beceri bu! Diyalogun olmadığı ülkemizde, lanet bir beceri bu, saygı duymamak ve reçetesi olmayan savları sunmak/sunabilmek!
Televizyonun yarattığı kültür abideleri, yani biz! Artık istesek de düşüncelerimize yön veremiyoruz. Ya siyahız, ya da beyaz. Benim söylediğim doğru, benim yargılarım ve hareketlerim ideal. Evet, aslında ‘nah’ demek mubah olsa daima, böyle düşünce mekanizmalarına yenik düşmüş insanlara karşı bu kelimeyi söylemek çok güzel bir ifade tarzı. Bu noktada düşüncesine saygı duymama değil, düşüncesinden dolayı bir başkasının düşüncesine saygı duymayan insanların yobaz tavrına karşı bir tepki. Böyle ifade edilmesi gerçekten hoş değil, ama at gözlüğü takmaktan usanmayan insanlar olarak, aydın bir çevreyi geliştirebilme dirayetimiz ne kadar gerçekçi? Neden hala susmak daha güzel, düşünme olmadığı için mi yoksa? Bu konuda hak verebileceğim paydada şu ki, insanlar çok konuşurken ne kadar da az düşünüyor! Yüce kitabımızda da geçmiyor mu sekiz yüzden fazla: ‘Ne kadar az düşünüyorsunuz?’
Hadi düşünelim, hadi korkmayalım düşünmekten ve de her düşünceye saygı duyabilelim. Düşünceler her zaman olmak için var olmazlar, düşünmek bir sanattır aslında. Sanatseverler olarak, düşünmekten ve düşünürken bir başkasının düşüncesine saygı duymaktan imtina mı edeceksiniz?
Siz bilirsiniz!
YORUMLAR
Birinci paragrafta "Çok sevdiğim bir kitabım vardı. " demiş yazar. E benim de vardı tabi çok sevdiğim bir kitabım. Şimdi sevmiyor muyum? Seviyorum canım sevilmez mi?! Lâkin çok sevdiğim insanların "çok severek okuduğum düşünceleri" konusunda bir hayli şüphedeyim. Ya ben düşünceleri okumaktan henüz âcizim ya da okunmaya değer görülecek düşünce yok.
İkinci paragrafta insanın yaşamındaki eksiklikler ve ön yargılardan bahsedilmiş.(ki iyi de yapılmış) İnsanın yaşamının her safhasında mutlaka bir eksiklik vardır ve bu eksiklikleri insan genellikle kendine has düşünceleriyle doldurmak yerine, kulaktan dolma düşüncelerle doldurmaya çalışır. Ne gereği var canım o kadar kendini zorlayıp düşünmenin? Başkalarının fikirlerini kullanabilirler güzel güzel(!). Ama bunu yaparken ön yargılarından da vazgeçmezler.
Üçüncü paragrafta "Bize düşünmeyi unutturanlar utansın!" diyerek sanki biraz sinirini açığa vurmuş yazar. Vursun tabi. Ben de sinirleniyorum düşüncelerini zorla başka birine kabul ettirmeye çalışan insanlara. İnsanlara mı? Ne insanı? Neyse neyse..
Diğer paragrafta(üçten sonra dört gelir, düşünmek istemeyen varsa, söyleyeyim dedim) tam da şu an okuduğum kitabın içeriğini buldum. Başkalarının düşünceleriyle yaşamını devam ettiren ve değerlerini inkar eden bir genç kızın hikâyesi var kitapta. Doğru söylemişsiniz sayın yazarım. Ah, bu ne kadar üzücü bir durum!
Beşinci paragrafta durumu biraz da kitapsızlığa bağlamış yazarımız. O ne güzel bir bağlamadır ki Cemil Meriç'in şu değerli sözünü hatırıma getirdi:"Kitaptan değil, kitapsızlıktan korkmalıyız."
Bir diğer paragraf için şunları söylemek istiyorum: İnsanî bir özellik olarak bize verilen düşünme yetimizi hem bir kenara bırakıyoruz, hem de düşünen insanların önüne kocaman bir duvar örüyoruz. Hayır, düşündüğünüz sürece o duvardan sadece uyumaya hazırlanırken koyunlarınızı atlatabilirsiniz!
Yedinci paragrafa geldiğimizde insanların saygısızlık sınırını ne kadar aşabileceğine dair bir örnek görüyoruz. Yazık, çok yazık!
Sekizinci paragrafta "insanlar çok konuşurken ne kadar da az düşünüyor! " diye bir cümle geçmiş. Yok yok. Bu cümleye susulur ve düşünülür.
Son paragrafta(niye bitti ki şimdi) "düşünün" denilmiş. Düşünülmez mi bundan sonra?!
Ben yaşım(16) itibarı ile bu kadar eleştiri yapabildim.Olsun, ilerde iyisini yaparım.
Hep başarılar yazara.)
HakkınSesi
Hürmetle...
Düşüncelerini savunabilmek doğal bir hak ve eylem olması gerekirken, biz tartışma nasıl yapılır bilmiyoruz ve cesaret istiyor düşüncelerimizi iletebilmek.
Bazı insanların yapısında var ama, doğuştan muhalefet yapıyorlar, düşünmelerine gerek yok. Karşı takımdansa mutlaka yanlıştır:))
Harika bir yazıydı, teşekkürler. Selamlarla
HakkınSesi
Hürmetlerim can-u gönülden..
Selametle...
Müjgan Akyüz
Okumak güzeldi, selamlarla
HakkınSesi
Hürmetle..
İnan yazını şimdi okudum...
Forumda senin ile ilgili yazdığım düşünceyle ne güzel örtüşmüş:)
Tamam sevgili yazar düşünmeye devam o vakit...
Kutladım...
HakkınSesi
Teşekkürler ablacım her daim..Hürmetle kalınız..
Demek ki, fuzuli konuşmalar oluyor ki sıkılabiliyoruz, fuzuli yazılar belenmiş kitapları bir kenarda unuttuğumuz gibi; yoksa Allah'ın fuzuli bir şey yazması (tövbe haşa) söz konusu değil, belleğini ve aklını (size göre anlak ve us) işletemeyenlerden kendileri sorumludur. Düşünce sistemi gelişmemiş insanların sorumlusu da, kendileridir; ne sosyal çevre, ne medeniyet, ne de Allah... Ahmet Hamdi'nin özdeyişi bu tür insanlar için varsın ütopya olmaktan öte gitmesin. Nasıl ki, bugünkü yaşantımızı yönlendiren düşünce bilinci gelişmemişlerin yerine düşünenler var ise,onlar yerine düşünen birileri de çıkar mutlaka...Globalleşmenin tüm şirretliklerine karşın, tek gerçeği bu galiba... Tereddüte düştüm, bu ülkede reform uğruna idam edilen din alimi çok mu fazla?... Ergenekon tutukluları vatan haini mi, balyoz tutukluları da... Ulemaya bir sorayım bunu ben dur... Tereddütümü hoş görmeniz dileğimle saygılar.
"Hadi düşünelim, hadi korkmayalım düşünmekten ve de her düşünceye saygı duyabilelim..."
HakkınSesi
Katkınız için teşekkürler ziyadesiyle efendim../hürmetle...
Elbetteki hayır....
Düşünceme saygı istediğim kadar, düşünene saygı da duyarım o düşünceye katılmasam bile.
Keşke düşündüklerimizi gerektiğinde özgürce uygulayabilsek.. Ama illeki bir şeyler tutar elimizi,
dilimizi. Bazen iyi de olur, bir belaya salmaktan kurtarır başımızı...
Billur T. Phelps tarafından 7/22/2011 11:50:21 PM zamanında düzenlenmiştir.
HakkınSesi
teşekkürler Mrs. Phepls...Hürmetle efendim...