- 4007 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
CAMIIIZ CAMIZ!
Mandalar Anadolu’da camız ya da camış olarak bilinir. Diğer tanınmış adı da mandadır. İri yarı gövdeli, siyah kıllı, derisi kalın, gözleri iri, kocaman boynuzlu, saman ve otla beslenen bir hayvandır camızlar. Sulak alanların çayırlarına bayılır. Mangırmaları bir başkadır. Boynuzları muhteşemdir.
Yakın zamana kadar Anadolu’da yaygındı camızlar. Nerdeyse her evde bulunurdu. Yoğurdu sert ve tatlıdır. Camız yoğurdu diye de bilinir; dertlere derman, hastalara şifadır. Camız, ağır bir hayvandır. Yavrusuna malak ya da balak denir. Bizim yörelerde balak deriz. Ten olarak siyah gönlüdür. Gözleri muhteşemdir. Yeryüzünün en vahşi hayvanı olan aslanlardan korkmayan, onlara cesaretle karşı koyan tek hayvandır.
Camızlar; güçlü, kuvvetli hayvanlardır. Eskiden çiftin zorunu camızlarla sürerdi. Camızlar, kağnının en ağırlarını taşırdı. Tabi ki ağır bir hayvandır. Sulara dalanmayı, mileklere belenmeyi çok sever. Çayırlar onun dostudur. Gelelim hikâyemize:
Anadolu’nun köylerinden biri olan Karahacılı’da; bayanın biri ağır iş gördüğü için ve biraz da kilolu olduğu için camız olarak lakaplandırılmıştır. Kendine camız diyenleri de, bu bayan normal karşılamakta ve kendine camız diyenlere kızmamaktadır.
Bu hanım için:
“Camız ileri gel, camız öte git; camız yarın gel de ekmeğimizi yapalım.” Türünden sözler söylemektedir. Köylüler, adı Halime olan bu bayanın adını söyleme gereği duymazlardı.
Bu bayana: “Halime buraya gel.” yerine “Camız buraya gel.” “Halime nasılsın, iyi misin?” yerine “Camız, nasılsın, iyi misin? Türünden sözler etmektedirler. Bu bayan da, kendine söylenen bu sözlerden rahatsızlık duymamaktadır ve bütün bunları normal karşılamaktadır. Köylüler hep bu lakapla seslenirlermiş; o da bütün bunlara kızmazmış.
Köyde yaşamakta olan Ömer Efendi, bu bayanın akrabasıdır. Ömer Efendi, orta boylu kilolu, tombul, ela gözlü biridir. Üstüne başına pek dikkat etmez. Köyde en çok tanınanlardan biridir. Onda çene boldur. Konuştuğu zaman kimseyi usandırmaz. Kendisini dinletir. Konuşunca da herkesi güldürür.
Halime Hanım, köyden uzak ırmak kenarında bir mezrada ikamet etmektedir. Bu mezraya Baraj Köy de denmektedir. Çekerek Irmağı kenarına kurulan mezra, yaşanması gereken muhteşem bir yerdir. Masmavi ırmağın akması, etrafındaki yeşillikler, ekin ve pancar tarları etrafa canlılık katıyordu. Irmak balıkları, bükler, söğüt ve kavaklar, ırmak boyunca otlatılan hayvanlar…
Cep telefonları yeni çıkmıştır. Kullanımını ve mesajlaşmayı çok az kişi bilmektedir. Ömer Efendi’nin Salih Bey’le bir işi vardır. Salih Bey, Halime Hanım’ın kocasıdır. O, hanımı Halime ve çocuklarıyla köyün mezrasında yaşamaktadır. Ömer Efendi, Salih Efendi’ye bir türlü ulaşamamaktadır. O, cep telefonun kullanımını da pek bilmemektedir. Salih Efendi’nin cep telefon numarası da Ömer Efendi de yoktur.
Ömer Efendi, köy meydanında dalgın dalgın dolaşırken; Bekir Efendi’ye rastlar. Köylüler, ona “Kör Bekir” derler. Kısa boylu bodur, beli kambur ve gözlüklüdür. Gözünün altında siyah koca bir ben vardır. Kendisi muzır biridir. Aklınıza gelmedik şakalar onun aklına gelir. Eşek şakasını çok sever. Nazı geçtiklerine bu şakayı yapar. Şaka yapılanlar da ona kızmazlar adeta bu şakalardan zevk alırlar. Köylüleri tarafından çok sevilmektedir.
Ömer Efendi:
“Bekir Bekir!” diye bağırır. Bekir Efendi kendisine seslenilen sesi mahsus duymamazlıktan gelir. Ömer Efendi, buna kızar ve Bekir efendiye şöyle bağırır:
“Loo Kör Bekir, ırmakta oturan Salih’in sende cep telefon numarası var mı? Bekir Efendi der ki kendi kendine:
“Şu Ömer Efendi’ye ben bir şaka yapayım. Telefon numaraları kaç rakamdan oluşuyor? On bir numaradan. Ben buna rastgele on bir tane numara söyleyeyim.” der.
Bekir Efendi seslenir:
“Yaz bakayım Salih Efendi’nin cep telefonu numarasını.” Der. Ve rastgele on bir tane numara söyler. Ömer Efendi, aradığı numarayı bulmanın heyecanı içindedir. Yalnız bir sorun vardır; köyde cep telefonu çekmemektedir. Cep telefonları köyün karşı yamacından çekmektedir.
Şişman olan Ömer Efendi, soluk soluğa köyün yamacına, telefonların çektiği yere ulaşır. Bekir Efendi’nin söylemiş olduğu numaraları, tek tek basar ve sonra telefonun arama tuşu olan yeşil tuşa basar:
“Alo! Alo!” der. Karşısına bir bayan çıkar.
Ömer Efendi der ki:
“Hah işte! Salih’in hanımı camız telefonu kaldırdı.”
Ömer Efendi:
“Camııız! Camız! Samanı aşağı ahıra mı, yoksa yukarı ahıra mı koyalım.” Der.
Karşısındaki bayan:
“Beyefendi ne camızından bahsediyorsunuz.” Der.
Ömer Efendi:
“Beni oynatma! Camıız camız! Söyle samanı nereye koyalım. Sizin aşağı mı getirelim, yoksa buradaki samanlığa mı koyalım?” Der
Karşı telefondaki bayan:
“Beyefendi ne camızı ne samanı, benimle dalga mı geçişiyorsunuz?” Der.
Ömer Efendi:
“Camıız camız! Söyle samanı aşağı mı yıkalım yoksa yukarı mı yıkalım? Sen camızsın beni niye oynatıyorsun? Zaten telefonum zor çekiyor.” Der.
Telefonun sesi dalga dalga gelmektedir. Ara sıra telefon seslerinde kesilmeler, kısılmalar da olmaktadır.
Karşıdaki bayan:
“Bakın beyefendi! Ben camız mamız değilim. Ayrıca benim samanla saçkıyla da hiçbir işim olmaz. Böyle konuşmakla bana hakaret ediyorsunuz. Siz, suç işliyorsunuz.” Der.
Ömer Efendi, bu tepki karşısında şaşırır. Karşıdaki bayan konuşmasına devam etmektedir:
“Bakın beyefendi, sizin telefonunuzun numarasın aldım, konuşmalarınızı da çıkarıp suç duyurusunda bulunacağım. O zaman, camızın kim olduğunu anlayacaksınız.” Der.
Bayan kızar, bağırır, çağırır. Ömer’in aklı ise ırmaktaki camızdadır ve samanın nereye yıkılıp yıkılmacağındadır. Telefonu karşısındaki bayan sert bir şekilde kapatır.
Ömer Efendi, neye uğradığını şaşırır. Karşı telefondaki mahkeme, suç duyurusu sözleri onun kulaklarında yankılanmaya başlar…
Ömer Efendi’yi bu düşünceler rahatsız etmektedir. “Ya mahkeme, suç duyurusu doğruysa ne yapmalıyım? Diye düşünür durur. Yine o: “Ben bunu çözmeden rahat edemem.” der. Ertesi gün sabah, arabaya atlar ve Yozgat’taki akrabasının yanına gider. Akrabası Recep Bey, Yozgat’ta oturmaktadır. Okumuş, mektep medrese görmüş biridir Recep Bey.
Ömer Efendi, Recep Bey’in yanına ulaştığında başından geçenleri en ince teferruatına kadar ona bir bir anlatır. Recep Bey, olayı anlar. Olayda bir yanlış anlaşılma olduğu kanaatine varır. O, Ömer Efendi’nin konuştuğu telefon numarasını Ömer Efendi’den alır.
Recep Bey, o telefon numarasın arar ve karşısına bir bayan çıkar. Recep Bey der ki:
“Kiminle görüşüyorum.” Der.
Karşıdaki bayan:
“Ben, Çanakkale ilinin savcısıyım.” Der. Recep Bey, söze başlar:
“Bakın Savcı Hanım, dün size yanlışlıkla telefon eden adam, yanlışlık bir delilik, bir cahillik yapmış. Yanlışlıkla size camız demiş, oysa onun akraba hanımlardan birine camız derler. Salih Efendi’nin telefonu diye yanlışlıkla sizi aramış. Lütfen hatasını maruz görününüz. Onun adına sizden çok özür diliyorum” Der.
Savcı Hanım:
“Bana nasıl camız der? Saman ve camızla benimle nasıl alay eder? O kişiyi mahkemeye vereceğim ve süründüreceğim.” Der.
Recep Bey:
“Yapmayın Savcı Hanım! Bilmeden bir delilik etmiş, bir yanlışlık yapmış, bir hata işlemiş. Ben onun adına sizden bin kere özür diliyorum. Onun hatasını affediniz.” Der.
Savcı Hanım:
“Ben size inanıyorum beyefendi. Şikâyet dilekçemi geri çekeceğim, ama ona bu konuda bir uyarı gelebilir.” Der.
Recep Bey, savcıyla konuştuklarını Ömer Efendi’ye tek tek anlatır. Bir daha böyle hatalara düşmemesi için uyarır. Ömer Efendi, bu olaydan büyük bir ders çıkarır. O, başına gelen bu olaydan kurtulmanın rahatlığıyla derin bir nefes alır ve rahatlar. Bir daha böyle hata yapmamaya söz verir…
22.07.2011
Çekerek
YORUMLAR
Yavrusuna BALAK genç erkeğine COMBA,dişiineğine de KOMÜŞ denir bizim ÇORUM da
İDRİS ÇETİN
Selam ve saygılar...