- 653 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Uykulardan Uyandırdık Sevgileri
Çalkantılı ve karanlık bir denizde mavi gülüşlerle birbirimizi bulduk biz
Geçtiğimiz tüm asma köprülerde aşk ayinlerine katıldık, büyüdü sevgimiz
Kapsül yalnızlığımızın duraklarında zirvelerde otak kurdu sevişmelerimiz
Korsan gülüşlü aşklarla büyüdük, masalsız uykuların ülkesinde serpildik.
Kopartıp attım gelişini müjdelemeyen tüm takvim yapraklarını şimdi. Gelişinle kutsallığının ışıklarını karanlığıma yaktın. Bakışlarının kıyısında sana bir ülke kurdum, sen üşüyen kalbime nefesinle dokundun. Anlat bu sevdayı bana, yeterince uzun olsun. Birlikte sıçrayalım üstümüze çiseleyen keder yağmurundan. Öfkenin davuluna vurarak, sevdanın tokmağı yap beni. Bu aşktan, bu sevdadan tezgahlar kurarak doku beni çile çile, yumak yumak.
Dilsizliğin düğmelerini kopartarak teninin sıcacık kumsallarına uzanmaktır seni özlemek. Birlikte söylediğimiz bir düetin büyülü kollarına atılıp hüzünlü dansa durmaktır seni sevmek. Geçtiğimiz tüm asma köprülerde aşk ayinlerine katılıp, tamtamların yurduna gitmektir aşka gitmek. Yalanlarla kurulan tüm tuzakları parçalayıp, göz yaşlarımızın göllerinde yıkanmaktır seninle arınmak. Ne yapsam doyamadığım, ne kadar yudumlasam susuz kalmaktır, güzelliğinin gezegenlerinde kaybolmak.
Çarşafsız sevişmelerimizin çırılçıplak titreyişlerinde yaprakların saçlarımı avuçlardı. Soluğun bir kasırga patlamasını çağırır ve ellerin ansızın avuçlardı kasıklarımı. Kısrak sağrılı memelerin gecenin lale bahçelerini koklatırdı koşumlarıma. Bir kaya oluğundan nefesini dinlerdim boynuna uzanarak. Gözlerin bir şiirdi, dudakların Leyla. Akardı zaman, çıplak yatarken biz, uykulardan uyanırdı dünya.
Bu gece ve her gece ihtiraslarımın zirvelerinde beni kovalar itirafçı korsanlar. Bir nar gözesinin bal akışlarında gözlerinin bulunmamış ve keşfedilmemiş ıslak bakışlarını sürerim alev dudaklarıma. Günlerin tik taklarında bileğimizdeki saatlere aldırmadan öperiz birbirimizin dudaklarından, kavgalarımıza gülücükler sürerek. Sen Mona Lisası bu aşkın, ben Don Kişot’u olurum göğsündeki üzüm bağlarının. Bakışlarında kuşlar konaklar, yüreğinde bir kartal beni kovalar.
Sezgilerinin sorgu saatlerinde bir fırtına öncesi sessizliğidir duruşların. Müziğimiz kesilir, ellerimiz birbirinden çekilir ve tırnaklarız birbirimizin yokluklarını. Çoktan bitmiş, çoktan yitmiş bir sevdanın kapılarını yeniden çalarız. Dudaklarımız nikotin kokar, ellerimiz soğuktan titrer ve takvimsiz gecelerde binlerce kapsül birbiri peşine patlardı.
Kemirgen dürtülerimizin korkularında hesaplaşmalarımız olurdu böylesi anlarda. Kör ve sağır anlarımızda yarım kalmış tüm şiirlerimiz bizi bekler, fırtınalı sessizliğimizin vedalarını ederdik birbirimize. Bütün hoşçakalların mavi elbiselerini bohçamıza tıkar, siyah gecelerin utangaç duraklarında gönlümüzün yosmalarını saklardık.
Böylesi anlarda ruhunun tatlı nağmelerinden dökülürken sözlerin, ben özleminin hazan mevsimini kucaklardım. Sevdan diyen bir ezgide yanan bedenimin alev tutsaklığını yaşardım özleminle. Senin kokunu, senin ellerini ve gözlerini ve yalnız senin sevdanı isterdim bu anlaşılmaz yerkürede.
Mor dağların eteklerini özleyen bir yanım var benim de. Kimselerin bilmediği, bilse bile gidemediği bir yıldız ülkesi var içimde. Acılar, telaşlar, hüzünler ve dertler burada kalsın, sizin olsun yapmacık sevinçler. Seninle, sevginle, ellerinle ve yüreğinle uzak dağları aşıp, mutluluğun ışıdığı, yıldızların yansıdığı o ülkeye varmak istiyorum. Sevdanla, vefanla ve kutsal aşkınla ben, yalnız senin dağlarında yaşamak istiyorum.
Selahattin Yetgin