- 2069 Okunma
- 14 Yorum
- 2 Beğeni
Türkler Dünyayı Tek Dinde Birleştirecek
(Türkler diye başlık atmam bir ırk ayırımı için değil, bütün dış ülkelerde hangi soydan olursa olsun, vatandaşlarımıza Türk deniyor, Türkiye’den dışarı çıkmışsan, dünyanın neresine gidersen git, Türk diye anılıyorsun. Bu bizim, ülke vatandaşlık adımızdır. Yoksa elbette biliyorum ki, ülkemizde laz, Çerkez, Kürt vs gibi gruplar var. Herkes özgürce yaşam biçimini, âdetlerini devam ettiriyor. Ama üst kimliğimiz Türk, vatanımız bir ve tek. Amerika’da birçok ırk beraber yaşıyor ve bizim için hepsi de bir Amerikalı değil mi? Diğer ülkelerde öyle, tek ırkın yaşadığı topraklar zaten yok. Ezelden beri bu böyleydi, Osmanlı döneminde de Türkler diye bahseder bütün yerli ve yabancı tarih kitapları. Bu ırk ayrımcılığı ülkemizin bölünmesinde parmağı olan çıkar çevrelerinin oyunu sadece. Yoksa bizlerin arasında böyle bir ayırım olmadı. Kuran’a aykırı düşen böyle bir ırkçılıktan korkarım öncelikle. Ama bütün toplulukların devleti var ve bir adı var. Devletimiz Türkiye Cumhuriyeti, adımız da Türk. Bunu vatandaşlarımız içine öyle sindirmiştir ki, vatanımız için ayırım gözetmeden hepimiz geçmişte fedakârlıklar yapmışız, yine yaparız.
HİÇBİR ÜLKE VEYA KİŞİYE DİN DEĞİŞTİRME VEYA KABUL ETTİRME SÖZ KONUSU DEĞİL YAZIDA. YAZI, DİNLERİN ORTAK KAYNAĞINI TESPİT ETMEK VE ASLINDA TEK BİR KAYNAKTAN BESLENDİĞİNİ ANLATABİLMEK İÇİN HAZIRLANDI. SAVAŞ, ZORBALIK, ZORLA KABUL ETTİRME VS GİBİ CÜMLELER YA DA İMA EDEN GÖRÜŞLER YOK YAZIDA, OLAMAZ ZATEN ÇÜNKÜ BENİM FİKİRLERİME TERS EN BAŞTA BU ZORBALIK. AMAÇ, DÜNYANIN ORTAK NOKTALARINI, EFSANELERİNİ, DİNİ İNANIŞLARINI ARAŞTIRMAK VE DÜNYAYA ORTAK NOKTALARIMIZI BİLDİRMEK, AMA BÖYLE BİR YAZIYI SİTEDE YAYINLAMANIN ZORLUĞUNU DA TAHMİN EDİYORUM, OYSAKİ YIĞINLARCA BENZER YAZILAR YERLİ VE YABANCI SİTELERDE YAYINLANIYOR. )
Bu yazıyı hazırlamaktaki amacım; Dünya’da yaşamış ve yaşayan insanların hayat felsefesi, inanışları, gelenekleri, ve bunların kökenleri hakkındaki ortak noktaları tespit edebilmekti. Bunu yaparken yalnızca kendi bakış açımızdan değil, örneğin; batı dünyasını yine kendi kaynaklarından, ders kitaplarından, tarihinden, din kitaplarından incelemeye çalıştım. Doğu ve Batı kültürlerini, felsefe ve inanışlarını, efsanelerini yine kendi kaynaklarından değiştirmeden aynen aldım, karşılaştırma ve değerlendirme yaparken kendi düşüncelerimi ekledim. İnançlarımıza göre yeryüzündeki bütün insanlar aynı anne ve babanın soyu olduğuna göre, nasıl oldu da bunca farklı dinler oluştu? Farklı ideolojiler, farklı yönetimler ve birbirinin toprağını ele geçirmek için asırlarca savaşan devletler… Din savaşları, din uğruna yapıldığı söylenilen savaşlar gerçekten din için mi yapılıyordu? Bildiğimiz üç büyük dinin mensupları (Hıristiyan, Yahudi, Müslüman) ve bu üç dinde de tek Allah inancı vardı. Kitaplarını incelediğimizde binlerce ortak bilgi, emir ve yasakları görüyoruz. Öyleyse toplulukları ayıran noktalar nelerdi?
Doğu ve batı felsefecilerinin, din adamlarının görüş farklılıklarını ve birleştikleri konuları, yani kısaca Dünya’nın ortak noktalarını tespit etmeye çalıştım ve soru-cevap şeklinde hazırladım.
Kaynak isimleri ve alıntılar, yazıda koyu renk ya da renkli olarak düzenlenmiştir, Seçilen konu belki ağırlığı itibari ile özel ilgisi olanlara yönelik elbette. Yoksa böyle uzun uzun bölümleri konuya özel bir ilgisi olmayan kim okur ki… Saygılarımla. Müjgân Akyüz/MAJ
Tefekkürdür fikrin ilerlemesine sebep. Tefekkür konusu ile ilgili kısa bir not:
Peygamber Efendimiz (sav)’in “Bir saat tefekkür, bin yıl NAFİLE İBADETTEN hayırlıdır." hadis-i şerifinde önemini vurguladığı tefekkürle ilgili üzerinde durulması gereken önemli bir nokta var: Bedenin enerjisi düşünce ile sağlanıyor, yani düşünerek enerji üretiyoruz. Bu nedenle düşünme, tefekkür ne kadar çok olursa bedensel enerjimiz o kadar artıyor ve bedensel rahatsızlıklardan kurtulmamız, yine bedensel güzelliğe ulaşmamız tefekkür sayesinde oluyor. Hakkını vererek , safi bir gönül ile yapılan ibadetler bedenin de güzelliğini sağlıyor. Bu nedenle namaz kılan bir insanın siması bir toplum içinde fark edilebiliyor. Eskilerin ‘’nurlu yüz’’ tanımı buradan kaynaklanıyor.
(Not: Peygamberimizin söylediği söz, ‘’ibadetten hayırlıdır’’ diye bitmiyor, ‘’nafile ibadetten’’ diye bitiyor. Buna dikkat çekmek isterim, yoksa farz ibadetlerin yerini hiçbir şey tutamaz. Öyle olsaydı, Müslüman olarak ayakları şişene kadar namaz kılan peygamberimiz(sav) ve Hz. Ali’nin bu kadar çok ibadet yapması gereksiz görünürdü.
BÖLÜM BİR
MISIR MÂBETLERİNDEN BAŞLAYAN YOLCULUK
‘’ Kaşıklarınızla şu çaydan birer kaşık çay alın ve bana tadını anlatın.’’ dedi hocamız arkadaşım ve bana. Dediğini yaptık, kaşıklarımız ile çayından birer kaşık çay aldık ve bana tadı şekerli gelmişti. Ben çaya şeker atmazdım, ama o bir miktar şeker atmıştı ve dolayısı ile bana şekerli gelmişti çayı. Arkadaşım ise çayın çok şekersiz olduğunu söylüyordu. Çünkü o, çay içerken epeyce şeker kullanmaya alışkındı ve alıştığı tadı bulamamıştı. Aynı çaydan yudumlayan üçümüz için çayın tadı, o çaydan aldığımız zevk ve duyumlar farklı farklıydı.
_ Bu bir bardak çayı insanlara sunulmuş bilgi farz edersek, herkes kendi yeteneği ve tecrübesi kadar ancak yararlanabilir bu bilgiden. Bundan fazlasını beklemek insanların kapasitesi açısından insanlara haksızlık olur. Evrenin bilim ve din bilgileri de işte böyle bir bardak çay gibi ortak. Bu bir bardak çaydaki bilgi hazinesinin tadını alıp seven bir daha bu çayın tadından vazgeçemez, bilgiye aşık olur ve ‘’daha, daha!’’ diye bilgiyi arzular. Peygamberler, insanlar arasında en bilen kişilerdi, onlara bildiklerini her şeyi bilen Allah bizzat öğretiyordu. Bilginin kaynağı tekti, bütün peygamberler aynı kaynaktan bilgiyi aldılar. İşte bu nedenle onların miras bıraktıkları mesajlar da ortaklık gösteriyor. Bilgi aynı kaynaktan, mesajlar insanlığın yararına aynı mesajlar, fakat aktarıcılar farklı. Yaşadıkları çağ ve içinde bulundukları toplumun medeniyetleri farklı. Peygamberler hep kendisinden önceki peygamberlerin öğretilerini tamamlamak üzere geldiklerini söylemişlerdir. Yeni bir şey söylemediklerini, tamamlayıcı ve uyarıcı, bozulan toplumu yeniden düzene koyucu olarak gönderildiklerini söylemişlerdir. Çünkü zaten bilgi tek bir kaptaydı, yeni bir şey söylemeye gelmedikleri açıktı, aynı kaynaktan beslenmişler ve bu bilgileri insanlara aktarmakla görevlendirilmişlerdi.
_ Peki neden üç büyük din ve bunca farklılıklar, farklı dine mensup toplumlar arası çatışmalar ?
_ Gayet doğal. Hz. İsa bildiğiniz gibi bir Yahudi’ydi, kendi topluluğunun dinden sapmaları üzerine toplumu yeniden düzenleyebilmek için görevlendirildiğinde önce kendi soydaşları bunu reddettiler. Halbuki Yahudi kâhinleri ve rahipleri gayet iyi biliyorlardı Hz. İsa’nın peygamber olarak geleceğini. Kutsal kitaplarında müjdeleniyordu. Ancak Roma hükümeti egemenliği altında olmak Yahudi rahip ve kâhinlerinin çıkarları için gerekliydi. İşbaşında göstermelik bir Yahudi hükümeti vardı ve Roma ile aralarındaki alışverişler nedeniyle bir üst sınıf oluşturdukları için düzenlerinin bozulmasını istemiyorlardı. Yahudilerin Kuran’da yerilmesinin en büyük nedeni budur, bile bile inkar ettiler, bile bile eziyet ettiler. Çünkü Hz. İsa’yı yakalatan ve çarmıha gerdirenler yine kendi soyundan Yahudi rahip ve kâhinlerdi. İnsanların çıkar faktörü, siyasi planlar öne çıktı. Hz. İsa’nın ölümünden sonra ise on iki havari (şakirt, öğrenci) değişik memleketlere giderek öğrenciler edindiler, Hz. İsa zamanında olan olayları ve Hz. İsa’nın yaymak istediği görüşleri daha sonra yazıp, yaymaya başladılar. Farklı ellerden çıkan kitaplar özünde aynı mesajları içeriyor, fakat bir havari daha çok Hz. İsa’nın insanlığa verdiği mesajlarına ağırlık verirken, bir diğeri o dönemdeki tarihi olaylara ağırlık veriyor, bir diğeri yaşantısına ağırlık veriyor, böylece dört İncil ortaya çıkıyor. Zamanla diğer milletlerde de kabul görüp büyüdükçe Hıristiyanlık adı ile Yahudilerin dininden ayrılmış yeni bir din olarak büyüyor.
_ Tarih, İsa öncesi ve İsa sonrası diye ayrılıyor bildiğimiz gibi. İsa öncesindeki bilimsel gelişmeler, ahlak, dini görüşler vs nasıldı peki, Hz. İsa öğretisinden tamamen kopuk ve bambaşka fikirler mi vardı yeryüzünde?
_ Hayır, hayır. Tam tersine. İsa öncesi Orfe, Fisagor, Eflatun gibi isimlere dikkat ediniz. Bu isimler de aynı bilgi kaynağından yudumlamışlar, ideal toplum düzeni için çok fikir yürütmüşlerdir. Burada dikkatinizi çekeceğim önemli bir konu olacak, bu isimlerin eğitim aldığı yer Mısır’ın tek Allah inancı ile ilim veren Mısır mâbetleri. Osiris mabetleri bilim, teknik ve inançla donatılmış kültür merkezleri konumundaydı.
Evet, Mısır’da rahiplerin inancı tek Allah inancıydı, halka arz edilen ise farklı görüntü oluşturuyordu. Ana-Baba-Oğul üçlüsü Mısır dininin halka dönük yüzünü simgeliyor, böylece somut bir putperestlik görüntüsü veriyordu. Oysa Osiris mabetlerinin rahipleri onun gerçekte bir tek şeyi, tek Allah’ı vurguladığını biliyorlardı. Halka soyut Allah kavramını izah etmenin zorluğu, Osiris rahiplerini bu yola itiyordu. Nitekim çok daha sonra aynı üçlemenin Hıristiyanlıkta Baba- Oğul- Kutsal Ruh şeklinde kullanıldığına tanık oluyoruz. Eski Hint’te, Yunan’da ve Mısır’da uygulanan hep aynı şeydi. Dinin halka dönük yüzünde daha kolay anlaşılsın diye birden fazla figür kullanılıyor, ama din koyucular bunların aslında tek Allah’a işaret ettiğini biliyorlardı.
Bu savın basit kanıtı, Hermes’in Allah’ı tarif ederken öğrencisi Asklepios’a söylediği şu sözlerde açıkça görülmektedir: “Düşüncelerimizin hiçbiri Allah kavramını kuşatamadığı gibi, hiçbir lisan da onu tasvir edemez. Gayri maddi, görünmez ve şekilsiz olanı duyularımız kavrayamaz. Ezeli ve ebedi olan şu sınırlı zaman kavramıyla ölçülemez. Demek ki Allah dile ve söze sığmaz olandır. Allah bir ve Tektir. Öz olarak mevcut olan, cevher olarak yaşayandır, gökte ve yerde doğrulmamış olan yegane yaratıcıdır. Hem Baba, hem Ana, hem de Oğul olarak hayat bahşeder, yaratır. O sürekli mevcuttur. Bu üç ayrı kişilik ilahi tabiatın birliğini, bütünlüğünü bölmek şöyle dursun, aksine onun sonsuz, sınırsız mükemmelliğini pekiştirir.”
Eflatun ve Allah tanımını daha sonra inceleyelim ve Hz. Ali’nin Allah tanımına bakalım: “O öyle bir mabuttur ki, derin düşünceler onu idrak edemez, anlayış derinliklerine dalış zatının özüne varamaz. O’na bir sınır yoktur ki sıfatını sınırlayabilsin, bir nitelik yaratılmamıştır ki zatına layık olsun. Yoktur O’na sayılı bir an, yoktur O’nun için ertelenmiş bir zaman. O’nu nitelemeye kalkışan bir başkasına eşitlemiş sayılır, eşitleyen ikiliğe düşmüş olur, ikiliğe düşen parçalamış olur, parçalayan O’nu tanımamış olur. O’na işaret eden, O’nu sınırlar, sınırlayan sayıya döker. Nerde diyen, O’nu bir yerde sanır, bir yerde diyense başka yeri Onsuz sanır. Vardır yaratılmaksızın, mevcuttur yokluktan var olmaksızın. Her şeyden gayrıdır, ayrı değil. Görendir görülen yokken. Birdir, bir varlığa muhtaç olmaksızın…”
M.Ö. 2.000’lere doğru Mısır, Hiksosların (Çoban Krallar) istilasına uğradı. Yeni efendiler putperesttiler. Osiris mabetlerinin bilgeleri, putperest efendilerin Apis Öküzü tanrısını kabul ediyor gibi görünüp, mabetlerin gizli köşelerinde kendi inançlarını yaşattılar ve o zamana kadar geliştirdikleri bilimlerine sahip çıktılar. Yaklaşık dokuz yüzyıl süren bu karanlık devri en az zayiatla atlatmayı başardılar. Hz. Musa’nın İsrail kavmini Mısır’dan çıkarışının bu işgal dönemine rastlıyor, Hz. Musa da Osiris mabetlerinde eğitilmiş bir rahipti. Putperest istilacılar topraklarından çıktıklarında Mısırlıların yerdeki taşları bile söktükleri söyleniyor. Putperestler bu yollarda yürüdü diye yerdeki taşları dahi söküyorlar. (Aktif Felsefe Semineri Notları,12-13-14 Mart 2010, Bursa)
Mısırdaki mabetler ilim yönünden çok ileriydi. Târikte üst kademeye gelebilen mâbetteki mürşitler maddeye hükmedilebiliyor, ölüler diriltilebiliyor, körlerin gözünü açıp, abraşları iyi edebiliyor, o zamanki fennin, tekniğin, tecrübelerin yapamayarak âciz kaldığı şeyleri yapabiliyorlardı. Peygamberlerin mucizeleri bu ilme vâkıf olmalarındandı. Aynı mabetlerde yetişmiş Hz. Musa, Hz. İsa ve ardından peygamberimize ulaşan bilgiler. Yani ilmin kaynağı aynıydı. Bu ilim mâbetlerinde mürşit, mürid için terbiye etmede üstlendiği rolden dolayı manevi baba sayılır. Hatta mürşide baba şeklinde de hitap edilir. Bazı inanışlarda Allah için ‘’Allah baba’’ yani en büyük mürşit, eğiten, yetiştiren anlamında kullanılıyor.
Seçilmiş kişiler, peygamberlerdir. Bu ilim herkese öğretilmez, layığını yapabilecek kişiler Allah tarafından görevlendirilir ve eğitimi, ilerlemesi sağlanır. Çünkü bu ilimden ufak kırıntılar edinen kötü amaçlı kişiler, ilmini kâhinlik ve büyücülükte kullanabiliyor, peygamberler ise büyüye, fala lânet ediyorlardı. İlim; ahlakın, edebin elinde olduğu müddet insanların yararına çalışacaktı. Seçilmiş, üstün özelliklere sahip kişilerin olması gerektiği konusuna Eflâtun da değinmiş, üstün özellikli, üst zekaya sahip kişilerin ayrı eğitilmesi gerektiğini savunmuştur, Eflâtun bahsinde bu konuya döneceğiz.
Peygamberler Ledünnî ilme, bütün sırlara vâkıftı, sır dediklerimiz aslında sır değil, hakikatler. Bizim için sır olan evrenin gerçekleri. İşte Mısır mâbetlerinde kendilerinden çok önceki asırlarda yaşamış ileri düzeydeki bir uygarlığın bütün bilimsel çalışmaları korunuyordu. Bu mirasa çok iyi sahip çıktılar ve bıraktıkları yapıtlar, semboller, resimler ile günümüze bir çok şey anlattılar. Geçmişten geleceğe bilimsel mirasın aktarılmasında taşıyıcı rol üstlendi bu mâbetler. Mâbetlerin bilgi kaynağı, kayıp uygarlıklardan miras bilgiler ve eldeki gizli kitap olduğu söyleniyor. Zamanımızda konu hakkında çok sayıda bilim adamı Mısır’da araştırmalar yapıyor ve çeşitli kitaplar basılıyor. Atlantis medeniyetinden Mısır tapınaklarına ulaşan bir saklı kitaptan bahsediliyor, bu saklı kitabın adının Q olduğu söyleniyor. Son araştırmalar ışığında zamanımızdan 11.500 yıl kadar önce Atlas Okyanusunda var olan bir kıtada insanlığın, özellikle beyaz-Ari ırkın doğduğu ve çok üstün bir uygarlığa yükseldiği bir ülke bulunmaktaydı. Büyüklüğü Libya ye Asya (Anadolu) toplam alanından daha geniş olan bu kıtada gelişmiş bir teknoloji çok yüksek bir kültüre sahiplerdi.
Bu kültür dünyaya hâkimdi, tufan olayından sonra (tufan bütün dinlerde ortak anlatılan bir olay) bu medeniyet yok oldu. Bazı kurtulanlar ile yeryüzünün başka başka bölgelerinde yaşayanlar bu medeniyetten kalan kültürün etkisiyle yaşamaya devam ettiler. Öyle ki Dünya’da hangi ülkeye giderseniz gidin aynı mitolojiyi bütün ülkeler sahiplenmiştir, sadece adlar, yer ve argümanları değişiyor. İşte ilk ve son kitap Q (Qur’an , Kuran- Kerim) bütün sırları ve olayların doğrusunu açıklamaktadır. Kuran her asırda kendine has sırlar (bize göre sır) taşımış ve taşıyacaktır. Mevcut çağımızda çözülebilenler ile gelecek asırlarda çözülebilenler mutlaka farklı olacaktır. Aslında bunlara belki de ‘’sır’’ değil de ‘’hakikatler’’ diyebiliriz. Hz. Muhammed(sav) normal insanların Kuran’daki bütün bilgi ve derinliğini öğrenmeye dayanamayacaklarını zaman zaman açıklamıştır. (Özellikle kendi yaşadığı çağ ve coğrafya için desek de şu an dahi insanlığın ilmi bu seviyeye gelmemiş, tefsirciler yaşadıkları çağın bilgisi kılavuzluğunda çalışmışlardır. Ebu Zerr (ra) Hz. Muhammed’den naklediyor. ‘’ "Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah’a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız.’’
Yine M.Ö. 6. yüzyılda Zerdüşt “Ben yeni bir din öğretmiyorum, eskisini ıslah ediyorum” diyor. ( Zamana ve söze dikkat ettiğimizde henüz Hz. İsa ve Hz. Muhammed söz konusu değil. Fakat kaybolmuş bir dinin yeniden gündeme getirilmesi, bozulmuş yaşantının ıslah edilmesi, Güneş medeniyeti denilen kayıp uygarlığa ait bilgilerin bazı seçilmişlere aktarılması ve bu seçilmişler vasıtası ile insanların uyarılması söz konusu ) Hz. İsa Matta İncilinde “Sanmayın ki şeriati ve peygamberleri yıkmaya geldim, ben yıkmaya değil yapmaya geldim” diyor. Ondan 6 yüzyıl sonra Hz. Muhammed “Ben ahlakı tamamlamak için ba’solundum (yaratıldım)” diyor. Gelen her peygamber kendinden öncekini inkar etmek şöyle dursun, dini tamamlamak için gönderildiğini söylüyor.
( Not: Güneş Medeniyeti diye bahsi geçen kayıp uygarlık için bazı kaynaklar ‘’Güneş’e tapan topluluk ‘’ diye bahsediyor. Günümüz uygarlığında bile bahsi çok az olan böyle bir tapınma bu kadar ileri bir medeniyette söz konusu değildir diye düşünüyorum. Güneş Medeniyeti sözü doğru olabilir, Güneş enerjisinin bütün alanlarda kullanıldığı bir medeniyet olabilir bu.)
Eflâtun, Mısır’da Osiris mabedinde Atlantis ile ilgili edindiği tarihi bilgileri Timaios ve Kritias adlı dialoglarında konu etmiştir. Atlantis’in öyküsünü anlatmaya Timaios adlı dialoğunda başlamış Kritias’da devam etmiştir. Platon(Eflâtun) Timaios adlı eserinde evrenin doğuş temasını işlemiş ve çağına göre oldukça radikal bir anlayış ile sergilemiştir. Platon(Eflâtun) bu dialogda bir “Evren’in Yaratıcısı” kavramı kullanmıştır. (Çağına göre radikal denmesinin sebebi, tek Allah inancından bahsettiği içindir, yaşadığı çağ için radikal olduğunu elbette kabul ediyoruz.) Dini bilgileri Osiris mabedinde rahiplerden edinmiştir. (Dedesi Solon da Mısır’da inisiye olmuştur, yani tarikata girmiş, basamaklarda derece derece yükselmiştir. Atlantis ile ilgili bilgileri, dedesi Solon tapınaktaki bir rahipten öğreniyor, sonra torunu Eflâtun’a anlatıyor. Platon’un (Eflâtun) Eserinde konu ettiği diyaloglar bu aktarmalardır)
İslam âlimleri, özellikle eski İslam âlimleri Eflatunun tek Allah inancını onaylamışlar fakat teslis inancını, yani üç tanrı fikrini tam olarak doğru yorumlayamamışlardır. Eflâtun’un üçlü teslis fikrini eleştiriyor, hak dinlerin bildirdiği şekilde Allah’a inanmamış olmakla suçluyorlar. Halbuki Osiris mabedinde öğrendiği bilgiler ışığında halka soyut bir Allah kavramını anlatmanın ve inandırmanın zorluğunu düşünmüştü. Mısır’da rahiplerin inancı tek Allah inancıydı, halka arz edilen ise farklı görüntü oluşturuyordu. Ana-Baba-Oğul üçlüsü Mısır dininin halka dönük yüzünü simgeliyor, böylece somut bir putperestlik görüntüsü veriyordu. Oysa Osiris mabetlerinin rahipleri onun gerçekte bir tek şeyi, tek Allah’ı vurguladığını biliyorlardı. Halka soyut Allah kavramını izah etmenin zorluğu, Osiris rahiplerini bu yola itmiş olabilir. Nitekim çok daha sonra aynı üçlemeyi Eflâtun kullanmış, hatta onun tek Allah inancını savunması bile çağı için radikal bir savunma olarak görülmüştür. Onun, halkı ikna etmek için kullandığı yöntem osiris rahiplerinden öğrendiği somut yöntemdi. Fakat zamanımız artık bilgide hızlı sıçramalar yapan bir çağ. Çocuklar bile büyüklerden daha zeki ve kolay öğreniyor. Çocukları zeki olan ebeveynler bilgiyi soyut olarak çocuklara ilettiğinde de çocuklar konuları anlayabiliyorlar. Somut verilere dayanarak anlatma belki biraz daha zeka olarak geri çocuk ve kişilerde ihtiyaç olabilir. Nitekim zeki çocuklar çok kısa dönemde bilgiyi sünger gibi çekip, daha ilerisini arıyor. Daha geç öğrenen akranlarının yanında onların da öğrenmesini bekleme süreci bu tür zeki çocuklar için adeta bir işkence okullarda.
Eflâtun da her insanın farklı yetenekte ve zekâda olduğunu, üstün zekâlıların ayrı bir eğitim alması gerektiğini savunan bir kişidir. Eflatun, seçilerek eğitim düzeyinin doruğuna kadar yükselmesi uygun ve gerekli görülen en zeki ve bilgili olan “altın” yaradılışların geleceğin yönetici filozofları olarak devletin önderler durumuna geleceklerini belirtmektedir. Ona göre, bütün eğitim düzeninin amacı,bu altın yaradılışlı ,seçkin devlet yöneticilerini eğitim basamaklarında eleyerek bulmaktır.
( A Short Summary of Giftedness, Gifted Children, Y. Yılmaz, The Fountain. July-Sep. 1996, Vol. 2, No. 5, ss. 5-7., Gifted Children and Students, Identifying Gifted Children and the Invisible Child, Positive and Negative Characteristics of Gifted Children)
Eflatun’un görüşlerinin büyük ölçüde uygulamaya aktarıldığı yer, XVl.yy’da Osmanlı İmparatorluğu’nda ki Enderun okuludur. Bu okula belirli aralıklarla (3-7 yılda bir) yapılan devşirme yoluyla, Müslüman olmayan 10-11 yaşlarındaki çocuklardan bedeni özrü bulunmayanlar(topallık,çolaklık,kamburluk,şaşılık vb.)devşirildi.
Bunlardan en yakışıklı ve en gösterişli olan,en zekileri özel birtakım seçme ve eleme yöntemleriyle belirlenip önce hazırlık okullarına oradan da her basamağında seçme elemenin söz konusu olduğu saray okuluna ya da başka bir deyişle Enderun’a alınırlardı.
Batılı kaynaklara göre Osmanlı İmparatorluğu’nun Kanuni Sultan Süleyman önderliğinde başlayan ve gittikçe güçlenerek Avrupa’yı uzun süre korkutan güç haline gelmesindeki temel faktörün sistemini Enderun’a alıp devlet yönetimini fen,sanat,din ve savaş alanları için yetiştirmiş olduğu üstün yetenekli çocukları, yeteneklerini dikkate alarak istenilen amaca göre eğitmenin mümkün olabileceğini tarihi açıdan en iyi biçimde gösteren Enderun okulu olduğunu belirtebiliriz.
Yine günümüzde Dünya üzerinde tek dini tesis edebilecek böyle ‘’altın’’ bir nesle ihtiyaç vardır. Yukarıda da anlatılanlar üzerine, yeryüzünde esasında zaten tek bir din ve tek bir Allah var. Bütün insanlığın dua ettiği, emirlerini yerine getirdiği Allah hepimizin ortak inancı. Peygamberler de tüm insanlığın ortak peygamberleri. Hepsi birbirini tamamlayıcı olarak gönderilmiş, biri diğerini inkar etmemiştir. Global ve bilimde, iletişimde hızla ilerleyen Dünya, tıpkı Atlantis döneminde olduğu gibi yeryüzünde tek bir dinin hakimiyetine elbette geçecek. ‘’Altın nesiller’’, özel yetiştirilmiş kişiler yeryüzüne hakikatleri yayacaklar. Burada Türklere, Türk gençliğine büyük görevler düşüyor , önce kendi toplumumuzdaki hatalı inanışları düzeltebilmek gerekiyor. Şaman inancı etkisi İslam dini inancından daha baskındır toplumumuzda. Şamanların var olduğu dönemdeki gibi hâlâ türbelere, yatırlara gidiliyor, ölülerden medet umuluyor. Adaklar adanıyor, kurban adağı sözü veriliyor. Şamanların aşiret düzeni günümüzde de devam ediyor, İslam’a aykırı neredeyse küfür niteliğinde kararlar uygulanıyor. Peygamber harici kişilerden keramet bekleniyor. Hastaları iyileştirmesi, bekarları evlendirmesi, fakirleri zenginleştirmesi vs gibi istekler için keramet sahibinden(!) dua isteniyor. Bu inanışlar şaman döneminden kalma, Allah ile arada aracı gerektiren batıl inanışlar. Oysa Müslüman ibadetini, namazını, duasını kendisi yapar. Ayrı bir sınıfa ihtiyaç da yoktur. Ölüsünü gömmesi için dahi bir hocaya ihtiyacı yoktur. Çünkü her Müslüman bir topluluğun önüne geçip cemaate namaz kıldıracak veya cenazeyi kaldıracak bilgiye sahip olması gerekiyor. Batıl dediğimiz inanışlardan, aşiret yönetimi etkilerinden kurtulduğumuzda yani kısaca önce kendimizi düzeltirsek , dünya üzerinde etkimiz de daha güçlü olacak. Böylece gerçek Müslümanlığı bizim kanalımız ile dünya görecek ve sevecektir. Dünya üzerinde tek dinde birleşme önce kendimizdeki kusurları giderme ile başlayacak elbette.
‘’ İnsanoğlunun binlerce yıl nice bedel ödeyerek geliştirdiği kardeşlik kavramı, din ve siyaset tacirlerinin ayakları altında çarçur edilmiştir. Bireyler arasında kin ve nifak tohumları ekmede Hıristiyan, Müslüman ve Musevi din adamları adeta yarış halindeler. Bu sözüm ona din adamlarının, dinin birkaç değil bir olduğunu, hepsinin aynı kaynaktan geldiğini unutturmak için ellerinden geleni artlarına koymadıkları, insanları takım tutar gibi din tutmaya zorladıkları biliniyor. Onlara söylenecek tek şey var, inandıklarını söyledikleri peygamberin ve kitabın hışmına uğrasınlar! Dürüst din adamlarını bu bedduadan tenzih ederiz! ‘’ [ /kalin ](tırnak içi alıntı, Şahan Adamyan, Dinler Yok, Din Var! Yazısından)
Bütün peygamberlerin Allah’tan aldıkları vahiyleri insanlara tebliğ ettikleri dinler Hak dinlerdir. Bunların hepsinde hiç değişmeyen ana unsurlar vardır. Gerçekten iman etmiş olan Hıristiyan, Müslüman ve Museviler bu gerçekleri görüp, tek din inancına mutlaka varacaklardır. Çünkü artık teslis inancı Hıristiyanların da zihninde bulanıklık yaratmaktadır. Hz. İsa bizzat kendisi böyle bir inancı yerleştirmedi, İnciller daha sonra farklı kişilerce yazıldığı için bazı İncil kitaplarına bu üçleme yerleşti. Bütün İncillerde aynı inanç yer almıyor, aksine Hz.İsâ (a.s.)’ın “Ben Allah’ın kuluyum, O bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi.’’ sözü bir diğer İncil’de de yer alır ( Matta, 12,18)
Mısır tapınaklarında yapılan şey şuydu. Atlantis Medeniyetinin (Güneş Medeniyetinin) kendilerine mirası bilgilerinden yararlanarak bilim ve din alanında özel donanımlı üstün zekâlı kişileri yetiştirmek. Bunu bir tarikatta en yüksek basamağa kadar yolculuk olarak alırsak, bu mâbetlerde bunun yolu öğretiliyordu. Bu mâbedlerde eğitimini almış peygamberler; maddeye hükmedebiliyor, hayvanlarla konuşabiliyor, astroloji, matematik, fizik, kimya vs tüm bilimlere ait bilgileri, bilginin asıl kaynağından alıyorlardı. Kaynak, Atlantis Medeniyeti mirasıydı ve bu miras bu mâbetlerde korunuyordu. Günümüzde de Mısır piramitlerinin kendi kendini koruyan bir sistemi vardır. Bazı piramitlerde elektronik cihazlar çalışmaz.
Mısır tarihine dönüp; bu dönemden bize aktarılan astronomi, fen, tıp, fizik, matematik, kimya, din bilimleri vs gibi bilgilerin hangi semboller ile aktarıldığını daha sonraki bölümlerde ele almaya çalışacağım.
2. BÖLÜM
YERYÜZÜNDEKİ DİNLERİN ORTAK MESAJLARI, DÜNYA’DAKİ ORTAK EFSANELER
İlave Kaynaklar
Yeni Anlaşma, Aziz Markos, Kitab-ı Mukaddes Şirketi Yeni Yaşam Yayınları
Atlantis, David GIBBINS
Atlantis, the New Evidence, Martin Ebon
Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat, Remzi Kitabevi
www.ustunzekalilar.org/index.php?option=com_content&task=view&id=195&Itemid=233&phpMyAdmin=YWpIh7Deg1iWGMaq6UG4fs1uqJd (Enderunda Eğitim)
YORUMLAR
Selam...
tevafuken yazılarınıza ulaştım ve yeni bir keşif yapmış oldum. Allah bir şeyi diledi mi böyle çeşitli vesilelerle sunuyor önümüze. bilginin kaynağı da O. ve sizin bu yazınıza da ulaşmama da sebep olan O. vesileler herkesin konumu, duyarlılığı ve öncelikleri içinde kişinin dikkatini çeker. Allah bunu o kadar güzel düzenler ve kuluna ulaştırır ki, kişi O'ndan geldiğini anlamayabilir. her neyse uzatmayayım (aslında uzatacağım). dün geç saatlerde seçkideki yazınızı gördüm. Benimde senaristlik bir geçmişim olduğu için açtım fakat şöyle bir baktım ikinci paragrafta bıraktım. ama bu arada bu yazınızı gördüm. gördüm ve olanlar oldu.
Sayın Müjgan Hanım, öncelikle size çok teşekkür ederim bu bilgilenmeme vesile olduğunuz için. yıllardır geçmiş dönemlerdeki islamın silsilesini merak ediyordum. Ama tembelliğimden dolayı araştırmamıştım.
vermek istediğiniz mesajın özünü ben çok iyi anlıyorum, bazıları burdan dinleri birleştirip çorba yapacak gibi zannedebilirler, oysa siz çok öz ve çnemli bir gerçeğe vurgu yapıyorsunuz Kuranın da anlattığı bu. Yani tek din vardır, değişik isimlerin bizi aldatması 'kategorize' kültürünün ayrıştırma, ötekileştirme ve birleştirmeyi tartışma dışı bırakmasından kaynaklanıyor. işte siz çok güzel bir şekilde bu örtüyü açmışsınız.
Hz. İsa'ya karşı koyan yerleşik düzenin kahin verahiplerinin tavrı, Peygamberimize de Mekke'nin 'sahipleri' tarafından yapıldığını görüyoruz. muhafazakarlığın tanımı tam da bu. egemenliğini muhafaza etme uğruna gerçeği kabul etmemek, ötesi gerçeğin üstünü örtmek. bilirsiniz gerçeğin üstünü örtmek te 'kafir' kavramının tanımı. ve çokönemli bir tanım. bütün dünyada devletler ve tek tek insanlar gerçeğin üstünü örtmek için çalışıyorlar.neyse bu bahsi diğer.
geçmiş medeniyetleri anlatırken insan imreniyor ordaki seviyeye ve şimdi müslümanlara bakınca aradaki uçurumu daha iyi görebiliyor. buna da dikkat çekmeniz çok önemliydi. Tamda bu konuda sizden bir ricam var. Şaman kültüründen taşıdıklarımız, tekke vb.. acaba başka müslüman topluluklarda varmı? mesela araplarda, mesela uzak asyada yoksa sadece bize hasmı. tembelliğimi itiraf ederek çalışkanlığınıza sığınıyorum.
çok uzattığım için beni bağışlayın, kendimi alamadım.bu arada senaryo yazınızı tekrar okudum ve yarım bıraktığım için kendime kızdım. çok güzeldi ve çok önemli noktaya parmak başmışsınız.
şimdi diğer yazılarınızı ve şiirlerinizi tavaf edeceğim. umuyorum ki yeni keşifler yapacağım.
Selam, saygı ve hürmetlerimle.
Müjgan Akyüz
Benim görüşüme göre ülkemiz Osmanlı döneminde dünya çapında İslam önderliği yaptığı için, bu önderliğin yine ülkemize yakışacağını düşünüyorum. Bu yüzden önce ülkemizdeki İslam, gerçek İslam diyebileceğimiz bir seviyeye kavuşmalı veya çok yaklaşmalı. "Önce kendi evinin önündeki çöpü temizle" derler ya, o misal.
Günümüzdeki Müslüman ülkelerde doğudan batıya hepsinde eski kültürlerinin bazı ritüellerini devam ettirdiklerini görüyoruz. Bunların bazıları dine zarar vermeyen, hatta Kuran okunmasına vesile olan olumlu etkiler olabiliyor(Örneğin ölünün 40 ında yapılan mevlit) Bunlara din âlimleri fazla tepki göstermiyor. Ancak şirke götürecek katkılar olursa karşı çıkılıyor elbette. Örneğin türbelerde mum yakmak vs gibi
Mesela bazı Araplar türbelerde başlarını kollarını vura vura sesli ağlıyorlar. Bu da cahiliye döneminden kalma alışkanlıklardan. Peygamberimizin yasakladığı bir ağlama türü esasen.
Tekrar teşekkürler, selam ile
yazınızın bu kısmını okudum.hayli bilginin ustaca sıralandığı bir yazı.Başlık ve yazı galiba birbirini tamamlayacak nitelikte.
insanlık var oldukça elbette dinler var olacak, insan toplulukları içerisinde düşünen beyinler, kendi yaratıcılarını bulacaklardır.
Türk'lerin tek dinde insanları birleştirme fikri bana biraz dinler arası diyalogu hatırlattı.bütün dinler elbette Allah kavramında ortaktır ve Allah'ın insanlara mesajlarıdır.
Asıl measele insanları tek dinde toplamak değil, insanlara insan olma vasfını ve İslam'da esasını bulan Kamil insan olma özelliğini kazanmaktır.
Din adamlarının çoğu (fark gözetmeden) zaman içerisinde dini kendi çıkarları için kullanmışlardır.Günümüzde de kullanmaktadırlar.İnsanlar, din taassubundan kurtulmadıkça gerçek dini anlamakta zorlanırlar ve din adamlarının elinde oyuncak olurlar.
bence dünyayı tek dinde birleştirme düşüncesi ancak Allah'ın dilerse kudretiyle olacak bir sonuçtur.Aksi halde yaratıcı bu sonucu biz kullarına bırakırsa maalesef nefis denen şeytan asla buna izin vermeyecek, insanlar din adına asırlarca kullanılacaklardır.
Türk'lerin dünyayı tek dinde birleştirme sorusuna gelince sanırım Türkler kültür emperyalimi içerisinde erimekten kurtulamayacaklardır.Ben Türk islam ülküsüne inanan bir insanım.Turan hayaliyle büyüdüm.Zaman şunu göstermekte, aklını kulllanan milletler, tarih sahnesinde daha uzuzn yaşamaktalar.
Dünyada en fazla budist inancında insan yaşamakta.Budistler tanrının varlığını Budha'da görmekteler.Ama budist inancında olan insanlar birbirlerine vahşet yapmaktadırlar.
Demem o ki nefsin olduğu bu alemde hangi millet olursa olsun dünya üzerinde kan ve gözyaşını durdurmakta başarılı olamaz.dünyada tek din olsada!
saygılarımla.
Müjgan Akyüz
Ülkemiz de bir müslüman ülkesi ama müslümanlığı bilip uygulayan bilinçli kesim maalesef az.
Avrupalı araştırmalar sonucunda gerçeğe ulaşıyor, kendi dinlerindeki çalişkileri buluyor. O yüzden inançsızlığa gidiyor. İslam ile karşılaşınca da samimiyetle inanıp gereğini yapıyor. Yani gelenekten gelen ülkemizdeki hataları hayatına yansıtmıyor. Ülkemiz insanları da böyle araştırmalı, töre ve gelenekler etkisini de araştırmalı.
İslamiyetin çok incelendiği de bir gerçek. Bizlerden çok önceki ilim adamlarının da araştırmalarında var. Etkilenmeleri de var.
Zaman ne gösterir bakalım, teşekkürlerimle
Bilginin kaynağı aynı ama, bunca farklı din neden sorusunun cevabı...
Konuyu araştırma ve kaynak gösterek ele almanız gerekiyordu öyle de yapmışsınız.Yer yer daha önce bilmediğim bilgileri sundunuz.Özellikle Atlantis medeniyetinden kalma saklı kitap(ilk ve son kitap),kaybolan bir dinin ıslahı,ana-baba-oğul üçlüsünün doğuş sebebi...(baba-oğul-kutsal ruh)
Müjgan Hanım,ben de meraklıyım bu tür konulara ama iş araştırma yapmaya gelince biraz tembelim galiba birşeyler bahanemiz oluyor işte.
Sizin bu araştırmacı ve güzel aktarım yönünüzle de takdir ettim doğrusu.
Çalışmaşlarınızda başarılar diliyor,saygı ve sevgilerimi yolluyorum.
Müjgan Akyüz
Değerli şairim, ele almaya çalıştığım konu gerçekten araştırma yapmayı gerektiriyor. Çok kitap ve döküman topladım, daha da devam ediyorum.
Sevdiğim konuları incelemek zevk veriyor.
Çok teşekkür ediyorum, selam ve sevgilerle
Dinler Manevi huzuru ve ahiretteki yaşamın cennette olmasını hedefleyen inanış biçimidir.Biz Türkler İslamı seçmişiz.Nedeni de mantık dini olması.Bu uzun yazıyı zevkle okudum. Ve dedim ki tüm insanlar aynı inanış içinde huzurlu mutlu ve ezilmeden yaşasa ne güzerl olurdu.İnşallah Dünya Özlenen Barışı yaşar..Yazınızı kutluyorum Değerli Üstadem.Saygılar...
Müjgan Akyüz
Selam ve saygılar
değerli şair
baştan sona, bilgi, birikim gerektiren emek verilmiş, içeriği tamamen haklı
ve dimağımızda oturmayan bazı taşları yerli yerine koymak gerektiğinin bilincini işaret ediyordu
söylenecek çok şeyin detaylarına girmeden
böyle güzel bir yazı için sizi kutluyorum ...saygımla
Müjgan Akyüz
selamlarla
çok özenli ve gayet düzgün bir çalışma. Çok da kapsamlı ve devamı gelecek.
Nereye bağlanır merektayım. Dilerim okumak kısmet olur.
Allah dünyayı zaten İslamda birleştirmiş. Yeryüzünde inanlar ve inanmayanlar diye sadece iki kavim vardır aslında. Hz. Mehdi İslamda ki Meshepleri kaldırıp oluşumu tamamlayacaktır.
Söylenen ve inanış ne olursa olsun sizin emekğiniz de yazıda ortaya çıkıyor. Araştırmanız çok kapsamlı.
Tebrikler.
Müjgan Akyüz
Tekrar teşekkürler, selamlarla
İnsanların düşünceleri polemik konusu edilebiliyorsa, demek ki gerçek alevi yakılmıştır orada..
Size itiraf etmeliyim ki ablacım, bir haftadır bu konu hakkında hem de bu içerik ile ve de benzer bir araştırma tarzı ile yazı yazmayı planlıyordum. Ama gerek kalmadı bu tarz ile bir daha uğraş vermeye. Haftamın yazısı burada, defalarca gelip okuyasım var.
Fikriniz, umumi umutlarımızın sabahı olacaktır inşallah; buna inanıyorum..
Dinsiz ilim kördür...Bu gerçeği unutmak ne kadar da bedbahtça!
Sizi can-u gönülden tebrik ediyorum ablacım, uğraşınız boşa gitmedi, buna inanın...
Hürmetle...
Müjgan Akyüz
selamlarla
Sayın Müjgan hanım;
Tüm düyada küreselleşme adına Amerikan politikaları hızla hayata geçirilrken, Ortadoğu infilak ettirilmiş bir barut fıçısı iken, Kerkükte soydaşlarıızn üstüne bombalar yağrıdırlırken, Afganistan, Pakistan'da Usame bin Ladin gibi emperyalizmin kendi türettiği kukla liderler El Kaide gibi bir örgüt, halkları birbirine düşürmek için provakasyon aracı olarak kullanılırken, Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara'da çok sayıda insanımız hunhaca katledilirken;
...
Bilim ve teknoloji başdöndürücü bir hızla gelişmiş ve uzaydan her şeyi gören uydular sayesinde kıtalararası füzeler ile istenilen nokta hedefler istenildiği anda yokedilirken,
...
Ortaçağdan beri Türk düşmanlığı bütün kıta Avrupasında yayılmışken ve Amerika'da yerli halklar hunharca yokedilmişken, kalkıp da konu başlığı altında ''TÜRKLER DÜNYAYI TEK DİNDE BİRLEŞTİRECEK'' böyle bir sav ileri sürmeniz, gerçekdışı, hayâl ötesi bir ütopyadır. Dış borcumuz 552 Milyar dolar; iflâslardayız var mı bunu çıkar yolu????
Herkesi inançlarında serbest bırakmak en doğrusudur. Nasıl neye ve kime inanırlarsa inansınlar, siz insanların inançlarını değiştirme hakkını kendinizde görürseniz, başkaları da sizi ve inançlrınızı yoketme hakkını kendinde görür.
Bizi din adamlarının dumanlı vaatleri değil, bilimin aydınlığı kurtaracaktır unutmayınız...Saygılarımla.
Şaban Aktaş tarafından 7/21/2011 9:29:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
Müjgan Akyüz
Kimse kimseyi din değiştirmeye zorlamıyor, dinlerin tek bir kaynağı olduğuna işaret ediliyor. Bu kaynak açıklanıyor. Bu kaynağı dünyada yaşayan kişilere açıklamak işi bizlere düşecek.
Bütün inanışların kaynağı aynı, siz sadece başlığa takılıp yazıyı okumazsanız verdiğiniz cevap böyle olur elbette.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Yine günümüzde Dünya üzerinde tek dini tesis edebilecek böyle ‘’altın’’ bir nesle ihtiyaç vardır.''
NE DİYOR YUKARIDA; YAZINIZIN TAMAMINI OKUDUM MÜJGAN HANIM NE YAZDIĞINIZI FARKINDA OLUNUZ LÜTFEN...
Müjgan Akyüz
Evet, böyle altın bir nesil, iyi yetişmiş gençliğe elbette ihtiyaç var. Zaten yetişiyor da, belki sizin haberiniz yoktur ama çok güzel okullar var, güzel bir gençlik yetişiyor.
İşte bu gençlik dinlerin ortak noktalarını ve aramızda ayrılık olmadığını anlatacak dünyanın her tarafına ve aslında anlatıyor da şu an. Hani boş da durulmuyor zaten.
Yeryüzünde bütün dinlerin kaynağı tektir diyorum ve inşallah herkes bu kaynağın ne olduğunda hemfikir olacak. Yeterki samimi bir niyetle çalışalım, olmayacak bir şey yok.
Selam ile
Şaban Aktaş (Homerotik)
Antik çağdan beri, kurum olarak din ve ruhban sınıfı, devleti elinde tutan hakim sınıfın siyasal ve kültürel bir baskı aracıdır.Madalyonun arka yüzünü görmek gerekli.
Bu eski Yunanda Roma'da Mısırda tapınak rahip ve rahibelerince, semavi dinlerde hahamlar , imamlar aracılığıyla, şamanistlerde ise şamanlar aracılığıyla, ekonomik alt yapıyı elinde tutanların siyasi kültürel ve ekonomik çıkarlarına uygun verdikleri kararlar ve fetvalar ile sürüdürülegelen çıkar savaşıdır.
Ancak bilimin gelişme hızı ve bilginin yayılma hızı arttıkça ruhban sınıfının itibarı tüm dünyada giderek yokolma sınırına doğru ilerleyecektir. Saygılarımla.
Müjgan Akyüz
İlim, ilim,ilim
Bu ruhban sınıfı zaten gizemler, sırlar, fallar, büyüler yüklüyor inanca.
Oysaki ilimsiz inanmak olmaz. Kuran ilme aykırı bir şey söylemez, onu ilimden uzaklaştıran ruhban sınıfı ayinler, törenlerle milleti avutuyor, eski âdetlerin etkisinden kurtulamamak gerçekten uzaklaştırıyor.