40
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2952
Okunma
Neriman Hanım, elindeki örgüyü ikiye katlayıp özel torbasına koyarak, bilgisayarın başında oturan kızına döndü;
“İlkay; hadi kızım pazara gidelim.”
“Beş dakika izin ver anne; şu oyunu bitireyim.”
Neriman Hanım, iş torbasını kenara koyup odadan çıktı. Pazarda sıkışmamak için tuvalet ihtiyacını giderip üzerini değiştirdi. Tekrar odaya döndüğünde kızı hâlâ oyun oynuyordu.
“İlkay! Beş dakika dedin, on dakika oldu, hadi kızım, akşam oluyor. Ne zaman pazara gideceğiz?”
“Aman anne; arkadaşlara ayıp olacak şimdi, şu oyun bitsin gidelim.”
“Başlarım senin oyununa da arkadaşlarına da ne arkadaşıymış o! Kalk o meretin başından! Gelince kaldığın yerden yine başlarsın! Hem bu akşam yola çıkacaksın, bavulunu hazırladın mı?”
“Benim bavulum hazır. Kırk yılda bir oyun kuracak insan buluyorum, onu da yarım bıraktırıyorsun.”
Neriman Hanım’ın kan beynine çıkmıştı. “Ne diyor bu kız? Hangi insanlar, hangi arkadaşlar var o kutunun içinde?” diye aklından geçirerek kızının yanına bir sandalye çekip oturdu. Rengârenk rakamları oradan oraya alıp atıyordu kızı. Bir süre izledi;
“Ne şimdi bu?”
“Okey.”
“Canlı mı yani oynadıkların?”
“Benim ölüye benzeyen bir yanım var mı anne?”
“Tövbe tövbe; ne ölüsü kızım?”
“Ne ölüsü olacak, oynadıklarım da benim gibi insan işte. Canlı kanlı. Oyun bitti, hadi gidelim pazara.”
Neriman Hanım önde, kızı arkada pazara gittiler ama Neriman Hanım’ın aklı fikri bilgisayarın içindeki insanlarda kalmıştı. Oraya nerden gelmişlerdi, nereliydiler? Onlarla nasıl konuşabilirdi, dahası o da oynayabilir miydi? O akşam torunuyla birlikte, izini biten kızını yolcu etmişti. Artık torunuyla yalnız kalmıştı ve hüzün çökmüştü kızı gidince eve.
Bir gün torunu bilgisayarın başındayken, aklına takılan sorulara cevap bulmak için torununun yanına oturdu;
“Bebeğim, şu okeyden ben de oynamak istiyorum; nasıl oynayacağım?
“Önce üye olmalısın anneanne.”
“İyi o zaman, hadi beni de üye yap.”
“Aman anneanne, senin hiç işin yok mu? Örgünü ör sen!”
“Bana ne, ben de oynayacağım!”
“İyi tamam. Kendine bir rumuz seç, seni de üye yapalım. Bir sen eksiktin okeyde sen de ol tamamlansın takım.”
Neriman Hanım bir süre düşündükten sonra; “Rexona!” diye bağırdı.
“Ne yani, şimdi sen Rexona mı olacaksın?”
“Evet. Nesi var Rexona’nın? Amaç değişik bir isim bulmaksa ben de kullandığım deodorantı seçiyorum. Çünkü Rexona’yı seviyorum.”
“İlginçsin anneanne ilginç!” dedi ve anneannesini okey oynaması için bir siteye üye yaptı. Merakla bilgisayarın başına oturan Neriman Hanım, nasıl oynayacağı hakkında torunundan bilgi almaya çalışıyordu.
Torunu;”Bak şimdi anneanne; taşları renklerine göre sıralayacaksın. Mesela; yeşil beş mi geldi, onun yanına altı, yedi işte öyle devam edeceksin. Tersi de olabilir; dört, üç iki diye de sıralarsın. Renkler ve rakamlar… Tamam mı? İşine yaramayan taşı atacaksın. ” dedi.
“O! Çok kolaymış. Ben neden oynamayayım, elbette oynarım.” Diyen Neriman Hanım, fareyi idare etmekte zorlansa da oyunu oynamakta inat ediyor, öğrenmek için çaba sarf ediyordu; ama oyun oynamak için bir masa kuramamıştı. Zorlandığını gören torunu yine imdadına yetişti ve bir masa kurarak Neriman Hanım’a; “Hadi oyna artık anneanne. Takım tamam seni bekliyor.” Elinde fare birkaç tur dönen Neriman Hanım, karşısındaki arkadaşının “Ne salaksın sen, okeyi neden attın?” demesine sinirlenip yine torununu yardıma çağırdı.
“Bana neden salak dedi karşımdaki bebeğim?”
“Ah! Anneanne okeyi boşa atmışsın!”
“Ne okeyi?”
“Attığın taş dokuz değil mi?
“Evet. Ne olmuş dokuzsa. O taşa uygun taşım yoktu, ben de attım.”
“Anneanne anneanne! Ortadaki taş kaç?”
“Sekiz!”
“E, o zaman attığın taş okey olmaz mı?
“Nerden bileyim ben! Sen bana okeyin kaç olduğunu söyledin mi?”
“Aman anneanne, ne halin varsa gör!” diyerek Neriman Hanım’ı kendi haline bırakan torunu basketbol oynamak için evden çıktı. Neriman Hanım, birkaç tur daha döndü ama bu oyun onun pek hoşuna gitmemişti. “Taşları gayesizce oradan alıp buraya atmak… Zaman kaybı, zaman kaybı!” dedi ve bilgisayarın başından kalktı, örgüsünü yeniden eline aldı ama aklı hâlâ bilgisayardaydı. “Sadece oyun mu oynanıyor acaba o aletle? Başka bir marifeti yok mu ki?” diye de düşünmeden edemiyordu. Merakını yenemeyerek, örgüsünü bırakıp tekrar bilgisayarın başına oturdu. Oraya buraya tıklarken karşısına Edebiyat Defteri diye bir site çıktı. Rast gele bir şiiri okumaya başladı.
S/UÇ
Gün geceye döndüğünde
Yıldızlar ağladı halimize…
Aşkı bıraktığımızda kapı eşiğine
Müezzin salâ veriyordu minarede
Günlerden Cuma mıydı, yoksa ölen aşkımız mı?
S/uç(lu) muyduk?
“Şiirin devamını okumak için üye olmalısınız”
Şiir, tam meraklı yerinde kesilmişti. Neriman Hanım, fareyi elinden bıraktı. Çünkü bulduğu siteyi kaybetmek istemiyordu. Torununu sabırsızlıkla bekledi. Torunu ter içinde basketbol oynamaktan gelince çocuğun soluklanmasına bile izin vermeden;
“Bebeğim, koş koş..! Çabuk beni bu siteye üye yap, şiirin devamını okumak için üye olmak lazımmış!” dedi.
Torunu alnından akan terleri işaret parmağıyla silerek anneannesinin yanına oturdu. Siteye şöyle bir göz attı.
“Aferin sana anneanne, sonunda işine yarayacak bir site bulmuşsun. Benim bile aklıma gelmezdi böyle bir site. Hem artık bütün kırtasiyeyi eve taşımaktan da kurtulursun. Bak burada her şey var; öykü, şiir, ne istersen… Ama yine rumuz lazım; bu defa ne olacaksın? Yine mi Rexona?” diyerek sırıttı.
“Yok. Bu defa Rexona olmayacağım. Neriman46 olacağım” dedi.
Torunu çok şaşırmıştı. “Neden 46, onu anlamadım?” dedi.
“Neden olacak; bu şiirin sahibi, Emine45. Ben ondan sonra üye olacağıma göre 46 olmam gerekmez mi?” dedi. Torunu katıla katıla gülmeye başlamıştı ama Neriman Hanım’ı Edebiyat Defteri Sitesi’ne hemen üye yaptı. Neriman Hanım’ın keyfine diyecek yoktu artık. O gün, gece yarısına kadar ne kadar şiir, öykü, deneme varsa hepsini okudu. Ertesi gün ve daha sonraki günlerde de okudu ama artık okumak ona yetmiyor, yazmak istiyordu. Sitede yazanlar kadar olmasa da içindekileri yazsa yeterli diye düşünüyordu. Tabii, yine torununa iş düşmüştü.
“Bebeğim, ben nasıl yazı yazacağım?” dedi çaresizce. Torunu şaşırmıştı. “Ne yazısı anneanne?” diye sordu merakla. “Ne yazısı olacak, aha buradaki yazanlar gibi” dedi. “İşte şimdi hapı yuttuk!” diye bağırdı torunu ama Neriman Hanım pes etmiyordu.
“Yazmak istiyorummmm!” diye bağırdı. Torunu, yine bilgisayarın başına oturdu ve anneannesine yazması için bir sayfa açtı. Neriman Hanım heyecanla yazmaya başladı açılan sayfaya. Yazı bitince yine torununu çağırıp sayfasına astırdı ama diğer insanların yazıları gibi resim de koyması için ısrar etmişti. Asılan yazının altına yorumlar başlamıştı.
“Yazı, konu itibarı ile güzel olsa da imla kurallarına hiç dikkat edilmemiş.” Diyordu yorumcunun birisi.
Bir başka yorum; “Harika bir konu, harika bir anlatım. Tebrik ederim yazarı.” Diyordu.
Yazdığı yazıyı tekrar tekrar okuyan Neriman Hanım, nerede hata yaptığını bir türlü çözemiyordu. Heyecanla başka bir yazıya başladı ama her cümlede toruna danışmadan edemiyordu.
“Bebeğim, şu imlayı çözemedim gitti, bana yardım edemez misin?” dedi.
“Bak şimdi anneanne; mantığını kullan. Cümlenin nefes aldığın yerlerinde virgül koy, sözüm bitmedi, daha diyeceklerim var dediğin yerlerde, noktalı virgül koy, cümle bitiminde noktayı yapıştır, cümleyi bitir. Bu kadar basit! Anladın mı? Dedi. Neriman Hanım, torununa baktı, dudağını büzdü, “Tamam anladım” dedi. Anlamaktan başka da çaresi yoktu. Çünkü yazmayı çok seviyordu. Tekrar yazmaya başladı ama yanlış da yapmak istemiyordu.
“Bebeğim, bak şimdi; “Bu hayatta neler çektim neler neler” dediğim zaman, burada ne koyacağım?”
“Üç nokta.”
“Üç nokta mı? O da ne? Yok, virgüldü, noktalı virgüldü, noktaydı anladıkta, bu ne şimdi! Üç noktaymış…”
“Ama anneanne, senin kurduğun cümle çok şey anlatıyor ama üstü kapalı. Sen o noktalarla çok şey anlatmak istediğini anlatıyorsun işte!” dedi ve odasına kapandı. Neriman Hanım, yazısıyla baş başa kalmıştı. Yazdı. Becerebildiği kadarıyla sayfasına asmaya çalıştı ve sonunda kendi başına asmayı da başarmıştı. Artık mutluydu. Kendi başına bir yazı yazmış ve asmıştı. Ertesi gün yine yorumları okuyordu… Yazısı bu defa her zamankinden daha çok yorum almıştı. Kimileri öve öve göklere çıkarırken, kimileri de yerip, yerin dibine batırıyordu. Yorumcunun birisi;
“Sayın yazar, bir çuval nokta kullanmışsınız. Ne gerek vardı bu kadar nokta israfına? Hem de günün yazısı seçilmiş bir yazıya yakışır mı bu kadar hata?” diyordu. Aklı karışmıştı yine, torununa koştu;
“Bebeğim, bak bakalım benim yazıya, ben senin dediğin gibi yapıp sözümün bitmediği yerlerde üç nokta koydum ama çok koymuşsun diyor birisi. Üstelik günün yazısı; ne demek bu günün yazısı?” diye sordu.
Torunu bıkmıştı artık. İsyanlardaydı.
“Sen yazını yaz anneanne, yazını yazzz! Sana o yorumları yazanlar belki birkaç üniversite bitirmiştir, belki gerçek bir yazardır nereden biliyorsun. Sense, ilkokulu bitireli kırk yılı geçmiş, bildiklerini de unutmuşsun. Hatırlasan bile yeni yeni kurallar çıkıyor. Sen, yaz yazını, yazz! Günün yazısını, gecenin yazısını karıştırma! Onu da öğrenmesen kıyamet mi kopar?”
18.07.2011 Emine UYSAL