- 5003 Okunma
- 25 Yorum
- 0 Beğeni
SEFERî/ BÜYÜKADA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hafta sonları pek çoğumuz için evimizde geçirmek ve ailemizle ilgilenmek isteyeceğimiz mola zamanlarıdır. Koca bir haftanın ardından, evde kafa dinlemekten daha güzel ne olabilir ki? Ama şu da bir gerçek ki; hayat akıp gidiyor. Yavaş adımlarla sonuna doğru yaklaşmakta olduğumuz hayatımızın o en son deminde “keşke” dememek için yapmamız gereken şeylerden biri de gezmek, yeni yerler keşfetmek bakışlarımızın ardını güzelliklerle doldurmak olmalı. Zira bazı şeyleri yapabilmek için yaş gerçekten önemli. Bunu Cumartesi günü çıktığım Büyükada seferinde daha iyi anladım. Yürüyerek yapmanız gereken aktiviteler, dizlerinizle barışık olmalı…
Evet, bir karar verdim. Bundan böyle her cumartesi günü, en azından elimin erişebileceği yerlerdeki saklı maceraları keşfe çıkacağım. İlk durak olarak da, hayranı olduğum Reşat Nuri GÜNTEKİN’ in bir çok romanını kaleme aldığı, Halid Ziya’nın Behlülle Zuhal’i buluşturduğu, edebi bir güzellik ve pek çok imparatorun sürgün yıllarına, Osmanlının son dönemlerinde ise pek çok aydına ev sahipliği yapmış, yüzen bir tarih kırıntısı; Büyükada.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, her hafta sonu İzmit Vapur İskelesinden Büyükada’ya seferler düzenliyor. Kocaeli’de yaşayanlar için söylüyorum; sefer ücreti gidiş dönüş 25 TL. İskeleden hareket eden vapur Karamürsel, Hereke ve Darıca’ya da uğruyor. Bir saat, kırk dakika süren yolculuktan sonra Büyükada’dasınız. Ayrıca İstanbul’dan adaya pek çok iskeleden 20 dakikada bir seferler var.
Benim gibi daha önce hiç Büyükada’ya gitmeyenler, gezisine nereden başlayacağını bilemeyebilir. Ama korkmayın; adada kaybolma gibi bir tehlikeniz yok. Çünkü ada yalnızca iki mahalleden oluşuyor. Ne yöne giderseniz gidin, tekrar iskeleyi bulmanız imkansız değil.
İskeleden yukarı doğru yürüdüğünüzde Saat Meydanına çıkıyorsunuz. Bu meydanın solunda sıra sıra dizilmiş faytonlar ve günlük ya da saatlik bisiklet kiralayan esnaflar var. Burada bir tercih yapmalısınız: adayı nasıl gezmek istiyorsunuz…Bisikletle dolaşmak isteyenler saati 10 TL, günlüğü 15 TL’ye bisiklet kiralayabiliyor. Faytonların yarım saati 50 TL. Yok “ben yürüyeceğim ve bütün adayı adımlarımla içime çekeceğim” diyorsanız, ulaşım külfetli, ama bedava… Biraz at fobim ve bisiklet binme özrüm yüzünden, ama büyük çoğunlukla kafama göre, doya doya gezmek istediğim için yürümeyi tercih ettim.
Eğer günübirlik değil de, birkaç günlük bir tatil düşünüyorsanız İskelenin tam karşısında İstanbul’u ve diğer adaları gören muhteşem tarihi oteller ve pansiyonlar var.
Hiç bilmediğiniz bir diyarı keşfe çıkmak! Bu heyecanla, meydana açılan sokaklardan birine girip, her adımda büyüleneceğimiz serüvene başlıyoruz.
İlk olarak, Saat Meydanının yanındaki muhteşem görünümlü Meryem Ana Kilisesine uğruyoruz. Bu kiliseye, karşı karşıya olduğu Arabacılar Çarşısından dolayı Arabacılar Kilisesi de deniyor. Kilise kavramı yol arkadaşım olan eşimi biraz tedirgin etse de, etrafında bir tur atıp, o muhteşem ve mistik güzelliği seyre dalıyoruz.
Büyükada, daha çok yazlık olarak kullanılan bir yermiş. Motorlu araçlara kapalı yolların kenarlarında muhteşem köşkler var. Köşklerin mimari yapısına, bahçelerinin göz alıcı dizaynlarına bakınca -romanlarda okuduğum- yüz yıl öncesinin İstanbul’unu anımsıyorum. Köşklerde olsun, apartmanlarda olsun neo-klasik bir mimari tarzı var. Apartman dediğime bakmayın, bahçe kapısına apartman diye yazan yapılar bile, köşklerden farklı olmayan, göz alıcı bahçeleri, girişlerde sanat eseri heykelleri ve alışılmışın dışında mimarileri olan binalar. Çiçeksiz, rengarenk panjursuz tek pencere yok. Batının ve Osmanlı’nın muhteşem birleşimine hayran hayran bakıyorum. Teraslarda ve balkonlarda çay içip, gelip geçen ziyaretçilere gülümseyen insanları görmesem, bu yapıların koruma altında birer müze olduğunu düşünebilirdim. Hemen belirtmeliyim ki, mimarideki modern yapı, ev sakinlerine de sirayet etmiş durumda. Köşklerin bahçe kapısına kadar girip fotoğraf çekiyorsunuz ve kimse bunu yadırgamıyor.
Sokaklar adanın sembolü haline gelen begonvillerle, yaşlı çam ağaçlarıyla ve zakkum çiçekleriyle süslü. Bembeyaz köşklerin bahçelerinden taşan rengarenk ağaç ve çiçekler, bakanı mest edecek kadar büyüleyici. Sahile yakın caddeler nal, insan ve martı sesleriyle çınlasa da, biraz daha yukarılarda, küçük kuş seslerinin bile bölemediği sade bir sessizlik var ki; o andan öncenizi silip süpürüyor. Yol kenarında bir banka oturup, önüm sıra uzayan rengarenk sokağa bakıyorum. Sanki hep buradaydım. Ama aynı zamanda “burası gördüğüm hiçbir yere benzemiyor” diye düşünmeden de edemiyorum.
Özel olarak gitmeniz gereken bir yer yok. Zaten adım attığınız her yer özel. Tarihi yapılar ve hala nefes alan köşkler bir arada. Kiliseleri andıran köşklerin önünden geçerken ezan sesi geliyor kulaklarımıza. Eşim "ille de cami bulmalıyız" diyor. Sora sora ve uzunca bir yürüyüşten sonra küçük bir cami buluyoruz. Caminin karşısında, tek işi gelip geçene plaj yolunu tarif etmek olan bir genç, avaz avaz bağırmakta. Etrafta küçük esnaflar var. Aradığınız her şeyi bulmanız mümkün. Caminin önündeki küçük çeşmede yüzümüzü yıkıyoruz. Ne yazık ki; cami adanın diğer yapıları yanında son derece sönük ve özensiz. Plajı tarif etmekle görevli gence başka cami olup olmadığını soruyor eşim. Genç bize Hamidiye Camiini tarif ediyor. Çam kokulu yolları aşıp Hamidiye’nin önüne geliyoruz. Burası adaya yakışır güzellikte. Abdülhamit döneminde okul olarak yaptırılmış, sonraları Müslüman cemaatin artmasıyla camiye çevrilmiş. İçeri giriyoruz. Her yan muazzam bir zenginlik abidesi. Tavanda, yanlarında hilaller bulunan dev bir yıldız motifi var. Rengarenk vitraylarla süslü pencerelerden büyüleyici bir ışık vuruyor yüzümüze. Altın yaldızla yazılmış ayetlere ve çini motiflerine hayranlıkla bakarken ecdadı rahmetle anıyorum. Oradaki ziyaretçilerden, caminin 2001 yılında restore edildiğini öğreniyorum. Nedense restore edilen binalardaki sırrın kaybolduğunu düşünürüm hep. Eskiden kalma parmak izleri, duvarlara yapışan sesler silinmiş gibi gelir. Bu nedenle, her ne kadar gelecek kuşaklara mirası devredebilmek için, bu çalışmaların yapılması gerektiğini biliyor olsam da, caminin restore edildiğini öğrendiğim için biraz üzülüyorum. Neyse ki her şey aslına uygun ve son derece doğal…
Elimizde ada haritası olmadığı için yürüyüşümüze rastgele devam ediyoruz. Her şey hayat yolunda bir tecrübe. Bir dahaki yolculuğumuzda kesinlikle o bölgenin haritasını istemeyi unutmayacağız. Adanın batı yakasındaki Dil Burnu dinlenmek ve piknik yapmak isteyenler için güzel bir yer. İsterseniz biraz daha aşağıdaki plajlarda denize girmeniz de mümkün. Biz Aşıklar Gazinosu’nda çay molası vermeyi tercih ediyoruz. Karşımızdaki manzara, bırakılmayacak kadar büyüleyici olsa da, vaktimizin kısıtlılığı yüzünden buradan ayrılıp, Aya Yorgi’ye çıkan yokuşu adımlıyoruz. Yokuşu tırmanmak biraz yorucu fakat nefes molalarında doğa bizi dinlendirmeyi başarıyor. Yol o kadar yokuş ki, kenarlar terk edilmiş bisikletlerle dolu. Sanırım kimse bu yokuşta ve sıcakta bir de bisiklet sırtlamayı göze alamamış.
Mevkiimiz Yüce Tepe. Aya Yorgi Manastırı ve Kilisesi adanın en yüksek tepesi olan Yüce Tepe’de, yaklaşık bin yıl önce Bizanslılar tarafından inşa edilmiş. Yol boyu dilek ikonaları satılıyor. İnanışa göre ev, araba, okul, sevgili gibi dilekleri simgeleyen ikonaları alıp, hiç konuşmadan papaza gösterirseniz dileğiniz gerçek oluyor. Tabi bu eşimle bana, eğlence için de olsa uzak bir mevzu. O an için en büyük dileğimiz; bir an evvel soluk alabileceğimiz Yüce Tepeye varmak. Varışta bütün çilemizi unutuyoruz. Daha önce hayatımda görmediğim, göreceğimi de sanmadığım büyülü bir İstanbul tablosu var karşımızda. Eski Rum Yetimhanesi tam karşımızdaki İsa Tepesinden, bize mahzun bir çocuk edasıyla bakıyor. Eşim o çürümeye terk edilmiş binaya bakarken, ne kadar acıktığını düşünmüş. Ben ise, içindeki öksüz çocuk ruhlarının sesini dinledim. Eğer mümkün olsaydı, yıllarca Yüce Tepeden İsa tepesine bakar vaziyette kalabilirdim.
Yüce Tepe Kır Gazinosunda yemek yemek, yolculuğumuzun en güzel anlarından biriydi. Fiyatlar önünüze gelen yemeğin cüssesine göre daha iri dursa da, gazinodan memnun ayrıldık. Yemek işini de hallettikten sonra, Aya Yorgi etrafında ağzımız açık şekilde bir tur attık. Tarihe aşık bir insan oluşumdan mıdır bilmem, etrafımda görünmez insanların dolaştığını, konuşup güldüklerini hissettim. Manastırda Ayia Thekla ikonasının olduğunu biliyordum. Ne yazık ki ikonayı görmem mümkün olmadı. Adı geçmişken Ayia Thekla rivayetinden de kısaca söz edelim.
Ayia Thekla Hz. İsa’nın havarilerinden biri olan Paulus’un Konyada bir vaazını dinlemiş ve ona hayran kalmış. O kadar etkilenmiş ki, bu durum nişanlısının ve annesinin dikkatini çekmiş. Nişanlısı, Aziz Paulus’u valiye ihbar edip, zindana atılmasını sağlamış. Ama Thekla bir şekilde zindana girip, Paulus’un bağlı bulunduğu zincirleri öpmüş. Annesi Paulus’a olan düşkünlüğünden dolayı, kendi öz kızının yakılması gerektiğini, onun artık masum bir kız olmadığını, putperest inanışlarına aykırı hareket ettiğini öne sürerek, idam edilmesini istemiş. Vali, kızın yakılması için emir vermiş. Yakılacağı sırada, gün ortasında hava kararmış ve şiddetli bir yağmurla, yakılan ateş sönmüş. Vali durumdan etkilenip kızı serbest bırakmış ama, kızın çilesi bununla sınırlı kalmamış. Paulus’la Konya’dan ayrılıp Yalvaç’a giden kıza kentin ileri gelenlerinden bir adam aşık olmuş. Onu Paulus’tan istemiş. Kız evlenmeyi reddedince adam onun bir ahlaksız olduğunu ileri sürüp, idam edilmesi için valiye gitmiş. Kız bu kez arslanlara atılmak istenmiş. Ama rivayet bu ya; arslan, kızın ayaklarının dibine kıvrılıp oturmuş. Thekla’nın cezası ertelenmiş, ama kız daha sonra türlü eziyetlere maruz kalmış. Nihayetinde Thekla’daki sırdan etkilenen vali onu serbest bırakmış. Sonraki zamanlarda Thekla, Silifke’de bir mağaraya yerleşmiş ve doksan yıl boyunca Paulus’tan öğrendikleri doğrultusunda yaşamaya ve etrafını aydınlatmaya çalışmış. Yine rivayete göre, kendisini öldürmek için gelen iki kişiden kaçarken mağara duvarları arasında kaybolmuş. O mağara üzerinde günümüze kadar gelebilmiş, Hristiyanların 23-24 Eylül tarihleri arasında ziyaret ettiği bir kilise bulunmakta. Kısaca anlatmaya çalıştığım Thekla’nın, Aya Yorgi’deki ikonasının gizemli olduğuna inanılır.
Vaktimiz daralmıştı. Geldiğimiz yolu takip ederek tekrar Lunapark Meydanına indik. Orada Aya Yorgi yorgunları için bekleyen faytonlar var. Dilerseniz bu heyecanlı yolculuğu faytonla nihayetlendirebilirsiniz. Belediye otobüsleri de varmış. Biz görmedik. Benim gibi at fobisi olanlar, bisiklete binemeyenler ama yürüyecek hali de kalmamış olanlar bu otobüsleri tercih edebilirler. Biz ağaçların altında biraz dinlendikten sonra yürümeyi tercih ettik.
Yine karmaşık bir şekilde sahile inmeye çalışırken, pek çok tarihi yapı ve köşkle karşılaştık. Burada Hükümet Konağından söz etmeden geçemeyeceğim. Bina şehrin yüksek binalarından biri. Yaşlı çam ağaçları, konağın yaşlı yüzünü perdeliyor. Öyle muntazam bir bahçe içindeki, insanın, o binanın bir devlet dairesi olduğuna inanası gelmiyor. Üst katlarının kaderine terk edilmiş olması da ayrı bir şaşkınlık. Ama yine de pek çok memurun "ah burada çalışacaktım ki" diyebileceği bir büyüsü var. Gördüğüm diğer kamu kurumları da adaya uygun mimaride ve eşsiz güzellikte bahçelere sahip.
Meydanın hemen yukarısındaki lokantaların birinde, acıkmadığımız halde " balık ekmek yemezsek bize gülerler" diye tutturan eşimle birlikte yemeğimizi yedik. Bizim oturduğumuz lokantanın adı Hi-Le’nin Yeri. Balık ekmeğimi yerken, içeride koşturan adamlarda muzip bir ’hile’ aradım doğrusu. Hemen belirteyim; bu küçük lokantalarda fiyatlar çok uygun. Balık ekmek 5 TL. Menüde gördüğüm en pahalı yemeğin fiyatı ise 25 TL. Adını soracak olursanız, cevap veremeyeceğim. Zira yabancı bir isimdi.
Kalan yarım saatimizi , tarihi iskeleyi gezmekle geçirdikten sonra, yorgun ama mutlu bir şekilde bizi bekleyen vapurumuza bindik.
Rum Yetimhanesini ve Reşat Nuri GÜNTEKİN’in evini görememiş olmak gezimin önemli eksikleriydi.
Büyükada bir rüyaydı ve uyanışım vapurda yer kapma telaşındaki kadınların ve susmak bilmeyen yorgun çocukların yaygarasıyla oldu. Medeniyetten, yaşadığımız medeniyetsizliğe böyle ani bir geçiş yapmak, biraz sarsıcı oldu ama, Büyükada; seni gördüğüme değdi.
Adaya giderken yanınızda götürmeniz gerekenler: İlle de fotoğraf makinesi, geniş bir şapka, içinde bol su ve atıştırmalık yiyecekler bulunan küçük bir sırt çantası…Bir de unutmadan; mutlaka parmak arası terlik giymenizi ve asla kot giymemenizi tavsiye ederim. Uzun bir yürüyüş düşünüyorsanız tabi.
Bir dahaki Cumartesi seferinde buluşmak üzere…
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Gitmek istiyordum oraya ama zaman yetmedi bazı telaşlı durumlarımızdan... güya tatil yapmaya gelmiştim :)))
harika bir tanıtım ve anı yazısı idi değerli can kardeşim Aynur'unuzdan
kutlarım kardeşimi
selam ve saygılar çokça yollandı uzaklardan...
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ediyorum. Sevgiler.
Evime gitmiş gibi oldum okurken, zakkum kokusu parmaklarıma bulaştı, faytonların ahenkli seslerini duydum. Bisikletimi atıp, nefeslendiğim köşelerde oturdum. Aya Yorgi'de mum yakan çocuk ellerim titredi, iskelede babamın işten dönüşünü bekledim, kumsalda midye toplarken çizildi dizlerim...
Yaşatan bir geziydi sevgili Aynur, özlemimde yaptırdığın bu güzel yolculuk için sonsuz teşekkürler ve tebrikler.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Sevgiler.
Zeynep Süberk
Tekrar teşekkürler, sevgimle.
Kaç kez gezdim bilmiyorum ama bir de sizİn kaleminizle gezmiş oldum.
Güne gelen yazıyı ve yazarını tebrik ediyorum.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Gitmiş, gezmiş ve birebir kendim görmüş gibi oldum...
Gezi yazılarının en güzel yanı bu olsa gerek...
Kutladım...
Aynur Engindeniz
Tekrar teşekkür ediyorum.
Her zaman sevgimle...
Sevgili Ay/nurum, herzaman ki gibi keyifle okudum.Çocukluğuma götürdün beni :) yedi yaşında gittim adaya ilkdefa kaç yıl önce oldugunu söylemicem yaşım çıkar ortaya :)) hayatımda ilkkez fayton görüyorum, bir çocuk için müthiş bir şey di o yıllar da.Faytona bakacam diye ağaca çarpıp, kaldırımın köşeşine yapışmıştı suratım,faytona bakmak dört dikişe malolmuştu. Bu güzel yazını okurken elim kaşıma gitti doğal olarak :)
Çok güzel anlatmışsın, bir kaç sene önce gitmiştim tekrar gitmeye karar verdim yazını okuduktan sonra.
Kalemini yüreğini tebrik ederim,AY/NURUM.
Silence tarafından 7/18/2011 4:43:41 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Kaşın için üzüldüm. Biraz acılı bir hatıra bırakmış sende ada. Tekrar git bence. Çamlar kaşından öpsün bu kez. Bu arada Aysel Hanımcığımın da kulakları çınlasın:))
Beğenmene sevindim canım. Teşekkürler.
Silence
Benim suçum yok, sıcak ve dalgınlığın suçu bu :)))
Boşverdim kaşı,yaşı. senin yazından sonra özlediğimi hissettim. Büyük Adayı.
Bu arada Aysel ablayıda anmış olduk :) kulakları çınlamıştır...
Sevgilerimle Ay/nurum.
Aynur Engindeniz
Evet sıcak Kocaelide de durum aynı. Sevgiler canım.
Aynur Engindeniz
Sevgiler can..
müget
Aynur Engindeniz
Bize dedemizin hak ettiğimiz zamanlar söylediği bir sözü vardı. " AFFERİN ÇOCUKLAR ".Ne iyi etmişsin de yazmışsın sahiden de, dedemin dediği gibi AFFERİN.
Çünkü çok insanın hayalidir İSTANBUL...İstanbul da öyle çok gezip görülecek yer var ki.Anlatıla, anlatıla bitmez...
Küçük küçük ilçeleri, o ilçelere özgü yemekleri, tatlıları ve tatlı insanları.! (aslınla onlarla oturup sohbet etmek gerek ve yazmak)
İşte İSTANBUL demek...!
AFFERİN ENGİNDENİZ....AFFERİN.
Aynur Engindeniz
İstanbul'dan ziyade Marmara etrafındaki gizli yerleri keşfe çıkacağım. Yakında bir tren seyahatim olacak. Oldukça uzun bir seyahat. Onu da yazmak için sabırsızlanıyorum. Bu devirde tren dediler...Evet dedim tren...Var mı bundan güzeli...
Sevgiler Davidoff, sevgiler öykü satıcısı...
Davidoff
Aynur Engindeniz
"Seyrül- satıcı" bak bunu sevdim:) Gezi yazılarımda ENGİNDENİZ yerine bunu kullanabilir miyim?
Aynur Engindeniz
Davidoff
iyi hadi, aramızda anlaşırız.
Aynur Engindeniz
Sevgiler size...
Yaşamak, hissetmek, ve sadece bakıp gitmek!
Ben onu hem yaşamayı, hem hissetmeyi seviyorum, her ziyaretimde :)
Yüzeysel bakmak, arkadaşım gibi bir ağacın altında yatıp, o harikalıkları göz ardı edip, yok saymak bana göre değildi doğrusu.
Her gidişimde, ama her gidişimde, bana aynı hazzı, aynı duyguları okuması, ruhuma işlemesi çok hoşuma gidiyor.
Ama birlikte gezeceğim tarihi, doğaya aşık olan, güzelliğine gözlerini kapamayan, hikaye, ve efsaneleriyle her daim şaşırtmasını bilen, o muazzam manzarası ile beni büyüleyen, arkadaşımı da büyülemesini istediğim, bir yol arkadaşı ne yazık ki, sizin gibi bulamıyorum :(
Hep yolun yarısına gelmeden pes ediyorlar, bir ağacın altında uyuyarak! Yola, tek başıma devam ediyorum bende.
İki hafta önce gitmiştim Büyükada'ya
Bu hafta tekrar gideceğim, bu enfes anlatımdan sonra :)
Teşekkür eder, sevgi ve saygılarımı sunarım efendim.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim.
Büyükada'ya benden selam. Size de saygılar.
Adnan Bilgiç
Çünkü o kişi, hayata bakan diğer yüzünüz!
Ve gizli kalmış bahçelerimizin, en görkemli, en belirgin elçileridir! Hatta sahibi...
Ve selamınızı, iletmek üzere
İçiniz de bir ukte olarak kalan
Yetimler yetimhanesinin oradan;
Kuşların ayaklarına bağlayıp, salacağım efendim :) Söz.
Daima sevgim, ve huzurla kalın
Aynur Engindeniz
büyük adaya bende gitmiştim ama can arkadaşımın ayağından yani dizlerinden problemi olduğu için yürüyemediği turumuza faytonla yapmıştık. harika hep insanın gitmek istediği ve dediğin gibi insanı başka yerde bulunuyormuş hiisi ile byüleyen bir yer. senin kadar ince ayrıntılı olarak gezmedim aynurum ama .burada kaya köy vardır tarihin eski boyutunla korumaya çalışılmış br yer ben orayı gezdiğim zaman sanki o insaların bütün yaşamları gözlerimin önünden geçer film gibi. hissetmek ve sen bunu başarıyorsun canım .. görmeni isterim burayıda... sevgilerimle çok güzeldi..
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Sayın Engindeniz,
Büyükada 'da çalışmış biri olarak bu kadar teferruat ve bilgiyi sizin üstün zekanızın eseri olarak gördüğümü belirteyim.
Yıllarca oraya gidenlerin bile hala bilmediği yer ve hikayeleri akıcı yazınızla muhteşem aktarmışsınız.
Tebrik eder,saygıla sunarım
Aynur Engindeniz
Beğenmenize sevindim. Aslına daha çok söylenecek şey vardı ama, çok fazla kendi yorumu katmak istemedim.
Orada çalışmışsınız ne güzel. Keşke benim de böyle bir ğimkanım olabilseydi. Ama birşey merak ettim. Orada alıştığımız tarz binalar yok. Memurlar nasıl ikamet ediyorlar acaba. Kiralık köşkler olduğunu da sanmıyorum:) Varsa da bir memurun boyunu aşar sanırım.
Saygılar.
erolabi
Haklısınız...
Yazı konusunda da....boy konusunda da.
ben öğrenciyken babamın çok yakın bir arkadaşı Orman Bölge Müdürlü idi. Beni işe aldı. Ben de adayı istedim zira orada tesisler var ve ben de orada kalıyorum.
babam akşam eve gelsin aç kalır yazık diyerek beni maslaktaki muhasebe servisine aldırdı.
ben de cuma günü saat 15 de işe başladım 17 de istifa ettim.
adaya gittim tesislerde kaldım.
çok güzeldi.
o yaz muhteşem geçti.
ben de beledişyede turizm müdürlüğündeyim.
insanlara geziler düzenliyoruz.
bir hoca güzergah boyunca eserleri anlatıyor..
geçen gün Balat Fener gezisinbe katıldım. bir sürü kilise,patrikhane ve sinagog gezdik...eski camileri de..
muhteşem oluyor bilirim.saygı ile.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Abi ısrarla usta diyorsun ne kadar mahçup olduğumu o kadar söylediğim halde:)
Saygılar selamlar ve teşekkürler tekrar.
İyide gitmeye ne hacet sevgili Aynur, sayende gezmiş olduk...
Harika bir yazıydı...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Sevgiler.
(( Seçil Nimet ))
Gittim, gördüm, gezdim harikaydı...
Haftayı iple çekicem, bilesin... :)
Aynur Engindeniz
Sevgiler güzel kalbine.
Aynur Engindeniz
Her cumartesi gezin, pazar günleri de biz eşlik edelim size. Böylece hem siz tekrar etmiş olurusunuz hem de bizler mest oluruz kaleminizle. Tüm teferruatları anlatmanız bambaşka bir incelik. Gitme şansımın az olduğu yere sayenizde uzanmak veya en azından kuşbakışı bakabilmek bir ayrıcalıktır. Güzellikte esas olan yanı bence görsellikle okuyucunun boğulmayışıydı. Ben orda sizin tüm varlığınızı algılayabildim ki bu tamamen ustalığınızı eseridir.
Tebrik ederim, bir hafta daha bekleyeceğim.)))İyi seyahatler
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Hayret bir şey yani!
İki kez gitmiştim Büyükada'ya gezmek için.
Şimdi anlıyorum ki ne güzel ve ne ilginç bir yeri görüp gezmişim:)
demek ki ben bakanlardan olmuşum, görenlerden değil:)
Çok güzel anlatımdı.
tebriklerimle Aynur Hanım...
Aynur Engindeniz
TEŞEKKÜR EDERİM. Saygılar.
Gidilmesi gereken bir yer daha çıktı karşımıza..
Teşekkürler ablacım..Hürmetle..
Aynur Engindeniz
Selamlar.
Ne kadar güzel anlatmışsınız.
Gittiniz mi bilmiyorum ama bir cumartesinizi de doğup büyüdüğüm Safranbolu' ya ayırmanızı tavsiye edeceğim.
Otuz yıldır görmüyorum, belki anlatırsınız öğrenmiş olurum yeni hâlini:)
Çok güzel bir gezi yazısıydı, kutlarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Saygılar.
İlginç gezinizi bizimle paylaşmanızdan dolayı size minnettarım, hocam... Bendeniz pek ciddiye alınabilecek bir eleştirmen/yazar filan değilim, Ellisekizimden sonra, keyfetmek için, takılıyorum öylesine... O nedenle, "kiralık bisiklet satan" sözüne takılmış olmamı ve yazınızın "şimdiki zaman" ile başladıktan sonra "dili geçmiş zaman" ile tamamlanmasına takılmış olmamı, hoş görmenizi istirham ederim... SAYGI VE SEVGİYLE...
NOT: ZATIALİNİZİ, YAZILARINIZIN, GÜNÜN YAZISI SEÇİLMESİ NEDENİYLE TEBRİK ETMEKTEN BIKMAYACAĞIM; ÇÜNKÜ HEP HAK EDİYORSUNUZ...
kemnur tarafından 7/18/2011 12:19:54 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Aynur'cuğum bir İstanbul'lu olarak anlattığın aydınlatıcı bilgiler için teşekkür ederim.Şu anda canım adaya gitmeyi çekti.Yeğenime nereye gidelim desek, cevap çoğunlukla büyükada olur.
Manzara, köşkler, tarihi eserler her biri harika.Geçen yaz Kınalıya denize girmek için gittik.Marmara'daki adaların hepsi çok güzel.
Gezi yazıları okumayı severim, senin yazın bugünümün birincisi, bayıldım.
Paylaştığın için teşekkürler.
Aynur Engindeniz
Aynur'cuğum senin kaleminle oturduğum yerden güzel bir gezi yapmış oldum. Teşekkürler. Güzeldi. Sevgilerimle.