- 744 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Kırmızı O Vadilere Hiç Yakışmıyor...
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
C.S.T.
Silahlar sadece öldürmeye yarar...
Bazıları kışın ölür, bazıları da yazın.
Aslında hiçbir önemi yoktur mevsimlerin ve hiçbir lüzum kalmamıştır ölümün bahanesi olmak için. Bu yüzden şiirler hep eksiktir. Şiirleri yazan şairlerde, ne zaman öleceğini bilmediği için; garip ve naiftir. Ölümün onları bulduğu zamanın, kış ya da yaz olduğu hiç fark etmez. Ölüm gelmişse başa, geriye dünyada kalan sahiplenişler için artık bilinmeyen bir serüven başlar. Kimi mezarda, kimi ise ruhların tutuklu kaldığı paydossuz mavera hülyalarında.
Bazen mevsimsiz ölümlerde yaşanır, şarkıların ölümleri anımsatan tükenişlerinde. Bir kez replay tuşuna basmak kâfidir, şarkılar artık dokunulmadan da tekrardan çalabilir. Ama kırılan hiçbir kalp, hiçbir güzel şey; uğraş vermeden geri kazanılmaz ölüm kokan sokaklarda.
Kimisi bir köy kavalından harikalar diyarına seyahat yaptırtabilir yerli veya yersiz kimlikleri. İkinci yabancı diliyle bir Mezopotamyalı çocuk, cebine doldurduğu garip paralarla, annesinden ve babasından habersiz günlerce marketçiye gidip bir şeyler alabilir. Bu yüzden bazı ölümlerde gariptir. İstiklal çoğu zaman yersizdir, kimi zaman özerkliğini sahiplenen yüreklerimizin zihinlerimize sıçrattığı görememe meselesi iliklerimize kadar yapışıverir. Kimi iyidir, kimi de kötüdür. Bazıları için iyi de yoktur, kötülerin hep olduğu varsayılarak. Kendisi de kötüdür, kabul eder. Ama gerçek iyiler neden hep kaybeder?
Hep masumlar ölür, hep masumların elinde tüfek vardır, hep masumların teninde ölüm ve ölümlerde bir çığlık! Aslında vuranda vurulan kadar kaybedendir yaşamaktan yana. Hep birileri vur demektedir. Vurmak, vurulmak kadar gariptir. Vurmak; belki eskiden bir ok, bir kılıç darbesi, şimdilerde otomatik ve taramalı. Gökyüzü kana kana hasrettir sulhun nasırlı ellerine. Barış hep eskidir, hep yaşlıdır. Yer sofrasında en güzel yer, hep o yaşlı ve buruşmuş tenlinin cumhuriyetidir. Kimi zaman tomurcukları iki dizine alıverip, tropikal rüzgârlara emanet, tezek kokusundaki saçlara bir düet yapıverir de, ortancalar hep utanıverir. Bazen o yaşlılarda ölmek istemez ya, barış hep yaşasın diye. Aslında barış hep ölmeye gebedir, gebe kalınan misaller körkütük paraya âşık oldukça!
Balıklar el birliği ile duaya kalkarda, matarası kaybolmuş bir genç oyun oynarcasına mayınlara basmamak adına, hayatı -basmak ve basmamak- arasına sıkışıverir. İsimleri önemsizdir çoğu zaman. İsimler hep eksik kalır sevmek yanında. İsmi kötüye çıkmış, ikinci el umutlar dokunuverir samanların ‘Hayırlısı’ olabilirlik içerisindeki yitik düşlerine. Aslında yitik düş hiç yoktur ya, nereden çıktığı bilinmez bir sözlük birdenbire değiştiriverir bu tamlamayı. İsimler önemsizdir, ama sıfatlar çoğu zaman hayat demektir. Yitik ve yitirtilmiş arasında bir Munzur vardır, Golan vardır. Cilo baştanbaşa uzanırda, şarkılar hep ağıtlaşır. Bazı yerlerde, şarkı demek ağıt demektir. Şarkıların o güzel yanı, o tatlı nefesi hep eksiltilmiştir. Bir yerden değil; birkaç yerden birden yara almıştır. Zaman, aldatanlara mühlet verdikçe, zorbalıkların bir gün Gayretullah’a uzanıverip de, toslayıp, ak ve karanın belli olacağı mühlet kesintisi sonrası, yaşamak denilen kahpe olmaktan çıkıp, üzerindeki astarı korkmadan yırtabilecektir.
Kimisi buna masal diyecek ve kendi söylediği masala inanacaktır. Masal, olması gereken bir hikâye olarak yaşanmaya devam ettikçe, araba modelini değiştirmek veyahut gayrimenkullerini arttırabilmek için, insanlar mermi satıp, mermi alabilecektir. Hem de korkmadan. Kimi zaman kulaklarının duyduğuna inana toplum, duymadığı ve duyduğu anda şaşırıp isyan edeceği meselelere karşı bile artık hissiz kalacaktır. Unutulan cengâverlikler, unutulan nasyonal sarhoşluklar tekrardan çığırtkan yaramazların dilinde pelesenk olacak ve birkaç gün sonra unutulacak yıldırım feryatları, birkaç güne kalmadan anlamlı bir tutanak olacaktır. Bu yüzden kaybedenlerin ne hükmü var ki, toprağın içinde unutulmaktan başka! Ayrıca öldükten sonra ırkların da bir mahiyeti kalmaz, amellerdeki isyanlara teberru edilmiş dakikalar hariç!
Mayıs’lar hiç unutulmaz, Temmuz’un kavurucu sıcaklarında. Ve Eylül’ler masallaşmaya başladığı anda, Ağustos cırcır böceği misali ötüverir. Yaşamak dedikleri şey, iki haftalık açık menüler olan ve sınırsız içki ritüellerinde değişmezliğin, değiştirdiği Nurdağı sakinleri misali, Ahlat ağlar, Adilcevaz’da cevizler toplanırken. Nemrut gururludur çoğu zaman ve Raman kadar aktif bir heyecan olur Zilan. Vadiler uçsuz bucaksız ümitlerin ırksız sahipleridir. Vadiler renksiz olmayı sevmiştir hep, hep bir farkla. Kahverengi siyaha çok yakındır, beyaz saçları ile uzanırken kayalar. Ve gri usulca yeşillikleri örter. Kardelenler kadar hamisine saygı duyarken, dağ çiçekleri olgunlaşır beyaz ürkeklikler ardınca. Kırmızıyı hiç sevmez buralar. Güneş batarken dahi, güneş ölmeye yakın her gün; turuncudur gökyüzü. Gök, alışkındır kırmızıyı sarı ile boyamaya. Ancak tabiata dahi saygı duymayı bilmez insan. Hep bir o yandan, hep bir bu yandan; kırmızılar akar süt dişleri yetim kalacak bir çocuğun gözyaşları gibi.
Karpuzlar şimdi gümbür gümbür arkası açık eski arabalarda kapı önlerinde, sokaklarda. Bir arabesk şarkısı çalıveriyor eski kasetçalarında. En son moda ve en popüler zihniyetinde sahil kenarlarında kimisi bidon, kimisi aristokrat, kimisi alakadarsız, kimi yadırgayıcı, kimi de hiç olmamış! Botları arasında şarkı mırıldanan genç bir ırk figüranı. Hepsi, olunabilirlik ve baştanbaşa senelerin ölüm tuzağında yitirtilmek üzere kurgulanan senaryonun kurbanı. Zamansız aşk kurbanları, zamansız akşam tükenişi… Akşam sebebi olmayan, haftalardır gişede rekor kırmayı beklemiş, ancak sonu fiyasko ile biten bir çaba. Akşam, mezarlar daha bir sakin sanki. Daha bir kırmızı, daha bir yaşam arzusu takılmış oyuncak tabanca. Uyumsuz hecelerinde şiir, olağanüstü haller sonucu Avrupa’ya göç edilmiş ve zorla giyilmesi imkânsız olan bir elbise, küreselleşen fikriyatta bir ırkın tepesinde. Boşu boşuna kimseler tenkit ediyor. O hiç kimseler sonu bir hiç olan programlar düzenleyip, sonuca varmaktan öte, sonuca varacak iyileştirmeleri çarpıtıyor. Daha bir yara alıyor Malazgirt ve Söğütteki çınarların hepsi küskün nesline.
Osmangazi yorgun şehrine Tophaneden göz gezdirirken, binlerce düşüncesiz sığıntılarının merkezinde yarını düşünüyor. Biri birine haber getirip ‘ Haydi toplanıp, anma yapacağız’ diyor.
Bazıları kışın ölür, bazıları da yazın. Ya hep ölü olanlar, onlar ne zaman ölecek?
Kırmızının hiç yakışmadığı vadilerde bir hasret, yeşil olup da göç edenlerin hayvanlarını beslemek adına. Örgüt, bir kentin dıştan görünüşü olmaya ait bir tablo. Siyasetnamelerini yazmak da hiçbir millet bu kadar geç kalmamıştı ya, adasında ölümünü bekleyenler bile daha barıştan yana ve herkes action medyanın uymakta mecbur bırakıldığı andımız gençliği. Sulh, yaşamın amnon durgunluğunda ki döngüsü tamamlanmış bir komedya oluverince, kaybedenler artık unutulmaktan öte, bir daha ölüm oluverinceye kadar unutuluveriyor.
Hep analar ağlıyor, hep babalar titrek bacaklarında zorla tutunuveriyor kerpiçten evlerine. Genç bir fidan kopuvermiştir vazodan. Bir kişi, amacı olmayan bir sapkınlık adına, bas bas özgün medyanın bağırdığı gibi ‘ Komutanlar, hep bir üstte hata var’ denilen bir fiyasko sonrası sekreter dosyaları arasına girivermiştir. Bunu herkes önemsiyor, öyle zannediyor vicdan!
Kiminin babası yaşadığı devlet eliyle kaçırılıp öldürülmüşken, kendini bu hırsla dağların sahipsiz üşütmelerinde buluveriyor ve kimide devletin yapmış olduğu bu fiyaskoları düzeltme uğruna gencecik fidanları o dağların yarım kalmış üşütmelerine emanet ediyor. Anlayan yok, anlatan var da, anlamaya çalışan yok.
Kırmızının küskün olduğu vadiler, mermi istemiyor artık. O kadar insan kafa kafa verip de anlamıyor mu?
Unutmasın ki kimse, dağların da ırkı yok, kırmızıyı istemediği mermi yorgunluğunda.
Kırmızı O Vadilere Hiç Yakışmıyor... Yazısına Yorum Yap
"Kırmızı O Vadilere Hiç Yakışmıyor..." başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
17 Temmuz 2011 Pazar 19:37:40
Dağlar yorgun, kırmızının küskün olduğu vadiler mermi istemiyor artık...
Analar gözyaşı istemiyor, babalar askere yolladığı fidanını sağ istiyor, nişanlılar sevdiklerini, kadınlar canyoldaşlarını, çocuklar babalarını sağ salim dönsünler istiyorlar.
Bütün millet artık askerine gözyaşı dökmek değil, mutlulukla karşılamak istiyor, teskere dönüşü.
Değerli kardeşim kalemin coşmuş, okurken ağlattın beni, ellerine sağlık, inşaallah umduğumuz huzurlu günler artık çok uzakta değildir, selamlar.