- 1001 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOK ÖZEL KAYIPLAR; ÇAL OĞLUM ÇAL!
ÇOK ÖZEL KAYIPLAR; ÇAL OĞLUM ÇAL!
İnsan yaşamı boyunca çok şey kazanır ve bir o kadar da kaybeder. Kazançlar sevindirir, kayıplar üzer. Kazanılanlar arasında, alınteri ile kazanılanların değeri çok başka, çok özeldir her insan için. Ya da bir dosttan alınan hediyenin, düğün takılarının, doğum günü, evlilik yıl dönümü gibi özel günlerde alınıp verilenlerin, kişiler için aradaki dostluk ve sevgi bağlarını güçlendirici bir işlevi olduğu muhakkak. Bu türden bir eşya, aynı zamanda insanın kişiliği, gelişimi ve karakteri üzerinde, zamanla bazı alışkanlıkların da doğmasına neden olur. Örneğin kravat takmak, ipek boyunbağı taşımak, pırlanta yüzük taşımak, altın saat gibi olaylar, insan psikolojisi üstünde etkilidir çok.
Şimdi sizlere çok özel bir kayıptan sözedeceğim; aslında, önemsiz, küçük bir şeymiş gibi görünen, maddi değer olarak ilk etapta, çok büyük bir kayıp gibi gözükmeyen bu olay, toplumsal yaşantımızda, değer yargılarımızın biçimlenmesinde, çok önemli bir kriterdir. ”Küçük kusurlar büyük kusurların anasıdır” sözünün altında yatan gerçek de budur. Kayıpların sorgulanmaması, yeni kayıpların oluşmaması için önlemlerin alınmaması, bizi toplumsal iflâsa sürükleyen, en başta gelen nedenleri oluşturur.
Bugün sözünü edeceğim kayıp, postadaki kayıplardan oluşuyor. Hepimizin belleğinde, postadan gelen gönderilerin, bizleri ne kadar sevindirip, ne kadar üzdüğüne dair, silinmez anılar vardır. Bunlardan sonuncusunu önceki gün yaşadım:
Sevdiğim bir arkadaş olan şair Çetin Boğa ile iki hafta kadar önce telefonla görüştük. Kendisinin yeni bir şiir kitabı çıkıyormuş, bu nedenle telefon görüşmemizde bana kitabını ve Adana’da yayımlanan bir Edebiyat, Kültür ve Sanat dergisini göndereceğinden sözetti. Babam,oturduğum üstüstevin* kapı girişinde, posta kutularının yanında bulup, üstünde adresimin yazılı olduğu bir kağıt parçasını bana getirdi. Daha ilk bakışta matbu gönderilerde kullanılan, saydam naylon poşetin içine konulan bir kâğıt olduğu anlaşılıyordu. Gönderen kişi Adana’dan P.K. nosunu ve adını da yazmayı ihmal etmemiş. Babama dedim ki; ” Bana bir kitap gelecekti, demekki kitabı almışlar ve bu kâğıdı da kapının önüne atıvermişler, bu sadece adres! ” dedim. Olayın o yönü kendisini ilgilendirmediği için bir şey demedi babam, ben yine de teşekkür ettim.
Bu olaydan sonra, bu sabah Çetin Boğa adlı şair arkadaşımı aradım erkenden; belki uyur belki uyanık, birbirimize nazımız geçer, sordum durumu; ’Kitap değil ama, Mustafa Emre’nin bir dergi gönderdiğini’ söyledi, kitabın henüz çıkmadığını, çıkınca göndereceğini ekledi. Mustafa Emre adını ondan duyunca, adıma gelen derginin, daha bana ulaşmadan çalınmış olduğundan böylece emin oldum, çünkü babamın bana verdiği beyaz kâğıtçığın üstünde manuel daktilo ile yazılmış benim ve onun adlarımız ve posta iletişim adreslerimiz vardı.
Evet bunca muhabbetten sonra, elimde sadece bir adres yazılı kâğıtçıkla ne yapabilirdim? Kafa yordum biraz; dedim polise mi gitsem, -araştırmaya değer bulunmaz- diye geçti içimden! Fakat istense bulunabilirdi; çünkü bana bu gönderiyi getiren kişinin haricinde, çalan kişinin de mutlaka parmak izi kâlmıştır, bu kâğıdın üstünde. Heyy dedim ”Şaban kendine gel! Bu ülkede hazineden, gözümüzün içine baka baka milyarları, trilyonları götürdü hortumcular, onları bulamayan devletin polisi, şimdi senin adına gönderilmiş on liralık kitapla, dergiyle mi uğraşacak? Unut sen bunları unut! Çok fazla hayâlperestsin!’ dedim kendi kendime!
Gerçekten öyle miydim?! Bu soruyu zaman zaman hep kendime sormuşumdur; düşlerimin sonu, hep hüzün ve bir burukluk olmuştur; demek sen şimdi ’VATAN KURTARAN ŞABAN’ olacaksın şimdi öyle mi der, kahırlanır dururum kendimce.
”Balık baştan kokar!”; tepedeki adamların adı, trilyonluk yolsuzluklara karışıyor, hesap soran yok; kim aldıysa, ya da kim çaldıysa kitabımı ya da dergimi, bırak üzülmeyi insanın alkış tutası bile geliyor hani?! Çal oğlum çal, aferin çal, yeter ki okumak için kitap çal, dergi çal, başka türlü adam olmaz bu memleket! Güler misin ağlar mısın?
Fakat bizim insanımızın, Batı normalarındaki, geleneksel ahlâk ve değer yargılarına ulaşabilmesi için, daha uzun yol katetmemiz gerekiyor. İşin özünde iğne çalmak da bir, trilyon hortumlamak da bir; nitelik olarak her ikisi de hırsızlık! Fakat, bunu aynı terazinin kefesinde tartacak bir adalet ve bunu sorgulayacak vicdanı olan yargıç, savcı var mı bu ülkede?!
”Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim” ?!
Ne zaman ki bu sorumluluk bilinciyle ele alınmaya başlanırsa olaylar, o gün daha uygar insanlardan oluşan bir toplumun temeli atılmış demektir. Bu basit gibi görünen olay, beni etkiledi ve düşündürdü çok! Siz olsaydınız ne yapardınız; ”Aman be boşver!” mi derdiniz? ”Alt tarafı bir kitap ya da dergi ne olacak ?” mı derdiniz? Ben oturduğumuz üstüstevin kapı girişine ilan panosuna yönetici sıfatıyla, kırmızı yazan, kalın uçlu bir kalem ile bir not yazdım ve astım:
...
’APARTMAN SAKİNLERİNİN DİKKATİNE!
Adıma gelen posta gönderileri, ikinci kez postadan çalınmıştır. Bu hayâsız davranışı yapan kişiyi kınıyorum. Olayın tekrarı halinde polise başvuracağımı herkesin dikkatine önemle arzederim!’
...
Başka ne yapılabilirdi? Bir gün onların da gönderileri çalınırsa; her gün birilerinin bir şeyleri hep çalınacak mı?
Kimdi çalan sorusu; acaba postacı kendisi mi çaldı? Öyle ya, kredi kartı borçlarının zarflarını hiç çalan çıkmıyor! Onlar muntazaman alıcısını buluyor. Kapıya postacı geldiğinde kimse görmeden zarfı açıp, içini boşaltıp, dışını atıverdiyse iyi bir taktik olmaz mı; gören de ”Aaa, bak postacı getirmiş ama, başkası çalmış!’ demez mi? Gözünle görmeden kimden nasıl şüphe edebilirsin! Ah hırsız ah, kardeşim çok hoşuna gittiyse kitap, okuduktan sonra benden isteseydin, ben sana seve seve verirdim vallahi billahi, hem bak okumaya çok meraklı birisiysen, bende başka çok kitap var, bedava veririm, gel al! Yüzlerce dergi var! Ama beni merakta bıraktın bak, sadece dergiyi değil, ne kadar da zamanımı çaldın?
”Her şerde bir hayır vardır!” diyerek sonlayalım isterseniz; sizlerin de zamanınızı ben çaldıysam, cidden özür dilerim.
Kusuruma bakma değerli okur, saygılar sunuyorum bana ayırdığın zaman için…
Şaban AKTAŞ
18.04.2010
(*) Üstüstev: Apartman yerine benim türettiğim bir sözcüktür. Beğendiyseniz yaygınlaştırınız lütfen…
YORUMLAR
Hırsızların başı madurlar kadar ağrımıyor hocam.Eminim şikayette bulunsaydınız şu yazdığınız yazıdan çok, şikayet sonrası traji komik hikayenizi anlatmış olurdunuz:))
Size bir itirafta bulunayım mı birgün dişcide sıra beklerken bekleme salonunda bütün dünya adlı bir dergiyi okumaya kendimi oldukça kaptırdım,sıram geldiğinde sürükleyici bir yerinde kaldığım için dergiyi kısa bir tereddütten sonra çantama katıverdim.O an bunun bir hırsızlık olduğunu düşünmedim bile.Sonrasında aylık olan bu derginin abonesi oldum.
Kitap çalmak mübahtır deyip avuttum kendimi.
Gülümseten ve düşündüren bir yazıydı hocam.
Saygı ve sevgilerimle.
Şaban Aktaş (Homerotik)
Sağlıcakla kalınız...