KALABALIKLARIN YALNIZLARINA
En uzak mesafe,
Ne Afrika’dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan, ne seyyareler,
Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir,
Birbirini anlamayan.
Can Yücel
KALABALIKLARIN YALNIZLARINA
Nasıl bir tezat, bir toplumun içerisinde sizden başka insanlarında bulunduğu mekanlarda yalnız kalmak. Gördüğünüz, görüntülediğiniz dış aleme aldırmadan, içeride bambaşka bir dünyada yaşamak.Bazıları kendisine böyle bir dünya kurmuş başkasının el atmasını istemezcesine, dışta başka içte başka, asıl olanı göstermeme sevdası.Geceleri karanlık çöktüğünde insanlar o karanlığın verdiği yalnızlık içerisinde yataklarına çekilir. Bunlar gece olur fakat gündüzün ortasında, hatta yanı başımızda iç dünyasında kenara çekilmiş karanlıkta yaşayanlar var.Küçük bir şehir, küçük bir cemiyet böyleyse ya millet ya devlet.
Herkes bir şeylerin peşinde, bir hareketlilik, zaman kaçıyor, zaman. Aradığını bulma idealinde koşan elindekinin farkına varır mı, gitti, gidiyor zaman. Hayatlarını gözlerini kör edecek kadar hızlı yaşayanlara yaşam dikkatlerini çekmek ve yavaşlatmak için bir taş atmak zorunda kalıyor.Evet musibet ne hoş şeymişsin sen meğer.Bu akışın hızına kendini kaptırmış, prağmatik düşüncelerinden başkasını göremeyenler algılayamaz olmuş başka insanları. Diğer insanları görmediği gibi ayağının altındaki karıncadan da habersiz bu talihsizler. “Benim olsun”, “Ben yaşayayım” sözleri yankılanıyor kulaklarda, kimilerinin de benliğine işlemiş.Dünyada yaşayan dünyadan bi haber.Yan dairede bir gürültü, bir çığlık kopmuş. “Bize ne yahu” lakırdıları ve sabah cinayetle yankılandı mahalle, adam karısını kesmiş. Haritada yerini dahi gösteremedikleri ülkelerin her şeyinden haberdarlar, bitişikteki komşunun adını bile bilmeyen kalabalıktaki yalnızlar. Eskiden dedem ev almadan ilçeyi karış-karış dolaşmış ahali ile tanışmış, şimdi ev alıyor amcam elinde metre odaları ölçmeye koyulmuş.Bakmakla görmek arasında ki fark bu olmalı, ayakların altında binlerce yaşam, gökte kuşlar, rüzgarın tuttuğu ritim ile dans eden doğa, bunları bıraktık ben, biz, siz insanlar var.Okyanusun derinliklerini, kainatın sırlarını inceleyen ama yanı başındaki kendi gibi olana ilgisiz, büyük dünya köyünün kalabalıktaki yalnızları.
Sevgi içte hapis, nefret alabildiğine serbest, vefa karanlık zindanlarda prangalı, vurdumduymazlık şehrin sokaklarında, diğerkamlık kitaplarda destanlaştırılmış, pragmalar gönül tahtlarında krallaştırılmış.Koca bir dünyada bir köşede tutunabilmiş küçük bir şehir, içerisinde tutunmaya çalışan yalnız bir beden ve evin önünde bir o kadar küçük bir o kadar yalnız su tulumbası.
Zaman olur sular kesilir millet sırada tulumbadan su bekliyor.Tulumba hayır demiyor onu insanlar yapmış dibinde su birikiyor ve her gelen kolunu bir iki çevirdiği vakit su veriyor.İnsanlara faydalı olmak için elinden geleni yapıyor.Onunda hayat hakkı olsa dile gelse “Bu benim dünyam, bu benim suyum, bana ne sizden, bakın başınızın çaresine” dermiydi? Acaba. Hani diyorum önünde durduğu apartmanda yangın çıksa duyarsız mı kalacaktı. O vefalı, insanlar susuz kaldığı vakit su veriyor.İnsanlar var ki sevgisizlikten kıvranan etrafına üstüne üstlük nefret dağıtıyor.
Evde sular akıyor, tulumba yalnız.Sokaktan geçenler ona eski bir antika gibi bakar ve giderler.Ne zaman ona iş düşer,insanlar başına üşüşür o yine vefalı yalnız bırakmıyor.Vefasızlık yapan insana suyundan veriyor oysa insan içine hapsetmiş vefa istidadını, benim diyerek her şeye bir tebessümü dahi çalıyor çevresinden.Kendisi için yaşama gayretine müptela olan aynı insan bayramda komşusuna selam vermez olmuş, ne garip.Eskiden evlerde su tesisatı yokmuş herkes ona koşarmış, belki ihtiyacı olan birileri çıkar diyerek halen bekliyor.Gelene kapısı her zaman açık makam, mansıp, genç, ihtiyar ayırt etmeden.Metal aksamıyla o makineyi yapan insan,kendine gelene “ileride bana bir faydası olur mu, işime yarar mı” sözleri, karşılık bekleme mülahazalarında.İçinde yaşamın tüm güzelliklerini gizleye insan, kalabalıklar içerisinde yalnızlıktan vefasızlıktan yakınan aynı insan.
Geçim derdi almış başını gidiyor. Pragmatik sevdalarıyla zamanını günlük saadet ekmeğine banarak yiyenlerin “Ben kimseyle uğraşamam” diyenlerin çoğaldığı bir zaman.Ama geçimi için ot yiyip süt veren, yem yiyip yumurta veren, çiçekten çiçeğe gezerek bal verenlerde var.Tüm canlılar kendi kabiliyeti çerçevesinde diğer canlıların yaşayışına katkıda bulunma telaş ve gayretindedir.Ya insan, yaptığı davranışları şuurlu biçimde gerçekleştiren tek varlık, hazinesini içine mi hapsedecek.
Ne olurdu bir sabah güneş doğmadan uyansak, güneşi tebessümle biz karşılasak.Birbirinin gözlerine bakınca yaşama sarılsa insanlar.Yüzler sevgi yansıtsa güneşten aldığı sıcaklıkla.Güneş o engelleri aşarak bazen kışın ortasında bile bulutlar arasında bizlere sıcaklığını gönderir.Ne olurdu insan içindeki ışığı keşfederek etrafına dağıtsa.Bir memur olarak görevlendirilmiş varlıkların parçalar halinde gerçekleştirdikleri işlerde bütünlük arz eden kolektiflik vardır.Her şey insan için çalışıyor adeta, oysa insan.Güneş dahi kendine verilene bu benimdir demiyor.Hizmetkarıdır insanlığın, ışığını şahsına hapsetmemiş ve görevini yerine getirmenin mutluluğu içerisinde gülüyor her sabah.Penceresiz odalarda bile sıcaklığı duyulur, varlığından haberdar eder insanları.Ne olur insanlarda hiç değilse böyle hissettirse kendilerini.Toplumda iç içe yaşamayı gerektiren tüm dinamiklere sahip kimi insanların, bu dinamiklerden olan sevgisi, hoşgörüsü, merhameti çeyizini hazırlamış bir gelinlik kızın kanaviçesi gibi sandıklarında kilitli.Ne olur açılsa sandıklar, ne olur eksilmeyen kullandıkça güzelleşen o kanaviçeden dağıtılsa insanlara.Buna hasret olanlar kendilerinin yaptığı bu yanlıştan ve eksikliğini duyduğu şeylerden habersiz.
Bu küçük şehrin sokaklarında herkes yakınıyor.Başkalarının yaşama hakkına saygılı olan insanların kalmayışına bir şikayet.Doğru teşhis, şikayet edenimiz var sinelerinde yaşayan kaç kişi.
Sorular sorsak kendimize her akşam, sorular,
Bu gün kaç kişiye tebessüm ettim ve benim tebessümüm ile kaç kişi mutlu oldu insan?
Hayatı beraber yaşadığım, aynı havayı teneffüs etmekte olduğum insanlardan kıskandığım bir şeylerim oldu mu?
Ne olur, ne olur bir şeyi kıskanmasam insanlardan.
Ne olur kalabalılarda yalnızlıklar olmasa.
Olduysa içime hapsettiğim, paylaşmam için verilen ama yanlış kullandığım bir hazinem, neden yaptım ben bunu? Söyle ben neden?
Oysa dünya herkesin dünyası yaşama ve hayat hakkı sadece bana mahsus değil ki. Bende başkasının ihtiyacı olan ve dağıtmam istenen hazineler var, sevgi, hoşgörü,merhamet, vefa, dostluk vs…
Kendisini anlamaktan mahrum nasıl anlar karşısındakini. Neden insanlara bu önyargı. Her hareketten yanlış anlamlar çıkarmakta ne? Dışa karşı hep eleştirisel, içte tahtlara kurulmuş gurur.Sorular ne biter bu sorular nede cevapları.
Bitsin artık bu kalabalıktaki yalnızlıklar.
Şimdi rahmet yağıyor bu şehre sağanak sağanak.Kaldırımlar ıslak, su birikmiş ufacık, ufacık suyun içerisinde bir karınca benim kadar küçücük.Su karıncaya nispeten bir okyanus o içinde bir figüran,
Hayat gene oyununu oynuyor.
Gitmek mi, kalmak mı tüm karşılıksızlara rağmen.Göz yaşlarımı gizliyorum yağan rahmet damlaları arasında ve her damlası Pınar, utanıyorum bu çelişkiden sevmek mi, sevilmek mi.Utanıyorum ağlayarak, ağlıyorum hiç utanmayarak.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.