24
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1432
Okunma
Pembe/
Anne…Orada mısın?
Mısır kokusu geliyor bir yerlerden.
Ben karanlık bir odadayım. Burada yalnızca düşten pencereler var. Onlar da her zaman açılmıyorlar. Gözlerini iri iri açsan da, görebileceğin tek şey göz kapakların.
Biri dışarıdan pencereleri çaktı. Sonra çekici pencere önüne bıraktı. Sonra çiçek yüklü saksı devrildi. Duydum sesini. İki solucan kıvrılıp çıktı topraktan. Sürüne sürüne uzaklaştılar. Nedim Amca karşı bahçede marul ekiyordu. Bir de çok güneş vardı. İki solucan “imdat” diyemeden bir soru işareti, bir ünlem gibi kuruyup yapıştılar kaldırıma.
Mavi/
Hayat yuvarlandıkça semiren bir bilye gibi üzerimize geliyor. Elimizde neyle yüklü olduğunu bilmediğimiz bavullar var. Bıraksak kaçabileceğiz belki, ama bıraksak çırılçıplak kalacağız aynı zamanda. Öyle duruveriyoruz yol ortasında. Rüzgar var sürekli. Başımızdan aşağıya erik çiçekleri yağıyor. Kirpiklerimize takılıp sendeliyorlar. Belki gözbebeklerimizde, büyüyerek üzerimize gelen bilyenin aksini görmeseler, kalacaklar orada. Ayaklarımızın ucuna düşüyorlar usulca…Hiç ses yok. Sen de konuşma anne…Üfle bize, korkudan çatlayan yüreklerimiz var cebimizde. Hadi üfle geçsin.
Öyle şarkılar söyleme…
Bizim hiç çiçeğimiz kalmadı.
Anneler sağlı sollu geçiyor etrafımızdan. Çiçekli penyelerinde yağ lekeleri. Ellerinde domates biber poşetleri. Ter süzülüyor alınlarından. Tam üzerimizde durup soluklanıyorlar. Limon kolonyası kokuyorlar. Bir aciz erik çiçeğinin dahi gördüğü dev bilyeyi, onlar görmüyorlar anne. Sağa sola yalpalayarak çıkıyorlar yokuşu. Bilye tam önlerinde duruyor. Bir akşamüzeri fotoğrafı. Arkada tepsi gibi bir güneş. Güneşin önünde poz vermiş siluetler. Yüzleri görünmüyor…Çiğneyip geçiyor onları bilye. Kardeşim arkama saklanıyor korkudan.
Hadi dua et.
Gökyüzüyle arası iyidir annelerin.
Pembe/
Ne zaman gözlerimi kapatacak olsam, birinin uzun bir sırıkla kiraz dallarını dövdüğünü görüyorum. Kiraz kanına bulanıyor her yan. Dev antenli karıncalar çıkıyor kirpiklerimin arasından. Gözpınarıma dolan kiraz kokulu kanı emiyorlar. Oda çok karanlık anne…
Orada mısın?
Ben uyurken seyrettin mi yüzümü? Aklında ne kadarım kaldı? O kadarıma iyi bak. Sen nelerimizi gizlediğimiz çeyiz sandığı değil misin?
Bir duvara yaslandım. Islak; sırtımın titremesinden belli. Hadi süzül şu penceredeki çivi deliğinden. Koynundan çıkardığın tülbendi arkama koy. Al beni git sonra. Bir daha da büyütme.
Anne…
Su sesi duyuyorum. Ağlıyor musun sen?
Mavi/
Aldandık biz. Bu kentin kumruları bile yalancı çıktı. Önümüz sıra geri geri uçtular. Bir de gözlerimize baka baka bizi bu uçurumun başına çekmediler mi? Ne olurdu takılıp düşseydim gitme dediğin an. Gitme kumrular anadan eder dediğin an.
Bilye çok yaklaştı anne…
Bir de acıktım. Göğüslerin sızlamıyor mu?
Pembe/
Saat kaç? Okuldan dönmedim görmüyor musun? Çık da ara beni. Bir de değnek al eline. “Bir bulayım, görürsün” diye söylen telaş içinde çırpınırken. Kaldırıma çizdiğim sek sek zarfına bak. Taşım orada mı? “Gavurun kızı, burada mı oynadın” de…
Ara beni. Kayboldum.
Burası çok karanlık. Sesime gel.
Anne! Kulağın çınlamıyor mu?
Mavi/
Artık gelme. Beni görmek istemezsin şimdi. Koca bir hayat geçti üzerimden. En son kınalı ellerini gördüm. Mısır kokuyorlardı. Elimdeki bavulu bırakıp sana uzandım. Bir rüzgar esti arkadan. Eteğindeki gülün biri kırılıp yüzüme uçtu.
Anne…
Öldüm mü şimdi ben?
Pembe/
İşte geldi. Kiraz dallarına vuran adam…Oda hala karanlık. Kan sıçradı duvarlara. Son kez açtım gözümü. Gamzelerini gördüm. Artık gelme. Beşikteki yüzüme kiraz damlamasın. Beni hep bebek bil.
Anne…
Öldüm mü şimdi ben?
Gece/
“Rasim Bey kalk!”
“Ne oldu?”
“Pencereye bak! Serçeleri görüyor musun?”
“Hanım, serçeler gece uçmaz. Hem orada hiçbir şey yok. Su ister misin?”
Sabah/
“Sayın seyirciler, İstanbul’da bir evin önünde iki ceset bulundu. İlk belirlemelere göre kardeş olan maktüllerin ölüm sebepleri araştırılıyor.”
...ENGİNDENİZ...