- 1154 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Taş Uğruna Yaşananlar (Kardeşim Erdem'in Serüveni)
Bir ip… bir taş… çocukça oyunlar eşliğinde birbirine bağlanıp kardeşim Erdem tarafından sarkıtılmaktaydı. Elif teyzemden izin aldığını söyleyip ananemi dize getiren bu çocuk, 7 yaşında olmasına karşın kendisinde iyi bir suikastçı tipi olduğunu söyleyebilirdim. İzin alamamış olduğu teyzesine birde ipi taşa bağlattıktan sonra onu balkondan aşağıya sarkıtmaya balkona geldi. Bense en sevdiğim yazar olan Stephen King’in Ruhlar Dükkanı adlı romanını okurken öyle heyecanla dalmıştım ki o an dikkatimi dağıtan Erdem’e evde üç balkon olduğunu söyleyip onu arka balkona göndermeyi başardım. Böylelikle bir macera başlatmış oldum…
Yıllardan sonra griye dönüşmüş bembeyaz ruloya sarılmış ipin ucuna delikli, bir yanı kırmızı bir yanı yeşile boyanmış taş,ı teyzem Elif’e bağlattı. Bunu aşağıya sarkıtmak istediğini, bir deney yapmak istediğini söyledi. Ancak buna izin alamamış olmasına karşın bunu gerçekten yapmaya istekli, meraklı çocuk arka odanın balkonundan ipi yavaşça aşağıya salmaya başladı. Herhalde teyzem onu aşağıya sarkıtacağını bilmediğinden ipi taşa gevşekçe bağlamıştı ki taş birden aşağıya düşüverdi.
<<güzelim taş gitti!>>
Taşın düşüşüyle yakınmaya başlayan Erdem aşağıya inip onu almayı ananesine talep ettiğinde izin vermiş olsa da bir süre sonra teyzemin ona izin vermediğini öğrendi. Erdem ise çoktan gitmişti. Elif teyzem ardından onu takip etmek için mutfak balkonuna geçiverdi. Bense öyle çok kitaba dalmıştım ki bu olanları yarım yamalak duymuştum. Yine de romanı yarıda kesip elime cep telefonumu kaparak arka odanın balkonuna, sırasıyla soldan sağa dizilmiş Elif teyzem ve ananemin yanında dikildim ve telefonumun kamerasıyla bugünkü macerayı kayıtlara almayı başardım…
Ne mi olmuştu? Bunu merak etmeni kolay çünkü daha maceranın asıl kısmını açıklamadım. Üstünkörü sadece gün içinde neler yaşandığını bir özet şeklinde sunmakla yetindim. Tabii ki de yaşanan bu kısa macera anlatılmaya değer! Bazen olgun biriymiş edasıyla etrafta takılan kardeşim Erdem bazen ise çocukça davranışların esiri oluyordu. Bu anormal karşılanacak bir nokta değildi. Çünkü halen birer çocuktu. Kendince eğlencesini yarıda kesen bu olay-yani taşın düşmesi-yüzünden, kahrından öleceğini, uykusunda o taşın ona kâbus olacağını düşünüp de aşağıya onu bulmaya gitmesi akla gelinebilecek konulardan biriydi. Erdem sandaletini usulca ayağına geçirdikten hemen sonra koşarak binanın üç katını da merdivenle aştı. Dış kapının önüne vardığında üstüne günbatımının ışıltıları yansıyan soğuk mermerden de indikten hemen sonra alışkanlıktır herhalde ki birinin bakıp bakmadığını kontrol etmek için başını kaldırdığında düşüncelerinde yanılmadı. Elif teyzem mutfak balkonunda dikilmiş onu gözetliyordu. Her ne olursa olsun o bir çocuktu ve arada da olsa gözetmek gerekliydi.
Çok eskiden, Erdemin yaşlarındayken bir civcivim vardı. Onu bebekken almıştım ve iki günde bana bağlanıp anne-çocuk ilişkisi kuramını aramızda kurduğumuzda bu bağı koparmamak niyetindeydi… ta ki mahalleden arkadaşım Şeyma ile bisiklet sürdüğümüz o güne kadar… yanımda civcive götürmem pek akla alamet değildi. Ama ne yapalım ki o benim en sevdiğim canlıydı ve yanımda götürüp ona iyi bakacağıma söz vermiştim. Sözümde durmaya pek başaramadım anlaşılan… civciv bana o kadar çok bağlıydı ki yere vurduğumda koşa koşa geldiği gibi ben yürürken de peşimden gelmeyi ihmal etmiyordu. Bisiklet sırası arkadaşıma geldiğinde binmesi için yardıma gittim. O an da aklıma gelemedi kuşun peşimden geleceği… ve olan olmuştu arkamdan patır patır koşan o küçücük ayakları son kez peşime düşmüşlerdi ve sonları küçücük bir tahta parçası olmuştu. O küçücük tahta kuşun tüm iç organlarını dışarıya sızdırmaya yetmişti. Onu evin solunda toprağa gömdük. Gömülen yerini, hatta yaşadığımız o bir haftada bana bağlanışını asla unutmayacağım… Sanki varlığı hep yanımda gibi. Hiç onu unutmama izin vermiyor, yüreğimde yaşamaya niyetli…
Neyse bu kadar çok duygu deli yeter anlaşılan. Benim asıl belirtmek istediğim Erdem’in taşı almak için arkaya ulaşması gerekliydi. Ve oraya ulaşabilmek için aklına ilk gelen yer minicik civcivimin gömülü oluğu toprak yoldu. İlk başta taşı almanın çok kolay olduğunu zannetmişse de düşündüğü gibi olmadı. Kocaman çalılıkların ardında uçuşan eşekarılarını ve diğer tüm böceklerini gördüğünde vazgeçti. Diğer taraftan, yani evin sağından gitmeyi düşündü. Taş kurtarma operasyonunu başlatan Erdem elinde silah olmasa da koşarak öteki yoldan alana ulaşabildi. Tabii daha aşması gereken yerler yok değildi…
Durduğu yerde kalakalan Erdem’in geçebilecek hiçbir yeri olmaması onu biraz olsun korkutmuşa benziyordu ki sonunda ananeme seslenebildi. Karşı binada, Erdem’in durduğu sahadaki bitkilerin sahibi balkondan çiçeklerine basmamasını söylüyordu. Adamın hasta olan karısı ise yandaki camdan ‘orda çiçek var, şurada da var, basma’ demesi yaşlı adamı biraz delirtti. Çiçeklerine basıldığını düşünen adam balkondan bağırmayı sürdürdü. Tek deliren o değildi. Ananem de sinirlenmişe benziyordu. Sonunda uzun savaşlar ardında Erdem ekili olmayan yerlerden tırmandı ve karaya ayak basan korsanlar gibi sevinle ve karasızca ‘başardım’ deyiverdi. Ama daha başaramamıştı…
Taşı bulamadığından biraz üzülmüşe benziyordu. Elif teyzem de ‘hazır aşağıdayken bari önceden düşürdüğümüz mandalları alıver’ demesiyle Erdem biri sarı diğeri mavi mandalları buldu ve cebine attı. Daha sonra taşını bulmasıyla bir sevin çığlığı atması bir oldu. Taşı da diğer cebine attı.
Ananem pantolon giyip aşağıdan onu almamı söyledi. Almam gereken yer benim boyumdan bile yüksekti. Erdem’in düşmemesi imkânsızdı. En sevdiğim ve yanımda getirdiğim tek pantolonumu çamaşır sepetine attığımdan annemin yeni aldığı kaprimi geçirdim ve kapıya yöneldim. Rahat olması açısından terlik giymeyi düşünüp ayağımı terliğe sokacakken Sema teyzem ayağımın çalılıklara batacağını hatırlatıp beni vazgeçirmeyi başardı. Bende ayakkabımı giymeyi düşündüm. Ama çorapsız giyemezim. Gidip gelene kadar uzunca zaman geçti sanki. Erdem ise orada mahsur olmuştu. Çok kıymetli bir parçayı çaldıktan sonra orada kısılı kalan bir hırsız misali mahsurdu. Tek farkı elinde kıymetli bir eşya değil bir taş parçası mevcuttu.
Balkondan baktığımda Erdem’i kameraya alırken tek geçiş yolunun civcivimin toprak yolu olduğunu gördüm ve ananemin bana aşağıya inmemi söylediğinde ise oradan geçmeyi kendime hatırlatarak kısa yolu seçtim. Aslına Erdem uzun yoldan gelmişti bende onu kolayca alabilirdi. Bacaklarım açık olduğundan kocaman çalılıkları aşamadım. Asıl geçip de Erdem’i kurtarmam gereken yol buraydı. Ama geçemedim. Aşağıdaki bahçe balkondan geçilmesini düşünen ananem birinci kata indi ve yardım talep etti. Ben ise çalılıkların ardından Erdem’e ismiyle hitap ederken o da benim ismimi haykırıyordu. Sema teyzem sessiz olmamızı söyledi ve beni eve gelebilirsin dediğinde kurumuş çalılar bir tekmeyle kenara itip geçiverdim. Erdem ise bahçeye yakın olduğundan, köprü niyetiyle demirliğe dayanmış kocaman tahta parçasından geçip komşunun balkonuna varabildi. Hızla eve geldi ananem ise sohbete dalmışa benziyordu. Ben de çalılardan biraz iğrenmiş olduğumu ananemin sohbetini bölerek belirttim. Eve gidip bir su tut diyen ananemi dinleyerek dediğini yaptım.
Bu kadardı işte. Maceramızın sonu… Belki Erdem’i kurtaramamış sonucunda, hapsolduğu yerden bir komşunun balkonu sayesinde kurtarılması… bir taş uğruna yaşananlar… Hepsi komik birer anıydı…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.