- 779 Okunma
- 8 Yorum
- 2 Beğeni
Asıl İşim Yaşamak
Yaşamımın en ilginç ve en tuhaf gününü, ağaçların yeni çiçek açtığı, güneşin yapmacıksız bir şekilde doğaya gülümsediği bir bahar mevsiminin başlangıcında yaşadığımı söyleyebilirim. Uzun zamandır, hatta yüzyıllardır sabırsızlıkla anlatmayı ve yazmayı beklediğim bu yazımı şimdi kaleme almak varmış yazgımda.
O tuhaf ve inanılmaz günü en baştan anlatmam sanırım en doğrusu olacak. Hani gün içinde olacakları, yaşanacakları bilmeden, mistik ve huzurlu bir duyguyla uyanırsınız ya; ben de öyle gözlerimi açtım o sabah yatağımda. Yatağımdan kalkar kalkmaz , oturduğum binanın bir sokak altındaki gazete bayiine gidip gazetelerimi aldım. Çayın altını yaktım, demlenene kadar traş oldum ve dişlerimi fırçaladım. Aslında bütün bunları zaten her sabah sırasıyla yaparım.
Söylemeyi unuttum ben bir yazarım... Şey... Aslında tam bir yazar da sayılmam. Şu anda yeni çıkan bir dergiye yazıyorum. Orada bir köşem bile var; işe başlayalı daha altı ay oldu... Yani uzun zamandır yazmama rağmen bu işten para kazanmaya başlayalı tam altı ay oldu...
Neyse... Ben o günü anlatmaya devam edeyim... Dergiye gidiş saatim belli olmuyor; biraz bana da bağlı aslında. Genelde öğleden sonraları gidiyorum; o nedenle genellikle dergiye gitmeden önce, dergi binasına yakın bir kafede çay içer ve kitap okurum. Tıpkı o tuhaf günün sabahında, kahvaltıdan sonra yaptığım gibi...
Kafedeyim, muazzam bir Paris sabahını yaşıyorum. Kafenin bahçesinde oturuyorum ve güneş gözümü kamaştırıyor. Tarihse 1572 Mayıs başlangıcı...
Çayım geldi. Çantamdan yarısında kaldığım kitabımı çıkarttım. Kitabın adı : Bahçemdeki Umutlarım. Bir sigara yaktım, ve kitabı okumaya daldım. Bu esnada derinden ağır bir pipo kokusu geldi burnuma. Çikolatalı tütün kokusu. Hatta yüzyıllar sonra bile ne zaman o anı hatırlasam çikolatalı tütün kokusunu aynı diriliğiyle burnumda hissederim. Eminim siz de hissediyor olmalısınız şu an... Kokuyu alır almaz yavaşça kokunun geldiği yöne çevirdim başımı. Simsiyah ve gür sakalları olan, kahverengi renginde eskimiş bir fötr şapka giyen ve çözemediğim bakışlarla beni süzen bir adam gördüm hemen yanı başımdaki masada. Adamın gözlerinin içine bir süre bakmama rağmen istifini bozmadan bana garip garip bakmaya devam etti. Bakışlarımı kaçırdım ve tekrar kitabımı okumaya devam ettim. Sonra birden şöyle bir ses duydum:
’Saçma, çok saçma!’
Hemen adama baktım, bana mı söyledi bu cümleyi diye. Tam o anda gözlerimin içine bakarak aynı cümleyi tekrarladı :
-’Saçma, gerçekten çok saçma’
-’Saçma olan nedir bayım?’
-’Bahçe ve umutlar tabii ki. Okuduğunuz kitabın uyduruk ismi! Boyalı bir cümle bu! Ağır makyajlı ve boyalı! Yaşamın sahici atan nabzından uzak, yerde duran ama sanki uçabilen bir kuş taklidi yapan bir cümle. Eminim okuduğunuz o kitabın içi de bomboş ve aldatıcıdır’’
Şaşkındım. Aklıma gelen ilk cümleyi söyledim hemen :
- ’Okumadan nasıl böyle ağır bir eleştiri getirebiliyorsunuz?’
- ’Çünkü bir kitabın ismi, o kitabın cümlelerine giden damarın başlangıcıdır delikanlı. Bu sinsice koyulmuş bir isim. Sinsice süslenmiş bir cümle... Öyle gereksiz ki bahçe kelimesi o cümlenin içinde. Tıpkı ayağımdaki nasır gibi sırıtıyor. Bir kandırmaca. Bahçe kelimesinin insan ruhunda yarattığı güzelliğin kullanılmasından başka bir şey değil. Sadece umutlarım deme cesaretine sahip olsaydı, işte o zaman bir bulut gibi doğal olurdu her şey...’
Gün içinde hiç beklemediğim ve beni gerçekten de bir hayli şaşırtan bu diyaloglar sonrasında şöyle dedim adama:
- ’Şey... Kafam karıştı. Masanıza oturabilir miyim?’
- ’ Gel delikanlı’ dedi ve piposundan derin bir nefes daha çekti.
- ’Şaşırmayın delikanlı. Ömrünü boyunca şaşıracağız daha onca ana tanık olacaksınız. Öyle ki bugün ki şaşkınlığınız yuvasına yiyecek götüren binlerce karıncadan sadece biri kadar ufak kalacak. ’
- ’Siz de yazıyor musunuz?’
- ’Ben yaşıyorum sadece. Asıl işim yaşamak. Her yerde, her acı ve her komedinin ta göbeğinde yaşamak asıl mesleğim. Yaşadıklarımı kaleme almak, yaşamanın yanında çok küçük kalır’
- ’İsminizi bağışlar mısınız?’
- ’Montaigne... Michel de Montaigne...’
- ’Gerçekten memnun oldum; tuhaf biri olduğunuzu itiraf etmeliyim’
- ’Demek ki biraz önce söylediklerimden hiçbir şey anlamamışsın delikanlı, tuhaf olan ben değil yaşam’
- ’Evet, evet belki de öyledir’
- ’Yaşamı karmaşanın içinden sıyırıp, delilere teslim etmeyi hiç düşündün mü evlat?’
- ’Anlamadım?’
- ’Anlaşılmayacak bir şey yok evlat. Bildiğin, öğrendiğin her sözcüğün tadını çıkar. Onlarla oyna, sarmaş dolaş ol. Her zaman da iyi davranma; bazen de onlalar kız, öfkelen. Sonra o kelimelerle bir yaşam yap, karmaşanın içinden sıyır o yaşamı ve delilere teslim et. Yarattığın yaşama en masum olan o delilerdir en iyi sahip çıkacak olan...’
’Anladım galiba’ dedim ve dergiye gitme vaktimin geldiğini fark ettim.
’Şey... Şimdi gitmem gerek, kusuruma bakmayın, umarım yine sohbet etme imkanı buluruz, gerçekten yaşadığımız andan çok etkilendim’
Gülümsedi : ’ Hoşça kal delikanlı...’
Kalktım ve dergiye gittim. O gece boyunca hep o adamı ve konuştuklarını düşündüm. Sonra... Sonra aradan 432 yıl geçti. Kitapevinde kitaplara göz atarken gördüğüm bir kitap beni gülümsetti :
’Montaigne- Denemeler’
1572 yılında başlamış yazmaya. Bitmesi ise yirmi yıl sürmüş. Belki de karşılaştığımız sıralarda yazmaya başlamıştı. O an kitapevinin ortasında ben bu adamı tanıyorum diye haykırmak geldi içimden. Ama hayırsam da kimse inanmayacaktı ki.
O gece kitabı baştan aşağı tam 3 kez okudum. Kitabın başlangıcında Montaigne için söylenenler vardı :
’Montaine’in düşünceleri yanlış, ama güzel. (Malebranche)’
’ Yazarların çoğunda, yazan adamı görüyorum, Montaigne’de
ise düşünen adamı. (Montesquku’
’Montaigne’i sevmek kendini sevmek, kendini her şeye tercih
etmektir. Montaigne’i sevmek yalnız gerçeği değil, doğruluğu ve ödev
duygusunu da yalnız kendinden yana çekmektir. Montaigne’i sevmek,
hayatımızda hazlara, zavallı yaradılışımızın kaldıramayacağı kadar yer
vermektir... (Brunetiere’
’
’Yani Montaigne gerçek olarak sahiden tanıyabileceği tek şeyin
kendisi olduğuna inanıyor. Onu kendinden söz etmeye götüren budur
çünkü kendini bilmeyi ayrıca her şeyden daha önemli sayıyor.
İnsanların ve her şeyin yüzünden maskeyi kaldırmalı, diyor.
Maskesini atmak için kendini anlatıyor. Maske insanın kendinden çok
ülkesine ve devrine ait olduğu için de insanlar maske yüzünden
birbirinden ayrılıyor. Böylece, maskesini gerçekten atan insanda
hemen kendi benzerimizi buluyoruz. (Andre Gide)’
Sevgili Montaign’le 432 yıl önce yaşadığım o unutulmaz andan sonra şu gerçeği iyice anlamıştım artık :
’Benim asıl işim yaşamak. Doğa, sözcükler ve duygular benim. Sokakta rastladığım bir ağaçla konuşurken biri bana deli derse, biliyorum ki ben o birinden daha masumum aslında...’
Oktay Coşar
YORUMLAR
Oktay Coşar
Yazılarınızın haz büyüklüğünün tarifi yok. Başı buyruk, gönülden koptuğu gibi geliyor. Tebrikler...Yine çok güzeldi.
Oktay Coşar
Çok çok beğenerek okudum. Son cümle denklem gibi bir şeydi.
Kutluyorum.