Yazmak
![Yazmak](https://i.edebiyatdefteri.com/resim/resimli_yazi/buyuk/80693.jpg)
Mağaraların duvarlarında kalan yazılarla çözüldü belki tarihin en bilinmeyen olayları.
Orhun kitabeleri bulunmasaydı birkaç sayfa daha eksik kalacaktı tarih kitapları .
Alt mahalledeki bir duvardan öğrendi Ayşe, Ali’nin kendisini sevdiğini.
Elindeki çöpü dökmeye hazırlanırken duvar yazılarından öğrendi Recep Efendi , uzun kulaklı bir hayvana dönüşebilme olasılığını.
Yazı yolculuklarında tanıştık Atatürk’le. Sesi de vardı ama ya onun sesiydi ya da değildi.
Herkes farklı yazdı ama en çok yazılmış olanları doğru kabul edebilirdik.
Fatih Sultan Mehmet’le girdik İstanbul’a ilk defa.
Dede Korkut Hikayelerinde tuttuk ilk defa köprü başlarını.
İnce Memed’ le at koşturduk Toros’larda.
Pamuk tarlalarında Yaşar Kemal’le Tütün tarlalarında Necati Cumalı ile çalıştık.
Fakir Baykurt’la nice köyler dolaştık.
Elma işçileriyle elma topladık John Steinbeck’le.
Agahta Christie ile katilleri yakaladık.
Bu yolculuğun en başında tanıştık yazıyla , altı yedi yaşlarında.Yazıyı tanımamızla yıldızları tanımamız aynı zamanlara rastladı, defterlerin bir köşelerinde. Onu gördüğümüzde başladık
gökyüzüne doğru daha sık bakmaya. Belki de ulaşılamazı bize ilk getiren olduğu için bu kadar çok sevdik ilk öğretmenimizi.
Sonraki öğretmenlerimiz öyle değildi. Sen onlara yazı veriyordun onlar sana sayı. Sayılar , yıldızlar kadar sevimli değildi. Bebekler küçük olduğu için çok güzeldi ama sayıların küçükleri çok çirkindi.
Annemiz , babamız onları hiç sevmiyordu nedense.
Sanırım Matematikte bile sayıların yerine harflerin kullanılması da insanların sayılara karşı olan fobilerinden doğdu. Sayıların en güzel olduğu yer paraların üzeriydi. Orada sıfırlar bile çok muhteşem görünüyordu.
Biz büyüdükçe hep daha çok yazmak zorunda kalıyorduk. Üniversiteye geldiğimizde sayılar yazı cinsinden daha çok pahalılaşmıştı.
Hocalardan not almak için , babamızdan harçlık almak için hep yazıyorduk.
Bu arada yazı yazdığı için hapishanelere düşenlerin , hatta sokak ortalarında öldürülenlerin olduğunu da öğrenmiştik.
Çoğumuz Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelmiş , “büyüklerin karşısında konuşulmaz” aile geleneklerini almış gençlerdik. Yıllarca büyüklerimizin yanında konuşamamaktan artık küçüklerimizin yanında bile konuşamaz olmuştuk.
Bu arada bir de aşık olmaya başlamıştık. Şiir defterlerimiz , diğer defterlerimizin sayısını geçmişti.
Yazının çaresizliğini ilk burada gördük. İşe yaraması için okunması lazımdı , ama o öğretmen değildi.
Sonra bizi yazmaya başladı yaşam. Önce evlilik cüzdanına yazıldı adımız. Nüfus kütüğümüze bir kişi daha eklendi. Sonra bir kişi daha , bir kişi daha.
Hem artık yazdıklarımız karşısında para da almaya başladık .Bu yazılarımız hiç de duygu yükü taşımıyordu. Adına muhasebe deniyordu. Rakamsal gerçekleri yazıyorduk. Ama patronlarımız, müdürlerimiz gerçekleri beğenmiyorlarsa ulaşılamayan cironun ya da düşmeyen maliyetin de suçlusu biz oluyorduk. Çalışıyorduk artık. Yine hep daha fazla , daha fazla yazıyor ama tarihlerin yıl kısmındaki sayı artmadıkça hep aynı parayı alıyorduk.
Yıllar yılları kovaladı. Tarihler değiştikçe bizim yaşımızdaki rakamlar da artmaya başladı. Geçmişte kalanlar iyi de olsa iyiydi , kötü de olsa iyiydi. Onlar artık birer “anı” ydı.
Yaşamımız kara tahtadaki yazılardan oldukça uzaklaşmış , mezar taşı yazılarına yaklaşmaya başlamıştı.
Bu arada yazı gereçleri çoğalmış kalemin yerini tuşlar almıştı.
Devir artık çok değişmişti. Yazı yazdığı için hapse düşenlerin , sürgün edilenlerin , öldürenlerin yazılarınıOnları hapse atanlar , sürgün edenler , öldürenler okuyordu artık. Bütün yazılar geç okunuyordu nedense.
Anayasayı bile otuz yılda ancak okuyabilmiştik ki değiştirebilelim.
Düşünün bakalım. Anımsayın , kırk yıl önce ne konuşmuştunuz fısır fısır sıra arkadaşınızla.
Eşinizle , annenizle , babanızla , oğlunuzla , kızınızla , en sevdiğiniz dostunuzla neler konuştunuz yirmi yıl önce , on yıl önce , bir yıl önce , bir ay önce , on gün önce.
Yazmak güzeldir , paylaşmaktır beynini yüreğini .
Konuşmak güzeldir , paylaşmaktır sesini.
Okumak güzeldir , paylaşılandan almak için hisseni.
Ağaçlar ölür ne kadar uzun yaşasa da . Kağıtlar kalırlar , sararıp solsalar bile ; yakılmadıkça.
Dağ başında su içtiğimiz çeşmenin yapanı da yaptıranı da yoktur artık aramızda.
Siz bir türkü mırıldanırsınız:
“Benim sadık yarim kara topraktır” diye
O sizin değil Aşık Veysel’indir.
Yazılar kalır , okunmasa da.
Onlara kalıcı kılan okunması değil yazılmasıdır aslında.
Hiçbir işe yaramasalar bile , örtü vazifesi görürler gazete sayfalarında .
Bir caddede , bir sokakta kurumuş birkaç damla kan damlasıyla
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.