- 1032 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dağ Çileği
Elinde ki bakır kapla, sık ağaçların arasında yürüdükçe yürüyordu Hasan. Bir yandan da dağ çileği buldukça topluyordu. Çünkü üvey annesi bakır kap dolmadan gelme demişti. Hasan küçükken annesini kaybetmişti. Düşündüğünde hayallerinin arasına gizlenmiş bir anne görüyordu. Tek aklında kalansa, annesinin hastanede ona son kez sarılışıydı. Bir sürü dağ çileğ toplamıştı ama elinde ki kap bir türlü dolmak bilmiyordu. Belli ki üvey annesi büyük bir kap vermişti. Hasan çok yaramaz bir çocuktu. Devamlı komşulardan gelen şikayetlerden bıkmıştı üvey annesi. Misafirlerinin geleceğini öğrenince Hasan’ı ormana çilek toplamaya yollamıştı. Daha sekiz yaşındaydı ama hareketlerine bakan onun yaşını daha büyük olarak düşünürdü.
Çilek toplaya toplaya o kadar açılmıştı ki farkında değil di Hasan. Elinde ki bakır kaba baktığında, çileklerle dopdolu olduğunu gördü. Birden ayaklarında ki yorgunluğu hissetti. Aslında bütün gün sokaklarda koşturur yorulduğunu anlamazdı.
Önünde ki ağacın yanına çöküverdi. Sırtını ağaca yasladı. Anlamadan uyuyuvermişti.
Hasan upuzun bir yolda yürüyordu. Yolun kenarları hep camdı ve dışarısı görünmüyordu. Canı sıkılmıştı. Yürüdükçe yürüyordu. Eve gitmesi gerektiğini biliyordu. Annesini herzaman yaramazlıklarıyla çok üzmüştü. Aslında üvey annesiydi ama herzaman öz oğlu gibi davranmıştı kendisine. Oysa annesini ne kadar üzdüğünün yeni farkına varıyordu. Gözlerinden sicim gibi yaşlar geliyordu. Aneciğim nerdesin diye bağırıyordu. Üzmeyeceğim anneciğim seni, bir daha hiç üzmeyeceğim.
Yürüdükçe yürüyordu bitmeyen bir yoldaydı sanki. Birden çok yorulduğunu hissetti. Yolun ortasına yığılır gibi oturdu. İki gözü iki çeşme ağlıyordu. Gözlerinde ki yaşlar durmak bilmiyordu bir türlü. Anneciğim nerdesin? Yanımda olsaydın keşke. Yanımda olsaydın... Başı önünde hıçkırıklarla ağlıyordu Hasan. Birden bir sesle kafasını kaldırdı. Gözlerine inanamamıştı. Yuvarlana yuvarlana bir top kendisine doğru geliyordu. Topun üstü rengarenkti. Üstelik hep aynı şarkıyı söylüyordu. Olamazdı böyle birşey. Top şarkı söyler miydi hiç. Herzaman arkadaşlarıyla maç ederler top peşinde koşardı. Böyle bir topa ilk defa rastlıyordu. Sonunda şarkı söyleyerek gelen top önünde durdu. Merhaba Hasan. İsmimi nerden biliyorsun diye merakla sordu Hasan. Arkasından da beni tanıyor musun? soruları bitmiyordu. Sen nasıl bir topsun ki konuşabiliyorsun?.
Top sinirlenmişti. Hop kardeşim hop. Bu kadar çok soruya cevap verecek kadar akıl yok ben de. Bir kere beynim yok. Çünkü insan değilim ben. Konuşmama gelince ben de bilmiyorum işte. Burda ne arıyorsun sen cevap ver şimdi? Hasan başından geçenleri anlattı topa. Hava kararıyor yolumu bulamıyorum. Ne yapacağım anneciğim merak edecek beni. Yine başlamıştı Hasan ağlamaya.
Sana yardım etmek isterdim ama ben de bilmiyorum. Çünkü yuvarlana, hoplaya, zıplaya giderim ben. Üstelik nereye gittiğimi bilmeden. Ben gidiyorum inşallah yolu bulur annene kavuşursun dedi top. Ve yuvarlana yuvarlana şarkı söyliyerek uzaklaştı Hasan’ın yanından.
Hasan oturduğu yerden kalktı yine yürümeye başladı. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuştu. Akacak bir damla gözyaşı da kalmamıştı gözlerinde. Az bir yol yürümüştü ama yine yorulmuştu. Neden yoruluyorum ki diye kendi kendine söylendi. Hiçbirzaman yorulduğunu hissetmezdi oysa.
Karşıdan yeşil kafalı, kanatları kırmızı, mavi kocaman bir şey uçarak Hasan’a doğru yaklaşıyordu. Birden korktuğunu hissetti Hasan. Bu da neydi? Ne yapacağını bilemiyordu. Kocaman kuş geniş kanatlarını çırparak Hasanın önüne indi. Yüzünde ki korku ifadesini farketmişti kuş. Korkma benden sana zarar gelmez. Bu sözünün üzerine biraz sakinleşmişti Hasan. Bana zümrüt-ü anka derler. Renklerim ve büyüklüğümle dikkat çekerim. Ama kimseye de zararım dokunmaz.
Bana yardım edebilir misin diye aceleyle sordu Hasan. Ne yardımı istiyorsun? Yolumu bulamıyorum. Gittikçe uzuyor bu yol. Bu yol bitmez Hasan bitmez yürüdükçe uzar.Peki ben nasıl bulacağım evi mi? Aaa onu bilemem işte. Bitmeyen bir yoldasın. Hasan yine ağlamaya başlamıştı. Annem merak edecek ama. Peki sana acıdım. Haydi atla sırtıma bir yükselelim. Bakalım evini görecek misin? Görürsen evine gideceğin yolu da görürsün. Hasan kuşun üstüne oturdu. Ama ya düşersem üstünden. Yok ben seni düşürmeden yavaş uçacağım. Hızlı bir kanat çırptı zümrüt-ü anka. Birden Hasan düşeceğinden korkarak kuşun boynuna dolandırdı ellerini. Aaa ne yapıyorsun boğacak mısın beni. Çek ellerini boğazımdan. Nefes alamıyorum. Hasan daha huzursuz olmuştu kuşun tepkisine. Ama ne yapabilirdi. Peki çektim diyebildi.
Gökyüzüne yükselmişlerdi. Ağaçların üstünde uçuyorlardı. Bak bakalım evini görebiliyor musun? diye sordu kuş. Evet evet gördüm diye cevap verdi Hasan. İşte şu karşıda ki sarı boyalı ev. Peki şimdi yola bak. Oraya nasıl ulaşabileceğini gör. Evet gördüm. Ben şu an burdayım. Demek ki ters istikâmete gittiğimde evime ulaşacağım. Çok teşekkürler bana yardımınız için. Zümrüt-ü anka gururlu bir konuşmayla... Önemli değil yardımı severim. Sen iyi bir çocuğa benziyorsun. Şimdi seni indiriyorum. Hadi iyice karanlık basmadan evine git.
Kuşun sırtından inerken dengesini kaybedip yere düştü Hasan. Birden gözlerini açtı sağa sola bakındı. Rüya görmüşüm demek ki. Ne yapacaktım ters istikamet... Evet ağacın arkasından yolu takip etmeliyim. Elinde dağ çileği dolu kapla yürümeye başladı. Ağaçlar seyrekleşmeye başlamıştı. Ormana ilk girdiği yere gelmişti. Bir yandan da hava iyice kararmıştı. Biraz sonra her yer siyaha bürünecekti. Daha hızlanmalıyım dedi. Aslında koşarak giderdi elinde büyük kap olmasaydı.
Birden kulağına insan sesleri ve kendisine yaklaşan ışıkları farketti. Allah Allah bunlarda kim acaba diye düşündü. Annesinin kendisini merak edip, babasını yolladığı aklına gelmemişti. Babası da bütün köy erkeklerini toplamış ellerine silahı alan yola koyulmuştu. Sesler yavaş yavaş yaklasıyordu Hasan’a. Adımlarını daha da sıklaştırdı. Çünkü gece iyice bastırmıştı. Gelenlere doğru yürüyordu. Kalabalıktan uğultular yükseliyordu. İşte orda geliyor...geliyor.
Birden kalabalıktan birinin kendisine doğru koştuğunu gördü. Artık seçebiliyordu gelen babasıydı. Hasan ’da baba, baba diye bağırmaya başladı. Elinde ki kabı yere koyup kendisi de koşmaya başladı. Babasının yanına geldiğinde, babası sıkıca kollarıyla sarıldı Hasan’a. Nerdesin oğlum annenle öldük meraktan. Kayboldum baba diye cevap verdi Hasan. Başladı ağlamaya...
Dönüp içi dağ çileği dolu kabı aldı ve babasının yanına geldi. Tamam oğlum ağlama hadi gidelim. Hasan içini çekerek babasının yanında kalabalığa doğru yürüdü.
Hasan’ın babasıyla gelen insanlar sevinç çığlıkları atıyorlardı. Haydi geçmiş olsun diyorlar Mehmed’in sevincine ortak oluyorlardı. Biraz sonra evin kapısındaydılar. Kapıda Zehra hanım merakla oğlunu bekliyordu. Hasan elinde ki bakır kabı babasının eline tutuşturdu. Ve koşarak annesine sarıldı. Canım anneciğim kayboldum ben. Yine ağlıyordu. Annesi de dayanamamış gözlerinden gelen yaşlara mani olamamıştı. Oğlum çok şükür geldin ya. Hasan hiç durmadan konuşuyordu. Anneciğim bir daha
yaramazlık yapmayacağım seni üzmeyeceğim.
Hasan bir daha hiç üzmemişti annesini. Bir de oğlan kardeşi olmuştu. Anneciğim kardeşim büyüsün birlikte gideriz ormana çilek toplamaya ne dersin? İkisi birden gülüyorlardı. Bir daha çilek toplamaya bir de ormana ha...Yok yokkk yasak ikinize de. Oturun yanı başımda.
Akşamları hep birlikte harika anlar geçiriyorlardı ailecek. Yeni bebekte eve neşe getirmişti. Hasan hiçbirzaman kaybolduğunda
gördüğü rüyanın anlamını çözememişti. Zümrüt_ü anka kuşunun yardımını bir türlü unutamıyordu. Gerçek mi hayal mi bilemiyordu.
Menekşe Gülay
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.