- 1089 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Beyit Yapmak Bir Beyt Yapmaktan Daha Zordur
Hale Dergisi yazarlarından Ayşegül Şengöz’ün Şair ve yazar Halit Yıldırım’la yapmış olduğu röportajın metni…
HALE: Edebiyata olan ilginiz nasıl başladı, ilk şiirinizi ne zaman yazdınız, biraz anlatır mısınız?
Ben, 1979’da, Zafer İlkokulunda 5. sınıfta okurken o yıl Dünya Çocuklar yılı ilan edilmişti. Bilmiyorum yaşıyor mu, yaşıyorsa Allah uzun ömür versin Ahmet Özlü diye bir hocamız vardı. Bana bu konuyla ilgili bir şiir yaz dedi. Şiir yazmaya ilk defa öyle başladım. Daha sonra da şiire devam ettim.
Lise’yi Çorum İmam Hatip Lisesinde okudum. Kültür Edebiyat Kolunda gönüllü olarak sürekli görev aldım. Ahmet Yetim hocamız bu kolun uzun yıllar sorumluluğunu yaptı. Onun teşvikleriyle okulumuzu temsilen birçok yarışmaya katıldım, bazı dereceler yaptım. Ahmet Yetim hocamızdan şiirle ilgili ilk temel teknik bilgileri öğrendim. Ama itiraf edeyim ki Edebiyat hocalarımızdan aynı ilgi ve alakayı göremedim.
Üniversite yıllarında çok şiir yazdım. Burada da Türk Dili dersi hocamız benim yazdığım bir şiiri bir arkadaşın defterinde görmüş. Şiiri okuyunca bu şiir kimin diye sormuş. O arkadaş ta beni gösterdi. Yanıma geldi, “şiir yazıyormuşsun, bu şiir hoşuma gitti, dersten sonra seninle görüşelim” dedi. Görüşmemizde benim teknik olarak eksiklerimi, hatalarımı bir çırpıda bana gösterdi. Bunlara dikkat edersen bence iyi bir şair olabilirsin dedi.
Bu hocamızla görüştüğüm bu 5-10 dakika sonunda benim şiir dünyam tamamen değişti. Artık yazdığım eski şiirlerin, basit ve teknik hatalarla dolu olduğunu anlamıştım. Dolayısı ile bu tarihten önce yazdığım şiirleri sadece bir amatör karalama olarak değerlendiriyorum.
HALE: Ama şiire de böyle başlanıyor. Bu yaşlarda...
Tabii ki. Önemli olan çok şiir yazmak mı? Hayır, çok şiir yazmak önemli değil ama insan bir şey üzerine ne kadar çok alıştırma yaparsa onu o kadar iyi pekiştiriyor. Onu öyle düşünmek lazım…
Şiire başlamamın nedenlerini düşündüğüm zaman... Kendi iç dünyamla ilgili sanırım. İnsanın kendi iç dünyasında kendi kendisiyle konuşabilmesi… Sürekli yaptıklarını hesaba çekip, yapmak istediklerini, hayallerini kafasında canlandırması, tabiri caiz ise kendi iç dünyasıyla kontak kurması sonucu oluşan hal şiiri oluşturuyor sanırım.
Bakıyorsunuz bir çocuk biraz içe kapanık ise -bu tamamen soyutlanmış şekilde değil, çünkü o zaman da hiç bir şey yapamaz- yaşadıklarını, gördüklerini kafasında sorguluyorsa onda da bir sanat istidadı başlıyor. Şiir yazıyor. İşte insan bazı olayları görecek, bazı şeyleri okuyacak, olayları yaşayacak, onları kendi dünyasında, hafızasında bir daha temize çekecek ve ondan etkilendiklerini, içinde kalan tortuları o zaman belki basit de olsa kelimelere dökecek. Şiir böyle doğuyor. Ben de böyle başladım şiire.
HALE: İyi bir okur musunuz?
Çok okurum ama iyi bir okur olduğumu düşünmüyorum. Çünkü iyi bir okurun bence okuduklarını hafızasında tutması gerekir. Bende biraz unutkanlık var. Gerçekten okumayı çok seviyorum. Diyelim ki bir yerde beklemeniz gerekiyor, ben beklemekten çok sıkılırım ama elimde bir şey varsa, bir takvim yaprağı, cebimdeki eski bir notum, o andaki herhangi bir şey, okurum. Çok kitabım var. Hanımla da bu yüzden biraz tartışıyoruz. (gülüyor)
Şiir konusunda da şunu rahatlıkla söyleyebilirim; binlerce şiirim olana kadar keşke binlerce şiir kitabı okumuş olsaydım.
Ama şiir okumak, sadece bir şiiri okuyup geçmek değil. Bu da yanlış anlaşılıyor herhalde. Şiiri okumak aslında şiiri iyice didik didik etmektir. Biz sadece okuyup geçiyoruz. Bunu ben de yapıyorum maalesef. Bakıyoruz, tarzı hoşumuza giderse onunla ilgileniyoruz. Ama okuyup geçmemek lazım… Aslında şiir okumak çok farklı bir şey…
HALE: Peki, hangi şairleri takip ediyorsunuz, hangi şairleri beğenerek okuyorsunuz?
Benim ilk dikkatimi çeken şair Mehmet Akif Ersoy ve tamamıyla okuduğum ilk şiir kitabı da Safahat’tır. Daha sonra Abdurrahim Karakoç ve Necip Fazıl... Beni en çok bu üçlü etkilemiştir. Abdurrahim Karakoç’u halk edebiyatı tarzında -ya da bilmiyorum edebiyatçılar ne der ama modern halk edebiyatı tarzında- ben onu bir idol olarak görüyorum. Özellikle hiciv ve taşlamaları çok hoşuma gidiyor. Karakoç’tan çok etkilendim. Özellikle Vur Emri, Dosta Doğru, Suları Islatamadım gibi eserlerini çok okudum.
Yine Necip Fazıl beni etkileyen bir başka şair ve onun gönül dünyamda müstesna bir yeri vardır. Gerek sanatıyla, gerek fikirleriyle, poetikasıyla Necip Fazıl’ı şiirde bir zirve olarak görüyorum. Onun taklit edilebileceğini de pek sanmıyorum.
Yeni şairlerden mesela Cemal Safi, hoşuma gider. Kenan Bey’in (Yaşar) şiirlerini gerçekten beğeniyorum. İlk Kitabını, 2005’te çıkan kitabını okuduğumda ’güzel bir şiir kitabı okudum, bu zamana kadar okuduğum şiir kitapları içerisinde en güzeliydi’ dedirtti.
Artık günümüzde şiir anlayışı çok değişti. Hep eski, aynı şeyleri okumak ta belki bir kısır döngü sayılabilir.
Ortalıkta biraz fazla şiir ve şair var. İnsanlarda iyi cesaret var. 50 tane şiiri olunca hemen kitap basıyor. (gülüyor) Ben, -bu sene 30. yıl- bu sene ilk kez bir şiir kitabı çıkarmaya niyetlendim. Şakir Çıplak hocamla görüştük geçenlerde. "Şiir kitabı basma zamanın gelmiş artık, şiirlerini kitaplaştır." dedi. Bu söz de benim için de sevindirici oldu.
Şiiri herkes okuyor, dergide yayınlıyoruz insanlar okuyup geçiyor ama şiirden anlayan insanların okuyup da takdir etmesi, yön vermesi daha sevindirici.
HALE: Ne zaman çıkacak kitap?
Bu yıl çıkarmayı düşünüyoruz, bakalım. Tabi nasip. Yalnız çok ince eliyoruz, şurada hatamız olmasın, bu şiiri koyalım mı koymayalım mı, şu bölüm olsun mu olmasın mı filan. Bakalım yani.
Edebiyat dışında bir mesleğiniz var, ziraat mühendisisiniz. Edebiyatla hiç ilgisi olmayan bir mesainiz var. Bunun dışında da yazmaya ve okumaya vakit ayırıyorsunuz. Nasıl dengeliyorsunuz bunu? Keşke tek işim yazmak olsaydı dediğiniz oluyor mu?
Aynen söyledikleriniz oluyor. Ben İmam Hatip Lisesini bitirdiğimde hedefim tarih, edebiyat veya ilahiyat okumaktı. Ancak ailemin yönlendirmesi ile –babam Tarım İl Müdürlüğünde çalışıyordu- Ziraat Fakültesine girdim. Aslında bu okula girişim tamamen bir tercih hatasıydı. Hatta okula gittiğim gün ben okulu bıraktım, çok ilginçtir. Sabah Erzurum’a gittiğim otobüse aynı gün akşam binip geri döndüm. (gülüşmeler) Geldim buraya, babam şaşırdı. "Hayırdır" filan dedi. "Ben" dedim, "okula gitmeyeceğim, ziraatçı olmak istemiyorum. Ya edebiyatçı olacağım ya da ilahiyatçı olacağım." Tabi ertesi gün bizi geri gönderdi. (gülüyor)
Ama ben yine de bu mesleğimi de seviyorum, o da ayrı. Mesleğimle ilgili de “Süt Sığırcılığı ve Yem Bitkileri Tarımı” isminde yayınlanmamış bir kitabım var. Yani yazmayı sadece edebiyat açısından değil, kendi mesleğimle ilgili de yazmayı çok seviyorum.
HALE: Dergicilik zor bir iş… Küçük şehirde dergicilik yapmak daha da zor… Aşkın E-Hali’nin uzun ömürlü ve başarılı olmasının sırrı nedir?
Başarının sırrı ilk önce sevmekten geçiyor. İşe gönül vermek, onu ciddiye almaktan geçiyor. Başta dergimizin sahibi Kenan Yaşar ve diğer arkadaşlar edebiyatı gerçekten sevdiklerinden, bu işe değer verdiklerinden bu dergi ortaya çıktı ve 15. sayısıyla hala ayakta.
Kenan Beyle önceden tanışıyorduk ama ben Kenan Beyin şiir yazdığını bilmiyordum, o da benim edebiyatla uğraştığımı bilmiyormuş. Kenan Bey ilk şiir kitabını yayınlayınca edebiyatçı yönlerimiz ortaya çıktı.
Ben Aşkın E-Hali’nin ikinci sayısından itibaren dâhil oldum. Dergiyi ilk gördüğümde "Bu dergi nerede çıkıyor" dedim. "Biz çıkarıyoruz" dedi. Kenan Bey, ’Bizim dergiye seni de dâhil edelim, şiirlerini getir, yazı yaz" filan dedi. Ben aslında şiir haricinde yazmayı, öyküyü, denemeyi de bırakmıştım, sadece şiirle ilgileniyordum. Aşkın E Hali’ne bu şekilde dahil oldum.
Dergicilik -dediğiniz gibi- çok zor. Bir kere, dergi okuyucuyla ayakta kalıyor, abone sistemiyle ayakta kalıyor. Geçmişte de Erzurum’da çıkan dergilere yazı götürüyorduk ama onlar yayınlamıyorlardı. Bu dergilerin kendi kadroları vardı. Kendi yazarları dışındakilere yer kalmıyordu.
Çorum gibi ufak bir çevrede 48 sayfalık bir dergi çıkarmak kolay değil. Çorum’da edebiyatla uğraşan kişileri saymaya kalksanız, herhalde 15–20 kişi sayarsınız. Onlar da zaten bilinen insanlar. Bu insanların da hepsi bir araya gelemiyor, herkes bir dergi çatısı altında toplanamıyor. Büyük bir cesaret… Aslında Kenan Bey’in fedakârlıklarıyla, rahmetli Paşa (Çeten) Ağabey ve Metin (Demirci) ağabeyin de heyecanlarıyla devam ediyor. Bugünlerde derginin 15. sayısı çıkmak üzere. Biz de katkılarda bulunuyoruz. Ama gerçekten zor...
HALE: Sizce şiire ve edebiyata hatta edebiyat dergilerine rağbet var mı?
Geçenlerde bir yazı okumuştum: "Şiire yeteri kadar ilgi var mı?" diye sormuş bir şair. Diyor ki; "Şiire ilgi var ama şiirin alıcısı az, satıcısı çok." Herkesin şiir yazdığı bir ortamda herkes kendi şiirini okuyor. İnanın bazen öyle şeyler oluyor ki; dergiyi alıyor, 48 sayfa içerisinde adam açıyor kendi şiirini ya da yazısını okuyor, kapatıyor. "Bu adam ne yazmış, benim dergideki yazar arkadaşlarım kimdir, kimler sürekli yazıyor?" demiyor. Yani bir pazar düşünün, herkes bir şey satıyor. Ama herkes satıyor, alıcı yok. Edebiyat dergiciliği de böyle. Şunu da söyleyeyim; dergiyi görenler Çorum’da çıktığına inanmıyorlar.
Çorum’da dergicilik gerçekten bir cesaret işi… Ama o cesaret tamamen edebiyatı sevmekten, Çorum’a bir katkı yapmayı istemekten kaynaklanıyor. Çorum’da geçmişte çıkmış dergiler var. Belki onlar ilk çıktığında da bazı insanlar değer vermediler, burun kıvırdılar ama bakıyorsunuz bugün onlar bu şehrin hafızası niteliğinde.
HALE: Daha öncesinden de dergicilik tecrübeniz oldu mu?
Daha önce de söylediğim gibi ben İmam Hatip’te okurken Kültür Edebiyat kolunun müdavimlerindendim. Sedat Akçakoyunlu ile aynı dönemiz. Ahmet Yetim Hocamız vardı. O da kolun yöneticisiydi. Okul gazetesi, duvar gazetesi filan çıkarıyorduk. Bazen öyle oluyordu ki; tek başıma bütün gazeteyi o ay ben çıkarmak zorunda kalıyordum. Yayıncılık da oradan geliyor demek ki. Bunun yanında Gülpınar ve Mısraların Dili dergilerinde yazarlık yaptım.
HALE: Sizin müzikle de ilginiz var. Bestelenmiş şiirleriniz var. Şiirin de bir müziği var aslında. Müzik ve şiir birbiriyle çok ilişkili… Bu iki sanatla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Benim ortaokul, lise yıllarında şiiri bu kadar benimseyip üzerine düşmemde, -kendime şair sıfatı takmayayım ama- bize şair denilmesinde müziğin gerçekten çok büyük etkisi var. Müziğin bendeki etkisi belki dergimizde yazan diğer şairlerden çok daha fazladır. Ben müziği çok seviyorum.
Bizim yetiştiğimiz dönemlerde Türk müziğinin -halk müziği ya da sanat müziği olsun hatta pop müzik, arabesk müzik olsun- en güzel örneklerinin verildiği yıllardı. Türkiye, o zamanlar çok büyük sıkıntılardan geçiyordu aynı zamanda. Olaylar, sağ-sol çatışmaları vardı, köylerden şehirlere göçler başlamış, yine aynı şekilde yurtdışına göçler başlamıştı... Biz de aile olarak memleketimizi bırakıp Ankara’ya taşınmışız. İlkokul 4 e kadar ben Ankara’da okudum. Bunların etkileriyle gurbet, hasret duygularının ağırlıklı olduğu tınılar, insanların şehirlere adapte olmada yaşadığı zorlukları işleyen melodiler o zamanki müziği şekillendirdiği gibi, benim de duygusal yönüm bunlarla besleniyordu. O güzel örneklerle büyüdüğümüz için onlara karşı bir heves vardı. Ben müziği o yüzden çok seviyorum. Bundan dolayıdır, ben daha çok bir hece şairi oldum. Serbest tarzda şiirler yazsam da ağırlıkta hece şiirleri var.
Müzikle şiirin örtüşmesi konusunda şöyle bir şey var: mesela Yahya Kemal’in şiirlerini üstat Münir Nurettin Selçuk çok bestelemiş. Hatta sormuşlar "üstat, neden daha çok Yahya Kemal’in şiirlerini besteliyorsunuz veya onda ne buluyorsunuz" diye. Üstad Münir Nureddin ise cevaben "onlar bana besteli geliyor" demiş. Yani o kadar şairle ve şiiriyle bütünleşiyor ki bestekârı, onun içindeki melodiyi alıyor, notalara döküyor. Bundan dolayı benim ilk şiirlerim de müzikle alakalı. Daha sonra, eğitim kültür birikimiyle daha toplumcu şiirler yazmaya çalıştım.
1989-90’lı yıllarda Milliyet Gazetesi’nin Müzik Magazin Dergisi vardı. Orada Mısraların Dili bölümünde şiirlerimiz yayınlanmıştı. Mesela 30 Temmuz–5 Ağustos 1990 tarihli sayısında benim ’Leyla’ isimli bir şiirim çıktı. Bu şiiri, şu anda Samsun Belediye Konservatuarında Türk Müziği bölüm başkanı olan Erdal Şahin okuyor, bunu besteliyor. Ve bu şiir TRT repertuarına giriyor.
Ben bu segâh şarkıyı TRT’de dinledim. Ancak şarkının sonlarına denk geldim. "Bu" dedim "benim şiirime benziyor." (gülüyor) Arkadaşlar, "şiir şiire benzemiştir" filan dediler, ilgilenmedim. Daha sonra tesadüfen internetten bir şey ararken bu şarkı çıktı. Söz Halit Yıldırım deyince ben Suat (Kıyak) Hoca’ya telefon ettim, varsa bu şarkının notalarını göndermesini rica ettim. Notalar geldi, bir baktım gerçekten benim şiirim. Daha sonra Erdal Şahin’le görüşme şansım oldu, o da çok şaşırdı, "19 sene sonra söz yazarıyla tanışıyorum" dedi.
Üniversitede Sanat Müziği korosundaydım. Hocamız Tevfik Soyata’ydı. Ondan bazı temel bilgileri aldım. Daha sonra rahmetli Emir Yadigâr’dan ud öğrenmeye başladım. Ama musikide ilk ciddi hocam Eczacı Enver Leblebicioğlu’dur. Onun sayesinde ud ve nota bilgimi artırma fırsatım oldu.
Bizim Suat Kıyak Beyle ortak çalışmalarımız oldu. 8–10 tane şiirimi besteledi. Hatta İlk Sevda isimli nihavent şarkıyı TSO Türk Sanat Müziği Korosu konserinde Nimet Alpoğlu seslendirdi.
Yine tasavvuf musikisiyle de ilgileniyorum. Ud çaldığım için amatörce beste çalışmaları da yapıyorum. Sağolsun Enver Leblebicioğlu Hocadan biraz feyizlendim. Müzikle bağlantım da bu şekilde…
HALE: Çok fazla şiir heveslisi var fakat şiir çok okunmuyor, edebiyat dergileri çok satmıyor. Bu tezadı nasıl açıklamak lazım? Şiir yazmak bir ayrıcalık mı?
Bunu ben şöyle değerlendiriyorum; şiir yazmak bir ayrıcalık mı? Belki değil ama insanların bulunduğu muhite göre bir ayrıcalık oluyor. Örneğin üniversite. Özellikle gençler arasında yaygın. Diyelim ki şair üniversitede okuyor. 8–10 kişilik bir arkadaş grubu içerisinde bir şeyler karalıyor. Ve onlar da bunu okuduğu zaman güzel olmuş dediğinde onu bir şekilde teşvik etmiş oluyor. Bizim de başımızdan bu tür şeyler geçti. Ama dediğim gibi bizde bir tembellik var. Kendimizden başkasını okumuyoruz, araştırmıyoruz.
Mesela eskilerin çok güzel bir deyimi var; -ben şiir yazmak diyorum Metin Ağabey, şiir yapmak diyor onun dediği gibi- ‘Bir beyit yapmak bir beyt yapmaktan daha zordur’ diyor eski şairler. Beyit, bildiğiniz gibi iki mısralık bir şiir. Beyt, Arapça ev. Yani bir beyit yazabilmek bir beyt yapmak gibi bir şey. Kalemi almak, bir şeyler yazmak güzel şey ama bunu yazarken bunun tekniği nedir, ben bunu birisine götüreyim, okutayım, usta çırak ilişkisi içerisinde birilerinden feyiz alayım gibi bir şey yok maalesef.
Ve insanlar değer yargıları değiştiği için, yani bir dejenerasyon -bu kelimeyi de kullanmak istemiyorum ama- değer yargılarında biraz bozulmalar var. Mesela artık diyorum ki; sevgi kelimesi, sevmek kelimesi, aşk kelimesi çok fazla ayağa düşen kelimeler haline geldi. İnternet sitelerinde filan öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki, insanın konuşurken utanacağı şeyleri adamlar şiir diye yazabilmişler. Bunun adına ’kaleme özgürlük’ diyerek çok saçma sapan bir kılıf da buluyorlar. Bundan dolayı da bakıyorsunuz bu kadar şiir var, bu kadar şair var, yüzlerce şiir kitabı var ama geriye dönüp baktığınız zaman, Mehmet Akif diyorsunuz, Necip Fazıl diyorsunuz, Faruk Nafiz diyorsunuz, İsmet Özel diyorsunuz, Sezai Karakoç diyorsunuz. Zaten önemli olan kalıcı olmak…
HALE: İnternet dergiciliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnternet erişimi en kolay ve belki de en masrafsız bir araç günümüzde. Ancak bu tür siteler popülarite üzerine kurulmuş ve ticari kaygılarla öne çıkmış durumda. Yani ne kadar çok üyesi olduğuyla ilgileniyor. Bu yüzden iyi kötü, etik, estetik kaygılar arada kayboluyor. Eğer bu değerler ölçüsünde faaliyet yapılsa çok faydalı olur inancındayım.
HALE: Peki, gençlere, şiire yeni başlayanlara neler tavsiye edersiniz?
Gençler bir kere şiir yazıyorsa eleştirilmekten korkmayacak. Eleştirildi diye de yırtıp atmayacak. Eleştirilecek, o eleştiriyi hazmetmesini bilecek ve okuyacak. Bu işi birinci ayağı okumaktan geçiyor. Ama okumak, dediğim gibi, bir şiiri okuyup geçmek değil. Okuduğunu anlamaya, tekniğini kavramaya çalışacak. Dilini geliştirmesi için okuması, birilerine yol sorması gerekiyor. Üstad Necip Fazıl’ın deyimiyle, okuduğumuz şairlerin ne dediğine değil, nasıl söylediğine odaklanmamız lazım.
Şiir yazarken duygu ve öykünün yanında orijinallik ve söylenmemişi söylemek, keşfetmek şairin hedefi olmalı bence. Birilerinin yazdıklarının bir benzerini yazabiliriz, hatta daha da iyisini yazabiliriz. Ama önemli olan orijinal bir şey yazmak ve orijinal olarak kalabilmektir. Bunun yanında kalıcı olabilmek; teknik bilgi gerektiriyor ve edebiyat aslında güzel söz söylemek ama biraz da edepli olmak gerekiyor diye düşünüyorum.
HALE: Son olarak ne söylemek istersiniz?
Sayfalarınızda bana kendimi anlatma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.