- 1856 Okunma
- 26 Yorum
- 0 Beğeni
HER ZAMAN SON BİR SİGARAYA VAKİT VARDIR
Vardiyada Kamil’le birlikteydik. Aslında atölyede vardiya gerektirecek iş yoktu o gece. Usta başından rica ettik. O da bizi kırmadı. Kamil’le bana on iki sekiz nöbeti yazdı. Para mendeburun cebinden çıksaydı yine aynı şeyi yapar mıydı acaba?
Elli lira az para mı? Haftada üç gün vardiyaya kalsak bir iki faturayı halletmiş oluyorduk. İş olsun olmasın. Bunu düşünen kim? Sanki patron bunca malı helalinden kazanmıştı. Bu konuda kendimizi aşılamıştık. Artık iş konusunda hiçbir şey vicdanımızı tırmalamıyordu.
Sabaha az kalmıştı. Dışarı çıktım. İnsan hiçbir şey yapmadan da yoruluyor geceleri. Duvara yaslanıp bir sigara yaktım. Kamil de geldi. Normalde sigara içmez. Özel anlarımız vardı bizim sigara içtiğimiz. O özel anlarda değildik. Ama bu kez uzattığım sigarayı geri çevirmedi.
Karşıdaki pis dükkan kapılarına, teneke yığınlarına baktım. Bir iki dükkanın daha ışığı yanıyordu. Dünyanın bir kaç milletten oluşan tek ırkı işçiler, türkü söylüyordu inceden.
Niye bilmem, annemi düşündüm.
***
Annem geçmiş ateşin külünden çıkarttığı sıcak taşları elime tutuşturdu. “Sıkı tut, üşümesin ellerin” dedi. Zavallının kim bilir ne büyük umutları vardı bana dair. Yakamı düzeltip, montumun fermuarını çekerken ne güzel de bakıyordu gözleri.
Evden çıkıp iki sokak aşağıda taşları elimden attım. Zaten soğumuşlardı. Çantamı her zamanki zulama saklamak için boşaltılmış mahallenin yolunu tuttum. Burası korkunç bir yerdi. Yıllar evvel çingenelerin yaptığı, daha sonra belediyenin boşalttığı evlerden hala tül parçaları sarkıyordu. Çantamı ceketimi ve kravatımı her zamanki yere sakladıktan sonra, çorabımdan çıkarttığım paketten bir sigara alıp yaktım. Anasını sattığım dünya, dedim. Tütüyor ocağımız işte…
Zaman okulda harcayacak kadar fazla değildi. Biz o küf kokulu, çatısı sürekli akan, yazın fırın gibi, kışın asla ısınmayan sınıflarda havada uçuşan sinekleri sayarken, dışarıda çılgın bir hayat akıp gidiyordu. İnsan sınırlarını bilir. Çocuk da olsa bilir. Belki annem bana bakınca jöleli saçları geri doğru taranmış, boynunda steteskopu asılan, temiz yüzlü yakışıklı bir doktor görüyordu ama ben, babamdan çok farklı bir adam olamayacağımı biliyordum. O halde, etrafım bin bir dertle çevrelenmeden önce yaşamalıydım.
Yalan yok, bir tek annemin defter kitap almam için verdiği parayla bira alıp arkadaşlarla alem yaparken içim acıyordu. Yalnız o zamanlar ağlamak geliyordu içimden. Kısa bir an oturduğumuz tepeden daha yüksek bir yerden annemin bize baktığını, boynunu büküp elindeki sıcak taşları ayağının dibine atarak mahzun bir şekilde uzaklaştığını görür gibi oluyordum.
O gün Kamil’le akşama kadar sağda solda dolaştık. Akşam olunca zulalardaki okul eşyalarımızı alıp evlerimizin yolunu tuttuk. Kapının önünde babamın topuklarına basılmış ayakkabılarını görünce içimden bir şey koptu. Korktum. Sert adamdı. Gülerken bile kaşları çatıktı. Okşarken bile acıtırdı elleri.
İçeri girdim. Annem kapıda karşılamadı beni. O zaman iyice emin oldum ki; bu akşam benim için hiç de hayırlı bir akşam olmayacak. Doğruca yattığım odaya geçip, ders çalışıyormuş gibi yapmak en akıllıca iş olacaktı. Ayakkabılarımı çıkartıp odaya doğru yönelmiştim ki babamın gök gürültüsünü aratmayan sesiyle durdum.
“Buraya gel” dedi. Titrediğimi belli etmemeye çalışarak ürkek adımlarla ona doğru yürüdüm. Mutfağın önünden geçerken annemi gördüm. Tencereyi tuttuğu tutacaklarla gözlerini siliyordu. Bana baktı. Boynunu büktü. Sonra kapıyı kapattı. Demek ki az sonra annemin bakmaya tahammül edemeyeceği bir şeyler olacaktı. Ona acıdım. Yemek buharıyla desenlenmiş kapıda onun ağlayan yüzünü mü gördüm ne?
“Ben” dedi babam. Durdu biraz. Ellerine baktı, sonra duvarlara. Çenesi titriyordu. “Ben hamal gibi çalışıyorum. Sen ne yaptın da okuldan atıldın ha?”
Okuldan atılmış olmama hiç şaşırmadım. Müdür Nurettin beni defalarca odasına çağırıp uyarmış, böyle giderse okuldan atılacağımı söylemişti. Bu sahneyi yaşayacağımı biliyordum. Kaç gece babamın karşısında ne söyleyeceğimin talimini yapmıştım. Ama hakikat hayalden daha çetinmiş. Bütün ezberim annemin buğulu, babamın titreyen çenesine rağmen kartal gibi bakan gözlerinde eriyip gitti. Gözlerimi kapatıp içimden yüze kadar saymaya karar verdim. Babam ne yaparsa yapsın saymaktan vaz geçmeyecektim. Yüz olunca fırtına dinmiş olacaktı ve her musibet gibi bu yaşanan da unutulup gidecekti.
Öyle de yaptım. Babamın bağırışlarını duymadım, yüzüme attığı tokatları hissetmedim, küfürlerin hiç birini duymadım. Yalnız doksan dokuzdan yüze geçmem biraz uzun sürdü. Korktum. Gözlerimi açmaya hazır değildim.
Babam susmuştu. Gözlerimi açtım. Kanepede yan oturmuş pencereden dışarıya bakıyordu. Öfkesi burun deliklerinin kabarıp sönmesinden anlaşılıyordu. Odadan çıktım. Avluya çıkıp annemin bahçeyi sulamak için yaptırdığı küçük havuzda yüzümü yıkayacaktım. Mutfağın kapısı aralıktı. Onu gördüm. Elleri yanaklarında bana bakıyordu.
Saatlerce bahçedeki sedirde oturdum. Yalnız babam kahveye gitmek için dışarı çıktığı vakit yerimden kalktım ve evimizin hemen yanındaki mandalina bahçesine saklandım. Bahçe kapısının sesini duyar duymaz tekrar sedire geçtim. Annemi bekliyordum. Sitem sırası ondaydı. Gelecek ve bana uğruma harcadığı gençliğinden bahsedecek, ağlayacak gözlerini soğan kokulu önlüğüne silecekti. Gelmedi. Pencerede kaldı gözlerim. Gölgesini bekledim. Hiç değilse perdeyi aralayıp bakmasını…Bakmadı.
Sabah uyandığımda hala sedirin üzerindeydim. Üzerime babamın askerden getirdiği parkeyi örtmüş birisi.
O günden sonra hep çalıştım. Meğer sınıfın penceresinden gördüğüm akıp giden çılgın hayat buymuş.
***
Kamil, bir tuhaftı. Ayağıyla beton zemine bir şeyler çizip duruyor, sonra dönüp diğer ayağıyla çizdiklerini siliyordu. “Neyin var senin” diye sordum. Sigaradan son bir nefes daha çekip izmariti hemen önümüzdeki logarın içine attı. “Hiç” dedi “Ne olacak?”
Sustuk. Sabahın mor yüzü sanayinin üzerini aydınlatana kadar konuşmadık.
***
“Ne oldu?”
“Kasa soyulmuş.”
“Burada kasa mı vardı?”
“Varmış. Şimdi yok. Birisi kasayı da alıp götürmüş.”
Ustabaşı imalı gözlerle bana baktı. Sonra Kamil’i sordu. Bilmiyorum, dedim. Vardiyadan sonra hiç görmedim.
“Kapıyı hanginiz kapattınız?”
“Ben kapattım.”
Sustu. Askıdaki lacivert önlüğünü sırtına geçirip, patronun ofisine girdi. Tezgahın başına geçtim. Sahiden Kamil nerelerde diye düşünürken telefonum çaldı. Açtım. Arayan Kamildi. Makinelerin sesinden söylediklerini anlayamayınca dışarıya çıktım. “Abi çabuk metruk mahalleye gel” dedi. Telaşlıydı. “Allah belanı versin Kamil” dedim. “Sen nerelerdesin. Burası çalkalanıyor!”
Ustabaşı patronun odasından çıkınca yanına gittim.
“Abi anam rahatsızlanmış. Bir gidip baksam…” Güldü. “Git” dedi. “Anana da selam söyle.”
“Bu şerefsiz kesinlikle benden şüpheleniyor” diye düşünerek atölyeden çıktım. Kamil’in yanına varıncaya kadar aklımdan bin türlü senaryo geçti.
Evet, Kamil iyi çocuktu. Gözlerimle görsem haram yiyeceğine inanmazdım. Yatarak geçirdiğimiz vardiyaları saymıyorum elbette. Bira içmeyi ve iş dönüşü, dağılan lisenin karşısındaki kahvede mahalle kızlarını kesmeyi de. Onlar ayrı şeylerdi. Atölyenin bir anahtarını da ona vermiştim o gece. Bir dahaki sabah birimiz gecikirse dükkanı diğerimiz açacaktı. Bu anahtardan bir bende bir ustabaşında bir de patronda vardı. Eğer dedikleri gibi kapı zorlanmadan içeri girilmişse, bu ya ustabaşıydı ya da Kamil. Patron kendi kasasını çalmış olamazdı ya…
Kamil’i görünce düşündüklerimden utandım biraz. Yirmi yıllık arkadaşımdı o benim. Analarımızdan iyi tanırdık birbirimizi.
“Oğlum sen delirdin mi? Niye işe gelmedin?” Ona kasa işini hemen söylemeyecektim.
“Abi bildiğin gibi değil. Çok kötü bir şey yaptım ben. Ama ne olduğunu sorma.” Sırtındaki çantayı yere bıraktı. Cebinden çıkardığı bir demet parayı bana uzattı. Şaşırdım. Biz hayatımızda o kadar parayı bir arada görmüş insanlar değildik. Hele Kamil anasının ilaçları kız kardeşinin çeyizi derken hepten batmıştı.
“Al bu paraları anama götür. Beni sorarsa atölyede kalacak de.”
“Ne demek bu şimdi Kamil?”
“Sorma bir şey.” Yere bıraktığı çantasını sırtına geçirdi. “Arayacağım seni” deyip birkaç adım attı. Sonra geri dönüp bir kez daha baktı. Koştu. Arkasından seslendim.
“Hey Kamil! Ne diyordu aktör?”
“Affet abi…Bu sefer son sigaraya vakit yok.” Uçar gibi kayboldu. Her zaman son bir sigara için vakit vardır dedim kendi kendime. Çorabımın içindeki paketten bir sigara çıkartıp yaktım. Elimdeki paralara baktım. Bir de Kamil’in arkasında bıraktığı toz bulutuna.
***
“Anan nasıl oldu usta?”
“Üzerinize afiyet efendim. Grip.”
Patronun odasında on beş kişi kadar vardık. Ustabaşı her zamanki gibi patronun hemen yanı başında, önlüğünün düğmeleri iliklenmiş, iki büklüm duruyordu. Diğer işçiler ve ben makam takımının önünde ip gibi dizilmiştik. Ortalık yağ ve ter kokuyordu. Patron ustabaşına baktı. Ustabaşı sanki bilinmez bir dilde gizli bir şifre almış gibi başıyla “Tamam” yapıp ok gibi yerinden fırladı ve pencerenin panjurlarını çekip camı açtı. İçeri dolan rüzgar patronun kelini örtmek için bir yandan bir yana yapıştırdığı saçlarının yönünü değiştirince, adamın başı tuhaf bir şekil aldı. Az daha gülecektim. Rüzgar aralıksız esmeye devam edince ustabaşı pencereyi kapattı. Patron çekmecesinden çıkarttığı kolonyayı eline döküp saçlarını ıslattıktan sonra, çaktırmadan onları başının çıplak etine yapıştırdı.
“Demek anan grip…Peki Kamil’den haberin var mı?”
“Yok efendim. O geceden sonra hiç görmedim.”
“Yalan söylüyorsun usta. Anan grip falan değil. Sen bugün izin alıp nereye gittin?”
Ustabaşına baktım. Başını sallıyordu.
“Siz şimdi ne demek istiyorsunuz? Kasayı ben mi çaldım?”
Ustabaşı bıyıklarını düzeltti. Cebinden çıkarttığı kağıt mendille alnını sildi. Sonra söze girdi.
“Bak arkadaş. Az önce hanımı aradım. Kamil’in de senin de komşunuz olduğumu unuttun galiba. Ondan ananı bir kolaçan etmesini istedim. Gitmiş. Kadın turp gibiymiş. Üstelik temizlik yapabilecek kadar. Hanım bir saat kadar oturmuş sizde. Çıkarken seni görmüş. Kamil’in evine gitmişsin. Kapıda anasına para gibi bir şey uzatmışsın.”
Başıma gelenlere inanamıyordum. Artık söyleyecek sözüm de kalmamıştı. Sustum. Patron diğer işçilere “Siz çıkın” dedi. Onca yıllık mesai arkadaşlarım kapıdan çıkarken beni tepeden tırnağa süzmeyi ihmal etmedi. Hatta sessizce küfredenler bile oldu. Aldırmadım. Patron, Döner koltuğundan kalkıp yanıma geldi. Boyu bir buçuk metre ya var ya yoktu. Ellerini yukarı doğru kaldırıp yanağımı okşadı.
“Bak oğlum, başın belada. O kasada benim servetim var. Biri bunca yıllık alın terimi cep etmişse bunun bedelini en ağır şekilde öder.”
Üç kağıtçı… Sanki makine altlarında sürünen, kaynak ışığından gözleri kör, sesinden kulakları sağır olan kendisiymiş gibi alın terim demiyor muydu?
“Hadi ne biliyorsan bize anlat” dedi. Gözümün önünden Kamil’in masum suratı geçti. Allah belasını versin o suratının dedim içimden. Çaresiz ne biliyorsam anlatacaktım. Bu adamdan her şey beklenirdi. Üç kuruşluk işimden olmayı göze alamazdım.
“O sabah atölyeyi kendi ellerimle kapattım. Ama Kamil’de de anahtar vardı.”
“Ben sana o anahtarı anandan daha iyi koruyacaksın dememiş miydim?”
“…”
“Sonra?”
“ Sonra eve gittim. Yattım uyudum. Ertesi gün işe geldiğimde olayı öğrendim. O sırada Kamil aradı. Buluştuk. Bana yüklüce bir para verdi. Anasına götürmemi istedi. Bir de dedi ki…”
Utandım. Sanki Kamil her yandan bana bakıyordu.
“Dedi ki ben kötü bir şey yaptım. Ne olduğunu söylemedi ama. Bir daha da görmedim onu.”
“Sence o mu yaptı?”
“Öyle görünüyor efendim.”
“Böyle şeylere meyilli bir insan mıydı?”
“Parasızlık insana her şeyi yaptırır.” Makam masasındaki tunç bibloya kaydı gözlerim. Mermi taşıyan bir pehlivan. Allah gerçekten belanı versin Kamil…Kasayı böyle mi taşıdın?
***
“Neredesin Kamil? Seni bir elime geçirirsem…”
“Abi konuşma da beni dinle. Hemen buluştuğumuz yere gel.”
“ Sen daha buralarda mısın? Polis seni yakalamadan tüy bu memleketten oğlum.”
“Demek polise kadar vardır iş ha?”
“Ne sanmıştın? Kaybettiği serveti geçmiş günahlarına kefaret olsun diye sana mı bağışlayacaktı adam?
“Ne dedin?”
“Geliyorum. Konuşuruz. Telefonlar dinleniyorsa yandık.”
Anneme kahveye gidiyorum deyip çıktım. Babamın yattığı yerden ettiği küfürler bahçe kapısına kadar peşimden geldi. Yatalak olmak bile adamı küfürden men edememişti. Gölgemi görse küfür edesi geliyordu. Onun bu huyu yüzünden yaşım otuzu geçtiği halde evlenemedim.
Bahçeden iki iri portakal koparıp hayalet mahallenin yolunu tuttum.
***
“Neler oluyor Kamil. Bunu neden yaptın?” Kaç gündür bir şey yemediği yarım yamalak soyduğu portakalı yiyişinden belliydi. Kendi payımı da ona verdim. Bitkin görünüyordu. Adi herif, onca serveti çalmış da aç geziyor, diye düşündüm. Belli ki kasadaki tüm nakit anasına yolladığıydı. Gerisi mücevherat olmalıydı. Tabi kolay değildi onca altını nakde çevirmek. Haliyle parasız kalmıştı. Belki de organize bir işti. Birileri bu salağı kandırmış, iş bittikten sonra beş parasız ortalıklarda bırakmıştı. Ah geri zekalı Kamil. Madem bir halt yiyorsun bari bana haber ver. Arkanı kollayayım. Domuzdan kıl koparmak kardır. Bu adamı soymak Allah indinde de günah sayılmamalı, diye düşünürken Kamil ağlamaya başladı.
“Abi ben mahvoldum.”
“Olursun tabi. Ne yaptığını biliyorum.”
“Sahi biliyor musun?”
“Bilmeyeni mi kaldı? Adam eski dostuna da güvenmez mi? Bana söyleyebilirdin. Haram olsun sana anamdan çalıp yedirdiğim paralar.” Arkamızdaki evden sesler geliyordu. Kedi desem değil, yarasa kuş falan desem hiç değil. Daha çok hıçkırık gibi bir şey.
“Şu evde birileri var. Kesin buldular bizi.” Korkuyla yerimden kalktım. Ustabaşı beni takip ediyor olabilirdi. Karısını bizim eve hafiyeliğe yollayan, beni neden izlemesin ki?
“Kamil, kalk gidelim buradan. Dağ yoluna yukarı gidelim. Bu karda kışta kimse oraya gelmez.”
Kamil yerinden kalkmak istemedi. Montuna sarıldı. Başını dizlerine kapatıp ağladı.
“Abi sen git. Ben mahvoldum. Bulaşma. Dağa falan da çıkamam.”
“Mal ağır değil mi? Taşıyamazsın, abine de güvenin yok. Tamam sen bilirsin.”
“Hemen darılma. Gelmez. Sırtıma vurup da taşıyacak değilim ya. Zaten onu buraya getirene kadar göbeğim çatladı. Hala belim ağrıyor.”
Evden gelen gürültüler arttı. İyice huylandım. Gerçekten en iyisi bu aç gözlü hırsızı burada bırakıp gitmekti. Yoksa beş kuruş nasiplenmediğim halde onunla birlikte yanacaktım.
“Ne halin varsa gör” deyip biraz uzaklaştım. Arkamdan seslendi. “Abi!”
Dönüp baktım.
“Her zaman son bir sigara için vakit vardır değil mi?”
***
“Arkadaşlar sizi buraya toplamamın sebebi…”
Herkes tedirgin görünüyordu. Hele Şerif Abi. O çok yaşlıydı. Bir türlü ölmeyen bir anası, bir kalmış kızı, bir de kırklara karışmış karısı vardı. Herkesten çok çalışır, işinin haricinde atölyenin çay ocağına da bakardı. Tek; patron onu sevsin, çok sevsin yeterdi.
Ustabaşı saatine baktı.
“Sayın patronum bir dakika! Sadri Usta!” Eyvah, dedim.
“Efendim.”
“Sen kamyoneti al, bitmiş malları teslim et. İş durmasın.” Derin bir nefes aldım. Hayatımda ilk defa işin durmaması gerektiğine sevindim.
Malı teslim ettikten sonra Kamil’i aradım. Mahalle girişine gelmesini söyledim.
“Kamil oğlum, ne olmuş olmuş… Önümüze bakalım. Gel beni dinle. Atölyeye dön. Bir yalan uydur, gelemedim de. Ne derlerse inkar et. Gören mi var sanki? Bir zaman sonra olay kapanır. Birlikte bir atölye bile açarız belki ha ne dersin? Kamil ile Sadri’nin Yeri…Yok olmadı, bar gibi durdu. Mil-SA olsun! Çok havalı değil mi oğlum? Kamil’in ‘mili’, Sadri’nin SA’sı…
Yüzüme baktı. İyi görünmüyordu. Gözleri kuyuya düşen ay gölgesi gibi derin çukurlardan parlıyordu.
“Abi, sen ne diyorsun? Saçmalama!”
Bozuldum. “Tabi, sen de haklısın. Neden benimle paylaşasın ki!” Kaşlarını çattı. İlk defa bana kinle baktı. “Abi bu paylaşılacak bir şey mi, git işine allesen!” Bir şey demedim. Onu öylece bırakıp, atölyeye döndüm.
***
“Ulan Sadri, cümbüşü kaçırdın.”
“Ne oldu yine?”
“Patron bizi denemek için bu hırsızlık vakasını uydurmuş. Kim güvenilir kim değil anlamak içinmiş bütün dümen. Senden başkası tongaya düşmedi.” İşçilerin hepsi kahkahayla güldü. Ben çok şaşırdım. Öyleyse…Ama…Ya Kamil? Neden?
***
“Kamil söyle abine. Sen niye burada saklanıyorsun?” Ellerini ovuşturdu. Kollarını kavuşturdu.
“ Nereye gidelim abi? Anam asla eve koymam onu dedi. Abileri evi kurşunlarmış.”
“Kimin?”
“Necmiye’nin. Pişman oldum. Bir yanım tutulaydı. Öldürecekler bizi. O iş de oldu. Biz ne yapacağız?”
O gece sabaha kadar konuştuk. Bizimki nicedir bir kızı seviyormuş, sakladı şerefsiz. İnsan abisinden bunu saklar mı? İçerken de mi söylemez?
Cebine para koydum. Sabah terminalde buluşmak üzere sözleştik. Karanlığın gölgeli elleri hayalet mahalleyi okşarken birer sigara daha içip ayrıldık.
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Tabi , hayatın her ayrıntısını ustaca gözlemlersen ve bunu da kaleminle çok ince bir detay ile birleştirirsen sıkı bir düşünür sıkı bir öykücü olursun...
Ne diyeyim alkışşş...
Aynur Engindeniz
Bak düşünür kısmına hayır demem. Biliyorsun...
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ediyorum.
Sevgiler selamlar değerli arkadaşım.
Aynur Engindeniz
Sevgiiler.
Aynur Engindeniz
Bunları benim mutlu olmam için söylüyorsun biliyorum. Teşekkür ediyorum. Senin aksaklıkları söyleyeceğine olan inancım tam.
Teşekkürler. Sevgiler.
Davidoff
beni tanıyan yalakalık yapmayacağımı iyi bilir.
tuhaf huylarım vardır,
ya severim, ya sevmem.
ortası hiç olmaz.
herkes ben gs.lılyım der, ben gülerim.gs, yenildiğinde hiç üzülmem çünkü maailem başka takımlı iken ben onlara hep GALATASARAYIN KENDİSİYİM dedim.
ama huylarımı, beğendiğim herşeyi herzaman ÇOK SEVMİŞİMDİM.
TIPKI KALEMİNİZİ SEVDİĞİM GİBİ.
Aynur Engindeniz
Baştan sona akıcıydı Ama ben ...İçerken de mi söylemez? i çook sevdim.:::))
Kutluyorum ..Selam ve saygımla..
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Saygılaar.
Yazınız güzel,üzüldügüm nokta herkesin sigarayı bıraktığı,bir zamanda sizin üstüne basa basa bahsetmeniz.
SAYGILARIMLA
Aynur Engindeniz
Fikrinizi açık yüreklilikle söylediğiniz için teşekkür ediyorum.
Saygılar.
Sevgili Aynur, hikâyeni başından sonuna soluksuz okudum. Olayların kördüğüm olması, sonuna gelinceye kadar anlaşılmaması, sonunda da hiç beklenmediği bir son; arkadaşının kız kaçırması.
Sürpriz bir son ve güzel bir hikâye...
Tebrik ederim, kalemini seviyorum.
Sevgimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum. Ben de senin hep pozitif ışık saçan kalemini seviyorum, biliyorsun. Profilin de sayfan da bana daima gülümsemeyi hatırlatıyor. Üstelik seni tanıdığım için de çok mutluyum.
Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgimle.
Öyküden ziyade roman dili vardı. Anlatımı yine çok beğendim.
Kişilerin o anki ruh hallerini ve davranışlarını güzel anlatmışsınız. Onun için ben biraz daha romandan bir bölüm olarak gördüm.
Bazen dostları küçükte olsa eleştirmeyi severim. Amacınız ne ? Öykü mü ? yoksa roman yazmak mı ? Karar vermeniz lazım.
Çünkü kaleminiz güçlü.
Kocaman tebrikler.
Saygımla..
Aynur Engindeniz
Sanırım öykü- roman karışı bir anlatımım olduğu için karar vermem gerekiğini söylüyorsunuz. Ama ben bu anlatıma karar vermiştim:)) Fena mı etmişim:)
Çok güzel sözler söylüyorsunuz her öykümde. Teşkkür ederim. Saygılar.
Hikaye sonunda dönüp yazar ismini bir daha okudum:))
Sizin sayfa diyerek bir erkek yazarın sayfasında olduğumu düşündüm bir an..
Erkek dünyasını hep geriden izlemişizdir..
Yayınlanmış öykü kitaplarınız var mı merak ettim Aynur hanım..
Tebriğim ve saygımla
Aynur Engindeniz
Beni gülümsettiniz; kitabım yok. Ama bana bunu yakıştırmanız hoşuma gitti doğrusu. Teşekkür ederim. Sevgiler.
Gayet güzel, profesyonelce yazılmış, dört dörtlük bir hikaye. Yalnızca, bir yere bağlanmadığı için, çocukluk anısı öyküyü hantallaştırmış. Onun dışında akıp gidiyor. Sanırım güne gelecek (Gelmezse tek sorumlusu Biz Görmedik olur)Tebrik ederim.
Aynur Engindeniz
Güne gelmiş kadar mutlu oluyorum her yazımda. Gerçekten daha fazlasında gözüm yok artık. Hele siz bunları söyledikten sonra. Sanırım klima açıp soğuk suya dalma sırası ben de...
Teşekkür ediyorum.
Saygılar.
Şapka çıkartıyorum size. Öykünüz alıp götürüyor adamı ve sakinliğimi koruyamıyorum biterken. Alkışlamak geliyor içimde. Ne güzel, eşsiz bir anlatım. Baştan sona kadar beni ellerinize bağımlı kıldı. Kalp atışlarım siz nokta işareti koyana dek ritim tutuyordu, inanın. Tebriklerim çokça..
Aynur Engindeniz
Güzel sözleriniz için teşekkür ediyoum.
Selamlar.
Aynur Hanım,inanın yazılarınız dört gözle bekler olduk...
Yine dolu dolu,akıcı ve berraktı...
Okurken öğreniyor insan...Birde;
"Dünyanın bir kaç milletten oluşan tek ırkı işçiler" özlü söz gibi....
yazan yüreğe sonsuz selamlar
Aynur Engindeniz
Saygılar değerli yazar.
İbrahim ERZURUMLU
Çok güzeldi öykünüz. Sonu tahmin edilemeyecek kadar güzel...
Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Beğendiğinize sevindim. Çok teşekkür ediyorum. Sevgiler.
Aman Allah'ım bu ne kadar güzel bir öykü böyle. İnan konusu, anlatımı, güzel cümlelerinle mest oldum. Yanlış anlamak ne kadar korkunç bir şey. Olayın rengini sonuca kadar göremedim. Beyazmış meğer. Tebrikler Aynur'cuğum. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum. Sevgiler.
Hikâyeye geçmeden evvel Mungan’a sözü bırakalım:
‘’Roman ve Hikâye arasında kaba bir benzetme yapacak olursak,
en hafif anlamlandırmayla,roman başlar,gelişir ve biter.
Okuyucunun elinden tutar,onu bir yola çıkarır,eline izleyeceği güzergahın kişilerin maceraların haritasını,
sorularını verir. Ne kadar sürpriz yaparsa yapsın,
ne kadar oyun kurarsa kursun,okur,sayfalar boyu aynı haritanın içindedir.’’
İşte böyle!
Oysa hikâyeye tadını veren şey,bir biçimde yarım kalınmışlığıdır’
Ve yarım kalan şeyler her zaman daha iyi bir izlenim bırakmıştır bende.
Bırakacak da. Aslında yarım dediğim, boşluk’tur. Ve o boşluğu sen kendin dolduruyorsun.
Bu hikâye de fazlasıyla var zaten.
Roman sana o şansı bırakmıyor,haritayı çizen yazardır çünkü orada.Evet yer yer çemberin dışına çıktığın durumlar oluyor,olmuyor değil.
Ancak yine o çemberin içine dönmek zorundasın.
Aksi takdirde firar etmekten dolayı infaz edilebilirsin,yazar tarafından.
Yine ‘’Hikâye bir çeşit gurbet’tir’’ der Mungan,Git git bitmez.
HİKÂYENİN ZAMANI dardır; romanda öyle mi? Hayır.
Herkes ‘’hayatım roman’’ diye gazetelere ilan verirken,
ben nedense ‘hayatım hikâye’ diye haykırmak istiyorum bazen.
Hikâyenin bende bıraktığı izlenim çok farklı oluyor romana oranla.
Adı üstünde hikâye. O kadar derin bir mevzu ki bu, içine girdiğin an boğulabilirsin,o derece.
…
Okuduğum bu hikâye de her şey yarım kaldı işte.
Acaba Kamil ne yapacak artık, ya da
Necmiye…? Bu sefer sen kendin olayların içine giriyorsun,belki yakalanacaklar ve sen onları sessiz bir şekilde izleyeceksin.Yazar sana o şansı veriyor işte.
Biraz da sen devam et’tir bunun anlamı.
Mesela karanlığa karışıp,sigaralarını tüttürürlerken aniden karşılarına ne çıkacak,korkuları,
vicdanları ne olacak? Gibi sorularla kafanı yoruyorsun yoruyorsun yoruyorsun! YORACAKSIN.
Her yazdığı hikâyede, yazarın kalemi bir neşv ü nema içinde...
Harun Aktaş tarafından 7/12/2011 2:16:43 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Tekrar teşekkürler. Saygılar.
Harun Aktaş
Güzel yazılara susmak adetim değil açıkçası.
Dilim döndüğünce ifade etmeye çalışıyorum bende bıraktığı izlenimi yazıların.
Ben kelimelere inanan biriyim,inancımı yitirmediğim sürece de yazacağım.Kimse de mani olmaz zaten buna.Ben bile.
Bahtiyar ettiniz gerçekten...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim değerlendirmeniz için. Saygılar.
Kemnur
Aynur Engindeniz
Paşazade'lerdeki şahsınıza özgü anlatım hala aklımda...
Öğrenme daima karşılıklı olacaktır.
Saygılar.
Ben mi kaçırdım yoksa,Kamil parayı nerden buldu anlamadım ?
Bir de bir satırda "Çantamı her zamanki zulama saklamak için boşaltılmış mahallenin yolunu tuttum." demişsiniz .Burada bir problem mi var?
"allesen" derken "Allaasen" mi demek istediniz?
Bunların önemli olmadığının farkındayım.
Ufak tefek kalıyor da bu yazı günün yazısı olacak ya...İşte ondan bazı düzeltmelere yardımcı olayım dedim.
Ben yazarım veya yazacağın diyen her kulun okuması,okutulması gereken bir yazı olmuş.
Valla "pes"....hatta "Pers" dedim.
Çok kalite ve temiz olmuş.
Çok beğendim.
Son zamanlarda okuduklarımın en iyisi diyebilirim....Dedim.
Selam ve saygı ile.
Aynur Engindeniz
Vallahi bilmemi, bir şey göremedim, neresi problemli geldi açıklarsan belki bulurum sorunu:)
***
"Allasen" olmalıydı evet. Dili sürçmüş:) Teşekkürler.
Uyarılarının teşekkürler. Ama günün yazısı olacak ya deyişin beni üzdü. İnsanlar böyle şeyler söylediği vakit artık yazı eklemek istemiyorum.Eklerken tek beklentim okunması. Sanki ne yazarsam güne seçilecek diye bir kural varmış gibi mi algılanıyor bilmiyorum.Üzülüyorum işte. Sizden duyunca da başka şaşırdım.
Teşekkür ediyorum daima yanımda olup katkı sağladığınız için.
erolabi
Yoksa benim için de bir anlam ifade etmiyor.
Çiçek böcek meselesi değil. Bakmamış olanlar orada görünce merak edip okurlar böylesi güzel bir hikayeyi.
"boşaltılmış mahalle" ne demek ..
Aynur Engindeniz
Kamil'in parayı nereden bulduğunu sormuşsunuz bir de. Galiba gizli gizli biriktirdi. Kız kaçıracak ya. Anasını parasız bırakmak istemedi:) Bana da söylemedi bilmiyorum. Ama mantıksız değil. O paralar olmasaydı okuyucu Kamil'in kasayı çaldığına inanmazdı ki:))
benim için güzel şeyler temenni etmenize sevindim. Ama siz "olacak ya" diyerek kesin bir yargıda bulunuyorsunuz. Bu da beni zor duruma düşürmeye yetmez mi sizce erol abi?
erolabi
yok ..alakası yok..
bu sayfa zaten bizim günümüze düştü...
hikayenizi arkadaşlara bile okuttum..
şehirlerarası bilgilendirme oldu...
biz güne düşürdük...
önemli olan bence bu tarafı.
saygı ile
Aynur Engindeniz
Rabbim bizi kendi kendimizin kölesi olmaktan kibirden kıskançlıklardan eğri olan her şeyden ve şerden korusun...
Saygılar.
erolabi
E amin derim ben de.
:)))))))))))))))))))))
Aynur Engindeniz
Sadece bugün çok iltifat aldığım ve sanki biraz fazla mutlu olduğum için kendi kendimiş uyarmak istedim...
erolabi
Yok biz kim kaç kilo biliriz.
Kimin sözü kaç okka biliriiiiiiz !
Sen merak etme.
Saygı benden.
Sağ olsun yönetim.Şimdi yeni bir uygulama başlattı.Favori yazarlarımız şiir yazınca uyarıyordu.Şimdi yazılarda da uyarıyor.Bu sabah NET'i açtığımda uyarı; " Aynur bacın yazı yayınladı"
Senin yazılarını görünce mausla şöyle bir üstten alta doğru tararım. Sonrada:
" Yine uzun yazmışsın Aynur. Ama bu yazında okumaya başlayınca bize kısa bile gelecek" derim.
Aynen öyle oldu. Bir solukta okudum. Yazının sonunda bir sürpriz olacağını ustaca gizlesende hissettim. Hatta okurken tahminler bile yaptım. Ama tutturamadım. Sonuç tam bir usta işiydi.
Tacettinle benim bir alışkanlığımız var. Okuduğumuz yazıda "TAÇ CÜMLE" ararız. Bu yazının "TAÇ" cümleside ;
"Dünyanın bir kaç milletinden oluşan tek ırkı işçiler... " bence...
Sevgiler, saygılar Aynur bacı....
Bedri Tokul tarafından 7/12/2011 12:20:36 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Taç cümle olarak ayırdığın sözü ben de sevdim.
Yaazının başından beri sonunda bir şeyler çıkacağı belli aslında. Sadece kız kaçırma belki akla gelmeyebilirdi.
Çok teşekkür ederim Bedri Abi. Sözlerin mutluluk verici.
O kadar güzel sözler okudum ki bugün...Üstelik beni kat be kat aşan bana çok bol gelen sözler. İnsanlık işte, haddini ve çapını bilirsin, yapamayacaklarını da en iyi sen bilirsin ama yine de mükemmel olduğunu duymak hoşuna gider.
Saygılar.
çok güzel bir öykü okdum, soluk soluğa
final mükemmel ...
tebrik ve sevgilerimi yolluyorum
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
yalın ve enfes bir dil..
okurken heyecanlanıyor insan ablam acaba ne olacak diye ve bu çok hoş:)
senin yüreğinin ve kaleminin maharetine hayranım..
sevgim ve saygım güzel yüreğine:)
Aynur Engindeniz
Güzel sözlerin için teşekkür ederim küçük hanım:))
Sevgiler.
Aynur'cuğum, hepimizi bir noktaya kilitleyip, farklı bir sonla bitirmişsin.Çok güzeldi, Kamil'in kasayı çaldığını zannederken farklı bir sonuç
Ohhh en azından o gencin hırsız olmadığını öğrendim, rahatladım.
Anlatım dilin akıcı, usta kalem okuyucuyu merakla sürüklüyor, satırların ardından.
Yazılarını seviyorum canım, selam ve sevgiler.
Olmuyor ki ama, hep sağ gösterip sol vuruyorsunuz:)
Öykülerinizin sonunu tahmin etmek imkânsız, Türk filmi gibi değiller yani:)
Hele okuyucu öykünün içine biraz girdikten sonra eskilere dönüp öykünün kahramanı hakkında bilgi veriyorsunuz ya bayılıyorum.
Yine büyük keyifti okumak, teşekkürler bu kadar güzel yazdığınız için.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum zarif yorumunuz için. Saygılar.
Aynur Engindeniz
Öperim ellerinden. Dua et lütfen.
Sevgiler.
AYSE 09
onsuz tadı yok değilmi
sağ olsun
çok tatlı biri
sayfaların gülü adete
yine arayayım ben onu gelsin
sevgilerimlesin
İçeri dolan rüzgar patronun kelini örtmek için bir yandan bir yana yapıştırdığı saçlarının yönünü değiştirince, adamın başı tuhaf bir şekil aldı. Az daha gülecektim.
Ben güldüm bile... İyiki kafamda bir kaç tane daha saç var. Yoksa yanmıştım valla. Polisiye roman okur gibi heyecanlandım doğrusu.Final de ilginç bitmiş. Knedi kendime diyordum: "Patron soyulmayı hak etmiş diye.İnsan iş yerine bir kamara yerleştirmez mi diye kızıyordum patrona."
Saabahları işe gitmeden önce rutin hale gelen okuma alışkanlığımı sizin öykünüzle gidermiş oldu.(Aynı zamanda çıktı parasından da kurtuldum.Bu seferki kesin 3 tl olurdu.Neyse;Aysu'ya dondurma alırım.
Ya Aynur,sen polisiye roman yazsana.Tıkandığın yerlerde yardımcı olurum ha:)))
Velhasıl seni okumak harika bir duygu.
Selamla, yazar kardeşim.
Aynur Engindeniz
Aysuya dondurma parası çıktı oh ne güzel. Öp onu benim için.
Sevgiler saygılar, işlerinde bol ve hayırlı kazançlar abi.
sabahın ilk ışıklarında okudum.....her hikayen gibi muhteşemdi....saygılar
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Sevgiler.