- 573 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Plütokrat Alışmadan Evvel
Bir İzlanda efsanesidir kılavuzumuz bu kez. Tanrıların koşuşturmalarında insanı aradığımız pürüzsüz bir hikayedir ancak kahramanı çoktan ölümle tanışmış, geride kalanların yüzleştiği zaafların ayrı bir olasılık olmaktan çıktığı bir hikayedir bu. Bugünün plütokratlarının geçtiği dikenli yollara ulaşmadan önce yüksek bir vicdan örtüsünden dökülür ihanet. Sonra illa ki herkes alışacaktır, yeni bir leke başka bir sınıf doğurana dek...
Gece karanlık gülümsemesini düşürmüştü sarkık dudaklarının arasından ve uzun bir aradan sonra ilk defa muson yağmurlarını anımsatan bir bereket kokusuyla coşmuştu toprak. Hod şehre uzak bir yol kenarında sesleri takip ediyordu, suyun sürüklenen hışırtısı sayesinde kılavuza hacet olmadan bulabilmişti daralan göğüs kafesini. Astı yüzünü tekrar iç sesini muhafaza edip ve ellerinde kalan yanık ökse otu kokusunu pişmanlık ile cehalet duvarlarına sürmek istedi. Hiç çıkmayacak koyu bir leke ile her yeri boyanmaya mecburdu tıpkı şehrin göremediği nefesleri ağlarken tek bir düzenbaz bıraktığı gibi. “Geri dön. Af dilemek kendi cehennemimle savaşma erdeminden uzaklaştırır beni. Onun için affetme ama lütfen onun yerine ağlayan gökyüzünü dinle ve geri dön.”
Su hışırtısı kuvvetli bir hal alıp kabaca Hod’un önünde durmuştu. Kapının açılış sesini hisseder hissetmez ürkek bir kavramayla uzattı ellerini. Kaba bir temas sayesinde öfkesinden uyanmıştı, itiraz etmeden bindi arabaya. “Gecenin bu saati böyle yitik bir yolda size rastladığım için çok şanslıyım. Teşekkürler bayım.” Adam burnundan nefes alıyordu. Gürültülü bir selamlama ile arabanın döşemelerini dolaşıp Hod’un yüzüne kadar uzanmış hatta derisine kadar işlemişti ciğerlerinin mürekkebi. Bir ses bekliyordu Hod. Kendini güvende hissedebilmek adına ufacık bir yakındaşlık diliyordu. “Konuşmayı sevmiyorsunuz galiba?” Adam hiç tereddüt etmeden ona istediğini vermekte karar kılmıştı o an. “Beni sen çağırdın. Senin vicdanının ayak sesiyle geldim. Şimdi şanslı olan kim? Ben senin ölmeden önceki son halinim ve sen benim için kocaman bir fiyaskodan ibaretsin.” Hod ellerini boşluğa doğru savurdu, adeta isabetli bir atışla gizemli adamın yüzünü kıskıvrak yakalamak gayesindeydi. “Kimsin sen?” Kocaman ve kuvvetli bir kahkaha ile çınlamıştı o vakit kulakları. “O bir kere olur. Ellerin yalnızca yayın üzerinde marifetli dostum. Ben... Loki. Şimdi rahatça anlatabilirsin.”
“Uyumuyorum nicedir. Kaçıyorum, devamlı bir koşturmacanın ortasındayım ve ayak bastığım hiç bir yere ait olamıyorum. Sonra tekrar uyku vakti geliyor ve ben istemiyorum. Bir tek yolculuk yaparken düşüncesizim. Gözlerim gündüzü de geceyi de ayırt edemeyecek kadar yeteneksiz belki lakin araba tesellisinde uykular bile rüyasız, pişmanlık olmadan soluk atıyor ve damarlarım tıkanmaksızın... Benim değilmiş gibi...” Loki sesini bir miktar kalınlaştırarak “Çok mu üzgünsün? Yakanı bırakmayan şey sen yoldayken ardına düşemediğine göre almış olmalısın ayaklarını” dedi. Hod bir an taş kesilmişti. Yutkunmanın verdiği sert dokunuşu güç bela attıktan sonra boğazını bir kaç öksürükle kontrol etti ve ellerini koltuğa geçirerek iyice sıktı konuşmaya başlamadan evvel. “Kalbini... Zehirli bir sözmüş bazen hiç mi hiç dokunmadan ayrılık. Yahut yolda yürüdüğünü düşün. Aniden sokak dönemecinde omzuna çarpan birisi. Ilık bir acı hissediyorsun omzunda. Sonra şiddetleniyor ve çok kısa bir bütünleşme kavrıyor tamamını. Beyninde bu tarz çarpmalarda doğacak acı için oluşturduğun bir imaj var oysa. Bir alışkanlık gibi. Tuhaf geliyor bu sefer. Çok canın yandığı için değil, o imajdan çok fazlasını senden alıp götürdüğü için şaşkınlık içinde kalıyorsun ve elini götürüyorsun çarpışan yere. Kırmızı... Biraz koyu üstelik. Ve o an hiç düşünmediğin bir fenalık geliyor aklına. Ya adamın elinde bıçak varsa? Veya sivri uçlu herhangi bir şey? Sıradan bir çarpışmadan ayıran koyu bir gürültüdür kan kokusu ve telafisi olmaz. Sonra uyursun ve uyudukça büyür yalnızlıklar...”
Loki’nin ihtiraslı çığlıkları geceyi ikiye bölecek şiddetteydi. Dengesiz bir güç sınama gösterisi gibi onun ayağa kalkmasına müsaade etmeden doğru bildiği kalp akıntılarını da tırmığın dişlilerine sürmekte gecikmemişti. Üstelik sesi aynı cümleyi konuşurken bile defalarca değişebiliyordu. Yer yer bir kadını anımsatan tizlikte çalkalanıp Hod’un ısrarla kaçtığı rüyalardan bir tanesini canlandırıyordu adeta. Bir küçük düşünce, ipotekli bir ev ya da renksiz bir noktalama işareti gibi duruyordu pişmanlık bembeyaz defterin üzerinde. Hiç bakmadan cevapladı Loki: “Hımm. Çok yaratıcı ve mazoşist. Ama sana bağlı bu. Hangisini işitmek istersin doğru olanı mı yoksa gerçeği mi?” Hod her şeyin kendi iradesi dışında ve kendine karşı düşmanca ilerlediğini bildiği için susmayı erdem saymıştı. “Pekala. Ben doğruyu anlatayım o halde. Aç kulaklarını gözlerin olmadığına göre.” Aşağılamayı keyiften dolup taşan bir gülümsemeyle perçinleyip ağzını Hod’un kulaklarına kadar dayamıştı Loki. “Denizin renk değiştirdiği bir insansızlıkta görmüştün onu. Çırpınıyordu. Hafif yüzeyde kalan vücudunun iriliğini ve kuvvetini fark ettin çıkarttığı su seslerinden. Öylesine kuvvetli vuruyordu ki ellerini imdat dileyen suyun bir kısmı yüzünü kesiyordu. Çok güçlüydü ve paniğe kapılmış vaziyette rüyasında gördüğü ölümü dileniyordu adeta. Onu alıp kıyıya iki kişi dönemeyeceğinizi anlaman zor olmamıştı bu sayede. Ve sen... Gittin. Şimdilerde yaptığın gibi sırtını döndün ona ve bütün kulaçlarının ismi mantık, soyadı ise pişmanlıktı. Gittin, ona müjdelenen ölümü bırakıp uzaklaştın. İşte doğru olan bu.”
Hod itiraz etmemişti zira baş edecek gücü yoktu, tükenişi sergileyen emanet ayakları şuracıkta arabadan inip nereye savrulacağını söyleyemezken haksızlığı baştan yaratan ellerindeki ökse otu kokusu doğruyu ayıklamaya cesaret edemezdi bedeninden. “Ya gerçek? O ne olacak?” diye endişeyle sormuştu bir anlık reflekse kapılıp. Loki baştan çıkartıcı gülümsemesini peşinen bıraktı kucağına ve sesini bir kez daha tanınmaz bir kılığa soktu. “Korkmana lüzum yok. Gerçeğin bana emanet. Sen doğru olanı yaptın. Ve doğruyu yapanlar ayakta kalırlar. Kahramanlık yapanlar ise mahkumdurlar ölmeye. Çünkü cesaret bir bağımlılıktır ve ölüm çalana dek kapılarını ara vermeden kahramanlık peşinde koşarlar…”
YORUMLAR
Umut Kaygısız
Çok teşekkür ederim size değerli kalem.Saygılarımla
okunası tadıyla....güzeldi yine..kalemine kuvvet diyorum...
emeğine saglık...usta kalem!!!............
Umut Kaygısız
Güçlü cümlelerin sahibini canı yürekten kutluyorum. Yine çok güzeldi. Düşündüren yazıları çok severim. Selamlarımla.
Umut Kaygısız
Kahramanlık yapanlar ise mahkumdurlar ölmeye. Çünkü cesaret bir bağımlılıktır ve ölüm çalana dek kapılarını ara vermeden kahramanlık peşinde koşarlar…”
Bunun haricinde ''korkma gerçeğin bana emanet''ne büyük bir söz aslında...emanet.....
Ya yazıyı zaten çok beğenmiştim ama öyle satır araları var ki ayrı ayrı hikayelere gebe...Çok güzel...Kaleminizi seviyorum zaten söylememe gerek var mı ? Var...Hep söyleyeceğim :))
Yüreğinize sağlık...
Tebriklerimle...
Umut Kaygısız
Sıradanlık mı, kahramanlık mı? Mutluluk neyi, nasıl gördüğünüze bağlı.. Sıradan insanlar da kahramandırlar aslında, kendi sıradanlıklarında. Yaşamı halt edebilmek için kahramanlık her zaman gerekli çünkü.
Kimi daha az becerir, kimi daha çok. Tercihlerdir bizi biz yapan.
Ha sıradan, ha kahraman... Yalnızlık ise her ikisinde de geçerlidir. Sıradansan dışlanırsın bazen. Kahramansan da göklerden yere inemezsin. Hep yalnızsındır, hep kendinlesindir...
Kendi gerçeğin ve sen. Sadece seni yalnız bırakmayan odur, ölüm gelene kadar....
Okuyunca, bunlar geçti aklımdan. Paylaşayım istedim.
Düşündürdüğünüz için beni kendimce, teşekkürler.
Tebrikler....
Umut Kaygısız
imdat diye haykırana, sırtını dönmek kadar acı bir deneyim yoktur herhalde. bu kısım tüyler ürperticiydi.
yaşama realist köşelerden bakıyorsunuz. kaleminiz sık bir ormanda yol alıyormuşçasına keserek ilerliyor. acıtıyor doğal olarak.
insanın kendi zavallı gerçeğiyle yüzleşmesi gerekir önerdiğiniz gibi. yapabilene bravo demek isterim.
ilgiyle okudum. düşündüm.
Umut Kaygısız
"Sonra uyursun ve uyudukça büyür yalnızlıklar...”
evet...galiba düşle geçeğin sarmaşıkçasına dolaştığı bir yerde bu tokat patladı yüzümde...
ha bi de cesaret bağımlılk yapar doğru, kahramanlık yapmak da lüks bir şey sıradan insana...Belki mutluluk sıradanlıkta saklıdır...işte ne diyelim , hayat ve tercihler...
sevgiyle kal...
Umut Kaygısız
Beni yoılculuğumda yalnız bırakmadığınız için teşekkürler.