SİYASET SAVAŞINDA YENİ OYUNLAR
(Dur Düşün Düşündür ve Bekle Taktikleri)* Demokratik Özgürleşme.
Demokrasinin tanımı; *
Demokrasi kelimesinin aslı, Yunanca dimokratia (δῆμος, yani dimos, halk zümresi, ahali + κράτος, yani kratia iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Demokrasi halkın yönetimi, halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelen siyasi yönetim biçimi. Genel olarak, temsil, çoğunluğun yönetimi, partiler arası karşıtlık ve yarışma, alternatif hükümet şansı, kontrol, azınlık haklarına saygı gibi temel kavram ve düşüncelerle belirlenen politik sistem.
Genel ifadesini, yöneticilerin yönetilenler tarafından seçilmesi düşüncesinde, yönetimle halk arasındaki ilişkilerin niteliğinde, yurttaşlar arasında ekonomik bakımdan büyük farklılıkların olmaması gerektiği görüşünde bulan, bireylerin doğuştan getirilen, sonradan sağlanan, ırk ya da mezhebe dayalı ayrıcalıkları olmaması gerektiğini savunan, kısacası bir eşitlik fikri, yani toplumdaki iktidar sisteminin, insanlar arasındaki farklılıklara göre değil de, benzerliklere dayanması gerektiği tezi üzerine yükselen yönetim tarzı. Kısaca demokrasi eşitlik ilkesine dayalı yaşam biçimi.
Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Yunanca dimokratia (δῆμος, yani dimos, halk zümresi, ahali + κράτος, yani kratia iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Halkın kendi kendini yönetmesi. Doğrudan demokrasi olarak bilinen ve siyasal karar alma hakkının, çoğunluk yönetimi usulleri çerçevesinde hareket eden bütün yurttaşlar topluluğu tarafından kullanıldığı yönetim tarzı ya da modeli olarak demokrasi, antik Yunan’da, Atina’da doğmuştur. Bununla birlikte, nüfus artışının bir sonucu olarak ve bilgideki uzmanlaşmadan dolayı, doğrudan demokrasiyi belirleyen koşulları ve yurttaşların siyasi karar sürecine katılımı, modern devletlerin siyasal yapılarında gerçekleştirilemez olmuştur.
Bundan dolayı, modern demokrasi temsili demokrasi olarak bilinen ve yurttaşların aynı hakkı kişisel olarak değil, seçtikleri, yurttaşlara karşı sorumlu olan temsilciler aracılığıyla kullandıkları yönetim tarzı ya da biçimi veya liberal yönetim şeklidir. Anayasal demokrasi olarak bilinen bu yönetim şekli, bütün yurttaşların ifade ve dini inanç özgürlüğü gibi bazı bireysel ve toplu haklarını güvence altına almak üzere, çoğunluk iktidarının belirli anayasal kısıtlamalar çerçevesi içinde uygulandığı yönetim modeli olarak gelişmiştir. Bu bağlamda, tüm yurttaşların önemli kararlara etkin bir biçimde katılması anlamındadır. Anayasal demokrasi hakların anayasaya aracılığıyla tespit edilmesi ve sınırlarının belirlenmesi demektir. Demokrasi üzerine>>> Demokrasi, rejimlerin arasında kötülerin en iyisidir.
DEMOKRASİNİN TEMEL İLKELERİ Millî Egemenlik
- Demokraside egemenlik millete aittir. Millet bu hakkını temsilcileri (milletvekilleri) aracılığıyla kullanır. Yönetenler, gücünü milletten alır. Hiçbir kimse, zorla iş başına gelemez. Bu esas, anayasamızda şöyle belirtilmiştir: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Parantezle değerlendirme yaparsak. Ne yazık ki bu deyim ayaklar altına alınmış milletin değil millet tarafından seçilenlerin olduğu millet iradesine saygısı olmayanların olduğu son dönemde kanıtlanmıştır. Milletin vermiş olduğu yetkiyi bahane edenler. Bunu bahane ederek muhtelif sorunlarla ülke çıkarlarını zedelemeye çalışmaktadırlar. Halk adına yapıyoruz diye yutturulmaya çalışılan bazı eylemlerin esasen kendi çıkarlarına hukuken yeterli olmayanlar adına yaptıklarını zamanla bu milletin anlayacağını umarız. Eğer ki halk adına yapılıyorsa bu eylemler. O zaman halkın iradesinin temsil edildiği mecrada halk adına gerekenleri yaparak bu tartışmaların hukuka oturtulmasını sağlarlar.
Hürriyet ve Eşitlik - Demokraside, hürriyet ve eşitlik esastır. Hürriyet, başkalarına zarar vermeden her şeyi yapabilmektir. Bütün insanlar hürdür. Herkes, serbestçe düşünür ve düşüncelerini açıklayabilir.
- Eşitlik, hiçbir ayrım olmaksızın herkesin kanun önünde aynı haklara sahip olmasıdır. Hiç kimseye din, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşüncesinden dolayı farklı işlem yapılamaz. Parantezle değerlendirme yaparsak; Bazı uyanıklar kendi kendilerine ayrıcalık istemekle birlikte. Siyasetle kazandıklarını zorla empoze etmeye çalışmaktadırlar. Eğer ki siyasi düşüncelerimizi hukukun üstünde görürsek o zaman hukukun bir gün kendimize de gerektiğini unuttuğumuzu bilmemiz gerekir. Dün bazı hukuk kurallarına el çırpanlar bu gün keser’in yontulması ters olunca bu deyimi tamamen unuttuklarının farkında bile değiller.
Siyasi Partiler - Demokratik yönetimlerde, ülke sorunlarının çözüm yolları üzerinde aynı düşünceyi paylaşan insanlar bir siyasi parti kurabilirler. Vatandaşlar, bu siyasi partilerden birine üye olabilirler. Ülkemizde Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ilk kurulan parti Halk Fırkası’dır. Fırka parti anlamına gelir. Cumhuriyetin ilanından sonra partinin adı Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur.
- Siyasi partiler, anayasa ve ilgili kanun hükümlerine uygun olarak faaliyetlerini sürdürürler. Siyasi partilerin hepsi, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü kabul eder. İnsan haklarına saygılıdır. Millet egemenliğini esas alır. Demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine bağlıdır.
- Demokrasilerde hükümeti kurma görevi, genellikle seçimler sonucunda en çok milletvekilliği kazanan partiye verilir. Hükümeti kuran partiye iktidar partisi denir. Diğer siyasi partiler ise muhalefet partileri olarak adlandırılır. Siyasi partiler, demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır.
1946 yılında Türkiye’de ilk kez birden fazla partinin katıldığı seçimler sonucunda çok partili hayata geçildi.
Demokrasinin Öğeleri
- Hâkimiyetin asıl sahibi halktır.
- Kişi hak ve özgürlüklerine yer verilir.
- Herkes tek ve eşit oy hakkına sahiptir.
- Toplum içinde yaşayan insanlar eşit haklara sahiptir. Parantez açarsak, ne yazık ki bu söz gerçekliğini yitirdiğini hissetmemek mümkün değildir.
- Yönetenler halk tarafından belli aralıklarla yapılan seçimler sonucunda göreve gelir.
- Azınlıkta kalanların haklarına saygılı bir çoğunluk yönetimi sağlanır. *
Bu bağlamda ayrıştırmaya ve araştırmaya gerek duyarsak;
Demokrasi bazen kıvrılan, gerektiğinde yaşanılan çağda kazanılmış olan hak ve şartlara uygun olarak düzenlenebilecek yoldur. Bu yolun sonu yoktur. İnsanlar bu yola ne ilk kez ne de son kez çıkar. Bu yola düşenlerin azığı sonradan kazanılır. Bilakis yola düşenlerin amaçladığı hedeflere ulaşması için öncelikle gönlünden, kendinden, bedeninden ve cebinden harcaması gerektiren bedeller vardır. Bu bedeller dediğimiz gibi maddi ve manevi olmak üzere iki şekilde oluşur. Muhtelif konargöçerlerde konaklayanlar uygun kazanımlardan sonrası elde ettikleri gayelerinden sonra, ne kat ettikleri yolun ardına, ne de o gayeye ulaşmasını sağlayanlara asla bakmazlar. Bu nedenle ne ilk ne de son olarak çıkılır bu yola. Bu yolculukta kendinden emin, kendine güvenen ve başarabileceğine inananlar emin adımlarla yürürler. Ve sultalara karşı durmaya çalışırlar. Farklı mozaik yapısı olan yurdumuzun halk kitlesine ulaşılarak hedefleri anlatmak, bu hedeflerin gelecekteki yararlarını kitleleri teşkil edenlere kabul ettirmek için epey zorluklara katlanmak gerektirir. İnsana dayalı olan bu yolu yalın ve sade bir biçimde tamamlayanlar mutlaka gayelerine ulaşmışlardır.
Hem kendi çıkarları, hem halk adına hem de memleket uğruna kat edilen yolda olumsuzluklara göğüs germek kolay olmadığı gibi. Gönülden kopan sağduyularla cevap vermek. Kazanım için gerektiren hassasiyeti göstermekle mümkün olur.
Çağımızda siyasi savaşların ortasında kalan bizlerin tek korkusu inandığımız inançlardan koparılması ve imanımızdan ayrı düşüp son nefesimizi imansız olarak vermektir. Allah korusun. Son nefesimizden sonraki hallerimizin ne olacağı bilinmez. Bu nedenle geri dönüşü olamayan ebedi yolculuğun hazırlığında kullanılan kazma ve kürek gereksinimi her insan için mevcuttur. Yaşayan her canlının tadacağı şey nedir? Kullu nefsin zaikatül mevt (كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ) Her nefis ölümü tadacaktır. Bu gerçekle birlikte beşeri olan insan ve diğer ölümlü canlıların da son yolculuğu kara topraktan başka yer değildir. Kazma kürekle açılan ebediyet yolculuğunun ilk durağına bu nasıl bir şey diye bakmak yürek ister.
Yaşam çizgisinde dinle barışık olmayanın aklı ve ahvali karışık olduğu ve olacağı zaman zaman yaşanılan örneklerle ispatlanmıştır.
Canlı varlık olarak kendi kendimize sorgu cevap yöntemini uygularsak. DÜŞÜN DÜŞÜNDÜR. Teorisi aklımıza gelmemesi olanaksızdır. Bu elzemle ölümü tadacak olan canlı her nefsin en değerlisi olan insan için geçerli olanı nedir. Ömür başlangıcı ve sonudur. Bu iki uç arasındaki sorgulamalar. Biz insanlar için en önemli şey ebediyet için hazırlanmış amel defterinin suçla mı yoksa ceza ile mi? yoksa işlenilen amellerin karşılığı olan ödülle mi? kapandığıdır.
Yeryüzü, bütün dinlerde anlatıldığı üzere bir imtihan güzergâhıdır. Bu güzergâhta öncelikle kendi kendimizi sevmemiz gerektiğini unutmamamız gerekir. Kendi kendini sevmeyen, hayatının zehir olduğunu ima etmeye çalışan insanlar hiçbir zaman karşısındaki insanı sevemez. Sevmesi de mümkün değildir. İçgüdülerinde sürekli kin ve nefret hislerini taşır. Bu kin ve nefret hisleri bazen öyle bir düzeyde seyreder ki taşan bardak misali pamuk yığınlarını dağıtmasına kadar varır. Kendini ve karşısındakini sevmeyen insanın topluma, vatanına ve milletine ne derece yararlı olacağı tartışılır. Toplumsal olgulardan uzak olan kişinin ne geleceğinden ne de ebediyetinden hayır gelmeyeceğinden bu tiplerden medet ummak akla ziyan bir beklentiden başka şey olamaz.
Tarih sahnesinde yer alan insan sürekli toplumsal hal ve hareketlerin gelişmesini sağlamaya çalışmaktadır. Ancak, günümüzde çağın verdiği nimetlere şükretmesini bilmeyenlerin beyinlerini çepe çevre çevreleyen kafataslarındaki hinlik ile cinlik oyunları ne yazık toplum duyarlılığının yüzyıllar boyu yerleştirilemediğini ortaya koymaktadır.
İnsan yaşantısında var olan dürtü karşısındakini yok etmektir. Bundan başka düşüncesi olsa bile bütün düşüncenin ardındaki yollar öldürmeye çıkar. Her hal ve harekette ılımlı düşüncesi mevcut değildir. Yok etmek, karşısındaki kendine/kendimize has düşüncelerle öldürmek varlık olarak genlerimizde mevcuttur. Bu gen insan olarak tüm ırklarda vardır. Ben de yoktur demek zordur. İlla bir cinayetle ortadan kaldırmak söz konusu değildir. Yıldızların parlaklığı ne kadar güzeldir ama zamanla ışık gücünü kaybederek kayarlar. Yıldızların ışığı füzyoniktir. Yıldızlar ışık gücünü kendi kendine yaratmaya çalışırlar. Devasa bir yaratık olan insan kendi çıkarlarına rantabilite sağlayabilmek için olmadık düşünceler peşinde koşar. Tıpkı yıldızın ışık gücünü kazanması için göstermiş olduğu füzyonik hareketine benzer. Bu çağımızda artık tamamen moda olmuştur. Muhtelif entrikalarla karşısındakini yıldıracağına inanan kimse toplumu inandırmaya çalışır. Biraz güç buldu mu? Asıl gücü kendi öz benliğinde hissetmeye başlar ve o zaman tam anlamıyla yıkıcı olur. Günümüzün güç dengelerini göz önüne aldığımızda bazı güçler kendilerini bu mecrada yaşatabilmek uğruna bin bir çeşit entrikalar çevirdiğini görmekteyiz.
Yozlaşmış kültür deviniminin olumsuz mertebeleri ne yazık ki yıkan ve yıkılan tarafları doğurmaktadır. Hani atasözlerimizin haklılığını bu devinimler sayesinde yapılan işlemin sonucu sağlama yapmayı sağlaması gibidir. Dönüp dolaştığımızda her yönle bütün çıkmazları kapatsak bile yine ulaşacağımız tek evinim yolu bizim hayatımızın içine sızan ve bıktıran siyaset endamları bizleri birer emzik gibi emdiğinin farkında bile değiliz. Bu engerek olmuş savaşta kazanan hep kendi çıkarları için Truva atlarına binenlerdir. Kaybeden zaten kaybetmektedir. Kaybeden insan inancı ve hissiyatları arasında sıkışmış olması nedeniyle şaşkın bir biçimde gerçek kararını verememektedir.
Sınırlarla tespit edilmiş olan devlet içinde yaşayan milletlerin kaidelerle belirlenmiş kuralları medeniyetlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Var oluş ve yok oluş evresinin çizgisinde uygulaya gelen bu kurallar ne yazık ki günümüze kadar yaşayan nice insanlara ve topluluklara benimsetilememiştir. Beşeriyet değerlemesindeki insan aklı yeterli seviyede gelişmiş onca icatlara imzasını atmış yaratanına karşı sorumluluklarını çözmüş ancak, gerçek manada halen hayvani duygularına gem vuramamıştır. İdrak edilmeyen/edemediğimiz şey sürekli hayvani ve şeytani duyguların esiri neden olduğumuzdur. Sakın bir kafayla iyice düşündüğümüzde gerçekten hayat eksenimizin kırılgan olduğunu görürüz. Hafızlarımıza kazınan onlarca kötü deneyler ve denemeler mevcut olmasına rağmen halen aynı şeylere yeltenmek akıllara durgunluk veren nefsanî ve şeytani vasıflarımızı ortaya çıkardığı muhakkaktır. Güç teorisini ele aldığımızda güç sahiplerinin yanlış duygulara kapılarak birer saplantı haline girerek tatminsiz egolarını sürekli irdelemesi ve o’nu tatmin etmeye çalışması şeytani düşüncelere yönelik olması mal meta kavramının adeta esiri olması ise nefsanî duygularının hâkimiyetinde olduğunu kanıtlamaktadır. Esirlik ve esaretlik asla tercih edilen bir durum değildir. Kendimize karşı uygulanmak istenen bu durum bizi derinden üzüyorsa o zaman karşımızdakileri de aynı düşünceler bazında düşünmek zorunda olduğumuzu bazen unutmaktayız.
İnsan felsefesi çeşitli düşünceler odağındadır. Tekerleğin icadı işte bu yönden önemlidir. Düşüncelerimizi birer tekerleğe benzetirsek bulduğu meyillere doğru akmaması imkânsızdır. Mantıksız bir düşünce tarzlarımız çoğu zaman suç unsurlarını teşkil eder. Bu suçların cezası da belli müeyyideleri gerektirir. Suç ve ceza kavramları dâhilinde binlerce insan halen ceza evlerinde belirli bir disiplin ve eğitimle ıslah edilmeye çalışılırken onlarcası da içeri girmeye gayret sarf etmektedir. Gören göz işiten kulak konuşan dudak her uzvumuzun asıl görevlerini unutarak işlediğimiz suçlarla kendi kendimizi ıslah edemediğimiz de ayrı bir konudur. Kanunlar nezdinde her ferdin eşit olduğunu düşündüğümüzde akla bazen uydurmalık adalet kavramlarınca oynanan oyunlar gelmektedir. Biz insanların inanış biçimleri her yöreye ve ülkeye göre değiştiği muhakkaktır. İnanç sisteminin zayıf olması gerçekten onulmaz yaraları doğurmaktadır. İnanmak başka inanç başkadır. Kalple inanmayan insanların inancı kefedeki tartının yanlış ölçümü gibidir. Felsefi düşündüğümüzde. Her fert kendi düşünceleri yoğrulur. Bu nedenle nasıl dinde zorlama yoksa bunda da zorlamaların olması art niyet aksiyonlarının ortaya çıkmasını gerektirir. Bütün dinlerde ve düşüncelerde ortak kavram bu yönde olmasına karşın küfrün sallanmasından sonraki akıbetinin ne olacağını kestiremediğimiz gibi sonuçlarını da kestirmek zordur. Bu şartlar altında varsayımları akla getirdiğimiz zaman her bir olayın ve olgunun pis bir tarafı ya da daha entelektüel düşünce tarzıyla söylersek kara bir yüzü vardır. Bu pislikler içinde tepinenlerin her tarafı mikrop salgılarıyla sarılmış olduğundan kafasındaki asıl düşüncelerin yok olmasına neden olmuştur. Sarmal düşünceler ve mikroplarla mücadele etmeye çalışan iyilik unsurları gittikçe kaybolmaktadır. Mikrop her daim pisliklere bulanmış yerleri sever. Bu badirede insanların çoğu ehli gözükmesine karşın tıpkı evde yetiştirilip sokağa salıverilen köpeklerin en doğal düşüncesi gibidirler. Köpek evde yetiştirilir ama sokağa salıverildiğinde ilk işi lağım akan yerlere koşmaktır. İşte bu meyanda insanoğlu muhtelif zırhlara büründüğündeki hali budur. Bu bağlamda çıkaracağımız anlam şudur. Eşeğe altından semer vurdum bağladım ahıra. Eşek benzetir kendini katıra. Ne eşektir, ne de katır. At bile olsa kendi kendidir. Mümkün değil olsun sureti attır. Nasıl olsun merkep. Değişik türde yaratılmış olan insanın birbirine benzemesi pek nadirdir. Benzetmeye çalıştığımız sureti merkep misaline değinirsek onca okuyup birçok şeye mahzar olanların akılları tıpkı köpeklerin koştukları yerden pay kapmaya çalışmalarıdır. Yok, memleket sevdası yok bilmem ne rüyası adları altında çevirmedikleri dolap kalmamaktadır. Vatan sevdası, millet iradesi ceplerine sıra geldiğinde tam anlamıyla sıfıra indirgenmektedir. Tıpkı ısıölçerlerin içindeki cıva gibi aniden soğuklarda veya sıcaklardaki hareketleri gibidir.
Yukarıda değindiğimiz gibi dinle barışık olmayanın aklı karışıktır. İnsan yaratıldığından beri Sapık düşüncelerden arınmalarını sağlamak için yaratıcısı olan yüce Allah(cc) tarafından elçiler gönderilmiştir. İnanlar arınmış olarak inanmış. İnatçı kesimler ise inatlarına devam etmişlerdir. Bazı zamanlarda tam sapıklığa düşenleri yüce yaratan onları helak etmiştir. Yaratılış evresinden bu güne değin sapıklıklarıyla sapık deryalara saplanmış olanlara elçileriyle dört büyük kitap göndermiştir. Son din olan İslam dininin ortaya çıkması ve tek kelimesi bile değişikliğe uğramadan günümüze kadar ulaşan kuranı kerimin inmeye başladığın günden itibaren de diğer üç kitabın hükmü kalmamıştır. Halen bu üç kitapta direnenlerin dünya üzerindeki hâkimiyetlik hevesleri devam etmesine karşın üstün hemogonyalıklarını kuramadıkları da açıkça bellidir. Onca siyasi entrikalarla nice savaşların tarihe gömülmesine karşın ilahi dinlerin getirdikleri karşısında yok olup gitmişlerdir. İslam dini tam anlamıyla insanoğluna gereken değeri vermiş geçmişten geleceğe ezelden ebediyete kadar yaşam çizgisinin ne anlama geldiğini öğretmiş ve öğretmektedir. İşte bu elzemde halen bazı çırpınışlarda olanların fuzuli hayalleri hüsranla biteceği geçmişte olduğu gibi bu günde geçerliliğini korumaktadır. Yüce rabbimiz bizi doğru olanlardan ayırmadan cehennem çukurunu değil de cennet bahçelerini ihsan etmesi dileklerimle.
İnsanoğlu yüzsüzdür. Yüze yüz sıfır eklesen maddi yönden doyması nefsi olarak mümkün değildir.
Ebedi gerçekle yüzleştiğimizde manen kahrolacağımıza dünyevi hallerimizde Allah(cc) esirgesin madden mahvolmak belki de evladır. Nefsimizi yenerek imanla yoğrulmak varken ateşle uyanmak neyimize.
Bu bağlamda. Yukarıdaki anlatımlarımız çerçevesinde yaptığımız araştırmalar ve değerlendirmelerde günümüzün konusu olan ve siyaset çevrelerinin içinden çıkmaya çalıştığı konulara atıfla; **
"HIRSIZIN HİÇ Mİ KABAHATİ YOK ”
diyerek;
devam edersek,
konuları eleştirmelere açık tutarsak.
**Bugün karşı karşıya kaldığımız hukuk temelli bu sorunların, ülkemiz için fırsata dönüştürülebileceği kanaatindeyim. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de, hukuk kurallarının zamanla ihtiyaçlara cevap veremez hâle geldiği ve kamu vicdanıyla bağdaşmayan sonuçlar doğurabildiği bir gerçektir.
"HIRSIZIN HİÇ Mİ KABAHATİ YOK YAHU...
MEVCUT ANAYASA VE HUKUK DÜZENİNİN MANTIĞINA GÖRE HERKES, DURUMDAN VAZİFE ÇIKARIYOR...
Sayın Güney çok doğru bir tespitle;(Yaşadığımız sıkıntılar 1982 Anayasası’nın millete karşı örgütlenmiş bir devlet mantığından kaynaklanmaktadır) demiş.
Çok haklı ama bu anlayış sadece 1982 anayasasının getirdiği bir mantık değil ki!
88 yıl önce kurulan ve (sözde) adı Cumhuriyet konulan REJİM’İN ana felsefesi "HALK DÜŞMANIMIZDIR, SIRTINDAN SOPAYI VE KÜFEYİ EKSİK ETMEYECEKSİN" olunca tüm yasa ve uygulamaları da buna göre yazılmış, düşünce ve uygulama sistemi de buna göre yapılandırılmıştır.
Zaman içinde bu uygulamanın halka yarayabilen ve rejim kurucuları ile muhafızlarına göre, aksayan yanları da yeni kanunlarla, talimat ve yönetmeliklerle, o da yetmezse 10 yılda bir yapılan DARBELERLE yapılan YENİ ANAYASA’LARLA düzeltilmiştir.
Mantık bu olmasaydı, KURULU DÜZENİN YANİ REJİMİN "YILMAZ VE ONULMAZ" SAVUNUCUSU TSK’nin ATANMIŞ ELİTLERİ;
TÜM VARLIĞINI BORÇLU OLDUĞU MİLLETİ ve onun seçtiği siyasi iktidarı hizaya getirmek için, durumdan vazife çıkararak "anayasayı ilga ve ihlal ettikleri" iddiası ile SİYASİLERİ ALAŞAĞI EDİP;
İhlal edildiğini iddia ettikleri anayasayı PASPAS YAPIP ÇİĞNEYEREK TÜMDEN ORTADAN kaldırıp; Kâh(27 Mayıs 1960 da olduğu gibi 38 Albay ve daha alt kademedeki TSK mensubu başlarına emekliliğini bekleyen bir orgenerali getirir ve Milli Birlik Komitesi adı altında);
Kah GKB ve 4 kuvvet komutanı BEŞİBİRYERDE olarak Milli Güvenlik Konseyini oluşturup, profesörlere verdikleri özel siparişlerle;
Tamamen kendi ve rejim çıkarına ama halkın önünü kesmek için DARBE ANAYASASI ve BUNA UYGUN YASALAR çıkarabilirler miydi?
Ya da, artık silahlı DARBE DÖNEMİNİN kapandığını gören zamanın GKB TSK nın internet sitesine gece yarısı, siyasilere sözde bir uyarı metni koyup E-MUHTIRA ile DARBECİLİĞE SOYUNUR MUYDU?
Bereket geçmişten ders almasını bilmiş olan ve önce yapılan hatalar gibi,-yeniden gelmek üzere !!!- "şapkasını-ceketini alıp gitmek yerine; "hoop ne oluyor,söyledikleriniz sizin değil,biz siyasilerin görevidir,gerekeni biz yaparız" deyince;
İlk defa böylesine siyasi ve demokratik haklarına sahip çıkan bir iktidar karşısında "kuyruğunu ayakları arasına sıkıştırıp" kıç üstü oturarak gereken dersi almışlardı.
Darbe ve Demokrasi >>>> “Darbenin olduğu yerde demokrasi yoktur. Demokrasinin olduğu yerde de darbe yoktur”
İşte STATÜKONUN-REJİMİN-SİLAHLI ve KÜLAHLI BÜROKRATİK ELİTİN, bu ilk SİYASİ DİRENİŞ KARŞISINDA GERİLEYİŞİNİN başlangıcı bu olay olmuştur.
Ve siyaset her geçen gün kendisinin hakkı olup elinden alınan yetkilerini adım adım geri almaktadır. Çok yakın geçmişte REJİM ve STATÜKO’NUN BEKÇİLİĞİNİ ellerinden bırakmayıp siyasi muhalefetin yaptıklarından öte bir MUHALEFETLE, TBMM’nin ve iktidarın aldığı her kararı-yasayı bozan
AYM, Danıştay, Yargıtay vs gibi VESAYET KURUMLARI bu durumlarını KISMEN de OLSA KAYBETMEKTEDİRLER...
İşte zamanında kurulan bu düzenin aksayan yanlarından birisi de SEÇİM HUKUKU ve SEÇİM YASALARIDIR. O zaman konulan mayınlar şimdi ortaya çıkarak bir bir patlamakta; ya da kendilerini bu mayınların görevlisi sayanlar patlatmaktadır.
Tutuklu veya hükümlülerin milletvekili adayı olmasını engelleyemeyen, YA DA BİLEREK ENGELLEMEYEN Yüksek (!) Seçim Kurulu, şimdi seçilmişlerin mazbatalarını iptal etmekte, mahkemeler ise haklı olarak "milletvekili seçilmenin tahliye nedeni olmadığı" gerekçesi ile SEÇİLENLERİN TAHLİYELERİNİ REDDETMEKTEDİR. Parantez açarsak, geleceğe yönelik düzenlemeler yapılmazsa, gelecek dönemlerde bu dönemden daha riskli durumların ortaya çıkması önlenemez. Görünen köye kılavuz istenmez.
Burada Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi "hırsızın hiç mi suçu yoktur yahu..."
Bir siyasi lidere bu adayları göstermemesi, sonuçta kaos çıkacağı hatırlatıldığı halde "Benim adım ….. ben hallederim" anlamında konuşup, ÇIKABİLECEK SONUÇLARI BİLE BİLE, kimini akıl hocaları ve MEDYA BASKISI, kimini de geçmişteki bir No.lu CHP muhalifi bir ŞamBABA’nın rica ve tavsiyesi ile aday listelerine alırken ne olacağını bilmiyor muydu?
Bütün bunlar olup biterken 367 mucidi. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu, bazı tutuklular için ’Çıkamazlar’ Dememiş mi? idi.(hab365 - 23.06.2011 Perşembe 16:48)**
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı tutuklu olarak yargılanan isimlerin milletvekili adayı gösterilmesinin ardından konuyu değerlendirmiş ve ’çıkamazlar’ demişti. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu, tutuklu yargılanan milletvekili adayları ile ilgili aylar önce şunları söylemişti: “Anayasanın 14 ve 83’üncü maddeleri, Ergenekon gibi bir davadan herhangi bir şekilde yargılananların milletvekili seçilse dahi dokunulmazlık kazanamayacağını açıkça ortaya koyuyor. Aday olmalarında bir engel yok ama dokunulmazlık kazanamazlar”.
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu bu konudaki düşüncesini şu sözlerle açıklamıştı:
“Tutuklu olanlar ‘Dokunulmazlık kazandı’ gerekçesiyle tahliye de edilemez, milletvekili olduğu için tahliyesi söz konusu olamaz; böyle bir gerekçe kullanılamaz. Ancak ‘Tutuklu olma nedenleri ortadan kalktı, deliller toplandı, kaçma şüphesi yok’ ya da ‘Delilleri karartamaz’ gerekçeleriyle tahliye edilebilirler, o ayrı bir şey. Geçmişte bir vekil olayında da oldu; mahkeme ‘Milletvekili seçildi ve dokunulmazlık kazandı’ gerekçesiyle tahliye etti. Bu durumlar ahvalinde. Parantez açarsak. Benim âcizane fikrim. Yasaya şöyle bir madde eklense. “SEÇİM İÇİN HERKES ADAY OLABİLİR. ANCAK, SEÇİLEN KİŞİ MUTLAKA YEMİN ETMEK ZORUNDADIR. BU AHVALDE YEMİN ETMEYEN KİMSE NE MAAŞ, NE DE DOKUNULMAZLIK KAZANSIN. BÖYLECE, MAZBATA ALARAK KAZANDIKLARI PARA GÜCÜ VE DOKUNULMAZLIK ZIRHIYLA DEVLET ALEYHİNE SUÇ İŞLEYENLERİN SUÇLARININ DEVAM ETMESİ ENGELLENEBİLİR.
Dönemin İstanbul Başsavcılığı itiraz etti tahliye kararına, bu defa gerekçeyi değiştirdi mahkeme ve ‘Tutukluluk nedenleri kalmamıştır’ kararıyla tahliye etti. Davasının görülmesine de devam edildi. Mahkeme ‘Tutukluluk nedenleri ortadan kalkmıştır’ demediği müddetçe Ergenekon tutuklularının herhangi biri milletvekili seçilse dahi tahliye edilmeyebilir, dolayısıyla dokunulmazlık kazanmaz.”Değerlendirme yaparsak bu kararda ikili siyaset izlendiği ya da korku salimliği olduğu açıktır.”
Anayasa’nın 14’üncü maddesi
Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir. Genel değerlendirme yaptığımızda; Anayasanın bu maddesi anayasanın işleyiş biçimine göre bazı durumları açıkça özetlemesine rağmen, siyasetin kurnazlıklarıyla MAZBATA alarak elde ettikleri dokunulmazlıklarla alenen anayasanın bu maddesini oyuncak haline getirmişler ve resmen dalga geçtikleri de ortadadır. Anayasanın koruyucu olgusu bir madde olmasına karşın bürünmüş oldukları siyasi gömleklerle illegal faaliyetlerine devam ederek adeta kanunu hiçe saydıkları da ayrı bir konudur.
Anayasa’nın 83’üncü maddesi
…Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis’in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya TBMM’ye bildirmek zorundadır. TBMM üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez. Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclis’in yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır…” Bir düşünce etiğine bağlı kalarak yine âcizane olarak değerlendirme yaparsak. Meclisin vekil aritmetiğine baktığımızda. Bütün iş ve işlemlerle kanunlarla kararnamelerin hep iyi niyet kuralları çerçevesinde olduğu ve öne çıktığı gözlemlenmektedir. Bu iyi niyet kuralları art niyetlilerin çiğnemesi her dönem için geçerlidir. Yani,” İnsan çiğ süt emmiştir. Yasalar çiğnenmek için çıkarılmıştır. “ düşüncesi insanlarımızın % 89 unun düşüncesinde mevcuttur. Asıl mesele olarak gönlümüzde “VATAN MİLLET SAKARYA” varsa bu iyi niyet kuralları bu yönde hükmünü yitirmesi gerektiğidir. Bunu yapacak olan meclis aritmetiğinde güç sahibi olan iktidarla. Bu tür olumsuzluklara karşı dik duran ve tasvip milletin temsilcileri muhalefet vekilleridir. Güç vatan millet için perçinleştiğinde karşısında duracak hiçbir şey yoktur.
İnsanlar cır cır böcekleri gibidirler gündüz sesleri çıkar gece solukları, TENEŞİR PAKLAYINCA NE SESLERİ ÇIKAR NE SOLUKLARI.(Çetin D. den)
Zekeriya Çavuş
Araştırmacı Yazar
Düzce 07.07.2011
Kaynaklar:
1. * Bilgi.com
2. **Haber365.com
YORUMLAR
Merhaba Sayın Bekir Bey, herkesin kendi has bir siyaset üslubu vardır. Bunu bilmemeniz olanaksızdır. Siz/biz/bizler/onlar bütün insanlar köydeki çobanlar her neyse aklıselim oy veren her insanın siyaset görüşü vardır. Sizin görüşünüzle benim görüşüm belki de aynı kulvardır. Bunu bilmemiz için öncelikler birbirimizi yakından tanımamız gerek. Benim savunduğum siyaset çizgisi beni ilgilendirir tabii bir çizgi ekolunu yaratırsam o zaman çevremdeki halkı dolayısıyla memlekete mal olmuş savunduğum siyaset kurumunun peşinde koşanları. İlk defa bunu içime sindirerek kendi siyaset etiklerinden ayrılarak başka kulvarı denedim. Bu bir savunum değildir. Bundan bir veya bir buçuk ay öncesi Ankara’da bir etkinliğe katıldım. Etkinlik gayet iyi geçti kendi normları çerçevesinde sona yaklaşıldığında(bu etkinlikte benim siyasi görüşüme tam muhalif olanların etkinliği idi.) Şimdi sizin paylaşım yaptığınız ve aynı düşünceleri paylaşmadığınız konu ile alakalandırırsak ki sizin görüşünüzün kısır döngüsüyle çatışma yaşayan yaşı hayli ilerlemiş bir rejim savunucusunun kürsüde söyledikleri akla hayale sığmayanlardı. Kapanış inanır mısınız ağzımıza s..rak, orda bulunan onca bay bayanların analarına avratlarına söverek yapan kişi ne yazık ki etkinliği düzenleyenlerin siyasi çizgisinde olan biri idi. Gelelim sizin eleştirinize elbette eleştiri bu her yönü ile kabullenmek gerek, ancak yazıyı dikkatle okumadığınız veya gözünüze ilişen yeri alıntı.yaparak değerlendirme ile benim fikirlerimi paylaşmadığınız yazmışsınız. Paylaşmak veya paylaşılmak esas mesele buradadır. Önemli olan eleştirilere göğüs gerebilmektir. Kaldı ki o paragraf bana ait değil. Yazımın sonundaki ** işaretlerini de değerlendirirseniz sizin haklı olduğunu kabul ederdim. Rejim kendi deviniminde rejimliğini idame ettirirse rejim olur. Bahsedilen konuda bu gün yıllar sonrası bazı şeylerin yitirdiğini sizde bizde başkaları da kabul etmekte. 88 yıllık değerlemeyi yapanların kim olduğunu öğrenmeden yargılamak ancak bu rejimi kendi idolleri çerçevesinde değerlendirenlerdir.
Bütün bunlarla birlikte eleştiri babında değerleme yapmanızdan ötürü teşekkürü gelecekte ödemek şartıyla borç bilirim.
Saygılarla…
sayın zcavus,
"88 yıl önce kurulan ve (sözde) adı Cumhuriyet konulan REJİM’İN ana felsefesi "HALK DÜŞMANIMIZDIR, SIRTINDAN SOPAYI VE KÜFEYİ EKSİK ETMEYECEKSİN" olunca tüm yasa ve uygulamaları da buna göre yazılmış, düşünce ve uygulama sistemi de buna göre yapılandırılmıştır."
Bu Cumhuriyet tanımı size ait olsa gerek, şayet Cumhuriyeti böyle tanımlıyor ve Kurulması için Şehitler verilen bir Cumhuriyete, Sözde sıfatını yakıştırıyorsanız, bu uzun demokrasi dersini boşuna veriyorsunuz demektir.
Sizinle Aynı düşünceleri paylaşmadığımı ifade ediyor, iyi günler diliyorum.