Kişiliklerim(1) Ay
Her zaman sevmişimdir, on dördüncü kişiliğimle balkonda oturup düşünmeyi. Eğer birde puro ve Türk kahvesi de eşlik ediyorsa bu nezih ortama, çoğu zaman haykırırım güneşe; ‘bir iki saat geç doğuversen ne olur’ diye. Ay kıskanır genelde bu tür hallerde beni, bulutların arkasına saklanır. Ama ayın on dördü geldi mi de tutamaz onu kimse güneş gibi kasılır beni çatlatmak için.
Puromdan derin bir nefes almak üzereyken, on dördüncü kişiliğim konuşmaya başladı;
- “Birkaç saattir malum varlıktan ses soluk yok.”
Kelimeleri sarf ediş tarzı hiç hoşuma gitmemiş olacak ki bir kaç saniye duraksadıktan sonra cevap verebildim;
- “Evet.”
- “Son zamanlar da taktiklerin beni şaşırtıyor”
Nedendir bilmem bu hoşuma gitmişti. On dördüncü kişiliğimin şaşırması değil de, kişiliklerimden birini şaşırtmış olmak bilemediğim bir haz’a neden oldu. Bu ben de ki değişimin en büyük sembolü olabilirdi aslında ama hala yeterli değil. Bu malum varlık için yalnızca küçük bir yenilgiydi. Bu kadar basit bir darbede pes edecek, emrim altına girecek bir alt yapısı olduğunu sanmıyorum. Daha güçlü bir savunmayla karşısına çıkmalıyım onun. Öyle ki sarsılsın, afallasın ve benim yanıma, Araf’a düşsün.
- “Evet. Ama bu yeterli değil. Daha büyük. Daha büyük bir adım atmam gerekiyor.”
- “Bence senin ilk önce zaafın ile yüzleşmen gerekli. Ancak o zaman onun karşısına güçlü bir şekilde çıkabilirsin.”
- “Çalışıyorum.”
‘Çalışıyorum.’ Bu kelimeyi kullanmaktan nefret ediyorum. Neden nefret ettiğimi açıklayamam. Ama nefret ediyorum.
- “Diğer kişiliklerinle konuştun mu bu konuyu ?”
- “Hayır.”
- “Konuşman gerektiğini biliyorsun değil mi?”
- “Biliyorum”
Ay bulutların arasından bizi izliyor. Bende onu. O benim yerimde olmak istiyor. Bende onun. Ama şunu ikimizde biliyoruz ki ne o benim yerimi kaldırabilir ne de ben onun bulunduğu yeri kaldırabilirim. Yalnızca bakışıyoruz. Biz birbirimizde kaybolurken insanlar dünya da kendilerini kaybediyorlar. Bazen şaşırıyorum. Nasıl oluyor da bu kadar rahat yaşayabiliyorlar insanlar şu yer kürenin üstün de.
Sebepsiz ve nedensiz. Yalnızca yaşıyorlar. Yalnızca yaşamak nasıl olurda yeterli olabilir? Hayat bundan ibaret olamaz. Hayat! Bazen yeminler ediyorum, hayatın her noktasını düşünmeyen hiçbir insanla konuşmayacağım diye. Ama bu en fazla birkaç gün sürüyor.
Hayat! Ama onlara da hak veriyorum bazen. Çünkü hayat bir kara delikten farksız. İstesen de istemesen de elbet bir yerde yakalayıp çekiyor seni içine. Anlamıyorsun ne ara girmişsin ne ara çıkmışsın. Ve bu komplo da hayat yalnız değil. Yelkovan ve akrep de yandaşları hayatın. Bir kere düştün mü o kara deliğe anın da koşturmaya başlıyorlar. Birbirleriyle yarış yapıyorlar. Kendine geldiğin de birçok şey için çok geç oluyor artık.
Havanın hafifçe suratımı okşamasıyla fark ettim yedinci kişiliğimin de bize eşlik ettiğini. Göz göze geldik, tebessümle karşıladı gözlerimi. Ay’a döndüğümde koyu bir bulutun arkasına saklanmıştı. Belli ki yerini güneşe bırakmaya niyetlenmiş.
El salladım ve söz verdim;
- “Bir gün Galata kulesinin tepesin de Türk kahvesi ısmarlayacağım sana… İstanbul, sen ve ben…”
Mustafa YADİGAR
YORUMLAR
Özgün ve etkileyici bir yaklaşım. İlk kez bir çalışmanızı okuyorum ve çok beğendim. Kişilikleri konuşturmanız güzel fikir...Acaba benim kaç kişiliğim var diye düşündüm.
Kutluyorum.
YadigarR
Beğenmenize sevindim ..
Sizi düşündürdü ise mutlu oldum ..
Bu konunun devamı da var, bir iki tanesini daha yükleyeceğim gerisi bende saklı kalacak ..