- 2070 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Siyasal Düşünceler Tarihinde Direnme Hakkının Gelişimi
Direnme; karşı koyma, dayanma, mukavemet anlamlarını içeren; haksızlığa, onurun ayaklar altına alınmasına, sığlaşmaya, güçsüzün ve farklının ezilmesine, suskunluğa, yargılamadan cezalandırmaya karşı durmak anlamlarına gelir.
Direnme hakkının pratikte kullanılması, Prometheus’tan Spartaküs’e, Spartaküs’ten Kawa’ya, Kawa’dan Babek’e günümüze uzanan mücadelelerde tüm görkemiyle karşımıza çıkar. Aristoteles’in egemen olan “devletin doğal olarak var olduğu ve bireyden önce geldiği açıktır.” sözüyle özetlenen siyasal yapıya egemenin gözüyle bakan görüşünün yerine Althusius’un insandan yola çıkan anlayışı yerleştirmesi, siyasal hayata eleştirel bir gözle bakılabileceğini ortaya koyar. Ancak Ciceron, ‘De Officiis’ başlıklı yapıtında zalimlerin öldürülmesine hak vermesine rağmen “Direnme Hakkı” kavram olarak, Ortaçağ Hıristiyan felsefecileri tarafından kullanılmıştır. Bu kavramın ortaya atılması ve savunulması Ortaçağ Kilise ile Krallar arasındaki iktidar mücadelesinin başladığı döneme rastlar. İngiltere’de 12. yy. da John of Salisbuty tarafından zalimlerin katlinin teorik alana taşındığının ve bunun meşruluğunun savunulduğu görülür. Papalık ve krallar arasındaki çatışma alevlendikçe aynı tema Jean Petit, Boucher ve Mariana gibi Katolik yazarlar tarafından işlenir.
Ancak bu dönemde direnme hakkından anlaşılan, zalim tiranın tahttan indirilmesi, ya da öldürülmesinden başka bir şey değildir. Yine de bugünkü anlamına ulaşmasında bu çabaların rolü önemlidir. Direnme hakkı konusunda modern sayılabilecek bir şekilde sistematik biçimde fikir geliştiren ve temelini atan kişi Thomas Aquias’tır (1225-1275). Tomas Aquinas’a göre halk, iktidarı zorbalıkla ele geçiren veya meşru yoldan gelmekle beraber sonradan zulüm yoluna sapan hükümdara karşı ayaklanmak ve onu devirmek hakkına sahiptir.
16. yüzyılda Protestanların Katolik kralların baskı ve zulmüne uğramaya başlamasıyla özellikle de Fransa’da bir gecede binlerce Protestan’ın boğazlandığı Saint-Barthelemy kıyımından (23 Ağustos 1572) sonra Huguenot’lar arasında siyasal iktidara direnmenin gerekliğine, baskıya başkaldırmanın ve zor kullanan, meşruluğunu yitirmiş tiranın öldürülmesinin meşru olduğuna ilişkin fikirler ortaya çıkar. Bu görüş, bu görüşleri savunmak için ortaya çıkan “monarkomaklar” diye bilinen Protestan düşünürlerin yazılarının dışında, Calvinci militanlarca da daha önceleri kullanılmış ve benimsenmiştir. La Boetie’nin Söylevi de bunlardan biridir.
La Boetie, birçok siyasal düşünür iktidarın insanın yararına bir yetke olduğu konusunda fikir birliğine varırken; siyasal iktidarın insanın zararına olduğunu, insanın özgürlüğünü kısıtladığını ve hatta ona karşı direnmek gerektiğini savunur. Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlı eserinde monark-kralın iktidarını eleştirir ve aslında kötülüğün kaynağını kurumsallaşmış özellikle “siyasal iktidarda” bulunduğunu söyler. Ona göre her iktidar kötü değildir daha doğrusu siyasal iktidar dışındaki çoğu iktidarın özünde (aile içi iktidar gibi) bir kötülük bulunmaz ve hatta aile içi iktidarı gerekli görür.
La Boetie, “direnme hakkı” sözcüğünü telaffuz etmese de bu yapıtında insanların itaat etmeme gibi bir haklarından söz etmektedir ve siyasal iktidarın kaynağının ya da meşruluğunun halk tarafından sağlandığından bahseder. Gönüllü kul olmamak, kraldan desteklerini çekmelerinin özgürlüklerini geri getirebileceğini ileri sürer; fakat Boetie, hiçbir yönetim şeklinin de tamamıyla özgürlüğü kısıtlamadan var olabileceği konusunda iyimser değildir. Çünkü ona göre iktidar demek, özgürlüğün kısıtlanması demektir.
Direnme hakkından kavramsal olarak bahseden 17. Yüzyıl düşünürü John Locke ise siyasal iktidarı bir gereklilik olarak görür ve siyasal iktidarın toplumun ortak iradesini yansıttığı kanısındadır. Şöyle ki insanlar doğa durumlarında özgür olmalarına rağmen korunmasızdırlar, çünkü doğa durumu korkularla ve tehlikelerle doludur ve bu yüzden insanın doğuştan beraberinde getirdiği özgürlükleri ve hakları güven ortamından uzaktır ve her an kötü niyetli kimselerce ellerinden alınabilir. Locke, işte bunun için “insanlar kendi aralarında bir sözleşme yaparlar ve hak ve özgürlüklerini güvence altına almak isterler.” der. Bu sözleşmeyle insanlar bazı yetkilerini yönetene verir ve yöneten de herkesten aldığı güçle, toplum içinde var olan yanlışlıkları, tehlike ve korkuları genel iradenin yararına olacak bir şekilde durdurur ve düzeltir.
Ancak siyasal iktidarı kullanan (kral veya kanun koyucu), herkesten aldığı bu gücü kendi şahsi hırs ve amaçları doğrultusunda kullanmaya başladığı anda yapılan sözleşmenin hükmüne saygı göstermediği anda, kendisine tanınan yetki sınırlarını aşmış ve sözleşmeyi bozmuş olur. Buradan itibaren, toplumun elinde bulundurduğu bir hakkı çıkar karşımıza ki bu da “Direnme Hakkı”dır. Direnme hakkıyla toplum, kendi çıkarını gözetmeyen yöneteni yöneticilikten alıp yerine başkasını getirebilir.
Bu konuda Locke’un kendi sözlerine yer vermek yerinde olur: "Her kim yasanın kendisine verdiği yetkiyi aşar ve buyruğu altındaki erki yasanın izin vermediği bir yerde kullanırsa, yönetmen olmaktan çıkar ve yetkisiz olarak hareket ettiği için, kendisine herhangi bir başkası gibi karşı konabilir. Yetkinin sınırlarını aşmak, küçük bir memur için nasıl bir hak değilse, aynı şekilde büyük bir memur için de hak değildir; (böyle bir yolsuzluk) bir zaptiye neferinde nasıl hoş görülmezse bir kralda da öylece hoş görülmez. Hatta onun için daha da kötüdür, çünkü ona daha büyük bir güven gösterildiği için öteki hemcinslerinden zaten daha büyük bir yetki payını elinde tutmaktadır ve eğitiminden, işinden, danışmanlarından ileri gelen üstünlüklere bakarak, haklı ve haksızın ölçülerini daha iyi bildiği varsayılmaktadır." (John Locke, s. 243.)
Direnme hakkının kullanılmasıyla zorba ve kişisel çıkarlara yönelmiş iktidar yöneten konumundan edilir ve toplum yine ilk başta olduğu gibi aynı koşullarda yeni bir sözleşme yapar ve yeni bir yönetim kurulur.
Direnme hakkında Karl Marx’a bakmak de yerinde olacaktır. Marx ve Engels’in yazdığı “Komünist Manifesto”da “dünyanın bütün işçileri, birleşiniz” der. Var olan kapitalist düzende egemen olan burjuvazi ve onun yarattığı üretim ilişkileri toplumun büyük çoğunluğunun açlık ve sefalet içinde yaşamasına neden olur. Aynı zamanda siyasal iktidar yani yönetme erki de kapitalistin elindedir. Ve bu sınıfın varlığı ya da genel olarak sınıf kavramının varlığı(biri yöneten biri yönetilen olacağı için) bir tarafa güç getirirken bir tarafa da kulluk, kölelik getirecektir. Marx, üretim araçlarını kullanımı açısından proletaryanın elinde olduğu için, asıl gücün de onda olduğunu söyler. Manifestoya göre şöyle bir yol izlenecektir; proletaryanın siyasal görevleri; geniş ölçekli sanayi birbirini tanımayan bir insan yığınını bir yerde yoğunlaştırır. Rekabet bunların çıkarlarını böler. Ama ücretlerin korunması, patronlarına karşı sahip oldukları bu ortak çıkar, onları ortak bir direnme, “birlik” düşüncesinde birleştirir. Başlangıçta tecrit edilmiş olan birlikler gruplar halindedir ve daima birleşmiş sermaye ile yüz yüze oluşları, birliğin korunmasını onlar için (yani işçiler için) ücretlerin korunmasından daha çok gerekli hale getirilir. Bu savaşımda yaklaşmakta olan kavganın gerekli tüm unsurları birleşir ve gelişir. Bir kez bu noktaya ulaştığında, birlik siyasal bir niteliğe bürünür. Ve direnme hakkını kullanan proletarya böylece kendi yönetimini kurar ve kendi amaçları doğrultusunda yönetimi şekillendirmeye başlar. Önce sınıfsız bir toplum ardından da devletsiz bir toplum kurulur.
Direnme hakkının siyasal anlamda da kabul görmesi ve modern devletlerle ana yasalarda yer bulması şüphesiz bütün bunlarla birlikte düşünülmesi gerekir. İlk olarak direnme hakkını içeren metin Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’dir (4 Temmuz 1776). Bağımsızlık bildirgesinde, “Hükümetler, bireylerin yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişmek gibi doğal ve devredilmez haklarını sağlamak için kurulmuştur; eğer bir yönetim, bu kuruluş amacını yıkıcı bir yön tutacak olursa, halk onu değiştirmek ve devirmek hakkına sahiptir.” hükmü yer alır. Bu hüküm bize direnme hakkının dar ama açık bir tanımını yapar. Direnme hakkının en genel ve en geniş tanımına Fransız İhtilal’ı metinlerinde karşılaşıyoruz.
1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nde; “Her siyasal topluluğun amacı, insanın tabii ve zamanaşımıyla kaybolmaz haklarının korunmasıdır. Bu haklar, hürriyet, güvenlik ve zulme karşı direnmedir,” denilerek, direnme hakkının aslında zaman aşımına uğramayan ve evrensel bir hak olduğu savunulur. Yine Fransız İhtilaliyle bağlantılı olarak ilan edilen Haklar Bildirgesi’nde de; “Hükümet, halkın haklarını çiğnediği zaman, isyan etmek, halkın her sınıfı için hakların en kutsalı ve ödevlerin en gereklisidir,” maddesi yer alır.
Ve konuyla ilişkili bazı sözler:
“Asi nedir? Hayır diyen insan”
Albert Camus
“Umutlar ve hayaller sokağa döküldü mü, korkakların kapılarını kilitleyip pencerelerinin panjurlarını kapatmaları ve öfke dininceye kadar başlarını dışarı çıkarmamaları yerinde olur”
Eric Hoffer
“Bir solucan bile üstüne basan ayağa kafa tutar. Bir hayvanın canlılığı ve görece onuru, başkaldırı içgüdüsünün güçlülüğüyle ölçülebilir”
Mihail A. Bakunin
Kaynakça:
Temel Demirer, Direnişten İsyana Sanat Notları.
La Boetie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev
Mehmet Ali Ağaoğulları, Levent Köker, Tanrı Devletinden Kral-Devlete
Mete TUNCAY, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 2
Atilla YAYLA, Siyaset Teorisine Giriş
George SABİNE, Siyasal Düşünceler Tarihi II
YAYLA, a.g.e., s.46.
ERDOĞAN, a.g.e., s.8.9.
Müzeyyen EROĞLU, John Locke’un Devlet Teorisi, Akademik Bakış Dergisi s.21 s.s.9
Münci Kapani, Kamu Hürriyetleri, Ankara Ün. Hukuk Fak. Yay., 1981.
Marx, Engels, Komünist Manifesto
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.