- 746 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SES
Kalktım, kapıyı kapattım. Herzamanki gibi.
Dayanamıyodum artık dışarıdan gelen seslere.
Hemen hemen hegün aynı şeyler tekrarlanıyordu.
İşe gelmek canmı istemiyordu bu yüzden. Müzik açıyor, telefonla görüşüyordum öylesine, bağrışları duymamak için.
Herkes odaların kapısına çıkıyor birbirlerine ne oldu diye sorar gözlerle bakıyordu.
Ne kimseye cavap vermek, ne sorup öğrenmek istiyordum olan biteni.
bana göre çok ters şeylerdi bunlar. herkes çalışmak, ekmek parası kazanmak için buradaydı. Konu incir çekirdeğini doldursa da, doldurmasa da hep bağırıyordu. Sesini yükseltiyordu.
Aslında iş dışında tanısanız, konuşsanız onunla, buradaki o mu diye hayrete düşersiniz inanın.
Hep maskelidir burada o. Üstüne aldığı sorumluluk, kendini kanıtlama, başarma azmi kendi istese de istemese de bu hale getirmişti onu. Yakından biliyorum, birlikte çok uzun zamanlarımız geçti onunla.
Ortaokula gidiyordu. O zamanlar biri deseydi ki ileride bu senin yöneticin olacak güler geçerdim. Çünkü o zamanlar bu potansiyeli kendisinde nedense görmemiştim. Sadece bugüne benzer birkaç yönü kaldı aklımda, kararlılığı ve hep asık suratı.
Zaman zamanları acımasızca kovalarken, o da kendi kendini kovaladı. Aştı kendini deyim yerinndeyse. Bravo demek mi, yoksa yazık demek mi gerek bilemiyorum şimdi.
Herşeyin bir bedeli vardır ya, o da bedel ödüyor diye düşünüyorum.
Okuyarak, eline diplomayı alamamanın bedelini ödüyor belki. Belki de içten içe kendini sınıyordur. Okumadan da oluyor bu işler bakın diyordur kimbilir. Çok konuşmaz o. Dökmez içini bizim gibi. Kapalı kutudur. Ne düşünür, ne hesaplar, üç, beş hamle sonrasını nasıl ayarlar kestiremezsiniz. Sadece damarına basarsanız alırsınız aklından geçenleri bir parça da olsa.
Uzun zaman oldu, ne damarına basmak ne de içinden geçirdiklerini bilmek istemedim.
Aramızdaki mesafeyi o hep hatırlattı hareketleriyle, ben de hiç unutmadım. Bazen ablası oldum, bazen hanım. Bir tek bana bağıramıyordu belki de. Bağıracağı zamanlarda adımın arkasına hanım ekleyiveriyordu. Anlıyordum ki kızmış bana. Susmak, kendi haline bırakmak, cevap vermemek en güzeliydi. Konuşarak birşey halledemeyecektim nasılsa, çünkü hep kendi haklıydı. Kendini sürekli haklı görenlerdendi. O mükemmeldi, en doğru o bilir, en güzelini o düşünürdü.
İnsanlara hakaret boyuna varan küfürleri de etmekten geri kalmazdı. En çok buna kızardım ben. O hakkı kendinde nasıl buluyordu? İşveren ise, yönetici ise kendinde o hakkı görmeye hakkı yoktu. Kaç kez sinir krizlerine girip ağlayanlar, bayılacak duruma gelenleri yatırştırdık mutfakta hatırlamıyorum. Sırası geldiğinde de bu benim tarzım, kişiliğinize birşey demiyorum ki, iş için bu söylediklerim deyip çıkıveriyordu işin içinden.
Bilmiyordu ki, o kadar insan hayat şartları mücadelesi için, çoluk çocuğuna ekmek götürmek için onu çekiyorlardı sabahtan akşama. Dayanamayanlar da çekip gidiyordu hep.
Sadece şiddetle, bağırmayla yönetmeyi biliyordu o. Başka türlü yönetiim tarzları olduğunu bilse, kendi tarzının çalışanlar üstündeki etkilerini farketse, yaptığının suç olduğunu bunun hukukta bir adı olduğunu bilse devam edermiydi yaptıklarına. (belki de biliyordu)
Şimdilerde duyuyorum ki, alıp sırtlandığı şirket geçen senelerden daha iyi durumlara gelmiş. Allah daha çok versin.
Ama, Allah ona da yptıklarının karşılığını vermesin. Herşeye rağmen dileğim bu onun için.
Çünkü alınan ahh ların karşılığını yaşatacaksa rabbim, çekecek çok acıları olacak.
Değecekmi? o zaman anlayacak mı?
Bilinmez...
Belki de yine "ben haklıydım" diyecek...
I.KAPLAN
7.7.2011
YORUMLAR
Düşündürücü ve ilginç Anlatımda tutlan metot çok ehemmiyetlidir. Bu manada kapımızı çalan paylaşım çok başarılıydı. Tebrikler.