- 5833 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KARAİN MAĞARASI(Anadolu`daki en eski yerleşim merkezi )
Karain Mağarası
KARAİN MAĞARASI(Anadolu`daki en eski yerleşim merkezi )
Antalya`nın 27 km.kuzeyinde Yağca köyü sınırlarına gidiyoruz.Köyün içinden geçtik ve Karain Müzesini bulunduğu yerde durduk.Zamanı birden 500.000 yıl öncesine çevirdik.
Ne adı ne de sanı vardı dünyanın.Güneş yine doğuyor, yine batıyordu.Yerdeki insanımsı yaratık, aya, güneşe, yıldızlara yine bakıyor ama hiç birine bir anlam veremiyordu.Daha yenice dört ayak üstünden iki ayağı üstüne doğrulmuş ve ilk işi avuçlarının içine garip garip bakmak olmuştu.Az çok düşünebiliyordu, ne işe yarıyacak bunlar diye sordu kendi kendine.Derken bir taş aldı eline, fırlattı kendiliğinden.Taşın öteye gittiğini gördü.Hiç farkında olmadan,ayakta kalmanın ilk koşulunun ilk temel düğümümünü beynine attı.Sonra bir taş daha aldı eline, gördüğü ilk canlı hayvana vurdu taşı.Hayvan yığıldı kaldı.Aldı onu yedi çimçiy, hemen oracıkta karnını doyurdu.
Nereden buraya gelmiş, ne kadar uzun yol tepmişti bu insanımsılar, belli değil henüz.Akşam olunca en azından sığınacakları bir barınak vardı 100 metre kadar yüksek 250 metre kadar yukarıda ,dağın böğründe.Karain Mağarası,bu günkü uygarlığını temellerinin atıldığı Anadolu`daki en eski yerleşim merkezi idi burası.Yaşamak için elverişli bir sığınaktı.Mağaraya daha girişte solda genişçe bir hol vardı.İki katlı dubleks bir villa görünümündeki bu evin sanki girişi üst kattandı ve üstteki odadan alta ara bir merdivenle iniliyor havası hakimdi mağaranın oluşumunda.Üst kat yazlık, aşağıdaki kat kışlık ve esintilere, yağmura, fırtınaya karşı daha korunaklıydı.Girişin solunda ayrı küçük bir mağara daha vardı ki başlangıç aşamasında daha orayı kullanmaya gereksinim duymamışlardı.İlk girişten tabana kadar neredeyse 60 metre kadar derinliği olan mağara nereden baksanız en azından 150-200 kişiyi rahatlıkla barındıracak kadar genişti.Sıkışılırsa bu sayı iki katına da çıkarılabilirdi kişisel görüşümce.Her sabah acıkınca gözlerini açan insanımsılar bulundukları mağaradan aşağıdaki ovaya gözattıklarında, yaşamak için doğanın kendilerine sunduğu sayısız nimetlerin yanı sıra sayısız tehlikeler de yok sayılmazdı.Suya dalsalar sülükler bacaklarına yapışıyor,yalnız kalsalar yırtıcı hayvanlar canlarını kapışıyorlardı.
Aşağısı uçsuz bucaksız her obadan gelenlerin yurdu Pamfilya Ovası idi ve güneyi 30 km .sonra Akdenize ulaşıyor, doğusu yarım ay çizen Toros Dağ Silsilesi ile dağlar aşıp gidiyor,Pamfilya`dan Klikya`ya uzanıyor,batısı Akdenize dikliğine uzanan ve bir set duvar çeken dağların ardından Aydınlık ve Işık ülkesi Likya`ya aralanıyordu.Sırtlarını ise vahşi bir doğaya, dağlara Psidya`ya yaslamışlardı.
Aşağıdaki ova tam bir bataklık araziden ibaretti.Kırkgöz Su Kaynakları o zamanlar daha bir gür akıyor, yer yer göller, yer yer bataklıklar uzayıp gidiyor, bu ortamı mamutlar, filler, aslanlar, su aygırları , geyikler, köpekler, yaban domuzları ve su kuşlarından oluşan zengin fauna kaplıyordu.Zaten su olmayan yerde yaşam olmazdı.Kırkgöz su kaynakları bu yerleşimin temel koşulu idi.(Bu mağarayı ilk araştırmaya çıkan Prof. İsmail Kılıç Kökten`in de temel çıkış noktasıydı bu prensip, nerede su var ise orada yaşam , eski yerleşim olabilir, prensibiydi bu...)
Evet, ne cep telefonu, ne uydu anteni,soğuk üşütüyor, sıcak yakıyor vur hayvanı yüz derisini , giy sırtına ısıt teni !Buna daha zaman var,hastalık var, sıtma var ne ilaç ne derde derman var...Zor işi insanımsıların.. Bakalım zaman ne gösterecek...
Gelecek yazımda Karain Mağarası Kazıları ile devam edeceğim dostlar.Sevgiyle kalınız.
........................
DÜNYANIN YAŞI VE İNSANIN ORTAYA ÇIKIŞI
Gece göküyüzüne baktığımızda yakamozlar gibi ışıl ışıl milyonlarca yıldız gözümüze çarpar.Bunların bir kısmı yaşayan yıldızlardır, bakınca göz kırparlar, bir kısmı da sönmüş yıldızlar veya gezegenlerdirki güneşten aldığı ışığı ayna gibi bize yansıtırlar.Dünyamızın varoluşu elbette evrenin varoluşu ile birlikte düşünülmek zorundadır ve Big Bang kuramı, bu güne değin evrenin varoluşuna ilişin en bilimsel kuram olarak kabul görmektedir.Buna göre evren yaşı beş milyar yılın üstündedir.
AY ÜSTÜNE BİR DENEME adlı yazımda dünyada ilk canlı türlerinin(amphibie`ler-hem karada hem suda yaşayabilen türler) oluşumuna çok kısa değinmiştim.
Uzaydan bakınca mavi bir portakal gibi gözüken dünyamız yaşamın ender rastlandığı gök cisimlerinin en güzelidir.Bu gün varlıkların canlı cansız yaşlarını ölçebilecek yöntemler, son derece gelişmiş bilimsel yöntemlerdir.
Radyoaktif metoda göre dünyamızın yaşı 3,5 Milyardan daha eski,ilk bitki örneklerinin sularda oluştuğu evre 340 milyon öncelerde , 310 Milyon yıl önce ilk balık türleri oluşmuş,300 Milyon yıl önce Amhibielerin balıklardan oluşumu ve yaşamın giderek evrilerek 200 Milyon yıl önce kurbağa kaplumbağa ve krokodillerin gelişimi izlemiştir.Hominoidlerin(İnsana yakın maymun türünün 30 Milyon yıl önce oluştuğu ve dik yürümesiyle beyin hacmi 500 santimetre küpten , 1500 santimetre küpe çıkıp, kafatasının gelişeceği statik denge durumu sağlanmıştır.İnsan tarafından yapılan ilk aletler 600.000 yıl öncesine dayanmaktadır.
YÜRÜYEN EN ESKİ HOMİNİDLER:
1)ZİNJANTHROPUS YA DA HOMO HABİLİS, 1960 -1964 Yılları arasında Doğu Afrika`da Kenya sınırları içinde Olduwai vadisindeki mağaralarda , ingiliz bilginlerinden L.S.B. LAKEY ve eşi tarafından yapılan araştırmalarda bulunmuştur.Amerika`da Berkeley Üniversitesi laboratuvarlarında Potasyum -Argon Metoduna göre yapılmış değerlendirmede kalıntıların ele geçirildiği volkanik kül tabakasının üst katmanlarının1.200.000- alt katmanının ise 1.750.000 yıl öncesine ait olduğu saptanmıştır.
2)PITHECANTROPHUS ERECTUS-JAVA ADAMI :
Maymuna benzeyen insan türü,veya insanımsı yaratık anlamına gelir.Hollandalı bilgin EUGENE DUBOİS tarafından Güneydoğu Asya`da Java Adasının kuzey-orta kesiminde Solo Nehri kıyılarında bulunan bu insanımsı yaratığın 550.000- 475.000 yıl öncesi yaşadığı saptanmıştır.
3)SINANTROPHUS PEKINENSIS (ÇİN ADAMI )Çinde Peking`in 42 km. güneybatısında çok eskiden büyük bir mağara, şimdi ise bir Vadi olan CHOUKOU -TIEN mevkiinde 1926- 1930 yılları arasında Kanada`lı bilgin D.BLACK ve Çinli Anatom PEİ tarafından bıulundu.Son incelemelerde Java adamı ile Çin adamının çağdaş olduğu ve ve her ikisinin aynı türdeki hominidin örneklerini teşkil ettiği anlaşılmaktadır.
İki ayağı üzerine yürüyen Çin adamının bulunduğu yerde ,kömür, kömürleşmiş kemik parçalarının bulunması ateşi kullandığının kanıtıdır. Dişleri üzerindeki araştırmalarda hem et hem sebze yediği anlaşılmaktadır.
Ayrıca Avrupada da hominid türleri bulunmuştur.Bunlar Homo Heidelbergensis,Homo Neanderthalensis, Homo Sapiens ve Homo Sapiens Recens adları verilmiştir.
KAYNAKÇA:ANADOLU UYGARLIKLARI-Ord.Prof.Dr.Ekrem AKURGAL
Gelecek yazıda kazılara geçebileceğiz.Saygılarımla.
.................
ANTALYA`NIN DİP TARİHİNE GİRİŞ
ÖNSÖZ
...tarih yazı ile değil,insanın dünyada göründüğü andan itibaren başlar.İnsanlık tarihini temelini teşkil eden `Diptarih` devirlerini ve eserlerini tanıtmak, bölgede onarılmakta olan anıtlar gibi buraları da korumak ödevlerimiz arasındadır...(Prof. Dr. İsmail Kılıç Kökten-1967 Karain Klavuzu`ndan.)
I-GİRİŞ=Taş Devirleri`nde İnsan- Çevre İlişkileri ve Kültürleşme:
İnsanı hiç kuşkusuz ki diğer canlılardan ayıran özelliklerin başında beyin kıvrımlarındaki gelişme gelir.El ile beyin arasında ince işbirliği sayesinde `HOMO FABER ` yani ``ALET YAPAN İNSAN ` dünya üzerinde varlık gösterebilmiştir.
Bu milyonlarca yıl süren pek de kolay olmayan çetrefilli bir yoldur.İnsan bu yolda ilerlerken nice çetin doğa olayları ile karşılaşmıştır.
Primat takımının zekaca en üst üyesi olan insan, öteki canlı türlerinden farklı olarak,beyninin özelleşmesi sonucu gösterdiği biyolojik ve kültürel evrimiyle yerkürede görülmeye başladığı 4.Zaman`ın iklimine ve doğal çevresine,yaklaşık 2(iki) milyon yıldan beri uyum sağlayabilmiş,genlerinin evrimi ve doğal ayıklanma sonucu türünü bu güne dek yaşatabilmiştir.(Alpagut,1982...85).
İnsanın gelişiminin
özellikle biyo -kültürel evriminin gerçekleştiği `Pleistosen` dönemine kısaca değinmekte yarar görüyoruz.Jeolojik Zaman`lardan IV.Zaman`ın (KUATERNER`İN) ilk bölümü olan bu periyotta dünyamızın iklimi bu günkünden çok farklıdır.Dönüşümlü olarak sıcak ve soğuk dönemlerin egemen olduğu çağa BUZUL ÇAĞI da denir.(Arsebük G. 1990...63)
Günz, Mindel,Riss, Würm adı verilen buzul ve buzularası dönemlerle bilinen Pleistosen Devirde-İnsan kültürlerinin evreleri PALEOLOTİK (Eski Taş Devri :Alt-Orta -Üst),MEZOLİTİK olarak ayrılır.Buzulların ilerleyip gerilemesi, o dönem fauna ve florasını önemli ölçüde etkilemiştir.Çevresine uyum sağlayamayan kimi türler azalırken, birçokları da yok olmuştur.Buzullar ilerlediğinde sıcak iklimin hayvan ve bitki türleri güneye doğru yer değiştirmişler, buzullar gerilediğinde ise soğuk iklimin hayvan ve bitki türleri kuzeye çekilmişlerdir.Buzulların bu hareketleri, IV.Zaman bitki örtüsünü sırasıyla,buz çölleri,tundralar, ormanlıklar, ve çöller biçiminde değişikliğe uğratmıştır.Öteki canlı türleriyle birlikte aynı iklim koşullarında ve aynı doğal çevrede yaşamış olan insanlar, çevrelerine uyum yapabildikleri sürece varlıklarını koruyabilmişlerdir.Bu sert iklim ve doğal çevre o devrin kültürlerini de etkilemiş, örneğin Alt Taş Devri`nde alet teknolojisinin evrimi oldukça yavaş olmuştur. (Alpagut, B. 1982...86).
İnsanlık tarihini başlangıç döneminde yaşamış olan bu günkü uygarlıkları kendilerine borçlu olduğumuz `PALEOLİTİK`bir başka deyişle ` Yotma Taş Çağı ` insanları,yalnızca taş ve kemiklerden ürettiklerialetlerden oluşan, son derece sınırlı bir teknik donatımla gerçekleştirebildikleri avcılık ve toplayıcılık eylemleri ile hayatlarını sürdürebiliyorlardı.Bu durum ise onları büyük ölçüde doğaya bağımlı kılıyordu.O nedenle de doğanın kendilerine sunduğu besin kaynakları ile yetinmek zorunda kalıyorlar ve bu kaynaklarda meydana gelen değişmelere paralel olarak da yer değiştirmek zorunda kalıyorlardı.Özellikle de av hayvanlarını göçlerini izleyerek onların peşisıra gidiyorlardı. Yalçınkaya , I. 1988...40)
Paleolitik insanları sert ve soğuk iklimden korunmak için mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınıyorlardı.Besinlerini avcılık ve toplayıcılıkla sağlayan bu insanlar, 20-30 kişilik küçük gruplar halinde ortak bir yaşam sürüyorlardı.Zamanla ateşi bulan ve yiyeceklerini pişirerek yemeyi öğrenen insanoğlu, soğuktan korunmak için hayvan postlarından yararlandı.(Alpagut, B.1982..86).Tabii ki ateşi kontrol etmeyi, yani bir anlamada taşımayı ve sürdürmeyi öğrendiğinden itibaren ısınmak için ateşten de faydalandı.
Buzul Çağları sonrası ısınan yerkürede iklimin yumuşamasıyla çayırlar bollaşmış,ormanlar düzlükleri kaplamış ve toplayıcılığa elverişli yörelerde nüfus birikimleri başlamıştı.MEZOLİTİK adı verilen bu kültür evresinde, avcılık yerini toplayıcılığa ve balıkçılığa bırakmıştır.Ormanların düzlükleri kaplamasıyla insanlar akarsu ve göl kenarlarında (Alpagut,B. 1982..88).ya da denize yakın yerlerde yaşamaya başladılar.Son Buzul (WÜRM) çağından itibaren yerküre ılıman iklime kavuşmuş ve bitki örtüsü zenginleşmiştir.Paleolitik, Mezolitik kültür evrelerinde besinlerini avcılık,toplayıcılık , balıkçılıkla elde eden insanlar Neolitik Dönem`de (YENİ TAŞ DEVRİ) yerleşik bir yaşam biçimi sürmeye başladılar.(Alpagut,B. 1982..88).Bu insanlığın ilk büyük devrimi bir başka deyişle ``TARIM DEVRİMİ `` de denen NEOLİTİK DÖNEM`dir
NEOLİTİK insanları, bitki ve hayvan türlerini biyolojik evrimini yönlendirmişlerdir.Akarsuların düzene girmesi ve deltaların oluşması tarıma elverişli topraklar hazırlamış,ancak tarım etkinliği yeryüzünün değişik yerlerinde değişik zamanlarda-doğal çevre ve iklim koşullarına bağlı olarak-ortaya çıkmıştır.Örneğin Anadolu`da Neolitik Kültürler Avrupa`dan çok daha önceleri başlamıştır.
Yerküre tabakaları arasında fosillerine rastlanan insan türlerini yaşadıkları çevrenin ve beslenme biçimlerinin onların anatomik ve morfolojik yapılarında birtakım değişikliklere yol açtığı görülmektedir.Örneğin Pleistosen devirden başlayarak insanın diş yapısında, diş sayısını azalması, oylumlarının küçülmesi biçiminde bir evrim görülmektedir.Dişlerin böyle küçülmeye başlamasında besinlerin pişirilerek yenmesi önemli önemli rol oynamıştır.Pişirmenin tarihi `HOMO ERECTUS``(İlk dik yürüyen insan)`a kadar inmektedir,ki bunun dolaylı kanıtı yine dişlerdir.Yiyeceklerin pişirilip yumuşak olarak yenmesi, dişlerin koparma ve çiğneme işlemlerini kolaylaştırdığından, diş boyutlarında ve alt çene kemik yapısında küçülmelere neden olmuştur.Yumuşak besinler çene kaslarına daha az yük bindirdiğinden, çiğneme kaslarına olan ihtiyaç giderek azalmış ve bu kaslarda küçülmeler meydana getirmiştir.Bu da kafatasını ve yüzün genel çevresinin yeniden biçimlenmesine yol açmıştır.Çiğneme kasları küçüldükçe, bağlı oldukları kemik yapısının boyutlarında da küçülme meydana gelirken, insanın yüzü küçülmüş, buna karşılık beyin kutusu genişlemiş ve beyin hacmi artmıştır.
Kültürel evrim ile beyin hacmi ve diş ölçülerini
_______________________________________________
değişmeleri arasındaki ilişki Pleistosen
_______________________________________________
Devir`den sonra yoğunlaşmaktadır.Dişlerin
_______________________________________________
morfolojisi ile orjinal boyutları, doğrudan
_______________________________________________
genetik kontrol altında bulunmaktadır.Demek
_______________________________________________
oluyor ki onların değerlerindeki bu değişimler
______________________________________________
GERÇEK BİR BİYOLOJİK EVRİMDİR.
________________________________
Ortadoğu`da M.Ö. 6000 yılları civarında çanak çömlek yapımını giderek yaygılaşması ve kullanılması yani besinlerin çeşitli biçimlerde islâh edilmesi ve besin hazırlama tekniklerinin geliştirilmesi, insanların diş morfolojisinde , diş boyutlarında ve bütün bunlara bağlı olarak altçene kemik yapısında önemli değişiklikler ortaya çıkarmıştır.Değişik beslenme yöntemleri ve besin hazırlama teknikleri, geçirilen hastalıklara, insanlarıninsanların yaşadıkları çevrenin kendi anatomik ve morfolojik yapılarına etkileri, genetik olarak benzer toplumlarda birbirinden farklı evrim basamakları gösterebilmektedir.(Alpagut, B. 1982..88-89).
İnsan ve doğal çevre arasındaki enerji ve madde alışverişi, canlılığın sürdürülebilmesi açısından çok önemlidir.(Alpagut,B. 1982..18).İnsanı tüm canlılarda olduğu gibi çevresinden ayrı düşünemeyiz.Taksonomik olarak PRİMATA takımına bağlanan insan III. ZAMAN`ın sonlarında bu takımın diğer üyelerinden ayrılmış ve kendi çizgisinde bu günlere dek gelmiştir.İnsanın geçmişine baktığımızda, belli bir noktadan sonra beyninin gelişimi sayesinde kültürü oluşturduğunu görüyoruz.Bunun için de önce iki ayağı üzerine kalkması gerekmiştir.O zamana kadar doğal çevreye bağlı olan insan bir anlamda doğaya kafa tutmaya başlamıştır.
Doğa Bilimleri temelde ``CANLI İLE CANLI ``, ``MADDE İLE MADDE ``, `` MADDE İLE CANLI `` arasındaki ilişkileri inceler.Bunun için de ``EKOLOJİ `` gibi çeşitli çalışma alanları doğmuştur.
İnsanın gereksediği enerji üretiminin miktarı, teknoloji, doğal çevre, nüfus artış hızı tarafından etkilenmektedir.Bu enerjinin çağımızda çok miktarda üretimi ve dağıtımı sırasında, toprak, su , hava gibi doğal çevreyi hızla kirleten sanayi artıkları,canlıların biyolojik yaşamına elverişli koşulları ortadan kaldırmaktadır.İnsan türünü geleceğini tehlikeye düşürecek, zararlı mutasyonlara yol açacak olan kötü birikimler yok olan diğer türler gibi insan türünün de tükenmesine neden olabilir.Bilinçsizce ekolojik koşulların değişmesine, çevre faktörlerinin canlılar üzerine olumsuz etkilerine izin verilirse EVRİM KURAMI `na göre tüm canlı türlerinin gelecekte yok olması olasıdır.Bu nedenle ÇEVRE-İNSAN ilişkilerinde üretilen enerjinin planlı bir şekilde üretimi ve dağıtımı zorunludur.(Alpagut, B. 1982..18- 19).
Belki de söylendiği gibi `` TARİH AFFETMEZ ``.Ancak benim bildiğim insan isterse kendini, tüm diğer canlıları, gezegeni,hatta tüm evreni sevgiyle kucaklarsa daha yaşanılası dünyalarımız olur... Bunun yolu bilmekten geçiyor gibi geliyor bana ve de ` ` AŞK ``tan.Bu gün bildiklerimizi ve borçlu olduğumuz yol göstericilerimizin ve benim çabalarım boşa gitmez umuduyla `` Tarihin diplerine`` iyi yolculuklar.
13 Kasım 1995
HÜSEYİN ÇAĞLAYAN -ANTROPOLOG
AÇIKLAMA:Değerli arkadaşım antropolog Hüseyin Çağlayan ile müştereken 1995 yılında bir müşterek proje başlatarak Karain Mağarası hakkında ayrıntılı bir kitap yazmaya karar vermiştik.Ben kendisine o zaman sahibi olduğum Maki Tur Turizm Seyahat ve Otelcilik Şirketi`nin sahibi olarak fotoğraf çekimlerinde ve kitabın baskısında destek vaad ettim.Hayli birlikte çalıştık, kitap baskı aşamasına gelince, şirketim yurt dışında Körfez Krizinin etkisiyle gelen sarsıntıyı aşamadı ve çalışmalarımız yarım kaldı.İnşallah burada bu çalışmaların gerisini yayınlayarak, bilgileri toplumumuza kazandıracağız.
Gelecek yazımızın konusu; PALEOLİTİK`TE ENDÜSTRİ VE ALET KAVRAMI
Hepinize saygılar sunarız.
............................
PALEOLİTİK DEVİRDE ENDÜSTRİ VE ALET KAVRAMI
Paleolitikte(Eski Taş Devri) -teknik, endüstri ve alet- olmak üzere üç veri `UYGARLIK ` olarak adlandırdığımız bir kavramı nitelendirmeye olanak verir.Yontmataş kültürleri açısından endüstri , paelolitik insanın taş, kemik ve odundan yonttuğu düzeltili ya da düzeltisiz yonga ve dilgileri,aletleri,doğal
biçiminden yararlanarak kullandığı nesneleri,vurgaç,yumru,çekirdek, işlik yeri artıklarını ve döküntüleri, bir başka deyişle kültür tabakalarından ele geçen tüm verileri kapsayan bir topluluktur.(YALÇINKAYA , I. 1989.s: 7 )
Yazısız devirleri kapsayan Paelolitik` te özdeksel izlerin ve insan uğraşının yorumunda en güvenilir ve en kalıcı belge taştan şekillendiririlmiş ve işlenmiş aletlerdir.Toplumsal bir ürün olan alet,Paleolitik açıdan belirli bir ya da daha fazla işlevsel amaca yönelik olarak odun, kemik ve taştan değişik şekillerle yönlendirilmiş ve işlenmiş parçalardır.Özelliklle bu parçaların yapımı insanın kendini tanımlamak için kullandığı ölçütlerden en önemlisini oluşturmuştur ve alet yapımının insanı hayvandan ayıran ölçülerden biri olduğunu vurgulamak üzere ``HOMO FABER `` deyimiyle tanımlamıştır. (Yalçınkaya ,Işın-1989. s:7-8)
Alet, insanla birlikte düşünülmesi gereken, insandan soyutlanması doğru olmayan bir şeydir ve alet yapımı da yalnızca insanlara özgüdür.Bazı maymun türlerinin de alet yaptıkları, son zamanlarda ileri sürülmektedir.Örneğin şempanzelerin ince dal parçalarını adeta olta gibi kullanarak bunları beyaz karınca yuvalarına soktukları ve dalların ucuna takılan karıncaları da tek tek yedikleri gösterilmektedir...Fakat olaya nesnel açıdan bakıldığında, şempanzelerin alet yapma düzeyleri görsellikle sınırlı kalmaktadır.Ayrıca alet yapmak ve sadece onu kullanmak farklı iki kavramı ortaya koymaktadır.Bu canlıların yaptıkları (daha doğrusu kullandıkları) aletler hemen halledilmesi gereken bir soruna yöneliktir.İnsan elinden çıkma en eski aletler dahi görselliğin ötesinde olup, zihinsel bir amaçları vardır.Bazı gözlem ve kazanılan deneyimler sonucunda, örneğin şempanzeler tarafından gerçekleştirilen küçük değişiklikler- bir dalın yapraklarından temizlenmesi-bir yana bırakılacak olursa, gerçek anlamda alet yapımı bir insan uğraşıdır.(ARSEBÜK,G.1990.s:34, Yalçınkaya, I. 1989.s: 8 )
Hayvanların doğa içindeki ilksel gereksinmelerini karşılayabilecek organları vardır,oysa insan bu organlardan yoksundur.Yani herhangi bir çevrede hiçbir donatım olmaksızın yaşamlarını sürdürebilecek kadar gelişkin bir vücut yapısına sahip değillerdir.(Yalçınkaya,I.1989.s:8 )İnsanın oldukça sınırlı gövde yeteneğine karşın,büyük çetrefilli bir beyni vardır, bu beyin geniş kapsamlı ve çok nazik bir sinir siteminin özeğini oluştrur...Demek ki doğa insana , gövdesine oranla oldukça bir beyin sağlamıştır,insan bu beyinle kendi kültürünü yaratır...İnsanlar ve gelişim çizgimizin başındaki atalarımız iki gözle iki gözle tek bir resim görürler, oysa öbür memli hayvanlar iki görürler.İki gözün algıladığı görüntüleri birleştiren odak gereği kas duyuları,nesneleri, yalın ve düz göreceğimiz yerde, gerçek somut nesneler olarak (stereoskopik) görmemizi ve uzaklık,yakınlık ve derinlik yargısını sağlar.Bu yetenek olmasaydı, alet yapımı için el ve parmakların becerisi yetersiz kalırdı.İnsanın en kaba Taş Çağı (eolit) aletinden deprem yazar(sismograf) gibi en duyarlısına kadar türlü aletleri yapmasına olanak sağlayan, kusursuz uyumlu, ama bilinçaltına yerleşmiş el ve göz işbirliğidir.Böylesine bir işbirliği sinir sisteminin en nazik dengesi ve büyük beyindeki yolların çetrefil bağlantısı sonucu oluşur.(Childe,G.1988.s:25-26)
Görüldüğü gibi alet yapımı bir bakıma el ile ayak arasındaki ince işbirliğini gerektirir. Bunun için de öncelikle ellerin serbest kalması, ellerinin serbest kalması için de iki ayağı üstünde dik durması gerekir.Bu da BİYO-KÜLTÜREL EVRİMLE mümkün olabilir.Güven Arsebük, insan-alet ilişkilerini insanın evrimsel gelişimi ile yakın bir ilişkisi olduğunu vurgulamak üzere çeşitli yazarlardan alıntılayarak altı aşamada açıklıyor: ``Birinci aşamada, muhtemelen Pliosen ortalarında veya üçüncü çeyreğinde bir yerde, bazı hominidlerin çeşitli doğal nesneleri arada sırada alet olarak kullanmış olmaları ihtimali vardır.Bu ilk aşamada alet yapımından bahsedilemez, sadece alet kullanım söz konusu olabilir.
İkinci aşamada Pliosen sonlarında bazı hominidlerin çevrelerinden buldukları bazı doğal nesneleri yavaş yavaş aletlere dönüştürmeye başlamış olabilirler.Bu dönemde kullanılan hammadde daha çok odun ve kemik olduğu için günümüze kadar ulaşamamışlardır.
Üçüncü aşamada HOMO HABİLİS`in oluşturduğu en eski aletlere Oldowan türü ya da Yontuk çakıl aletler(çay taşı aletleri) adı verilir.Bu en eski aletlerin dahi insanın evrimsel ve zihinsel yapısına uygun olarak, önceden saptanmış bazı kurallara bağlı kalınmak suretiyle standart bir şekilde ve amaçlarına yönelik bir biçimde oluşturuldukları görülür.
Dördüncü aşamada ise HOMO ERECTUS`un belirli kurallara bağlı kalarak özel sorunların çözümüne yönelik çok farklı tü ve yöntemlerle aletler yaptığını görmekteyiz.
Beşinci aşamada ise daha gelişkin bir durumla karşılaşmaktayız.Bu dönemde hem NEANDERTHAL İNSANI`nın yaptığı gibi ana amaçlara yönelik özel aletlere ve hem de kısa bir dönem sonra karşılaşılan HOMO SAPİENS2lerinki gibi karmaşık alet örneklerine rastlanılmaktadır.
Altıncı aşamadaysa , insanlar karasabandan başlayarak giderek gelişen ve günümüzde de devam eden makinaları yapmaktadırlar.(ARSEBÜK,G. 1990. s:38-39). ``
.HAMMADDE
``Kaya kristali, kumtaşı, kalker, kuvars, kuvarsit, obsidiyen, bazalt, andezit,diorit, çakmaktaşı gibi kırılabilir kaya taş endüstrisi yapımında kullanıldığı bilinen bir gerçektir.YONTMATAŞ evrelerinde kullanılan bu kaya çeşitleri ve özellikle bazılarının kullanılmış olması hammaddenin bazı pratik deneyimler sonucunda seçildiğini göstermektedir.Teknik ve kültürel düzey ne kadar ilkel olursa olsun, taşın seçiminde karar verdirici bir takım etmenler vardır.bir mineral olan kuvars grubuna giren kayalar, kristalin kayalara göre daha fazla kullanılmışlardır.Bu kayalar geniş ölçüde SİO2 (Silisyumdioksit)taşırlar.İşleme ve yontma teknikleri için gerekli olan yapısal özellikleri de taşırlar.En ıralayıcı nitelikleri camsı oluşlarıdır.Bu gruba giren en önemli ve yaygın taş cinsi çakmaktaşıdır.Çakmaktaşı kuvarsın şekilsiz, çok ufak kristalli bir türüdür.
Bilinçli taş seçiminin en güzel kanıtı, aynı ortam içnde yukarıda belirtilen taş çeşitlerinin bir kaçının çakmaktaşı ile birlikte bulunması durumunda bu sonuncunun yeğlenmiş olmasıdır.Aynı gerçeği Karain Mağarası`nda saptıyoruz.Çevrede kireç taşlarını son derece bol olmasına karşın Karain Paleolitik İnsanı`nın büyük bir olasılıkla deniz ve akrsu kenarlarından toplandığı yumru ya da çakılların alet yapımında kullandığı görülüyor.(Yalçınkaya, I. - 1989 s:11) ``
HÜSEYİN ÇAĞLAYAN-ANTROPOLOG / Antalya- 1995
................................................................................................
Sevgili dostlar, gelecek yazıız KARAİN MAĞARASI ile devam edecek.Saygılarımızla.
....................
KARAİN MÜZESİ
Karain Müzesi`ne ulaştığınızda, sizi İbrahim amca sıcak bir merhaba ile karşılar.İbrahim Çavdar burada hemen hemen Karain`i araştırma tarihçesi kadar eskidir.Bu sevimli ihtiyar 20 Eylül 1966 dan beri Karain`i beklemektedir.Tarihsel, kültürel varlıklarımızın korunması adına gösterdiği özverili çabalar için teşekkürler İbrahim amca...
Şirin Karain Müzesi`nde sizi yıllarca süren çalışmaların ürünü buluntular karşılar.Bu buluntular, alt Paleolitik`ten Roma devrine kadar uzanır.Birinci vitrinde Paleolitik devirlerde avlanan hayvanlara ait dişler, boynuzlar, ve defans dişleri, kemikler yer alır.
İkinci vitrin alt Paleolitik taş aletlerinden örneklerle beraber antik fil(Elphas antigeus ) kemikleri, mağara ayısı (ursus spelaus) çene kemikleri ve dişleri, su aygırı(hippotamus) defans dişlerini içerir.III. vitrin Orta Paleolitik Mousterien I-II Taş Alet Endüstrisinden örneklere ayrılmıştır.Dördüncü vitrinde Üst Paleolitik Orinyasiye ı-II-III-IV ` ait taş alet endüstrisi örnekleri, kemik alet ve takı örnekleri sergilenmektedir.
Beşinci bölüm Cillalı taş, Kalkolitik ve Bronz devirlerinde yenen hayvanlar, tahıl taneleri ve meyvalar,boynuzlu hayvanlar,yumuşakçalar, etçil hayvanlar, incir, buğday,örnekleriyle doludur.Altıncı vitrien Cilalı Taş (Neolitik) döneme ait kemik bizler, ağırşak, seramik parçaları,taş aletler,öğütme taşı, Kalkolitik dönemin seramik kap -kacak, taş alet ve kemikler, Hellenistik ve Roma Devri ile ilgili buluntuları içerir.
Duvararda İ.Kılıç Kökten`in çizdiği illüstrasyon ve çizimler, bir köşede yine kökten`in yaptığı Neanderthal büstü, alet yapma ve kullanma tekniklerine dair çizimler, büyük Türkiye haritasındadiptarih buluntuları, buluntu ve yerleşim şekilleri yer alır.
HÜSEYİN ÇAĞLAYAN- ANTROPOLOG
ANTALYA-1995
.................................................................................................
AÇIKLAMA: Yukarıda Karain Müzesi bekçisi olarak adı geçen sayın ibrahim ÇAVDAR şimdi emekli olmuştur.Ne zaman bir turist grubu götürsem , biz Mağarayı dolaşıp gelene kadar çaylarımızı hazır ederek, geleneksel Türk konukseverliği ile bizlere sevgi saygı gösterip, hizmet eden muhterem amcamızı ben de sevgi saygı ve şükranla yâd ederim.
Hepinize saygılarımla...
Şaban AKTAŞ
26.08.2008
.........................
ANTALYA MÜZESİ PREHİSTORYA BÖLÜMÜ
Antalya Müzesine girdiğinizde sizi önce doğa tarihi seksiyonu karşılar.Buradaki üç camlı bölme Milyarlarca yıl süren canlı evriminin göstergesi olan fosillere ayrılmıştır.Kafadan ayaklılar, I.Jeolojik zamanın yüzücü yumuşakçaları, yassı solungaçlılar, mercanlar, derisidikenliler,delikliler,kolsu ayaklılar, balıklar ve bitkilere ait fosilleri görmek mümkündür.Buradan sola kıvrılıdığınızda Prehistorya Galerisi`ne gelinir.Bu galeri İ.Kılıç Kökten anısına düzenlenmiştir.Duvarda Kılıç Kökten`in çizdiği prehistorik av sahnesini anlatan illüstrasyon ve Neanderthal tasviri bulunmaktadır.Köşedeki vitrin Alt Paleolitik Kültürlere ayrılmıştır.İki yüzeyli el baltaları,yontuk çakıllar,mutfak artıkları,Aşölyen, Şelliyen Kültür kalıntıları ve taş çekiçlerle birlikte duvarda yongalama tekniğiyle ilgili çizimler sergilenmektedir.
İkinci vitrin Orta Paleolitik kültürlerinden Musteriyen -I ve Musteriyen -II`ye ait kültürel kalıntıları içermektedir.
Üçüncü vitrinde orta Paleolitik kültürlerin yaratıcısı Neanderthal Adamı tasviri, ve deri kazıyan Neanderthal adamı illüstrasyonu, bunların altında -7- Yedi adet kazıkla gerilmiş hayvan derisi o dönem insanın deriyi nasıl tabakladığını anlatmak üzere konmuştur.Duvarda taş aletlerin ne işe yaradığını gösteren resimler bulunur.Vitrinin en önünde Karain`in en önemli buluntularından bir olan Neanderthal Çocuğuna ait frontal (alın kemiği) parçası segilenmektedir.Paleolitik dönemin dev yaratıklarından mamuta ait büyük bir alt bacak kemiği ve defans dişi, aletlerden ön kazıyıcılar, mızrak uçları,çontuklular,günümüz aletleriyle karşolaştırılarak görsel zenginlik yaratılmış.
Dördüncü vitrin Üst Paleolitik kültürlere ayrılmıştır.Arugnacien I-II-III-IV ` e dair deliciler, mutfak artıkları, çeşitli aletlerin yanısıra Mezolitik dönem mikrolitleri bu vitrinde sunulmaktadır. Artık bu dönemde sanatın ortaya çıkmaya başladığını sergilenen eserlerden anlıyoruz:Taşınır sanat eserlerinden stilize figürin , çakıl taşı üzerine bizon çalışması, değişik boyutta ve çeşitte taşlar üzerine çiziktirilmişlerdir.Bu eserler bize ``Taş Devri `` diye tabir edilen dönmelerin insanının yüksek sanat duygularını göstermesi bakımından ilginçtir.
Beşinci Vitrin Karain Mağarası Orta ve Üst Paleolitik fosil hayvan kemiklerin yani Pleistosen fauna (hayvan topluluğu)`ya ayrılmıştır.Bunların içinde boynuzlular, domuzlara ait tusklar(Defans dişleri) ve alın kemiği parçaları, çeşitli hayvanlara ait parmak kemikleri, peçe, Vertebra(Omurga), kemik parçaları ve iki adet salyangoz sayılabilir.
Altıncı vitrin Karain Mağarası Geç Neolitik (İ.Ö. 6500- 5000) dönmein çanak çömlek parçaları, kemik iğne ve deliciler, ilk Tunç Çağı (3000-2000)` nın çanak çömlek, buğday incir kalıntılaruyla, obsidiyen dilgiler, Kalkolitik (5000- 3000) dönemin çanak çömlek, obsidiyen v.s. aletler, taş baltalar, kemik aletler, iğneler delicilere aittir.Bu vitrin bize artık tarımın başladığını, çanak çömlek yapımının yaygınlaşmaya başladığını göstermektedir.
HÜSEYİN ÇAĞLAYAN- ANTROPOLOG
1995- ANTALYA
.................................................................................................
Bu bahsedilen yerleri yerinde birlikte araştırdığımız saygı değer arakadaşım değerli bilim insanı antropolog Hüseyin Çağlayan`a huzurunuzda teşekkürü borç bilirim.İleriki safhalarda bu yerlere ait fotoğrafları da size sunacağız.Bu vesile ile okuyuculara, sevgili Edebiyat Defteri yazar ve şairlerine saygılar sunuyorum.
Şaban AKTAŞ
26.08.2008 -ANTALYA
.....................
KARAİN MAĞARASI HAKKINDA AYRINTILI AÇIKLAMALAR
Karain Mağarası Antalya`nın 30 km. kuzeybatı kuzeyindeki Merkez kazaya bağlı Yağca köyü sınırları içindendir.Toros Dağ Silsilesi`ne bağlı Şam ya da Katran Dağı`nın kalkerli doğu yamaçları üzerindendir.(Kökten,İ.K. 1967, s:5, Yalçınkaya,I. -1988, s:39)Katran dağının bu doğu yamaçları üzerinde bir de fay hattı bulunmaktadır.Kalkerli yapı içlerine işleyen sularla içeride boşluklar oluşmasına neden olmaktadır.Bu boşluklar eğer yamaçlara yakın yerlerde olursa ve bir de böyle fay zonu varsa çökmeye elverişlidir.Böyle çökme durumunda Karain ve çevresindeki irili ufaklı mağaralar gibi bu doğal barınakların oluşmaları ve ve ağızlarının açılması mümkün olmaktadır.(Yalçınkaya, I.1988..s:39)
Karain ve çevresindeki mağaralar (Kızılini, Mustanini,Sırtlanini,Çarkini, Öküzini,Koyunini, Güvercinini v.s.)1946-1958 yıllarında Prof.Dr.İsmail Kılıç Kökten tarafından tesbit edilmiştir.1974 yılında aramızdan ayrılan bu değerli araştırıcı ömrünü Anadolu Diptarihi`ni araştırmaya adamıştır.Bakın 1967 tarihli kendi kaleminden çıkma ``Karain Klavuzu``nda bu mağaraya duyduğu heyecanı nasıl anlatıyor.
``Bu mağara şimdiye kadar Anadolu`da incelediğim mağaraların hepsinden daha sürekli iskan edilmiştir.Karain Mağarası gibi Eskitaş (Paleolitik )Orta ya da Arataş (Mezolitik), Yenitaş (Neolitik) devirlerini, Kalkolitik, Bronz ve daha sonraki çağları sürekli olarak aydınlatan bir mağaraya rastlanmamıştır.Bütün duvarları kitabelerle kaplı,içinde su depoları, yapı kalıntıları bulunan ``İndağı Mağarası `` ,dibinde su akan, diptarih (Prehistorya) öntarih (Protohistorya) eserleri ve fosil insan iskelet kalıntıları çıkarılan``Kadıpınarı `` veya `` Kadıini Mağarası ``( ALANYA), Dengel Köyü (MARAŞ) mağaralarından içinde çağlayanlar ve göller bulunan ``Galeblikini `` ve çevresinde kazı yapılan mağaralar, Karain kadar verimli çıkmamışlardır.`` Kökten, İ.K. 1967..s:6-7 )
Karain Mağarasının içinde bulunduğu çevre koşulları mağaranın iskan tarihi açısından çeşitli özellikler göstermektedir.Mağaranın ağzı güney -güneydoğuya açılmış olup dünyada örneğine az rastlanan geniş bir traverten ovasına bakmaktadır.Karain`den yaklaşık 1 km. uzaklıkta bulunan bir yamacın eteğinde bol su veren karstik kaynaklar bulunmaktadır.(Yalçınkaya, Işıl. 1988..s:40 )Dünyanın bir çok yerinde Paleolitik yataklar ancak mevsimlik iskan izleri verebilmektedir.Oysa Karain`in içinde bulunduğu ekolojik özellikleri, Yontma Taş Çağının başlangıcından klasik çağlara kadar burayı insanların kesintisiz bir biçimde mekan tutmalarına olanak tanımıştır.Karain barınak olmaya çok elverişlidir.Yüksekte oluşu, yukarıda saydığımız bulakların çevresinde bulunuşu,yabani meyve ağaçlarının, yenir yabani köklerin ve sebzelerin,hayvanların çokluğu insanları devamlı olarak bu yöreye toplamış ve tarih boyunca bu verimli yerlerde kalmalarını sağlamıştır.Bu Paleekolojik(eski çevre bilimsel ) çerçeve içinde insanın hayatını sürdürebilmesi için çok büyük önem taşıyan bu kaynakların bulunması, burasını iskan edebilme açısından imtiyazlı bir alan haline getirmiştir.Zaten bu durum mağaranın arkeolojik tabakalarından ele geçen çok sayıdaki hayvan ve bitki fosillerinden de kolayca anlaşılmaktadır.(Yalçınkaya, I.1988..s:41,Kökten,İ.K.1967 ..s:7)
Antalya bölgesinin hatta Anadolu tarihini kavramak ve tam bir bilgiye sahip olabilmek için ziyaretçilerimiz işe Karain`den başlamaları gerekir diyen hocamız İ.Kılıç Kökten`e katılmamak olası değil.Çünkü bu günkü konforlu hayatlarımızı insanlaşma sürecinin başındaki atalarımıza borçluyuz.Hepimiz önünde sonunda ``Nereden geldik ? `` sorusunu yaşamımız sorar ve yanıtlar aramaya çalışırız.Kronolojik olarakta ilk basamaklarda yer alanbilim daha doğrusu gerçek aşkıyla çalışan bilimadamlarının gün ışığına çıkardığı bu mağara öncelikle ziyaret edilmeli gibi geliyor bana.Bu arada Karain Mağarasına gitmeden önce Antalya müzesini öncelikle Karain köşesine dikkat edilmesini sağlık veririm.
Karain Mağarası, 1946 yılında İ.Kılıç Kökten`in o sıralarda öğrencisi olanProf. Dr. Fikret Ozansoy ile birlikte, Gurma köyü mağaralarına yaptığı bir gezi sırasında saptanmıştır.Aynı yılda araştırmacı tarafından, çok sınırlı imkanlar içinde başlatılan kazılar, 1973 yılına kadar çeşitli aralıklarla sürdürülmüştür...
Söz konusu yıllar arasında çevre araştırmaları da gerçekleştiren Kökten, Karain`in çevresinde yer alan kalkerli tepelerin yamaçlarında irili ufaklı bir çok mağarayı gün ışığına çıkarmıştır.Bu mağaralar arasında özelllikle Öküzini Çarkini ve Kızılin iskan izleri vermiş olup üst paleolitik görünümlü endüstrileri içermektedir.Tüm bu buluntu yerleri ve bunlardan elde edilen iskana ilişkin buluntular Karain çevresini Paleolitik çağ boyunca, insanın yaşamasına elverişli ekolojik koşulları taşıdığını ortaya koymaktadır.``
( Yalçınkaya,I. 1986..s:21-22)
Karain Kazıları, 1985 yılı Eylül ayında, mağaraya yıllarını vererek onu Türk ve Dünya bilim alemine kazandıran, Prof. Dr.İsmail Kılıç Kökten`in öğrencisi değerli öğretmenimiz Prof. Dr. Işın Yalçınkaya tarafından yeniden başlatılmıştır.(a.g.y...21-2-dipnot 2 )
Mağaradaki kazılar Yalçınkaya`nın bilimsel sorumluluğunda halen devam etmektedir.( VIII. 86`dan itibaren Kazı sonuçları toplantıları, -Sempozyumları-Bildirileri.).
KARAİN`İN İNSANLIK TARİHİNDEKİ ÖNEMİ:
ŞİMDİLİK YURDUMUZDA HİÇ BİR MAĞARADA KARAİN`DE GÖRÜLEN ARKEOLOJİK KATLAŞIM VE KRONOLOJİK SÜREKLİLİK GÖRÜLMEMİŞTİR.
Bu durum ,yalnız ülkemizin kültür tarihi ve değerleri açısından değil, aynı zamanda Dünya, özellikle de Yakındoğu Diptarihi için de büyük bir anlam taşımaktadır.Zira büyük uygarlıkların yer aldığı Avrupa`nın büyük bir kısmı, özellikle kuzeyi,....4.Zaman`ın ilk ve uzun dönemi olan Pleistosen`de buzullarla kaplı idi ve buralarda ilk insanların devamlı olarak iskan edebilecekleri alanlar son derece sınırlıydı.Oysa anadolu, bugün insanlığın beşiği olarak bilinen Afrika gibi, bu buzul takkesini dışında kalıyor ve böylece insan atalarını yaşamasına elverişli alanları içeriyordu.İşta Karain Mağarası, Paleolitik Çağın her aşamasında insanın Anadolu`da yaşayabileceğini kanıtlayan merkezlerin başında gelmektedir.Ayrıca bu durum, Anadolu`da da Afrika kadar eskiye inen insan kalıntı ve kültürlerinin bulunabileceğinin de bir göstergesidir.
İnsanlık tarihinin başlangıcındaki süreç içinde mağara,alt Yontmataş`tan başlayarak, Orta ve Üst Yontmataş evreleri , Neolitik, Kalkolitik,Eski tunç gibi Protohistorik Çağlar`da da ve Klasik Çağ`da da insanlar tarafından sürekli iskan edilmiştir.bunu doğal bir sonucu olarak da kalın bir ``Kültür Dolgusu `` içermektedir.Türkiye de araştırılan mağaraların bir çoğunda toprak dolgusu 70 cm. ile 5 m. arasında değişirken Karainde kalınlık 11 metreyi bulmaktadır...
...Mağarada en uzun süren ve en önemli yerleşme, günümüzden ortalama 2000.000 yıl ile10.000 yıl arasında gelişmiş olan Yontmataş çağı ile ilgilidir.Bunun, başlangıçtan; günümüzden 140.000 yıl öncesi arasındaki kısmı Altpaleolitik`e, 140.000 ile 40.000 yılları arasındaki kısmı Orta Paleolitik`e, 40.000 ile 10.000 yıl arasındaki dönem ise Üst Paleoltik`e aittir.Görüldüğü gibi insanlık tarihini en uzun süren dönemi Alt Paleolitik tir.Orta Paleolitik`ten üst Paleolitike doğru çıktıkça süre kısalmaktadır.Esasen, insanlık tarihinde en eski dönemlerden daha ilerlemiş dönemlere çıktıkça kültürel ve teknolojik gelişmenin hız ivmesinde büyük bir artış görülmektedir.Nitekim, paleolitik teknoloji yerini milyonlarca yıl sonra neolitik teknolojiye bırakmıştır.oysa petrole dayalı bir enerjini yerinielli yıl gibi kısa bir süre içinde atom enerjisine dayalı bir teknolojiye bırktığını biliyoruz.bu gelişme daha da kısa süreler inerek devam etmektedir ve edecektir.Bu durum, kültürel birikimin doyum noktasına ulaşması ile doğrudan bağıntılıdır.Şu halde neolitik teknoloji ile birlikte insanlığın yerleşik hayata , dolayısıyla üretime geçişi, onun tarihini uzun süreci daha dün kadar zamanımıza yakındır.Bugün Anadolu `daki arayışımız, burada yaşayan insanların, insanlık tarihinin bu geniş başlangıç uzanımının hangi sınırlar içinde yer aldığıdır.Bu bakımdan yapılacak iş son derece önemli olup, boyutları da sanıldığından büyüktür.`` (Yalçınkaya , I.1988..s: 45-46 )
KARAİN İNSANLARI VE BIRAKTIKLARI İZLER:
Karain buluntuları Antalya, Karain ve Anadolu Medeniyetleri Müzeleri ile A.Ü.Dil Tarih Coğrafya Fakültesi`ndeki Profesör Işın Yalçınkaya başkanlığındaki PREHİSTORYA ANA BİLİM DALI`nda bulunmaktadır.(Yalçınkaya, I.1989...s:2)Buluntulara geçmeden önce, Paleolitik Dönemler için endüstri ve alet kavramının ne anlama geldiğinden söz etmekte yarar var, daha sonra da Karain insanlarının bıraktığı taş alet endüstrisi ile birlikte, kemik aletler-eşyalar, sanat eserleri, bitki ve hayvan, ateş izlerive Karain insanının kendisine ait fosil kalıntılarından bahsedilecektir.
HÜSEYİN ÇAĞLAYAN- ANTROPOLOG
1995-ANTALYA
..................................................................................................
SEVGİLİ DOSTLAR,
BU YAZININ YAZILDIĞI TARİH 1995 YILIDIR. O GÜNDEN BU YANA MAĞARA TARİHİ ÜZERİNDE YAPILAN ARAŞTIRMA VE İNCELEMELER, KARAİN MAĞARASINDA İNSANIN YERLEŞİM BAŞLANGICININ, GÜNÜMÜZDEN 500.000 YIL ÖNCESİNE KADAR GERİYE GÖTÜRÜLEBİLECEĞİNE İLİŞKİN, BU YIL AKDENİZ MEDENİYETLERİNİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜNCE ( AKMED ) DÜZENLENEN KONFERANSLARDA BİLİM ADAMLARI VE ARAŞTIRMACILAR TARAFINDAN AÇIKLAMALARDA BULUNULMUŞTUR.
SAYGILARIMIZLA.
ŞABAN AKTAŞ
26.08.2008
.........................
KARAİN`E GİDİŞ
1)Antalya - Burdur karayolu izlenerek Kepez adı verilen Antalya`nın hemen kuzeyindeki ilk platoya çıkar çıkmaz ,bir kilometre kadar sonra sola saparak ,eskiden Yeşilbayır olarak bilinen şimdi ise Döşemealtı ilçesi sınırları içinde kalan yoldan Yeniköy istikametine ilerleyiniz.Yeniköy`ü bitiminden sonra Kırkgöz su kaynakları (Pınarbaşı)nın olduğu yöne ilerleyip,tekrar Yağca köyüne sola sapak noktasında Karain levhasını göreceksiniz(6 km.)İlerleyip yolun Çığlık köyüne ve Termessos antik kentine giden devamı ile çatallaştığı noktadan sağa Yağca köyüne sapınız, köy içinden geçerek köyün dışında dağın eteğindeki Karain müzesine kadar devam edip , müze önünde otoparkta kalınız.
Antalya`ya Burdur istikametinden gelenler için ise,925 rakımlı Çubuk Boğazını bitip de tam Döşemealtı ovasının başladığı yerde sağa doğru Kırkgözhan Kervansarayına ait levha izlenir.Buradan Pınarbaşı`ından (Kırkgöz su kaynakları) Yeniköy istikametine giderken yine Yağca köyü yol sapağına gelince Karain (6 km.) levhası ile karşılaşırsınız,bu kez sağa dönüp Yağca köyünde Karain`e rahatlıkla ulaşırsınız. Yanlışlıkla Termessos istikametine geçmeden sağa Yağca köyü içine girilmelidir.Binek otomobil otobüs ulaşımına elverişli bir yoldur.
2)Antalya- Korkuteli karayolu takibedilirse, antalya Kepez platosu başlangıcından Korkuteli- Denizli levhası izlenir yaklaşık 20 km. kadar sonra Termessos antik kenti yol sapağına gelmeden sağa (Karain - 12 km. )levhasını görürsünüz.Buradan devamla otantik bir Döşemaltı yörük köyü olan Çığlık içinden geçerken halı dokuyan,tarlada çalışan kadın ve erkekleri izleyerek Çığlık köyü bitiminde Yağca köyüne ulaşırsınız.Köyün içinden, dağın dibini izleyip Karain Müzesine gelirsiniz. Mağara dikey doğrultuda müzeden 150 m. yukarıdadır.Dağa basamak basamak gidiş yolu düzenlenmiştir. Dinlenerek 20 dakikalık bir yürüyüşle mağaraya çıkılır. Yanınızda içme suyu bulundurmanız ve spor tip sağlam ayakkabı giymeniz tavsiye olunur.Mesai saatleri dışında Karain ve müzesi ziyarete kapalıdır.Mağara içinde elektrikli aydınlatma mevcut olmakla birlikte bir el feneri yanınıza almanız şayan-ı tavsiyedir.
Şaban AKTAŞ
YORUMLAR
Değerli fikirlerin sahibi değerli bir insansınız. Yazınızı daha sakin bir kafa ile okuyacağıma kendime söz veriyorum:)
Karşıma bilime saygı duyan insanlar çıksınyeter ki. Çünkü Tanrı küçücük beyinlerimize bazı şeyleri anlamamız için biraz ilim irfan sokmuş ama hala 1500 yıl önce ki zihniyete sahip insanlar.
BU konuda katıyım, sizi de bilime saygılı bir insan olarak görünce azınlığımızdaki varlığımıza seviniyorum
Evet evrim vardır ... bunu görecek beyne sahip olduğum içinde Allah'a şükrediyorum:)
Günaydın Şaban Bey,
İlave yazınızı da dikkatle okudum. Oldukça yararlı bilgiler edindim. Teşekkür ederim. Başarılarınızın devamını dilerim.
Selam ve saygılarımla.
Şaban Aktaş (Homerotik)
...
''Anadoluyum ben/ tanıyor musun/ Beşikler vermişim Nuh'a
Havva anan dünkü çocuk sayılır.''
Ahmed Arif...
Hoşgeldin Anchiornis huxleyi, seni bekliyorduk!, Evrimde Eksik Halkalar Birbir Tamamlanıyor
Çin’de paleontoloiji yakın tarihinin en parlak “evrimsel buluşu” gerçekleşti: Ünlü evrimbilimci ve Darwinci Thomas Henry Huxley, Evrim Kuramı gereğince, 19.yy’da, dinozorlarla kuşlar arasında bir geçiş türü olması gerekir diye ona ilk kez işaret etmişti. 1916 yılında da Danimarkalı araştırmacı Gerard Heilmann «Kuşların Kökeni» adlı eserinde evrim teorisine dayanarak böyle bir hayvanın olacağını tahmin etmiş ve üstelik tahmini bir resim de çizmişti. Arkeopiteriks (Archaeopteryx), bu öngörüleri gerçekleştiren ilk “uçan dinozor” oldu!
Eksiksiz ilk Archaeopteryx, ya da Darwin’in deyişiyle “garip kuş” iskeleti, “Türlerin Kökeni” adlı yapıtın yayımlanmasından iki yıl sonra, Almanya’nın Solnhofen bölgesinde bulunmuştu. O tarihten bu yana da evrimsel açıdan bir tür anomali özelliğini korudu.
Son on onbeş yılda bulunan göz kamaştırıcı tüylü dinozorlar ise, Teropod adıyla bilinen küçük bir dinozor grubunun, nasıl ilk kuşların ortaya çıkışına yol açtıklarını açıkça ortaya koyuyor.
Ancak bulunan bu örneklerin neredeyse tümü Kretas dönemine uzanıyor. Bir başka deyişle, bunlar Archaeopteryx’ten en az 20 milyon yıl daha gençler. Jura dönemine ait teropod fosili kayıtları pek zengin olmadığından, kökleri Archaeopteryx’ten öncelere uzanan tüylü dinozorlar konusunda da kesin bir bilgi bulunmuyor.
Archaeopteryx’ten yaşça büyük bir tüylü dinozor türünün en yakın örneği olan Pedopenna, 2005 yılında Moğolistan’ın iç kesimlerinde bulundu. Ancak iç Moğolistan çökelinin yaşı konusunda kesin bir görüş olmadığı gibi, Pedopenna’nın da bir olasılıkla Archaeopteryx’ten biraz daha genç olduğu düşünülüyor.
ARANAN “KUŞ” BULUNUYOR
Gelgelelim, geçen yıl Çin’in fosil tarlası olarak bilinen Tiaojishan oluşumunda Xu Xing ve arkadaşları tarafından bulunan ilk tüylü dinozor örneği olan Anchiornis huxleyi hiç de öyle değil. Kısa bir süre önce tamamlanan çalışmalar 34 santimetre uzunluğunda ve 110 gram ağırlığında olduğu düşünülen bu dört kanatlı yaratığın köklerinin 161 ile 151 milyon yıl öncesine dayandığı (dolayısıyla Archaeopteryx’ten daha yaşlı olduğu) ve dinozorlardan kuşlara uzanan evrim sürecinde çok önemli bir aşama olduğu belirtiliyor.
Adını Yunanca “kuşumsu, kuş benzeri” anlamına gelen Anchiornis ve kuşlarla dinozorlar arasındaki evrimsel bağa ilk dikkat çeken dirimbilimcilerden biri olan Thomas Henry Huxley’den alan Anchiornis huxleyi küçük, tüylü ve dört kanatlı yeni bir tür kuş fosili.
Bu türün dört bacağının da iyice gelişmiş tüylerle kaplı olması, fosil on yıl önce bulunmuş olsaydı bir olasılıkla garipsenirdi. Ne var ki, son yıllarda eskivarlıkbilimciler tarafından elde edilen bulgular, dört-kanat düzeninin ilk kuşlarda ayrıksı bir durum olmaktan çok, vazgeçilmez bir koşul olabileceğini ortaya koyuyor- hem 2003 yılında bulunan Microraptor’un, hem de Pedopenna’nın tüylü arka bacakları olduğuna dikkat çekiliyor.
Anchiornis’i bulan Beijing’deki Omurgalı Eskivarlıkbilim Enstitüsü araştırmacılarından Xu Xing, “Güncel veriler dört-kanatlı düzenin muhtemelen bir zamanlar dromaesaurid’leri (Microraptor’u içeren dinozor ailesi) ve troodontid’leri (Anchiornis’in ait olduğu dinozor ailesi) içine alan Paraves grubunun temelinde evrildiğine işaret ediyor,” diyor.
Xu, yeni bulgunun “kuşların evrim sürecindeki kritik bir aşamadan” kaynaklandığını ve bir olasılıkla daha uzun, daha güçlü ön kanatların (sonuç olarak) evrilmesi sonucunda arka kanatların gereksiz duruma geldiğini de sözlerine ekliyor.
BACAKLARI UZUN
Anchiornis’in üçgen biçimindeki kafatası öteki troodontid’lerle ortak çeşitli özellikler taşıyor. Yine öteki troodontid’ler gibi, Anchiornis’lerin de çok uzun bacaklı oldukları görülüyor. Ön bacaklarının uzunluğunun arka bacakların toplam uzunluğunun %80’ine eşit olduğu belirtiliyor. Uzmanlar bu özelliğin ilk kuşlardakine benzer bir özellik olduğuna, uçuş için uzun bacaklara gereksinildiğine dikkat çekiyorlar.
Bu da, türün çok iyi bir koşucu olduğunu gösteriyor (ancak bacak, ayak, hatta parmaklardaki yoğun tüyler bunun işlevini yitirmiş bir özellik olabileceğine işaret ediyor, çünkü koşucu hayvanların bacaklarındaki tüylerin çoğalmak yerine azalma gösterdiği görülüyor). Anchiornis’lerin ön bacaklarının çok uzun olması genellikle kısa kollu olan troodontid’ler arasında pek rastlanmayan bir özellik olmakla birlikte, dromaeosaurid’lerle ilk kuşları andıran ve akrabaları arasındaki temel (“ilkel”) konumunu öne çıkartan bir özellik.
Bulunan ilk Anchiornis örneğinde yalnızca bedenin korunmuş bölümünde belli belirsiz tüy izlerine tanık olunmasına karşın, çok daha iyi korunmuş durumdaki ikinci örnekte tüylerin de hemen hemen tümden korunmuş olmaları araştırmacıların tüy yapısı ve dağılımı konusunda çok daha sağlıklı bilgilere ulaşmalarına olanak tanıdı.
PARLAK BİR “PARÇA”
İlk uçucu türlerde olduğu gibi, Anchiornis’in de kola ve ele iliştirilmiş (tıpkı günümüz kuşlarındaki gibi) tüylerden oluşan büyük kanatları ve uçma tüyleriyle kaplı arka bacakları vardı. Bu ikisi ön ve arka kanat düzenini oluşturuyordu. Anchiornis’in ön kanadı 11 birincil ve 10 ikincil tüyden oluşmaktaydı.
Microraptor’un tersine, Anchiornis’in birincil tüylerinin uzunluğu aşağı yukarı ikincil tüyler kadardı ve bunlar daha yuvarlak, kıvrık ama bakışımlı merkezli bir kanat oluşturmaktaydılar. Bu özellikleriyle Anchiornis, daha gelişkin akrabası Microraptor’a kıyasla, daha az gelişmiş bir aerodinamik yeteneğe sahipti.
Kuzey Carolina Üniversitesi paleo-ornitoloji uzmanlarından Alan Feduccia bulunan bu yeni fosil türünün “ilk kuşların evrimiyle ilgili son derece karmaşık yapboza göz kamaştırıcı bir parça eklediğini” belirtiyor.
Araştırmanın ayrıntıları 23-26 Eylül 2009 tarihleri arasında İngiltere‘deki Bristol Üniversitesi’ne bağlı Omurgalı Eskivarlıkbilimciler Derneği (Society of Vertebrate Paleontologists) tarafından düzenlenen konferansta bilim dünyasına sunuldu.
Rita Urgan, Kaynaklar: Nature, New Scientist/ Cumhuriyet Bilim Teknik
Alıntı Kaynağı: Tabut.Net
(Balta)
Aktaş (Homerotik) Aktaş diyor ki:
10 Ekim 2009, 09:41 (Düzenle)
4.4 milyon yıllık bulgu evrime ışık tutacak mı?
- Etiyopya’da 1994 yılında ortaya çıkarılan bir iskeletin, insanın evrimleştiği “insansılara” ait, bulunan en eski bulgu olduğu belirtildi.
Science dergisinde 11 ayrı çalışmayla aktarılan iskeletin, 50 kilogram ağırlığında, 1,22 metre boyunda olan ve ormanlık bir bölgede yaşadığı anlaşılan bir dişi insansıya ait ve 4,4 milyon yıllık olduğu anlaşıldı. Ardipithecus ramidus adıyla sınıflandırılan canlının iskeleti, bulunan 125 kemik parçasının birleştirilmesiyle ortaya çıkarıldı.
Daha önce bulunmuş olan ve “Lucy” adı verilen en eski insansı iskeletinden 1 milyon yıl daha yaşlı olduğu anlaşılan ve “Ardi” adı verilen iskeletin, insanın evrimine ilişkin yerleşik bazı kanıları da değiştirebilecek önemde olduğu kaydedildi.
ABD’nin Kent Eyalet Üniversitesi’nden antropolog C. Owen Lovejoy, bu bulguyla, “insanın şempanze benzeri bir canlıdan evrilmediğini,” fakat “insan ve şempanzenin ortak bir atadan geldiklerini” ortaya koyan deliller elde edildiğini” savundu.
Kaliforniya Üniversitesi İnsan Evrimi Araştırma Merkezi müdürü Tim White da açıklamasında, “bulduğumuz ortak ata değil ama bulabildiklerimiz arasında, ortak ataya en yakın olanı” dedi.
White, insan ve şempanzelerin ortak atalarının 6-7 milyon yıl önce yaşadığının sanıldığını ifade etti. White, maymun, şempanze soyunun ve insan soyunun ayrı ayrı evrimleşerek bugüne geldiklerini, ortak atadan ayrılmadan sonra birbirinden bağımsız olarak evrimleştiklerini söyledi.
Harvard Üniversitesi Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi paleantropoloji yöneticilerinden David Pilbeam da “insan evrimi çalışmalarına ilişkin en önemli keşiflerden biri” ifadesini kullandı.
Ardi, Etiyopya’da daha önce de bitki ve hayvanlara ait çok sayıda fosilin keşfedildiği Araf vadisinde bulundu.
Ardi’nin üst dişlerinin bugünkü maymunların uzun ve keskin dişlerine değil, daha çok günümüz insanının küt dişlerine benzediğini, bunun da Ardi’nin diyetinin ağırlıklı olarak “meyve ve kabuklu yemiş gibi, ağaçlarda yetişen ürünler olduğu” anlaşıldı. Ardi üzerinde yapılan çalışmalarda, el ve ayak yapısının, bu insansının ağaçlara tırmandığını ancak zamanının büyük bölümünü yerde geçirdiğini gösterdiği anlaşıldı.
Ardi’nin pelvis ve kalça kemikleri, bu insansının dik yürüdüğünü gösteriyor. Ayakları, dik yürümeye olanak verecek biçimde. Ancak ağaçlara tırmanmasına da yardım edebilecek kadar büyük ayak parmaklarına sahip.
(aa)
Kaynak:Düşeyazanlar.com
Aktaş (Homerotik) Şaban Aktaş diyor ki:
17 Şubat 2010, 22:43 (Düzenle)
EVRİMİN KAYIP HALKALARI BİR BİR TAMAMLANIYOR
Yeni türe, 200 yıl önce doğan ve “Türlerin Kökeni” adlı baş eserini 150 yıl önce yayımlayan ünlü doğa bilimci Charles Darwin’in isminden esinlenilerek, “Darwinopterus” adı verildi.
Uzmanlar, yeni türün, tartışmalı bir evrim tipi olan “modüler evrim” konusunda ilk açık kanıtları sunduğunu belirterek, Çin’in kuzeydoğusunda bulunan 20 yeni fosilin, uçan sürüngen pterozorların ilkel ve daha gelişmiş olanlarıyla benzerlikler taşıdıklarını söyledi.
Bilim adamları, şimdiye dek bu yaratıklardan iki belirgin grubu biliyorlardı. Uzun kuyruklu ilkel pterozorlar ve daha gelişmiş olan kısa kuyruklular arasında fosil kayıtlarında büyük bir boşluk bulunuyordu.
Yeni bulunan fosillerin bu evrim zincirinin kayıp halkası olabileceğini belirten araştırmacılar, kafası ve boynuyla gelişmiş pterozorlar gibi olan ve şahini andıran Darwinopterus’un iskeletinin geriye kalan kısmının daha çok ilkel olanlarına benzediğini kaydetti.
Paleontologlar, bu yaratığın, doğal seleksiyonun, bir özelliği değil tümden bütün özellikleri çabucak değiştirdiği modüler evrim denilen evrim tipine kanıt olabileceğini belirterek, bu türün uzun çenesi ve keskin dişlerinin bulunduğu gagasıyla, diğer türleri yakalayıp öldürmekte usta olduğunun tahmin edildiğini söyledi.
Araştırmalarını, Proceedings of the Royal Society B. dergisinde yayımlayan bilim adamları, 160 milyon yaşındaki fosillerin, ilk kuş Archaeoptery’nin ortaya çıkışından 10 milyon yıl öncesine tarihlendiğini belirtti.
Pterodaktil de denilen pterozorlar, 65 ila 220 milyon yıl önce yaşayan uçan sürüngenlerdi.
…
hürriyet
Alıntı:Düşeyazanlar.com
Aktaş (Homerotik) Aktaş (Homerotik) diyor ki:
09 Nisan 2010, 16:37 (Düzenle)
İnsanın evriminin daha önce keşfedilmemiş bir halkasına ait fosiller bulundu. Güney Afrika’da yeni bulunan hominid türü, hem insansı maymunların, hem de insanın ilk atalarının bazı özelliklerini taşıyor. Bu fosillerin insan evrimine yeni bir ışık tutabileceği belirtiliyor.
Güney Afrika’da bir mağarada bulunan ve şimdiye kadar tanımlanmamış iki insansı (hominid) fosilinin, kendi türümüz olan Homo sapiens’in evrimine ışık tuttuğu açıklandı. Keşfi yapan bilimcilerin yayımladıkları bulgulara göre Australopithecus sediba adı verilen tür, soyumuz olan insan cinsinin ilk türleriyle bazı ortak özellikler taşıyan, iki ayakla dik yürüme becerisine sahip.
Güney Afrika İnsan Evrimi Enstitüsü araştırmacılarından Lee Berger yönetimindeki uluslararası bir ekipçe bulunan fosiller, türe ait neredeyse tam bir iskelet oluşturuyor.
Malapa Mağaraları diye adlandırılan çoğu çökmüş mağaraların birinin dibindeki taşlaşmış tortullardan ayıklanan kemikler, 20’li yıllarının sonlarında ya da 30’larının başında bir dişiyle, 13 yaşlarında olduğu sanılan ergen bir erkeğe ait.
Bilimadalarını asıl heyecanlandıran, bulunan kafatasındaki dişlerin küçüklüğü ve dik yürümeye uyarlanmış leğen kemikleriyle bir insan gibi yürümeye, hatta belki de koşmaya olanak sağlayan uzun bacaklar. Bunlar Homo cinsinin ilk türlerinde görülen özellikler.
Antropologlar, türün güney Afrikalı insansı maymun ile insan soyunun ilk atalarından olan Homo habilis arasında bir geçiş formu adayı olabileceği düşüncesinde.
Lee Berger, keşfin önemini “Bu fosiller bize insan evriminin yen bir bölümüne olağanüstü ayrıntılı bir bakış sağlıyor ve hominidlerin ağaca bağlı bir yaşamdan , toprak üzerinde yaşama kararlı bir geçiş yaptığı o kritik döneme bir pencere açıyor” sözleriyle dile getiriyor.
Güney Afrika’daki bir mağarada bulunan iki iskelet parçası, insan öncesi döneme ait bir türü temsil ediyor. Bu fosillerin insan evrimine yeni bir ışık tutabileceği belirtiliyor.
ALINTI:http://www.ulusalkanal.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=14023:evrmde-br-halka-daha-afrkada-bulunan-yen-tuer-blmadamlarini-heyecanlandirdi&catid=7
…
15Nis
Aktaş (Homerotik)kapatYazar: Aktaş (Homerotik) Ad Soyad:: Şaban Aktaş (Homerotik)
Site:
Hakkinda: Şaban AKTAŞ ve Homerotik rümuzuyla sitelerde yazıyor. Yayımlanmış kitabı yok.Yazarin Eserlerine Bak (741)
Kategori
Alıntı Eserler
Bilimsel Araştırma Yazılarınız
Yerel ve Ulusal Basından Edebiyata Dair Haberler
EVRİMİN EN ÖNEMLİ HALKASI
0
YARI PİRİMAT YARI İNSAN İSKELET BULUNDU! EVRİMİN EN ÖNEMLİ HALKASI BULUNMUŞ OLDU
Cuma, 09 Nisan 2010 10:20 bilim
Bilim dünyası insan ile primat arası bir türe ait olan iskeletin bulunması ile birlikte hareketli günler yaşıyor.
Güney Afrika’daki bir mağarada bulunan iki iskelet parçası, insan öncesi döneme ait bir türü temsil ediyor. Bu fosillerin insan evrimine yeni bir ışık tutabileceği umuluyor.
“Australopithecus sediba” adlı, yeni sınıflandırılan bir türe ait olan kemiklerin, 8-9 yaşında genç bir erkek ile 20′li veya 30′lu yaşlarında yetişkin bir dişiye ait olduğu, bu türün dik yürüdüğü, insan evriminin “Homo türleri” aşamalarının başlangıcındaki türlerle birçok ortak özelliğe sahip olduğu belirtildi.
Science dergisinde yarın yayımlanacak makaleye göre, “insan öncesi” veya “insansı” olarak adlandırılan bu türe ait fosillerin 1,78 milyon ile 1,95 milyon yıl arasında değişen bir yaşa sahip olduğu sanılıyor.
Güney Afrika’da Johannesburg’da bulunan Witwatersrand Üniversitesinden Lee Berger, 2008 yılı Ağustos ayında bulunan fosillerin öneminin anlaşılması üzerine, aynı yerde bulunan, ancak henüz sınıflandırılmayan başka fosillerin de önemli keşifler olması umudunda olduklarını söyledi.
Bulunan fosillerin, insan evriminin “kayıp halkası” olduğu şeklinde kesin ifadeler kullanmaktan kaçınan Berger, “Ancak buluntular, Homo (insan) türünün ilk üyelerinin ortaya çıktığı dönemde neler olup bittiğini anlamamızı sağlamaya yönelik önemli katkılar sağlayacak” dedi.
Berger, “Australopithecus sediba”nın insansı türlere geçişe ait çeşitli türler mozayiği içerisinde önemli bir halka olduğunu ifade etti. Bu aşamada, insansıların ağaçlara bağımlılıktan da kurtulduğu ve yerde yaşamaya başladığı tahmin ediliyor. Berger, bulunan türün, “iki ayak üzerinde yürüyebilen maymunsularla insansılar arasında bir geçiş türü olduğunu” ifade etti.
Birçok uzman, insan türünün, 2 milyon yıl önce “Australopithecus” türlerinden evrilmeye başladığını düşünüyor. “Australopithecus afarensis” adı verilen sonraki bir türe ait iskelete “Lucy” adı verilmişti. Yeni bulunan fosil, Lucy’den 1 milyon yıl daha yaşlı. “Homo sapiens2 adı verilen modern insanın, biri de “Lucy” olan “Australopithecus2 sınıfı türlerden milyonlarca yıl önce ayrıldığı düşünülüyor.
Bu türler uzun kollu, kısa güçlü elli, insan gibi koşabilmesine olanak sağlayan uzun bacaklı canlılar. Bulunan her iki fosilin de 1,27 metre boyunda olduğu sanılıyor. Genç olanın beyninin 450 santimetre küp olduğu tahmin edildi. Modern insan beyninin hacmi 1200-1600 santimetre küp arasında değişiyor.
Mağaradaki çalışmalara katılan, Avustralya’nın James Cook Üniversitesinden Paul Dirks, bu bölgede en az 25 türe ait başka fosillerin de bulunduğunu, bunlar arasında kılıç dişli kediler, kahverengi sırtlan, vahşi köpek, at ve antilopların bulunduğunu kaydetti.
AA
Alıntı:[email protected]
Böyle bir bilimsel çalışmayı aktardığınız için sizi kutluyorum. Çalışmalarınızda, tarihin aydınlatılmamış bir bölümünü gün yüzüne çıkarmanızı diliyorum. İlk insanlarla (Maymunumsu insanlar-insansı maymunlar-) ilgili olarak, sizin alıntılarınızla
bendeki yabancı yayınlara dayalı kitaplarda oldukça fazla çelişki gördüm. Karain Mağarası'ndaki buluntuların 500 000
yıllık olabileceğine (kanıtlar ayrı), edindiğim bigilere göre inanıyorum.
Başarı dileklerimle selam ve saygılarımla.