AMELE (Son)
Ertesi sabah yeniden çalışma alanlarına gitmişler, yorucu bir tempo altında döktükleri her ter damlası ile güçlerini yavaş yavaş tüketmeye başlamışlardı. Aniden bir patlama sesi ile irkildiler. İnşaat alanındaki bütün işçiler önce birbirlerine soran gözlerle bakmışlar, ne yapacaklarını bilmez bir halde, bir diğerinde cevap aramışlardı.
Neden sonra, inşaatın arka tarfındaki koşuşturma dikkatlerini çekti. Yaptıkları işlerini bırakıp birbirlerini takip ederek, yavaş yavaş toplanan kalabalığa karıştılar.
Zafer ne olduğunu anlayabilmek için önünde biriken yığını iteleyerek ön taraflara geçmeye çalışıyordu. Kalabalıktan yükselen;
“Ambulans çağırın… polis yok mu?...” haykırışları, merakını daha da kamçılamış, olanları öğrenebilmek için kalabalığın telaşına katılmıştı.
Toplananları yardığında yerde uzanan bir beden gördü. Yanına vardığında ne yapacağını şaşırdı. Süleyman, bir kan gölünün ortasında, gözleri kapalı ve titreyen bembeyaz dudaklarıyla uzanmış yatıyordu. Çevredeki çığlıklara farkında olmadan kendisi de katılıp;
“bir ambulans çağırın !” diye bağırmaya başladı. Zafer’in sesiyle birlikte gözleri aralandı Süleyman’ın. Zafer yalvaran gözlerini çevrede gezdiriyor;
“Allah aşkına bir doktor bulun !” feryatları, yüreğinden kopup kulaklarda çınlıyordu.
Süleyman’ın elini kolunda hissedince perişan, çaresiz bakışlarını bu yeni tanıdığı, ama kardeşi yerine koyup candan sevdiği arkadaşına çevirdi.
“Süleyman iyi misin ?… korkma Süleyman… korkma iyileşeceksin” diyerek üstüne eğildi. İncitmekten korkar gibi nasırlı, kararmış ellerini merhametle arkadaşının yüzünde gezdiriyor, gözlerinden Süleyman’ın yüzüne damlayan gözyaşlarını parmağının ucuyla siliyor, arada bir sabırsız bakışları, hala gelmek bilmeyen doktoru, kalabalığın içinde arıyordu.
Süleyman, arkadaşının kolunu biraz daha kuvvetle kendine çekince, söylemek istediği bir şey olduğunu anlayan Zafer, yüzünü daha fazla yaklaştırdı. Bir taraftan;
“yorma kendini” derken, bir taraftan da söyleyeceği şeyleri duyabilmek için kulağını arkadaşının yüzüne yaklaştırdı. Süleyman’ ın elini cebine sokup bir şey çıkarmaya çalıştığını fark edince gözleri ile arkadaşının elini takip etti. Cebinden yıpranmış, biraz da buruşmuş küçük bir resim çıkartıp uzattı Zafer’e. Yavaş yavaş gücü tükeniyor, nefesi boğazından hırıltıyla çıkmaya başlıyordu. Zafer’in ruhunu yitirmiş ellerine doğru uzattı resmi.
“Bu…” dedi, zorlukla konuşarak, “ oğlum…” çektiği acı yüzüne yansıyor, acıdan mı korkudan mı titrediği belirsiz dudakları daha da beyazlaşıyordu.
“Abi…” dedi dudak titremelerine bulaşmış nefesiyle. “Sahip ol… emaneti sana…”
Cümlesi bitmiş miydi, yoksa nefesi mi yetmemişti. Gözleri daha çok açıldı, rengi daha bir beyazlaştı Süleyman’ın. Başı Zafer’in dizlerinin dibine düşmüş, parmak uçları ayrılmak istemezmiş gibi resmin ucuna tutunmuştu.
Uzaktan yaklaşan ambulans sirenleri Zafer’in kulaklarında çınlıyor, ruhu bedenine tutunamayıp yiten arkadaşı için göz pınarları bir sel olmuş damla damla Zafer’in yanağından, Süleyman’ın cansız bedenine düşüyordu.
Kalabalığın hareketlenmesinden doktorların geldiğini anladı. Son bir bakışla Süleyman’ın erken çökmüş çehresini süzdü gözleri. Tanımadan sevdiği bu arkadaşının bakışlarında son bir can kırıntısı aradı. Gözleri Süleyman’ın canıyla beraber parmak uçlarından kayıp düşen resmi aradı. Emaneti yavaşça alıp cebine koydu.
Gündüz yaşanan büyük telaşın üstünü karanlık örtüp, bütün nefesler uykuya daldığında, Zafer yaşadıkları barakanın küf kokulu duvarlarına sırtı dayalı bir çuval gibi yığılmış, kendiyle baş başaydı. Dudaklarından sessizliğe iki kelime düştü;
“Söz Süleyman söz. Oğlun, önce Allah’a sonra bana emanet evellallah…”
YORUMLAR
Bu öykü benim için farklı bir anlam taşıyor. Sebebi bende saklı kalsın.
Acı bir final. İşçiler ve memleketimiz...Çok duygusal bir anlatım seçmişsin. Hele bu bölümde duygu yoğunluğu daha fazla gibi geldi bana.
İkinci seri de bitmiş oldu. Ya nasip yenilerine sevgili Reyya.
Kutluyorum.
reyya
hatalarım çok olsa da biraz daha iyi miyim sence ?
Aynur Engindeniz
Biraz değil çok daha iyisin....
Seni de kalemini de seviyorum.