- 759 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
İlk On Son Saatlerim
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Uyanış:
İlk üç saatten sonraki beş saat
Bir anda okyanuslar çekiliyor damarlarımın üzengisinde, vücudumda günbatımı sertliği, kabzası olmadan kalkıyor yukarı coşkuyla tüfekler düşlerimden kaçarcasına. Kurtuluyor hemen, asi rüzgar yanağından makas alıyor toprağımın ve uğultusuyla kirlendiğimi hissediyorum. Tekrar çamur döşeli beyinlere mahlep sürüyor ayaklarım ve bata çıka ilerliyorum nankörlüğün def edildiği, bütün duyuların özgür bırakıldığı bu diyarda. Damlıyor, duyuyorum kulak kesilip. Tenimin karanlık çizgilerini kötüleyenler bir araya geliyor sanki. Asıl karanlık fikirler, yetmeyen yürekleriyle düşünmeden sevmemeyi tercih edenler değil mi? İçime doluyor yağmur gibi. Tanelerini sayamıyor derimdeki açıklıklar, kapısı olmayan bir ev gibi itiraz hakkı olmadan kıvranıyor beynimin ince köşesi ama gelmesinler diyemiyor. Taşana kadar damlamaya devam ediyor sonra. İstemeden güçleniyorsam bile aldırış etmeden kapatıyorum ellerimi. “Hayır. Tekrar çalmayacaksın” diye telkinde bulunsam bile ruhum öylesine dinlenmiş ki, uzakta beslediği yüzlerce ilham sıyrılıyor omuzlarından. Mani olmak ne mümkün! Sırf onlar istedi diye kendimi sil baştan kullandırmaya hazırlanıyorum adeta ve gözlerim açılıyor yavaşça. Kum tanelerinin dolmasına müsaade etmeden sayısız kere kırpıyorum, doldukça şişen umutlarım gövdemi sürüklüyor. Ağırlık nefesime sirayet etmeden tekrar tutunuyorum hayata. Tırnaklarımın içine dolan çamurları ayıklamadan sımsıkı kavrıyorum toprağı ve kalkıyorum. Evet, kan işe yaradı. Ağzım şekersi bir tatla perçinlenip geceye günaydın demek için açılıyor sonuna dek ve hemen akabinde doyumsuz bir oksijen banyosu: Özlemişim!
Alkalin:
İlk üç saat
Soykırımdan arta kalan güzel kızı güçlükle zapt ediyordu Pulcinella. Yarasa kuşatmasını delen zırhını gösterişsiz kılacak bir özgüvenle sarılıyordu karanlığa. Ormanın iç bağlayıcı tonlamalarından eser kalmayan gaip saatlerinde, yıldızların su tabancalarından çıkan küçük püskürtmelere teslim etmiş olmalıydılar vicdanlarını. Sert bir tavırla kolundan çekip sürüklemeye devam etti kızı sonrasında. Yeşili unutup sadece çamurun dilenci tavırlarının haşır neşir olduğu bacakları kaşınıyordu güzel kızın. Ama “Dur” demek gelmedi içinden. Gönülsüz de olsa Pulcinella’nın zor kullanması hoşnut ediyor gibiydi. “İyi ama neden şimdi? Sabahı beklesek...” Pulcinella bir an koyuluğa bulanmış gözlerini suya tutmuştu sanki: “Olmaz. Hitoichi’yi düşün. He an biraz daha geç kalmış olmamız mümkün.” Genç kız körpecik tenini dikenlerin fırsat düşkünü kollarından hızla sıyırmaya çalışsa da her kaçışta daha çok darbe alıyor ve bembeyaz bacakları kırmızı çiziklerle doluyordu. Kıstı gözlerini iyice ve uykusunu ödünç alan melodinin ölümsüzlüğüyle yalpaladı. Biraz histeri ve sonrasında ilk defa endorfinsiz bir karşılama... Pulcinella daha sert biçimde çekti bu kez, neredeyse omzuna kadar sahiplenerek suyun içine soktu. Ufak ve hareketsiz bir dereydi belki lakin gecenin zarfına girdiği vakit muhteviyatı meçhul olduğundan hayal gücü koca karı masallarını dile getiriyordu sanki. “Beni takip et ve yavaş bas olur mu? Taşlarda yosuna sarılmış olabilir” dedi Pulcinella. Kurbağanın kabadayılık yapması dışında kesik su hışırtısı eşlik ediyordu güvensiz adımlarına. Ayak bileklerinde kaşıntı bırakan uzun bir şeritle gelmişti ayrılık ve tekrar çamurun istilasına uğrayarak yolun sonuna kadar mırıldandılar. “Neydi o melodi? Ah. Hiç unutamıyorum biliyor musun? Unuttukça çoğaldı içimde.” Tutkuyla çekiştirmeye devam etti kızı. “O sesle aşık olmuştum ilk defa. Sevginin hikayesini yazmıştı sözleri olmadan upuzun... İçini ben doldurdum. Biliyordum bir gün tüm melodiler bana gelecek. Tarif ettiği gibi aşkla örtünecek şu izbe hallerim. Biliyorum o aşkın en saf, katkısız hali.” Bir müddet daha yürüdükten sonra Pulcinella durdu bir toprak kabartısının önünde ve yüzünü hem aya hem de güzel kıza döndü aynı anda. Sonra cebinden tüpleri çıkarttı ve “İşte vakit o vakit. Şahitsin. Sana olan tüm sözlerimi onun flütüne yazıyorum şimdi. O gelirse ve bende bir gün göremezsem bilin ki elimden geleni yaptım” dedi nefesini tutarak. Sonra elindeki tüpleri teker teker boşalttı toprağa. Ve kan toprağa karıştıkça genç kız örttü üstünü, sonra ellerini dolaştırdı Puchinella’nın yüzünde: “Bende aşık olmak istiyorum. Hemen şimdi.”
Kulaklarımı Örtmeyi Unuttum:
Son iki saat
Ne ilk yaptığım beste ne de sonrasında aşkın en sorumsuz halleri beni bu denli heyecanlandırabilmişti. Güneşle tekrar yüzleşmek ve unutmaya yüz tuttuğum çiçek kokuları. Niçin hayatın üzüntülü yokuşlarında bırakmışım kahramanları? Veya aşık olurken hep bir gün ölmeyi sokmuşum kafamın en ücra köşesine? Oysa güzel olan bittiği yerden yeniden başlamakmış hem de daha büyük bir kudretle. Aydınlık hem de çok aydınlık bakıyordum gökyüzüne. Bulutları ardıma almadan ve hiç mi hiç uzaklaşmadan mavilikle yürümeye koyulmuştum ana cadde üzerine ilmeklenmiş bir pastane köşesine. Evden bağımsız vakit geçirmenin keyfini yeni yeni soluyan bir çocuk havasına bürünerek her şeyin tadına bakıyordum sonrasında. Biraz cıvıltı, yer yer neşemi alıp geçmişe götürme çabasında kararlı beynimin sınır tanımayan soruları ve sonrasında iri benekli bir nokta işareti olan kalıpsız kahkahalar... Tıpkı yüreğim gibi yaklaştıkça çoğalıyorlardı oysa ben uzaklaşıyordum onlardan.
Gözlerim olmadan yalnızca kulaklarımı göndermiştim masalarına misafirliğe. Oğlan hararetli cümleler içerisinde anlatıyordu ve yanında arada bir laf bölen kız sesi. Sevgili olma ihtimalleri hayli yüksek diye geçirdim içimden ve pür dikkat kesildim doğacak bütün cümlelerine. Kız bir anda bölmüştü konuyu: “Neden geldik sanki buraya? İlla ki burası neden? Dönüp dolaşıp mecbur muyuz sabahları aynı noktaya gelmeye?” Oğlanın ses ton telkin doluydu kızın aksine: “Peynirlerini seviyorum. Tüm şehri dolaşmam gerekmiyor üstelik. En iyisini buracıkta bulabiliyorum.” Genç kız memnuniyetsizlik belirterek sevgilisiyle baş başa geçirdiği dakikaları rezil etmek yerine onu anlamaya çalışıyordu. Birden içinde engin bir merak oluştu. “Anlamıyorum hayatım. Hangisi güzel bunların? Peynir... Bu kadar ehemmiyetli mi senin için?” Genç adam kısa süreli bir öksürüğün pençesinde bir müddet boğuştuktan sonra sesini olağan itibarlı haline kavuşturmasını bilmişti. “Peynir bir sanattır. Onunla yüzleşmek farksızdır edebiyatı kabullenmekten. İlk önce seçmek için bir lokma tadarsın şarküteriye gittiğinde. Dikkat! Dilinin ucuyla damağının tavanına kadar yaymalısın. Sonra tüm dilinde gezdirip bir süre beklemeye mecbur. O ilk aldığın tat ne kadar karşı koyabiliyor nefesine? İşte püf noktası. Esas peynir tadını yitirmez çabucak. Üzerinden birkaç dakika geçse bile aynı kıvamın yankılarını hissedersin damağının ıssız yokuşlarında. Şiir de böyledir, müzik de, resim de... Kaliteli olan ölümsüzdür. Bunu anlamak için bir müddet bekletmelisin dimağında. İlk dokunuşun sert etkisiyle beğenmemek cahilliktir sadece.” Genç kız bir yana kulağıma çarpan bu sözler var oluş ve hatta ikinci gelişimin özetiydi adeta. Bir an mutluluk duymuştum, sebebini tam manasıyla bütünleştiremesem de kendimle, yeryüzünün bir köşesinde benim gözlerim ikinci bir sahip bulmuştu kendisine. Kalabalıklaşan düşüncelerimin arkasına gizlenmeden tekrar oğlana uzattım kulaklarımı. “İşte bu. Gravyer. Pek çok kimse nefret eder alışık olmadığı için. Farklı bir kültürdür ama en saf, en kaliteli peynir. Hiç kir, leke tutmaz. Dilediğin kadar uğraş yoğunluğunu korur. Ve sen şimdi ilk ısırıkta beğenmesen de tadının zamanla ağzında azalmak yerine çoğaldığını fark edeceksin. İşte sanat...”
Yeni bir aşk şarkısı yazmak için tekrar ölmeyi beklememem gerektiğine işte bugün karar verdim. Flütümün gözleri yoktu belki ama ben kulaklarımı örtmemiştim ve neticesi ölüm bile olsa ilk defa pişman değildim duyduklarıma.
Not: Bu yazı edebiyat sitesinde de yayınlanmıştır.
YORUMLAR
kardeşim bir şifre çözücüye ihtiyacım var yada ruh halım uykuda
yarı anladım yarı anlamadım ama seni görünce çok sevindim hoş geldin
devamını bekleriz ha şiirlerinide
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
her zamanki gibi okumaya başladım mı
satırın sonunda buluyorum kendimi / yine sürükledin değerli kalem
kalemi bırakmayın o sizi, siz onu seviyorsunuz...
gününe çok yakışmış yine... tebriklerimi bırakıyorum, saygımla
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Bir daha...
Yeni bir aşk şarkısı yazmak için tekrar ölmeyi beklememem gerektiğine işte bugün karar verdim. Flütümün gözleri yoktu belki ama ben kulaklarımı örtmemiştim ve neticesi ölüm bile olsa ilk defa pişman değildim duyduklarıma.
Ben topuklarımı dizlerimin arkasına vurarak çıkıyorum sayfanızdan ...pes...Zeka işi....
Tebriklerimle...
Canan Korkmaz tarafından 7/7/2011 3:27:28 PM zamanında düzenlenmiştir.