- 847 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Mutlu Ölüler
Zamanın ganimetlerinden payımıza düşeni almak istiyorduk. Azca zamanımız vardı, birde bu azcalığın içinde yaşanmasını “gereklilik olarak” gördüğümüz ganimetler. Atlasın üzerinde; “kapalı gözün gezdirdiği parmakla belirlenen ülkelere gitmek, adının verildiği bir sokaktan geçmek, limon tadında rom’larla şenlenmek, bir kıta da fil üstündeyken; turuncu ışıklı ağaçların arasından kendini keşife çıkmak, başka bir yerde 200 sene dinleneceğinden emin olduğun bir şarkıyı bestelediğin hissine kapılmak gibi, gerekliliği olan şeyler.
Çok şey istemeyi; “normal hayatın gereklilikleri” olarak gördüğümüz düşüncelerimizle, az imkanlara sahip olduğumuz dünyada yaşıyorduk. Bu karışımla hayatın değişik bir tarafında olduğumuzu belirleyen şey genellikle çevre olurken(hepimiz aynı düşlerleyken ve bu düşleri çevre mahvediyor diyorken, yani hepimizin şikayet ettiği “çevrenin gerçekciliği” olayıysa, kim bu çevre? ), her yalnız kaldığımızda zamanın ganimetlerine nasıl saldıracağımızı planlıyorduk. Zaman; çok kişinin savunduğu “bir aynı boyutla” işlerken, ganimetlerden istediğimiz pay artıyor, eee haliyle arttıkça savaşmamız gereken şeyler de çoğalıyordu. Adına yetişkinlik demediğimiz bir savaşın ortasında, adına yetişkinlik demeyi asla istemeyeceğimiz davamızla; (yani ganimetlerin artmasıyla, tatminlik miktarının azalmasının doğru orantısı ve buna asla yetişkinlik demeyeceğimizin aklı başındalığı demek) adı “hissetmek ve inanmak için yaşamak herşeyi” olan kılıcımızı sıyırıyorduk hayalkabzasından. Gerçekliğe savuşturdukça kılıcımızı , biz ölüyorduk bir kısım gerçekliğe göre. Haliyle haklıydı kendine göre gerçeklik, “içinde bizi barındırdığını ve tek kanıtı olduğumuzu ve bizim onu yok etmeye çalıştığımızdan” bahsederken.
Birşeyler ölürken, bizim gözümüz kapalıydı.“Hangi gerçekliğe göre biz ölüyorduk” çıkış noktasıydı gözümüzün kapalılığının. Sadece ruhumuzu saran hayalsi bir kalkanla, zamanın ganimetlerinden avuçlayabildiğimizi avuçluyor, anılar sandığına kaldırıyorduk her yakaladığımız yaşanmışlığı. Bizim için hayatın içinde olmak ve dolu dolu yaşamdan kalan izler taşımak, herşeyden daha çok önemliydi. İyi savaşılmış bir haklılığın ardından, asaleti, kendi duruşumuzu korumayı severdik.
Zamanlar böyle geçerken bugüne geldiğimizde, benden; bu yaşananların nereye çıktığını, sonuçlarının ne olduğunu, ilerde ne olacağını tahmin etmemi vb. gibi şeyleri istediğini biliyordum. Elbette birşeyler kazanıp bir şeyler kaybetmişken, sana birşeyler anlatabilmeyi bende isterdim; belki de bu sefer daha derine bakmaya gerek olmadan.Çünkü biz sadece böyleydik belkide.Çünkü; sevmekle sevmemek arasında, şikayete olan ölçümüzün ne olduğunu bilmeden , aslında tüm herşeyle (sivrilikle değişmesini istediğimiz şeylerde dahil buna), bir mutluluk payımızın olduğunu düşünmeye başladım son zamanlarda.Ve ölümü.. Ve ölümün ardını.
En azından,şimdi ölsek bile hissetmeye değer çok şey yaşadığımızın memnuniyetini bırakırız ardımızda.. Ve yaşarken saygı duymayan çevre (bunaklar) şereflendirir, zamanın ganimetlerinden çaldıklarımızı. Anlaşılırken kıymeti eylemlerimizin çoktan ölmüşlüğü, zamanın hırsıdır sadece ölümümüz, çaldıklarımızın çokluğunda…
İşte böyle. Bir sonuç bekliyorsan benden, ihtiyacın varsa olanlara ve olacak olanlara, birşey diyemem. Tesellimi bilmem, çıkar dudaklarımdan bir kaç parça saldırıdan kalan altın ganimetli kelimeler;
“Ne olur yani” derim kendi kendime ; “en fazla mutlu ölülerden oluruz bizde artık…”
Çünkü küçük de olsa kendi hikayemizi yaşadık..
“Ne olur yani derim kendi kendime..”en fazla mutlu ölülerden oluruz bizde artık…”
Kırmızı Kurbağa
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.