- 833 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Maskeli Balo...
“...Yaktım gemilerimi,
Dönüş yok artık geri,
Tak etti canıma bu maskeli balo,
Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri...”
Bu şarkı bu aralar sıkça dilime dolanır oldu. Aslında bu işe başladım başlayalı nedense sıkça da söyler oldum.
Neden olduğunu da biliyorum aslında...
Çok fazla ikiyüzlü insan gördüm. Daha doğrusu insanların maskelerini çıkartıp attıkları anları ve zaten maskesiz olan insanların kamera gördüğünde cebinden bir sürü maske çıkartıp masaya yaydıktan sonra özenle birini seçerek takmasına şahit oldum.
Geçen gece aynanın karşısında oturup, elimde duran maskelere bakarken düşündüm. Her gün yanımdan gelip geçen insanların yüzleri gerçek mi diye. Çünkü ne zaman birinin haddinden fazla sakin ya da nazik davrandığını görsem, kirpiklerinin hafifçe titrediğini ve dudaklarının gerildiğini görüyorum. O zaman gözlerim dalıyor, ruhumun beyaz eli kalbimden dışarıya doğru uzanıyor ve karşımdakinin yüzüne dokunuyor. O sakince gülümseyen yüz birden çiviyle vurulmuş temperli cam gibi tuz ve buz oluyor. Altından çıkan bin yıllık çürük ceset ve göz oyuklarından fırlayan yılanlar ile karşılaşmak ise en sevdiğim anlardan biri diyebilirim. İşte o zaman o insana karşı nasıl davranmam gerektiğini görüyorum. Ben de gizlice uzanıyorum gömdüğüm baltaya, arkamda saklıyorum ne olur ne olmaz diyerek. Yüzüme de çekiyorum Hwarang boyalarımı. (Kore’de bundan yüzlerce yıl önce, üç hanedan döneminde hüküm süren Şilla Krallığı’nın Hwarang adını verdikleri bir savaşçı birliği vardır. Özenle seçilen savaşçılar, önemli bir savaşa falan gideceklerse makyaj yaparlar. Bunun nedeni de ölüm anında ’Gökler’e güzel görünme istekleridir. Bir çeşit kurban mantığı diyebiliriz. Biz de askere gidene, evlenene kına yakarız ya hani.)
Maskeler hep mi kötü? Hayır, maskeler bazen insanı kötülüklerden de koruyor, tıpkı Afrikalı yerlilerin tören maskeleri gibi. Bilirsiniz, maskeleri özellikle korkunç yaparlar ya da ilah kabul ettikleri varlıkların suretinde yaparlar ki kötü ruhlar korkup kaçsın diye. Ancak ne olursa olsun, insanın kendi sureti dururken, açık yüreklilikle konuşmak varken, varsa yılanlarını göz yuvalarından dışarı salmak ya da tırnaklarını açıkça göstermek varken maskelenmelerini yine de anlamıyorum.
Senin masken yok mu diyeceksiniz. Var. Yukarıda zaten belirttiğim gibi, bütün bunları elimde kendi maskem ile düşünüyordum. Bir yandan güleryüzlü, yılmaz ve asla yıkılmaz ifadeye sahip maskemi incelerken, diğer yandan aynadaki yaşlı kadına bakıyordum. Saçları bembeyaz, gözleri solgun, yorgun ve kırışıklarla dolu yüze uzun uzun baktım. Birden kıpırdamaya başladı dudakları, sanki bir şey anlatmak istiyordu bana. Aynaya biraz daha yaklaştım, nefesimi tuttum ve dinlemeye başladım. “Yapma” dedi Kadın, “Yapma bunu kendine. İnsanların maskeleri ile uğraşma. Bırak oldukları yerde dursunlar. Sen sadece görünenle ilgilen. Yoksa çok üzüleceksin. Üzüleceğiz. Bu çizgiler son bir yılın eseri görmüyor musun? Son bir yılda kalan siyah tellerim de görünmez oldu. Sen sadece görünenle ilgilensen, sen de ben de mutlu olacağız. Her gün içine akan yaşlar, fırtınalar kopartan bir Deniz’e dönüştü. Boğulmak üzereyim, yapma...”
Ama ne yapayım ey saç tellerinde yedi ceddimin derdini saklayan Kadın? Görmeden ve duymadan nereye kadar? Senin beyaz elinin değdiği yerler yalandan gerçeğe dönüşürken, gülen gözlerin sinsi tıslamalarını görürken kayıtsız mı kalayım? Canım acıdığında ne kadar güleyim? Asıl sen yapma. Yazdığım hikayelerden kayık yap kendine, benimle birlikte biraz da sen boğuş şu dalgalarla ne var bunda? Sen ağlama diye ben mi yalan olayım? Sen çökme diye kör mü olayım, sağır mı, dilsiz mi? Yapma...
HAZİRAN 2011 / ANKARA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.