HAC GÜNLÜĞÜ 2
Gayri müberret diyorum polise. Önüme düşerek polis gayri müberret zemzemin yerini gösteriyor. Her defasında; doğru ve güzel ilim, rızık, (her iki dünyada) ve bütün dertlere şifa diyerek 5 bardak zemzem içiyorum. Gözleri ileride, Kabe benim içimde. Hani arkaya bakılmazdı, ben defalarca bakıyorum.
Öyle arzu ile yüklüyüm ki, 45 no’lu kapıdan çıkınca dönüp dönüp bakıyorum sevgiliye. Bir kaç defa daha göreceğimi bildiğim halde, bakıyorum işte.
Eba Talib’in evinin önünde duruyorum. Çeşmenin ılık zemzemine dayıyorum başımı.
Yönüm otele. Yürüyorum.
Tünel gürültülü ve serin.
Benimle yürüyenlerin içinde Endonezya halkı çoğunlukta.
Tünel çıkışı ilk defa üzüm alıyorum. İrice salkımın siyah habbeleri ne hoş!
İnsanlar geçiyor.
Bir görevli gülümsüyor.
"Eyne Bin Davut," diyorum ona.
"Hünalike..." eliyle uzakları işaret ediyor.
Soldaki yolu seçmem gerektiğini biliyorum bu tarif sonrası, görevlinin işareti de aynı.
Artık yolumu bulurum.
*
7 OCAK 2006 , CUMARTESİ
Ayrılığı bana sorun diyor Aziz. Nerede ve niçin dedi bunları? Ben biliyorum. O da sevdiklerimden.
Asansörde çeşit çeşit adamlarla karşılaşıyoruz.
Odadayım.
Aziz, sözlerini yineliyor.
"Ayrılığı bana sorun."
Alirıza başını sallıyor.
Mustafa’nın bu sözleri onayladığı kesin.
Yan odada ihtiyarlar.
"Gürültü yapmayın," diyor içimizden biri.
"Elin yaşlıları tesbih çeker, kitap okurlar", diyor birimiz.
"Bizimkilerin gözü dünyada,"
"Sen Kur’an biliyor musun?" sorusuna, adamın cevabı, "fasulye tarlasından buraya getirdiler beni," oluyor.
Bunlar tanımadığımız adamlar. Hayır tanıyıp ta senli benli olmadıklarımız bunlar.
"Sümük, pislik ve sidik temizledim," diyor genç olanı.
Evet, gecelerimiz böyle geçiyor. Lavobo yerine dışına sümkürürler, ayakta işerler ve makul yerine isabet ettiremezler. Temizlemek bizlere düşer.
*
8 OCAK 2006, PAZAR
Tevriye günü, öğleye kadar hazırlık. Tıraş, temizlik, neticede ihram. 48 saat ihramda kalmak sabır ve itina ister.
Öğle sonrası kafilenin 5 otobüsü geldiği halde bizim grubun otobüsü içindeki görevli ile Mekke sokaklarında kayboluyor. Nihayet 1 saat gecikmeyle geliyor.
Arafat’tayız.
Çadırlar.
Her çadırın yalnızca üzeri örtülü. 20 kadar çadıra sığan büyük aile.
296 kişyi barındıran çadırlar. Biz böyle kalabalık bir aileyiz. İleride dedelerimiz, amcalarımız, dayılarımız, ağabeylerimiz, kardeşlerimiz, gerilerde; nene, teyze, hala, anne ve kız kardeşlerimiz. Hiç yabancı yok içimizde.
İkindi, akşamı ve yatsıyı Arafatta cemaatle kılmak elbette güzel.
*
GECEYARISI
Biraz mızkanalım, diyor içimizden biri. Benim uyumaya, ya da uyuklamaya hiç niyetim yok. Kapalı gözlerim gerisinde yalnızca Rabbim’in adı var dilimde. Gözlerim kendiliğinden yumuldu. Kalbimin uyanıklığı devamediyor. Günler önce Peygamber Mescidinde ayrıldığımız ses yeniden peyda oluyor.
Emredici konuşmasıyla beni ürkütüyor.
’Kalk ey İsmailoğlu,’ diyor.
’Arafat’tasınız. Kaç gurup insan var?’
’Bilemiyorum’
’Kaç milletten insan var?’
’Bir... İbrahim milleti.’
’Doğru da... ama...’
’Aması ne?’
’İsmailoğulları.
’Ve
’İshak oğulları.’
’Çoğunluk İsmailoğulları. İsmailoğullar’ındanım elbet.’
Derken uyanıyorum, kalkmadan hafızamı yokluyorum; Nuh aleyhisselamın 3 oğlu; Ham, Sam ve Yafes. Ham’dan: Sudanlılar, Kıptiler, ve Berberiler.
Sam’dan Arap, Farslar ve Rumlar. (yunanlılar)
Yafes den : Türkler, Slavlar ve Ye’cüc me’cüc türedi.
*
9 OCAK 2006 , PAZARTESİ
Çadırlarda zikir ve dua
9 OCAK 2006 , PAZARTESİ
Çadırlarda zikir ve dua ve sabah namazı öncesi organizasyon bozuk olsa bile Arafat’ta tespih nazmı kılmak... Öyle de yapıyoruz. Kafile görevlisinin peşinde tesbih namazı kılıyoruz. Sanırım, en büyük kazancımız bu namaz oldu Arafat’ta.
Peşinden, Hz. Adem, Hz. Havva’nın ayak izlerinin üzerinde sabah namazı kılmak ve duaların kabul olunacağı sayılı mekanlardan hacı olunabilecek bir yerde göz yaşı dökmek (babamız - annemiz kovulunca, 40 sene bir birini dünyanın güneyinde aradılar, ne yediler ne içtiler, nasıl korundular? Nihayetinde Rabbi’m belki hafif bir yağmur yağdırdı. İzleri belli eden bir yağmur. Babamız Arafat Tepesine oturdu. Annemiz ise onun izini sürerek kavuştu ona.) ne güzel!
Öğleden önce manen perişandık.
İnsan bu; dua, zikir... yerine boş lafı tercih edenler çıkmaz mı içlerinden? Elbette çıkacak.
Perişandık; Kutsal Tepe gerimizde kalıyor yönümüzü Haram’a çevirdiğimizde. Kumların üzerine seccadelerimizi serdik. Tesbihlerimiz elimizde. En azından birkaç dua etmeliyiz çabasındayız.
Alirıza, Mustafa ve Tufan ile irşat edilecek yer aradık. Bulduk da. Bulduğumuz irşat çadırındaki hoca:
"Çöken apartmanın yanındaydım," diyor.
"Ölü," diyorum.
"100 den fazla," diyor.
"Ölenler."
"Afgan, Pakistan ve Türkler."
Öğle vaktinde, öğle ile ikindi cemi taktim edildi. Vakfe yapıldı.
Ayaklarımın altındaki kilim toprak renginde ve üzerinde topraklar. Toprak parçaları birkaç damla gözyaşı ile ıslanmış. Vakfede Solumda 2 m kadar boşluk. Kilisli kadınlar saf bağlamış ve ayaktalar.
Vakfe uzuyor.
Genç kadın düşüyor.
"Bu kadını kutlamak gerek," diyorum tanıdığım ve haram olmayan kadınlara.
"Elini öpünüz," diyorum F’ye.
"Ama bizden küçük," diyor.
"Olsun," diyorum.
"O bizden büyük değil ki!" diyor bir yaşlı kadın.
"Çok büyük. O hacı oldu. Öpülesi eller taşıyor şimdi."
Yüklü bir para geçmiş eline. Kendini buraya atacağı belli olunca, durumu kocasına açmış. "Rüyalarımda sıkıştırılıyorum, içim burkuluyor, Peygamberlerin adımlarını bulmalıyım." demiş.
Kocası, henüz hazır değilim bahanesi ile gelmek istememiş önce.
Kadın da, "Madem sen gelmiyorsun ben de nikah düşmeyen bir akrabamı götürürüm," demiş.
Kocası işin ciddi olduğunu anlayınca...
Vakfe sonrası hacılar birbirini kutladılar.
Helikopterler Arafat üzerinde hasta gezdiriyorlar.
Duanın kabul gördüğü 8 mekan var dünyada. Şimdi 5 tanesinin peşindeyiz. (izindeyiz.)
Arafat, Müjdelife, Meşar’ı Haram Mina ve Cemarat.
*
AKŞAMA DOĞRU
Ama, saat 24.00 den önce, ne akşam namazı kılınacak, ne de yatsı. Saat, 24.00 e kadar beklenecek ve Müzjdelife’ye geçerek akşam ile yatsı cemi tehir edilecek.
*
MÜJDELİFE
Kafilemizi taşıyan otobüslerden 1’i dışında 11 nolu mektebin başlangıcına geliyoruz.
Mektep sağımızda.
Saat, gecenin 1’i. Ilık bir gece hakim. Sessizlik. Müjdelife dağlarında hacılar, projektörlerin ışığında parlıyorlar. Düzlüklerde milyonlar.
“Dünya hacıları burada, ” diyor biri.
Abdestler tazeleniyor ve uzunca vakfe.
*
“Sana inandım, dayandım, misafirini koru. Arafat’ta içimizde sen vardın. Müjdelife’ye seni ululamağa geldim. Ayağımda bolalan terlikler var. Yaralar sonra. 10km. lik yolu bana kolaylaştır, yakın eyle! ”
Saat sabahın 2 si.
*
Buradaki vakfeden sonra hareket, önce MEŞAR’I HARAM’a, arkasından MİNA ve sonra da Şeytan’a.
*
MEŞAR’I HARAM
Meşarı Haram’ın neresi olduğuna dair kitaplarda bir kayıt bulmak zor değil.
“Meşarı Haram’da Rabbini an!” diyor Allah kitabında.
Bu yer hakkında İbn’i Kesir tefsirinde doyurucu bilgiye ulaştım.
İbni Kesir, Meşarı Haram için bütün görüşleri sıraladıktan sonra, Müjdelife’nin her yeri olduğunu yazıyor. Cumhura göre; Müjdelife’nin çıkışında bir yer.
*
Telefonumun kurulu, kronometresi çalışıyor.
Yürüyoruz.
Bakmalıyımdiyorum kendi kendime. 30 dakika geçmiş.
Yine bakıyorum. 1 Saat ne çabuk geçti?
*
MİNA
Derken 2 saat sonra Mina’nın ışıkları görünüyor.
Mina semaları Rabbım’ı ululuyor.
Gecenin 1/3 ü kaldığının işareti.
Yol boyunca yürüyen milyonlar.
Yollar, hacılar için yapılmış.
40 metre genişliğinde yollar.
Yolumuzu kesenler, sabırsız insanlar, asker yürüyüşü ile gidenler... Ama hepsi de çekilmiş ip gibi düzgün gidiyorlar. Bunların yanında eğitimsizmiş gibi görünen toplumlar. Oyulan dağlardan çıkarılan geniş yollar ve muntazam tüneller. Eğer bilinçli ve eğitimli hareket edilse bir bu kadar insanı taşıyabilecek yollar. Yollar daralıyor. Geniş yolları başkalarını düşünemeyen insanlar daraltıyor. İki taraflı kurulan çadırlar... Arada satıcılar ve dilenciler. Yollarda, kalabalığın geçmesini engelliyen insanlar. 10 metresini sağdan, 10 metre de soldan kuraldışı hareket eden (az sayıda) insanlar tarafından sahiplenmiş yollar. Çadırlarını kurmuşlar geceleyecekler. İşte 1/4‘e düşen yollar.
Hışımla üzerimize gelen siyah (samimi) inciler, cikilota renkliler. Guruplardan el sallayan tanımadığımız insanlar.
Ve 2,5 saaat sonra tüneli çıkıyoruz.
Polis binlerce ama sessiz.
Bu da yeter, diyesi geliyor insanın. Ama hayır, buraya görev için geldik, onunla bulunla uğraşmaya değil. Buna da şükür, Allah’ın davetlilerine öte git diyemem, yaptıklarına engel olamam, kendilerinin düşünmesi gerek, diye düşünüyoruz ama yol gittikçe daralıyor. Çünkü milyonlar bu gece yolculuğunda. Kazası olmayan bir ibadetin peşinde. Bu gece her şeyin bitmesi, her şeyin uygulanması gerek. Bunun içindir ki, milyonlar tek vücut olup, aynı yöne doğru ilerliyorlar.
Yaptıkları: Kabe’nin inşasından sonra, Cebrail’in Hz. İbrahim’e öğrettikleri ve Efendimizin 120 bini peşine takarak yürüdüğü yerlerde ayak izi aramadan ibaret.
’Ey şeytan, senin işin bitmek üzere, sayılı saatler sonra sendeyim. Taşlarım sayılı ve çantamda.’
Çabam şeytana ulaşıp, milyonlarla bir timsali yaşamak.
Oh ne güzel bir yolculuk’
3. Saatte 10 km. yürüdüğümüzü söylüyorlar.
*
CEMARAT
Eyvah! Vah bana, yazıklar olsun bana. Çantamı Müjdelife’de bıraktım. İçindeki taşlarla. Onu bana şeytan unutturdu. Olsun. Şeytan kurtulamaz.
"Hacı bana taş ver!”
"Alirıza yetiş bana ödünç taş ver."
"Al sana şeytan."
"Cuma yetiş taşım düştü."
“İşte sana yıkanmış ve kurutulmuş taşlar.”
’Al sana şeytan.’
*
ŞEYTANDAN SONRA
Sabah yakın mı? diyor yanımda yürüyen Uganda’lı esmer bacım kocası olduğunu sandığım adama.
Sanki kendine sorulmuş gibi cevap veriyor bir beyefendi.
Gurup dağıldı ve uzaklaştı. Böyle olması gerekiyormuş. Böylesi ne güzel.
10 kadar tır. Hediye dolu. Yiyecek, ayran, su dağıtılan tırlar. Dünya hacılarının koltukları hediye paketleri ile dolu. “Kral Faht’ın hediyesi” yazılı paketler. Keşke olmasaydı, keşke yiyecek paketleri dağıtılmasaydı da aç kalsaydı dünya Müslümanları diyesi geliyor insanın nimetin yerdeki çabasını görünce.
Bu paket benim hakkım değil. Çöküntüdeyim taşıdığım sürece. İşte bir ihtiyar. Evet o buna layık.
’Nerelisin?’ diyesim geliyor ona.
Ama demiyorum, demiyorum çünkü hemen her ulusun insanını simasından tanımak mümkün. Rahatlıkla sen Hindu’sun, diyebilirim.
Ihram havlularının arasında bunalmış gibi. Sıcak gecenin yaklaşan sabahında çimlere oturmuş seyrek sakalını kaşıyor.
Bana verilen yiyecek paketine o layık.
Sabah namazını ihramla kılmak meşakkatli ama güzel (zevkli).
Arkadaşlarımdan ayrıldım. Birlikte yürümemize gerek te yok artık.
Otele yakın bir camide ezan okunuyor.
Yiyeceği verdiğim yaşlı adamın benimle aynı safta olması bir başka güzel.
Düşünüyorum da nereden ve nasıl geldi o adam buraya.
Evet o. Acaba benzetiyor muyum?
Hayır o. İşte yiyecek paketi elinde.
*
AKŞAMDAN SORA (10 OCAK - 1. BAYRAM)
Turan, Selahattin, arkadaşım ve ben.... Beytullah’a gitmeye yol arıyoruz. Buluyoruz da. Gerimizdeki büyük markete kadar yürüyoruz.
Sanki eski zamanlardan kalma bir dolmuşla Beytullah’tayız.
Selahattin ve Turan’dan ayrıldık.
’Özlemişiz seni diyoruz,’ arkadaşımla.
Dört tam gün hasretine dayanmak ne zormuş?
’Ziyaret Tavafımızı kabul buyur ve kolaylaştır Rabbim,’ diyoruz ve Hacer’ül Evset köşesinden başlıyoruz.
Alan git git kalabalıklaşıyor. Milyona yakın dünya müslümanının arasındaki tavafımız saatler alıyor.
*
"Demiş ki," diyorum arkadaşıma.
"Kim ne demiş," diyor o, sözlerimin arkası gecikince.
"Hz. Adem meleklere öğünmüş, ‘ben burada ilk tavaf yapanlardanım,’ demiş."
Melekler de:
’Biz burayı iki bin yıl önce tavaf ettik,’ demişler.
’Siz tavaf ederken ne derdiniz, diye sormuş,’ Adem babamız.
Melekler de. ‘ Senden başka ilah yoktur, ortağın yoktur, Mülk senindir, hamd sana mahsustur, senin her şeye gücün yeter,’ derdik, demişler.
Hz. Adem de: ‘ Güc ve kuvvet sana aittir.’ İbaresini eklemiş. Ve bizler tavafa başlarken böyle deriz.
*
Şimdi aynı şekilde Say.
Selahattin’i ve Turan’ı kaybediyoruz.
Arkadaşımla otele doğru yürüyoruz. Ayaklarımız bizi çekmiyor. Yürüme de zorlanıyoruz. Mehbas’taki dinlenmemiz uzuyor. Yetmiş iki dakika sonra otele geliyoruz.
*
11 OCAK, ÇARŞAMBA (2.BAYRAM)
Öğleyi mahalle mescidinde kılıyorum. İkindiyi Beytullah’ta kılmak için....
Duam uzun sürüyor.
Çantam omzumda, yolum önce Haram’a, sonra da Şeytan’a.
Sıcak bir gün. Kimi günler takke kullanmamamın sebebi sıcak geçmesin diyedir... Baş açık, (eğer yapıbilirse )ayak yalın pejmürde bir halle Allah’a teslim olarak bu kutsal mekanda ona yalvarmak…
Kabe’ye doğru. Günün sıcağı yolumu uzatıyor, yine de mutluyum. Mutluyum çünkü kutsal bir göreve gidiyorum.
Mahbes’teyim.
Burada (belki) Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i götürdüğü yol üzerindeyim.
Oturuyorum.
Tefekkür.
Nerede Kabe?
Neden uzadı?
Bakışlarım Haram’a doğru. Yolum kısa olsa da uzadıkça uzuyor.
Yalnız başıma Haram’ın yolunu tutuyorum. Efendimizin yıllarca ibadet için Hira’ya gittiği yola düştüm artık. Onun adımlarını aradı adımlarım. Tünel girişinde duruyor ve geriye bakıyorum; gördüklerime inanmak güç, metrelerce uzayan kalabalık tünelde eriyor . Kalabalık bana doğru akıyor. Cemarat’tan geldikleri kesin olan insan seli köprü üzerinden üzerime üzerime geliyor. Binlere karışmalı , sonra milyonlar olan insanlarla tüneli çıkmalı, önce Ebu Kubeys’i görmeli, sonra sağa bakmalı Ebu Talib’in evini. Daha da ilerlemeliyim. Çemrediği eteklerini görüyorum. ve düşünüyorum: Şimdi eğilmek, milyonların sevgilisini selamlamak zamanı.
•
Veda’yı yaptım.
Şeytan’a gitmeliyim.
Ama nasıl?
Bu şehirde belediye otobüsü diye bir şey yok. Öyle düzenli dolmuşlarda yok. Yaşlanmış arabasını çeken gelmiş. Arabası, yılın 11 ayı istirahat ediyor. Bu 1 ayda adam istediği parayı kazanıyor. Fiyatlar kat kat arttı. (5 kat arttı). Kilisli görevli, hastası için araba kiralamak istedi, 400 Riyal istediler, sonra 250 Riyal’e indiler ama kiralamadı. Oysa, panoda 50 Riyal olduğu yazılı. Sanırım bunlar gayri resmi fiyat idi. Bu günde resmisini bulmak güç.
Bir yerden bir yere gitmek için taksiler var. Ya yalnız, ya da birkaç kişi ile taksi kiralayabilirsin. Tabi bulabilirsen. Başka zaman arabasına binmen için yalvaran adamlar yerine başkaları gelmiş gibi. Senin yüzüne bakmazlar bile.
Bu anlattıklarım Efendimizi Mekke’ye sığdırmayan müşriklerin torunları. Aralarında iyileri, yani insan olanları yok değil, bulmak imkansız.
Gece yarısına doğru Cemarat’a gidebiliyorm.
Türkiye’den oğlum telefon ediyor.
Olaydan haberim yok. (Şeytan’da izdiham olmuş. 400’e yakın ölü. O beni haberdar ediyor.)
.
Gecenin serinliği, şirket hacı kafilelerini taşıyor. Keza onlar sakinken görev yapıyorlar.
Ne iyi.
İzdihama sebebitey vermemek için yapılan ibadet ve alınan haz.
*
12 OCAK (3.Bayram), PERŞEMBE
Önce Şeytana gitmeliyim. Sonra da Beytullah’ta yeni bir Veda Tavaf’ı yapmalıyım. Bu son tavafım olmalı.
Şimdi Şeytana doğru.
Şeytan’a ulaşmadan ikindi ezanı okundu
*
Gidişli ve dönüşlü olan yollar, Cemarat’a yaklaştıkça genişliyor.
Rüfujlara ve kenarlarına kurulan çadırlar.
İkindi okunuyor..
Şeytan’dan yükselen tekbir sesleri duyuluyor artık.
Kaldırım kenarına kurulan bir kamp ..
Kara kardeşlerim cemaat olmuşlar, onların namazlarına ben de katılmalıyım..
İşte büyük Şeytan.
Daha ileri giderek her 3 Şeytan’ı da önüme almalıyım.
2.’ciden sonra dua. Uzun.
Sağdan dönmeliyim.
*
KABE’YE DOĞRU
Yolum uzuyor.
Akşamdan önce Beytullah’ geliyorum.
Tavafım bir oluyor ama uzun sürüyor.
Tavafımda, 24 aralık ‘ta yazdıklarımı takip ediyorum bir tavafım sonrası. Ve 8. şavtımda uyguluyorum. 40 kişi önden, arkadan, sağdan ve soldan. Çıkardığım sonuç :
1 - Bu insanların içinde Türk hacısı göremiyorum.
2 – En yaşlı olanı benim.
3 – Oysa Türk hacılarının gençlerindenim.
4 – Herkeste saygı, heyacanla karışık korku ve ümit, gözlerinde huzur, dudaklarında mırıltı mevcut.
*
Kafamda gençlik bilgilerim canlanıyor. Hz. İbrahim’in (ki, o bizim atamız) oğlunu ve ailesini görmeye geliyor.
İbrahim Ata, Hz. Hacer’le oğlunu gidip görmek için Hz. Sara’dan izin istedi.
Sara anadan, Hz.Hacer’in yanında gecelememek şartıyla izin çıktı.
Hz.İbrahim (ismi kıyamete kadar ululansın) Mekke’ye geldiği zaman, oğlu Umare adında bir kadınla evli ve Hz. Hacer de vefat etmişti.
Evi sordu, gösterdiler.
Umare’ye selam verdi.
"Sahibin nerede?"
"Avlanmağa gitti."
Umare, kaba, katı ve kötü huylu bir kadın.
Hz.İbrahim: "Evinde konukluk var mı, yiyecek ve içeçek var mı?" diye sordu.
Umare: "Yanımda ne bir şey, ne de kimsem var." dedi.
"Geçiminiz ve durumuz?"
"Çok kötü. Darlık ve sıkıntılı."
"Kocan gelince selam söyle. Kapısının eşiğinden razı değilim."
İsmail(AS) gelince bir şeyler sezdi, her zaman ki adeti gereği sordu:
Ümera:
"Evet şöyle şöyle bir ihtiyar geldi." Diye İbrahim Ata’yı tarif etti.
"Sana ne sordu?"
"Geçimimizi sordu, darlık ve sıkıntı içinde yaşadığımızı," haber verdim.
"Sana vasiyeti oldu mu?"
"Evet. Sana selam ve eşiğinden razı olmadığını, değiştirmeni söyledi."
"Gelen babamdır. Senden ayrılmam gerek."
Umare babasının evinde artık.
İlerleyen yıllarda, Cürhümi’lerden Rale ile evlendi. Güler yüzlü, nezaketli, inançlı ve alabildiğine anlayışlı bir kadındı.
*
İbrahim Ata yeniden izin istedi anamız Sara’dan.
Yine, Mekke’de gecelememek şartı ile izin çıktı.
Oğlunu yine evde bulamadı.
Rale’ye selam, selamla karşılık buldu.
"Kocan nerede?"
"Rızık peşinde."
Geçiminiz?"
"Mutluluk ve bolluk içindeyiz. Hamd ve sena olsun. İnmeni ve konuklamanı istiyorum."
"Yiyeceğiniz nedir?"
"Et."
"İçeceğiniz?"
"Su."
“Allahım bunlara etlerini ve sularını bereketli kıl!" diye dua etti.
Dua nedeniyledir ki, Mekke’den başka yerde et ve su bu kadar sağlıkla bağdaşmaz. Başka yerlerde muhakkak karın ağrıtır.
Eğer gelin (Rale) tahıl, ekmek, buğday, arpa, ve hurmadan söz etseydi, kayınpeder (Peygamber) bunlar için de dua Yapardı. O zaman, Mekke toprakları her çeşit ziraate elverişli ve bu ürünler bereketli olurdu.
*
Şimdi, Kabe’nin 10 metre kadar doğusunda bulunan İbrahim makamı o zamanlar Kabe’ye bitişikti. Rale’nin isteği doğrultusunda Peygamberin başı yıkandı. Peygamber, şimdi ayağının izinin çıktığı taşın üzerine bastı, sağ tarafa döndü, gelin başının sol tarafını, sol tarafa döndü, sağ tarafını yıkadı.
Akşamı bekleyemezdi. İzni, gecelemek için değildi. “Kocana selam söyle, ihtiyar sana kapının eşiğini iyi tutmanı emrediyor, de.” dedi ve uzaklaştı.
Akşam, İsmail Peygamber (ki o Arapların atası) eve gelince babasının kokusunu aldı.
“Sana kim geldi?”
Güzel yüzlü ama her şeyi güzel olan bir ihtiyar. Başını yıkadım. Sana şöyle söylmemi emretti." Dedi
Makam’daki ayak izlerini gösterdi. Ve “işte kanıtı.” dedi.
Hz. İsmail babasının ayak bastığı taşı öptü.
“Geçimimizi sordu” dedi Ra’le.
“Ya tavsiyesi?” Ne oldu dedi İsmail Aleyhisselam.
"Kocana selam söyle artık kapısının eşiği düzelmiştir."
“Sen eşiğimsin.” dedi Peygamber, "seni tutmamı emretmektedir."
*
Saat 22 sularında yeniden oteldeyim.
Yatmadan... topluca Kabey’e gideceğinin müjdesini alıyor, seviniyorum. İzim üzerine tekrar gitmeliyim.
Bir hastaya Veda tafafı yaptıracak olmam beni sevindiriyor.
Veda tavafımı daha önce yaparak zor bir ayrılık yaşamıştım. Bu gün F. ye (ikinci bayram gecesi Veda Tavafı yaptırıyorum grup eşliğinde). En zevk alamadığım tavafım oluyor. İki görevli birleşiyor, havadan sudan söz ederek dönüyor. Aralarda kol gezen şeytan bizleri kolluyor. İstemiyerek dinlediğim konuşmaları beni (gafletimden / daldığımdan) uzaklara götürüyor. Tanımadığım dört görevli birbiri peşinde trencilik oynuyor. Konuşmalarına tanık oluyorum : “Birinci tavaf bitti, ikinciyi yapalım öğle namazı kılarız." diyor içlerinden biri. Bu ne demek? İşte görevlilerimizden bazıları. Saat, 00.00 oysa 4 saat önce ne güzel tavaf yapmış vedalaşmıştım. İkinci Veda’yı yapınca o geri düştü. Yenilemeliyim. ”
Tavaf sonrası 3 saat arkadaşımı arıyorum.
*
13 OCAK, CUMA 2006 (4. BAYRAM)
’Bu gün otelinizden ayrılmayın!’ deniyor görevlilerce.
Neden ayrılmayacak mışız? Kelimeye bak! Ne ağır bir kelime! İbadete gelenleri engelleme ibaresi taşıyan bir söz. Binlerce kilometre sürecek uzaklıktan ibadet için gelenleri ibadet mahalline götürme varken bu sözü kullanmak neden? Otelde, yatakların üzerine oturarak birkaç saat değil, 10 saat, 15 saat bekletmek neden?
Böyle dendi ise de bu söze sadık kalmamızla manevi kayba uğrayacağımızı tahmin ettiğimizden Aziz ile Haram’a gitmeliydik.
Aziz’le Haram’daydık.
Cuma namazı için yer arıyorum kendimize.
Aziz’i kaybediyorum. Bulmam geç olmuyor.
•
SON SAATLER
Tavaf.
Dua.
Bağlılık.
Ayrılık.
Son bir defa daha bakıyorum. ’Allah’ım burayı ikinci kez göstermeden canımı alma!’ Gözlerim ne kadar yaş döküyor? İki damlayı hatırlıyorum. Yine bakmalıyım. F, nin bakmayacakmışın demesi bana nafile geliyor ve bildiğimi okuyorum. Hareketlerim ne kadar değişmiş ki, karşımdan gelen bir gurup Meri’nin (Endonezyalı hanımlar) bana gülerek, taaccubla baktığını hayal meyal hatırlıyorum.
Bakışlarında acıma mı, imrenme mi gizli?
Adımlarım ilerlese de, gözlerim Beytullah’ta. Bir görevli ile çarpışıyoruz, bir temizlikçi “merhaba” diyor.
Neden sonra adama dönüyor, “hakkı ” düşüncesi ile 10 riyali veriyorum.
Bilinç dışı hareketlerim devam ediyor.
Bkir Hoca ile vedalaşmayı unutmuyorum. Burada kaybettiğim Aziz’i de buluyorum.
Akşama doğru Aziz’le otele geliyoruz.
*
Otelde uyumadan gideceğimiz zamanı bekliyoruz.
*
Gelirken öndeydik te neden en arkaya düştük? Cevabı yine ben veriyorum: Ne mutlu bize.
*
14 OCAK / CİDDE HAVAALANI:
Beklemek uzuyor... Gümrük geçişleri zor olmasa da beklemek... ’2. Kafile’ diyor görevli zaman zaman. Sanki sürüyü takip ediyor. Kadınlı erkekli 296 kişi uçak saatini bekliyor. Zaman yakın. Geldi bile derken 2 saat daha. Hacılık Mekke’de bırakılmış gibi. 3 saat kala uçak kuyruğuna girenler, itişmeler ve takışmalar.. Kırıcı sözler, kavgalar ve kırıcı (söylenmemesi gereken) sözler.
En önde de, Mekke’de kaldığımız 40 günün 35 gününü Haram dışındaki mescitlerde geçiren yaşlılar var. Zamanını Haram yerine alış verişle öldüren zavallılar. Günlerini, diğer Ülkelerin insanlarının Kur’an okuyuşlarına ve hareketlerine bakarak
*
AKŞAM
Adana’dayız
YORUMLAR
sizi okurken yaşadım
yine o güzellikleri rabbim bir daha göstersin diyorum gönülden isteyenlere
saygı ve dualarımı kabul edin
siz biraz sıkıntı yaşamış gibisiniz tabiki oraya gezmeğe gidilmiyor ibadet için sıkıntı gerek
oysa şidi hacılık olsun ümre olsun oldukça rahat birde başınızdaki hocalar size çok yardımcı olupta güzellikleri hep yaşatırsa
yardımcı olursa
doyulmaz oradaki ibadetlere
ali kemal
oraya gezmeye gitmiyoruz.
orada kalışın kısalığını bilip, o kısa günleri değerlendirmek gerek.
selam ederim.