AMELE 3
İnşaat alanına geldiklerinde, çelimsiz vücudundan beklenmeyecek bir kuvvetle çalışmaya girişmişti. Zafer, “ilk günün heyecanıdır” düşüncesiyle bu çalışma şevkinin uzun süreceğini düşünmüyor, ama her gün aynı güçle çuvalları sırtladığını gördükçe Süleyman’ı beğeni dolu bakışlarla taltif ediyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla bütün barakanın sakinleri uyanıyor, kolkola meydana kadar ilerleyip, ancak anlaşılan çalışma alanlarına giderken birbirlerinden ayrılıyorlardı. Zafer’le Süleyman, burada da birlikteliklerini koruyorlar, bir abi kardeş bağlılığıyla, birbirlerini gözeterek üstlerine düşen en yorucu görevleri bile sırtlanıyorlardı. Akşam geri dönüş başladığında, güçlerinin son kırıntıları da tükenmiş olarak yedikleri birkaç lokmadan sonra her biri kendi köşesinde adeta sızarak uykuya dalıyorlardı.
Yavaş yavaş diğer arkadaşları da Süleyman’ı sevmeye başlamış, üç beş kelime ile onun da hali hatırı sorulur olmuştu. Hatta her şeye kuşkucu yaklaşan Ziya bile sofrada yanındaki yeri Süleyman’a ayırıyor, ekmeğini kendinden sonra Süleyman’a bölüyordu. Ama bu kadar geçen güne rağmen kendinden bahsetmemesi, kendisi hakkında sorulan soruları üç beş kelimeyle geçiştirmesi, arkadaşlarının meraklarını çekiyordu.
“Nasıl anlamazsın usta ?” dedi bir gün Ziya, “bir sıkıntısı var bu adamın, elbet bir gün kokusu çıkar” elleri dizlerinde etrafa bir göz atıp yeniden Zafer’in kulağına eğildi. “Sakladığı bişey var bunun, aha da buraya yazıyorum” deyip, parmağını da duvara değdirdi. Zafer’in kaşları çatılmıştı;
“Sen işine bak Ziya, elalemin derdinden sana ne? İster söyler, ister saklar… Allah Allah…” başını sallayarak uzaklaştı Ziya’nın yanından. Ama Süleyman’ın bu hali Zafer’i de kuşkulandırıyordu.
Bir müddet sonra Süleyman’ın içine kapanıklığı daha da arttı. Zaten birkaç kelimeyi geçmeyen sohbeti iyice kesilmiş, tavırlarına çöken ürkeklik hiç kimsenin gözünden kaçmamıştı. Süleyman’la konuşmak, bu arkadaşı için elinden geleni yapmak istiyordu Zafer;
“Derdini söylemeyen derman bulamaz Süleyman !” diye sohbete başlamışsa da, Süleyman’ın her şeyi inkar eden tavrı nedeniyle konuya giremeden sohbet bitmişti. Arada bir Süleyman’ın üzerine kenetlenen gözlerinden diyecekleri olduğunu anlıyor ama bir türlü içindekileri dökecek cesareti gösterememesi Zafer’i de çelişkilere sokuyordu.
Bir gece hafif sarsılarak uyandı Zafer. Gözlerini açtığında Süleyman baş ucundaydı.
“Ustam uyan hele, uyan hele…” bir dirseğinin üstünde hafifçe doğruldu Zafer, uykulu gözlerle Süleyman’a baktı;
“Hayırdır Süleyman, ne var ne oldu ?”
“Usta kusura bakma, bir şey diyecektim de sana…” Zafer, gün boyunca o kadar yorulmuşken, gecenin bir ortasında uyandırılmaktan hoşlanmamıştı.
“Allah’ın günü torbaya mı girdi Süleyman, sabahı niye beklemedin ?” Süleyman’ın da pişman olduğu belliydi.
“Kusura bakma Ustam, sabah diyeyim öyleyse…” Zafer yatağın içinde iyice doğruldu.
“Kaldırdın artık, de haydi ne diyeceksen” Süleyman’ın zaten zor toparladığı kelimeleri gırtlağına hapsolmuş, dudakları mühürlenmiş gibi kapanmıştı. Zafer’i kızdırdığına pişman gözlerini yere indirdi. Bu ürkek, çekingen tavrı Zafer’e dokunmuştu. Elini Süleyman’ın omzuna koyup, daha şefkatli bir sesle devam etti.
“Haydi Süleyman, hem ağabeyinim senin, hem ustan, de bir yol diyeceklerini, evelallah buluruz bir çıkar yol” omzundan hafifçe sıkıp üsteledi;
“var bir sıkıntın Süleyman, çok belli işte…” Süleyman ne diyeceğini bilemiyor, içinde kabaran duyguların bir damlasını bile sızdırmadan, gözlerini yere dikmiş, Zafer’in yanıbaşında oturuyordu. Bir müddet sonra cebinden bir küçük paket çıkardı. Üstünde bir adres yazılı paketi Zafer’e uzattı.
“Usta” dedi çekingen tavırla, “inan bir sıkıntım yok ama…” zorlukla yutkundu. Zafer’in avuçları arasına titreyen elleriyle paketi ürkekçe bıraktı.
“Aha bu paketi üstündeki adrese ulaştırabilin mi Ustam” gözlerini ellerine , ellerini birbirine kilitleyerek kucağına bıraktı, “Olur a ki, bana bir şey olursa hani, kader…bu paketi adrese ulaştırabilin mi?” cevap beklemedi Zafer’den. Doğruca duvar dibindeki şiltesine uzanıp ilk geceki gibi yüzünü duvara dönüp, bacaklarını karnına çekti.
Yine de Zafer, pencereden içeriye giren sokak lambasının loş ışığında, Süleyman’ın gözlerinde parlayan iki damla yaşı fark etmiş, Süleyman’ın sesini titreten yumruk, şimdi kendi boğazına oturmuştu. Bir şey diyemeden süzdü Süleyman’ ı. Yavaşça yatağına uzandı. Gözleri tavanda, içindeki soruların çığlıklarını dinledi sabaha kadar…
Devam edecek...
YORUMLAR
Reyya, yeni bir öykü, yeni bir seri. Diğer bölümleri de okudum. Güzel ve malzemesi bol bir konu. Beğeniyle okudum. Ara vermeden yazmana da arıca mutlu oldum. Kutluyorum.
Sevgiler.
reyya
gerçi yarın bu hikayenin son bölümünü yazacağım sence olaylara gerçekçi yaklaşabiliyor muyum
Aynur Engindeniz
Son bölümü de bekleyeceğim. Biizim memlekette konudan çok ner var canım ya:)) Sağa bak sola bak hiç bakma hatta, her şey konu. sen yeter ki kendince anlatmayı başar...Bunu yaptığını düşüünüyorum.