- 736 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Küflü Bir Yalnızlıktır Damarlarımızdaki Aşk
Haylaz düşler biriktirdiğimiz bir ömrün sarı ovalarında seni bekliyorum
Acının sarnıcından doyumsuz sular fışkırıyor, dudaklarımda kuru elveda
Bir gülün tohumu daha bırakıyorum toprağa, gönlümde acılar göveriyor
Küflü yalnızlıklar dolaşıyor damarlarımda, göğsümde yoksul bir aşk üşüyor
İç içe girip kendi içimizdeki içlenişlerin dar geçitli vuslatlarından öz toplarız, kulaklarımızdaki yaşam ezgileri çınlarken. Gülücüklere özlemli yüreklerimizin öksüz kıyılarında mor düşünüşlerle demleniriz, göğsümüzdeki asil yamalıklar içten içe koparken. Çığlıklar yangın çıkarır ve her dalga o çığlığın içindeki nar-ı aşk yudumlara bölünerek içilir. Göz bilmese de, öz sarmasa da ruh tanır coşkusunu, ılık ılık bir rüzgâr geçişiyle çok uzaklara mutluluğun selamını götüren sevda selleri gibidir.
Kanatlı düşlerimizin prangaları sevişlerinde bir tadımlık fallar atarız dilimize, şekerpare sevinçlerin fırtınalarında huzurla ısınmak için. Kırık bir saz olur yaşam ellerimizde, üşür damağımız, söz bulamazken biz türkülerimize. Yangın duvarı aşar ve gönül dünleri okşar, mırıltılı bir sessizlikle akarız hayatın nehirlerine, karışırız dalgalı göğsüne sevginin, sarılırız bize yar olmak için can atan gelgitli denizlerin derinliklerine.
En onulmaz anlarda bir yolculuk turuna bağlıyorum bu yüreğin halatlarını, uçarı rüzgârların sırtına tutunarak. Kelimeler sıkışık bir ömrün içinden süzülerek arşa değiyor, ben ruhların gözyaşlarını biriktiriyorum hıçkırarak. Yorgun bir şehrin kıymıkları batıyor arada bir tenimize, uçuruyor saçlarımızı zamansız bir rüzgâr, ılık seviler topluyoruz sokaklarda,
Su harladıkça yangını bir mavi masal demlenir hayata. Kırık dökük öykülerin ılık sayfalarından mevsimler geçer, sarılır günler sarı günlüklerden çıkarılan sancıya. Sonu görünmez karanlıkların ışık huzmelerini ararken yürek işçileri bir dalganın köpüğüyle üşür gözleri. Dalgın bir yaşamak andıdır oysa kadersizlerin yüzündeki çizgiler, kemirdikçe kamaşır düşleri. Toplum çalkantılarıyla silkelendiremedikçe böylesi çaresizleri, kanayan bir yara olarak alır götürür içimizdeki o asil değerleri.
Peri Masalları’na sevdalı kangrenli avuçlarımızı göklere uzattıkça bir ihtimalin şavkı düşerdi sulara, susardı içimizdeki kan dalgaları. Sıcak titreyişlerin nöbetlerine tutulurdu an’lar, biz göklerin zelzelesini yerin damarlarına gizler iken. Yürekler kırık döküktür hayatın keşmekeşli trafiğinde. Soluk alamadığımız anlar geçer ciğerlerimizden. Karanlıkla beraber düşer şehre bir efkâr yumağı, gün ufukta batıp giderken son gayretle boyar kızıllığına gökyüzünü. Sanki ‘unutma beni’ der gibi. Ama o bile ertesi gün doğan güneşe sunulur ve ay turunu tamamlamadan unutulur.
Cam kırıklarıyla bedenimize akseden bir yağmur mevsiminden kurtularak aşkı arardı simyacılar, uzak diyarlarda, avuçlarındaki toprak kokularına sarılarak. Üç günlük ömür derdik ismine, vefasızlığın aynalarına bakarak. Her ömür kendini saklardı güneş yanıklarından, fırtınalı bir mevsim düşerdi aşkla çevrili yürek ambarımızdan. Beyaz bir örtü altına sokuldukça düşler ekili tarlalarımız, dudaklarımızdaki zemheri ıslıklarla biçilir aşk ovalarımız. Dargın bakışlarımızdaki o unutuluş şarkılarıyla mevsimler susar, sevda kendi penceresinden hep uzaklara bakar ve yorgun zamanların terkisinde bir kadın düşlerini avuçlarında saklar.
Yelkenlerini üfürdükçe yaşanmışlıkların ufuktaki özlemin hayalet kentlerinde ecelsiz düşlerle avunuruz. Kıyıdan ayrılmaz oysa dalga, ağaçların yapraklarına ay düşer ve bütün sorular ve cevaplarda mavi en çok gülüşlerini gizler. Her hüküm kendi varsıl umutlarıyla bakar parmaklıklar arkasından. Sorguların yanaklarına yaş düşer ve ruhumuzdaki güneşlere sıvanır bir gün gülüşler. Onulmaz dokunuşların terli yataklarında aşktır dokunduğumuz ve o aşkla çağlardır gürül gürül aktığımız.
Bir sevdanın gamzelerini özlerken, yüzümüze yayılan sevinç tufanlarına geçmez sözümüz. Ruhumuzdaki küflü yalnızlığın damarlarına baharlar uğrar, arada bir. Renklerin mor tabakalarına bir çentik daha atarız, her çığlıkta bir utku, her geometrik şekilde şiir oluruz. Geçmiş zaman çalgıcılarının ellerindeki aşk kiri en çok hüzün kıran bir zemheri mevsiminde paklanır, yürek ritimlerinin yankısı ulaşınca yâre. Gönül limanlarına vakitsiz yağmurlar düşer, ansız mutlulukların kamarasından şiirler serpilince aşkın denizlerine.
Biriktirdikçe içimizin düş yapraklarını, takvimler sarı duvarların nemli sıvalarıyla yoldaş olur. Geçmiş zaman tabletleri saklarız dilaltımızda, yokluklara uzattığımız avuçlarımızı güneşe okşatmak için. Yaralı gemiler geçer uzaklardan ve bir aşk çığlığı duyulur izbe kamaralarından, söz ağlar, güneş düşü göğsünde saklar ve bir kadın uzaktaki dumanları özleyerek dizlerinde hissettiği sevdayı aşkın iğneli beşiklerinde özenle yamar.
O içimizdeki ilham ırmaklarının denizlere uzanan öyküsel yolculuğunda bir dal olup uzanmak isteriz kimi hayatın içindeki yaşanası güzelliklere ve okşamak isteriz sözcükleri. Gönül denizlerimize ulaşana kadar miller birikir içimizin mor atlaslarında ve biz yine o atlaslardan kendimize görkemli buluşmalar seçerek söz oluruz bir düşün mevsim slâytlarına. Çığlıkları yine kendini emziren gecelerde katran bir örtüdür üzerimize örttüğümüz. Kımıltısız bir bakışın derin boylarında sevda süreriz dudaklarımıza, ölümcül yangınlarla kollarımızın hacmini beklediğimiz. Kılı kırk yararak ve umudumuzu tartarak yarınlar koyarız sol yanımıza, ölüp ölüp bir menzilde düşlerine soyunduğumuz.
Aşkın keskin yollarından geçerken bir yaşanmışlık kraterine yolu düşer insanın. Her lavında sorgu, her bağlacında çekeriz yüreğimizden en derin of’u. Bir destandır silemediğimiz, bir düşün hikâyesidir asla vazgeçemediğimiz. Her yaşam yaprağı kendi çehremizin sızısıyla büyür. Hayat koşuşturmasının ürpertili salıncaklarında rüzgâr dağıtır saçlarımızı, biz ömrümüzün bir kara, bir ak ütopyasını anlamaya çalışırken. Düşlerimizin durmak bilmeyen dişlilerinden akınca yüreğimizin yorgun teri, kazınır göğsümüzün en sancılı yeri. Zordur elde var hüzünlerle hayata tutunmak ve aşkın sevda yolculuklarında bir ömre derin derin bakmak.
İçimizin miadına yaslanınca güneş bekleriz sarı odalarımıza. Su küser, rüzgâr içimizdeki gemileri uzaklara iter ve bakarız yaşama, dirençli bir yaşamak türküsüyle yürürüz gecelerde. Can’lar küskün kalır bir yonganın etrafında, su üşür. Madımak türküler fışkına durur uzaklarda, dağlar düze düşer. Bir yolculuk hikâyesidir aşk, her adımda yürek güneşi özler, özledikçe dudaklardaki bekleyiş resitalleri dünleri bugüne işler.
Biliriz ki, engin bir denizdir hayat ve yaşanası ovalarda saklıdır yaşamın sırrı. Yüreğimizdeki atıl heveslerle ve kalıcı nefeslerle adımlarken ve kulaçlarken yaşamı onulmaz sevdalar çıkar karşımıza, kimi üşür, kimi yanarız. Hep bir kulaç ötede ve birkaç adım ileridedir asıl mutluluk, adımladıkça yorulmaz, yürüdükçe onulmaz oluruz ve sık sık nefeslenmek ihtiyacına düşüveririz. Tatlı bir yorgunluktur kimi yaşamak, yüreğimizin aynalarındaki yansımaları seyrettikçe daha güçlü ve daha mutlu oluruz.
Her yangın, uzaktaki düş sandallarına sıçramak istedikçe sevdanın kürekleri salınır nasırlı avuçlarımızda. Gölgeler silinir ayın ışıklarla dans ettiği sulardan ve an içimizdeki en hazin yalnızlık olur. Susar öfkeli gelgitler, içimizdeki derya aşkın ovası olur. Güneşin öte yakasından bir yağmur çığlığı sızar avuçlarımızdaki miadı kaybolmuş baharlara. İçimizdeki veda şarkıları susar, silinir merhabaların derin izleri, gözlerimizdeki isyanı sustururken adı konulamamış şiirler.
Hikayesi: Kış manzaralarıyla geçen mevsimlerin efsunlu sözcüklerinde mor desenli bir kilimdir gönlümüzün kışlasına serilen. Yırtılır penceremizin perdeleri rüzgarda, gönlümüzün sarmalında bir sevda uyurken derinden. Yontulu yalnızlığımızın sus/ağlama şarkılarıyla avunurken bir yılkı bekler avluda, alıp götürmek için bizi uzaklara. Kulaklarımızda aynı şarkının melodisiyle ateş düşer yanaklarımızdan ve yağmurlu bir mayısa salarız dizginlerini. Göğsümüz sancır, şiirlerimiz yüreğimizi acıtan bir düşün anlatısına durur...
Selahattin Yetgin