- 708 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Dramamine
BEN ÇAĞIRMADIM GERÇEĞİ, GELDİ VE ÇARPTI GÜNDÜZLERİME
Alarmı kurmak ya da temelli zamanı hür bırakıp geride kalan beni bulmak... Başkalarının odasıymış gibi davranıp hiç görmediğim renklere tesadüf etmek hem de bir kez bile gözyaşı bırakmadan ardımda... Pişman olmadım, çok büyük bir yanlış kalabalığa göre ve belki bir gün ona alışacağıma inanıncaya kadar bana göre bile öyle ancak sus diyen dilimi örtmesine müsaade ettikçe en büyük hazzı yaşıyordu kanı çekilen damarlarım. Vakit öyle bir nabız şerbetiyle alıyordu ki başımızı... Tek bir dakikası yıllara bedeldi. Unutmuştum, bu defa plansız bir sevişmenin yarı yerinde gürültümüzü bile örtmeden kapının açılabileceğini çıkarmıştım aklımdan. Dedim ya er ya da geç günün birinde bu denli kendimizi kaybedeceğimiz aşikardı ve gözlerimiz pişmanlık dışında her şeyi barındırabiliyordu dokundukça. “Ten tene deyince can canı çeker” sihirli bir sözcük olup yuvarlanmıştı öpüşmeye ara verdiğimiz vakitlerde. Derken kapı açıldı, gözlerinin kahverengisini biraz hayret kapladı ve belki biraz öfke ancak fazla durmadı içeride. Telaşla dışarı çevirmişti yüzünü ve akabinde silinmiş adımlarının gürültüsü izledi perde perde. Kulaklarımı tıkadım ve susmak, uzunca bir süre hiç konuşmamak istedi gönlüm belki ilk defa. Oysa çok zamandır bu anı beklemiyor muyduk? Bir açıklama... Korkuya ev sahipliği yapmadan önce bir kez daha baktım gözlerinin içine. Beni, bir tek beni düşünüyordu, ordaydım. Sarılırken bile parfüm kokusu çekmeye yetiyordu tenimi ama ben frenledim bu kez heveslerimi yarı yolda bırakarak. Yeşil, ışıltılı gözlerini kirpiklerinden ufacık bir temasla ayırıp “Sen burada bekle. Biraz konuşurum ama bilmiyorum ne derece hazır beni duymaya. O sırada sende giyinirsin olur mu?” dedim. Şeyma telkin dolu sesime rağmen pembe tırnaklarını ayıramamıştı saçlarımdan ve nefesini hararetle uzattı boynuma. “Emin misin? İstersen geleyim yanında. Seni incitmesine göz yumamam.” Sıkıca tuttum avuç içlerini. Öyle sıcaktı ki... Yüreğine bir kere daha inanıp korumak istedim onu dünyanın bütün kötülüklerinden. Gülümsemeye çalıştım sonra ve “Hayır, hiç endişelenme bana zarar verecek biri değil ki o. Kabul etmesi zor bir gerçek ama iyi tanıyorum kocamı. Şiddet onun olmadı bugüne kadar” dedim ve yakında duran geceliğimi üstünkörü kavuşturdum bedenime. Her ne kadar güçlü görünmeye çalışsam da sendeleyerek yürüyordum ve bir elim duvardan ayrılmıyordu kolay beri. Koridoru takip ettim, sadece kuyunun dibine inermiş gibi karanlığa açıldı nefesim ve bir solukta bitsin istedim. Bitsin işkencenin günahı omuzlarıma abanan koyu kisvesi!
YAKAYI ELE VERMEDEN AZ ÖNCE İHTİYATSIZ BİR ÇIĞLIK
O hep bana acırdı, bu kimliği kuşatılmış, rol yapan gün yorgunu halime bakıp kıyamazdı mosmor kollarıma. O yüzden dokunmadan önce dinlerdi yüreğimi ve belki sırf böyle davrandığı için istemsiz bir öpüşmenin zaman dilimini uzattık gün geçtikçe. Beni hiç kimse onun kadar anlamaya çalışmamıştı, tek hissettiğim hayatımın bana ağır gelen yanlarını birinin sırtlama gayretiyle pervane olmasıydı cesaretle kulaklarını bitiştirirken yüzüme. Sonra minicik kıpırtılar ve her defasında doğru zamanda en doğru noktalara dokunuşlar... Gözlerini kocaman açmıştı kalçamdaki çürük yeşili fark edince. “Yine mi? Hastayım deseydin ya da ne bileyim erkenden uyuyakalma numarası?” Ellerini tüysüzlüğümde dolaştırmaya devam ediyordu beni dinlerken ve kırık bir kalbin yol aramayan, ışıksız renklerinde aydınlanıyordu nefesinin buğusunu etraflıca gezdirirken. “Kolay değil, sen de biliyorsun bir oğlum var. Göz yummaya mecburum. Sırf onun için katlanırım her şeye, yemin ederim bir tek oğlum için. Ama kocam... Midemi bulandırıyor. İlginç olan şu ki yaşanan onca şeye rağmen nefret edemiyorum ondan. Elimde yüzlerce neden varken bile nefret etmek o kadar zor ki...” Şeyma pamuksu elleriyle omzuma kadar uzanmıştı. Saçlarım da boynum da onun egemenliğindeyken bana kadın olduğumu anımsatabiliyordu. Rahattım bir yanımda o var diye bir cümle fazladan kurabilirken. Çünkü güçlüydü Şeyma benim gibi değildi. Hayatında benden daha kirli mahkumiyetler giymeye mecbur kalsa dahi dimdik ve arzulu olabiliyordu. Onu her ittirmek istediğimde daha çok bağlanıyor ve daha çok kalbimi açıyordum ona. Hafif ıslak dudağını bir saniye bile ayırmamıştı çenemden boynuma inerken ve yine titreyen vücudumu baştan çıkartıyordu elleri. Ben ise... Ona hiç karşı koyamamıştım ki... Bugüne dek tüm ısrarlarında haklı çıkmıştı ve kayıpsız temasları ruhumla dans etmekte öylesine hünerliydi ki... “Nilüfer” dedi içinin derinliklerinde kısa bir seslenişle ve ben aynı şekilde bir karşılığa uzandım kapatarak gözlerimi, cümle kurmak niyeti taşımadığını bilmeme rağmen: “Efendim” Sonra bir süre konuşmadık ve idamlık olmuş, şehvet kokan tutkumuzun boynunu eğdirmeden ortak cümleler geliştirdi bakışlarımız: “Bırakma beni. Bana benim kadar yakın ve günahlarımı tek düşürdüğüm yer... Kıskanmak üzereyim seni...”
NEFRET ETMEK İÇİN BİR NEDENİM VAR ARTIK
Suskun ve başı öne eğik bulmak isterdim onu. Ya da tam aksine yerinde duramayacak kadar köpürmüş vaziyette bir aşağı bir yukarı savrularak. Şeyma da benimle aynı hisler içinde boğulduğundan dayanamamış gelmişti yanımıza hem de benim kadar bile giyinmeyi aklına getirmeksizin. Tam karşısına oturdum kocamın, beyefendi bacak bacak üstüne atmış televizyon seyrederken. Sanki her şey olağan bir vaziyetteymiş gibi umursamaz davranması psikolojik bir fren olabilir miydi? Belki istemsizce geliştirdiği bir savunma mekanizmasıydı bu? Şok... O kadar kötü ve acı verici bir hissin pençesinde gördüklerini inkar etmiş ya da rutin kalıplarına sığdırmış olması mümkündü pekala. Kendime pişmanlık duymayacağım için yüzlerce kez söz vermiş olmama karşın bir an Rasim›i o şekilde görünce tarifsiz bir endişe ve dönüşü olmayan, reddi mutluluk olan bir pişmanlık kaplamıştı yüreğimi. Karşı koyamadım ve şefkatle açtım kollarımı kocama doğru. “Rasim. İyi misin? Açıklamama izin ver. Bildiğin gibi değil her şey.” Kurduğum bu cümle çok mantıksız bir klişeden ibaretti ki sesimin bittiği yerde Şeyma’nın tuhaflık arz eden bakışları gölgelemişti iyi niyetimi. Birbiri ardına sıralanan “Neden” lere boğuyordu beni. Rasim televizyonun sesini iyice kıstıktan sonra doğruldu ve çapkın bir gülümseme yerleştirdi gözlerinin içine. Dudaklarını yapışık tutarak başarabildiği en güzel memnuniyet haliydi bu. “İyiyim. Rahat ol karıcığım. Kızgın da değilim sana, sadece anlamak için bir süre düşünme gereksinim duymuştum hepsi bu.” İki arada bir derede kalmıştım. Güçlükle ayakta tutabildiğim hayatımız tepetaklak olmaya bu denli yakınken ve ilk defa elinde uçurumdan aşağı yuvarlama nedenleri bulunan ben değilken, Rasim ısrarla gevşek duruyordu karşımda. Bir kez daha toparladım gücümü ve ulaşmaya çalıştım ona: “Yani? Bunun yeni bir şey olmadığını itiraf etmem gerekir. Ama sana karşı bir haksızlık ve yalan olarak algılama olur mu? Zaafım...” diye devam etme imkanı bile vermemişti zar zor bir araya getirdiğim cümlelere, işaret parmağını dudaklarımın orta yerine yerleştirdi ve yine aynı gülümsemesiyle rahatlamama yardımcı olmak istedi, bilmiyordu ki o böyle sakin kaldıkça ben daha çok gerginleşiyordum. “Anlatmana lüzum yok. Neden ve nasıl artık beni ilgilendirmiyor. Sonuç önemli. Ama illaki bir neden arayalım dersen, sen söylemeden yetişeyim imdadına dilersen” Gözlerini benden ayırıp Şeyma’ya var gücüyle uzatmıştı. Onun iç çamaşırlı haline ve bembeyaz vücudunun açıkta kalan detaylarına hormonlarından arınmadan coşkuyla bakıyordu. Kafasını hafifçe yukarı kaldırıp indirdi ve “Ona karşı koymak zor değil mi? Ben olsam yerinde... Evet, aynı şekilde nihayete ererdi” dedi. Şeyma kaşlarını benden daha çok çatmıştı arsız gülüş, bakış ve söz sarfiyatından sonra. Her ikimiz içinde mide bulandırıcı olmanın sınırları zorlanıyordu zihnimizde tekrar eden sözleri sayesinde. Ve Rasim tekrar gülümsedi, oturduğu yerde iyice kaykılarak. “Üç ya da hiç. Bundan sonra böyle. Sen evliliğin rutininde farklı bir haz arıyor olabilirsin ama arkadaşın... Dilersen ona da fırsat ver, o da olasılıkların tadına baksın.”
Üç ya da hiç... Ancak bir erkeğin düz mantıkla kurabileceği bir cümleydi bu. Aklınca doğru yolu gösterme tavırları takınarak doymak bilmeyen egosunu tatmin edecekti ve biz de bunun gönüllü elçileri olacaktık. Birinin ona iki ile birin yan yana geldiği zaman illa ki toplanmak zorunda olmadığını öğretmesi gerekiyordu ve sanırım bu da bugün bize düşmüştü. “İşte” dedim açarak kollarımı ve devam ettim Şeyma ile gözlerimi çarpıştırarak “Ondan nefret etmem için gerekli bir neden arıyordum ya... İşte geldi kendiliğinden” Rasim bir anda asılan yüzünü bir bana bir de Şeyma’ya dolaştırıyordu. Altta kalmaya müsait bir yapısı olmadığından derhal eliyle ağzımı kapattı ve “Sen sus artık istersen. Senin cevap vermeye hakkın yok, Bırak bakalım arkadaşın ne diyecek bu işe?” dedi. Şeyma sırtını yasladığı kapıdan ayrılıp bir kaç adım attı ve en az onun kadar kendine güvenen bir ses tonuyla “Ben Femme değilim” dedi. Rasim hiç bir şey anlamamıştı, haliyle geniş bir açıklama bekler gibi daha da koyultarak baktı gözlerinin içine. Şeyma biraz daha yaklaştı ve “Sana kötü bir haberim var ahbap. Eşin, sevgili karın var ya... O da femme değil” dedi. Sonra ona tek bir soru şansı bile tanımadan kollarımdan tuttu, çekti kendisine doğru. “Kim olduğumuzu öğrenmek için Lipstick... Bunu araştır derim.” Ve başından beri süregelen sinir bozucu rahat tavırlar içerisinde gülümsedi ona nispet yaparak “Midem bulandı tatlım. Dramamine var mı?”
“O güne dek anlatılan bütün hikayeler diş geçirmeye yeltenmemişti kalbime. Ancak samimiyetin iç güdülerimizin kılıfına uydurup söylediği yalanlardan ibaret olduğunu gözlerimin tanıklığıyla anlayabilmem için bu hikayenin kahramanı olmam gerekiyormuş. O gün sıradan bir gün değildi, olamazdı da. Kendisini azınlık zanneden çoğunluğun nefes aldığı bu topraklarda sadece onlar için yazmaya yemin ettiğim gündü. Hangimiz Dramamine almıyoruz ki devam etmek için hayata?”
Not: Bu yazı edebiyat sitesinde de yayınlanmıştır.
YORUMLAR
Öykünüzün kurgusu çok farklıydı. Anlatımınız yine her zaman ki gibi bir solukta okuttu. Kutluyorum. Saygılarımla.
Umut Kaygısız
Aysel AKSÜMER
valla..doğruu..yerinde..cümlelerile bezenmiş bu yazıya alkış bıraktım..bende....