yol-2
Bu yol bitmeyecek.
Adam birden durdu. Kesinlikle yanlış yola sapmıştı. Yoksa şimdiye kadar çoktan köye varmış olmalıydı.
Saat sabahın üçü…hala ben yollardayım. Geriye dönmeliyim, diye düşündü. Saptığım bir yol ayrımı olmalı, oraya kadar gidip doğru yöne girmeliyim. İyi ama bana yol ayrımından söz etmediler ki. Sadece on kilometrede köy karşına çıkacak dediler. Hay allah, demek ben köyü geçtim.
Huzursuz bir sesizlik vardı. Hani fırtına öncesi o tuhaf durgunluk gibi. Yolu örten toz bulutu bile sakinleşmişti. Sanki biri ansızın önüne çıkacak, onu durduracak. Ya sonra? Korktuğu şey ne? Bir adam onu öldüresiye dövüp her şeyini, arabasını dahil elinden alsa; yol ortasında, bir çölde nasıl çaresiz kalınırsa öylece kalakalsa ne olur? Çaresizlik, sözcüğü göğsüne bir taş gibi çarptı. Nefesi daraldı. Durup, camları açmalıyım. Havaya ihtiyacım var. Gece başladığından beri hiç camları açmamıştı. Ne olur ne olmaz diye kapı ve camları kilitli tutmuştu.
Durdu, soldaki camı yarıya kadar açtı. Ilık ot kokusu yaladı yüzünü. Ürkütücü bir sessizliğe yakışmayan sıcacık köy havası. Dışarısı o kadar güven vaat ediyordu ki adam gözlerini kapatıp kendini uykunun kollarına atabilir. En azından kısacık bir an…gözleri hariç tüm duyuları tetikte yaslandı koltuğa.
Uyusam…bir aydır uyuyamıyorum. Uyku nasıl bir şeydi? Ben bir ay öncesine kadar herkes gibi bir insandım. Günlük, sıradan kaygılar dışında hiçbir derdi olmayan normal bir erkek… Sabah olup alarm çalınca, birazcık daha uyusam diye dertlenen biri… oysa şimdi, uyku, çocukken kaybedip bir daha asla bulamayacağı çok değerli bir varlık gibiydi.
Bir insan mıyım ben? Kimim? Bu soruların cevabı yok bende. Bildiğim tek şey var; insanlıktan çıktım ben. Bir adamdan insanlık çıkınca geriye ne kalır? Hiçbir şey…sadece sonsuz bir karanlık. Ben karanlıkların adamıyım. Geldiğim yere geri dönemem. Gittiğim yer ise beni gömecek. Orada yapmak zorunda olduğum şey bu hayattaki son görevim.
O sırada tostoparlak ateş rengi ay doğdu. Ortalık öyle aydınlandı ki, adam gözlerini açtığında bir süre nerede olduğunu düşündü. Eski günlerdeki gibi her şey yolundaydı sanki. Tanrım, her şeyi yolunda olan bir hayat yaşadığını sanmak ne gülünç. Yıllar sonra bir aptal olarak uyanmak dünyaya.
Yemek yerken, yürürken, masadaki işlerini toparlarken, markette alışveriş yaparken felek ne çoraplar örüyormuş kafasına. Felek nedir? Bu kelimeyi türkülerde bir de eski türk filimlerinde duyardım da kullanmak aklımın ucundan geçmezdi. Dalga geçerek izlediğimiz melodramlardaki felek beni nasıl da tuzağa düşürdü.
Adam işte o kısacık hafıza arayışından sıyrılıp bunları düşündü. Ay aptal aptal sırtıyordu.
Böyle bir yolda senin işin ne be kardeşim? Hey sen! Bana mı gülüyorsun?
Ay tınmadı bile. Adam, toprak yolun ortasında, koltuğuna yaslanmış çevredeki geç kalmış manzarayı seyrediyordu. Bir ara gözleri dikiz aynasına takıldı, telaşla geriye döndü, arka koltukta biri vardı sanki.
Bu benim yüzüm. Ben olmaktan çıkan yüz bu. Şu mor halkalar, bir ayda sardı gözlerimin etrafını. Yanaklarım ne zaman çöktü? Ya bakışlarım?
Öfkeyle cebindekini yokladı. Orada duruyor işte. Bu iyi. Tek korkum, öfkemi yitirmek. Az kaldı. Son , beni bekliyor.
....
...yine devam edebilir.
YORUMLAR
Bayaa polisiye bi tadı da oluşmaya başladı. Heyecan, gerilim dozu yükseliyor. Polisiye de okumuşluğum yoktur. Ama merakım yok değildir, ihmalim çoktur. Bazen iştahlandığım olur, polisiye okusam diye lakin, devamı gelmez. Seninle başlıyacam galiba. Hadi uzat da romana dönüştür. Beğendim valla. Kalemine sağlık. Evet evet bence de bu yol devam etmeli. Umumi arzu bu istikamette.