HAC GÜNLÜĞÜ 1
YOLCULUK
Aslında iyi bir hazırlık yapmayı düşünüyordum.
Düşündüğüm; bazı kitaplar ve veriler vardır, bunları okumalıyım ve değerlendirmeliyim ve özet çıkararak, elimdeki özete göre hareket etmeliyim. Yani nerede ne yapılacak, nasıl hareket edilecek, bunlarla ilgili her şey elimin altında yani cebimde olmalıydı.
Hac için çağrılmamıza günler var düşüncesi ile işi ağırdan alıyordum.
Düşündüklerim olmadı.
Bir gün aniden yürü bakalım dediler.(Bayrama 35 gün kala.)
’Yürü bakalım’ sözü düşüncelerime engel oldu. Sanki elim ayağıma dolaştı, nefsim yollar gösterdi, doğru olmayan ve gidilmesi yanlış olan yollar.
Çıkarmayı tahayyül ettiğim verilerin çak az bir kısmını alabildim cebime. Bu da uygulamayı düşündüklerimin az bir kısmını teşkil edebiliyordu.
Diyanet’in her hacı adayına verdiği kitaplardan;
• Kutsal İklimlerde Dua,
• Hac İlmihali
. Haccı Anlamak
İsimli kitaplardan yararlandım.
Uzaklardaki dostlarım ile helallaşmam zora girmişti. Telefon aracılığı ile bazılarına ulaşabildim. Heyecandan hatırımda tutamadığım, şeytanın unutturduğu da oldu.
Kutsal Mekana gideceklerin ihmal etmemesi gereken şeyler bunlar.
Yakınımda yaşayan arkadaşlarıma giderek helalaştım.
Üzerimde kul hakkının kalmamasını bildiğimden…
*
UÇAK
5 ARALIK 2005
Yolumuz Medine’ye, yönümüz kıbleye. Kolla, geliyorum. İçimdeki heyacan kabarmak üzere.
Tahminimden daha çok sevdim uçak yolculuğunu. Bazı köyler, kasabalar, şehirler ve ülkeler geçiyoruz. Aşağıda dağlar. Ağaçlı olan dağlar, ilerledikçe yerini ağaçsız dağlara bırakıyor.
Uçak yolculuğumuz bitmek üzere.
Uçak inişte.
Kemerler yeniden bağlanmalı. F. nin beline de kemer.
İnmek üzereyiz.
Ama kalkıştaki gibi ne yeşil alan ne de ekin tarlaları görmek mümkün.
Çölde kara kara çadırlar ve çevresinde dolaşan çocuklar. Seyrek ağaçların gölgesinde keçiler ve develer. İleride, kara taşların arasına sığınan koyunlar.
Bir minare boyu kaldı yeryüzüne. Çantamdaki verileri çıkarıyorum. Sonra uzunca bir liste. Dostlarımın isimleri yazılı liste elimdeki. Okumalıyım, yadetmeliyim. “Yol bulup gelmelerini” dilemeliyim. Öyle de yapıyorum.
*
ÖĞLE SONRASI
İçimizdeki heyecan alabildiğine diyor F.
Otobüsün en ön sırasına düşüyoruz biz.
Muavinle uzun uzun konuşuyoruz. O benim, ben de onun söylediklerini anlıyoruz. Muavin, 20 yaşlarında var yok. Muavin, sağımızda uzayan dağ silsilesini gösteriyor. “Cebeli Uhut” diyor sonra. Bu dağ, 20 yaşlarındaki Arap çocuğun “Cebeli Uhut” demesinden önce bizimle beraber uzanan herhangi bir dağ idi. Artık içimizdeki değerini her dakika artıran bir kutsallığa dönüştü.
Haram, diyen sesini duyuyorum, Arap olan fakat Suudlu olmayan çocuğun.
Eliyle doğu yönü gösteriyor ve Mescid’i Haram sözlerini sürdürüyor.
Doğuya bakıyorum. Peygamber Mescid’inin önce minareleri, sonra kendisi, benim hayal gücümün ötesinde beliriyor. Neden bu yaşa kadar ki hayallerimde, nazarımdaki Mescid’i tam anlamıyla hayal edip, gözümde şekillendiremedim? Hayıflanıyorum. Arap çocuğun sordukları havada kaldı. Mescid’e yaklaştıkça diyeceklerimi unutuyorum. Gözlerim Mescid’in önünde uzanan dönümlerce alanda.
Demek Efendimizin Haram’ı da burası. Haram hakkındaki bilgilerimi yokluyorum; kendisi ve içindekilerin kutsal sayıldığı yer. Burada, kuşlar ve hayvanlar avlanamaz, kan dökülmesine izin verilmez, buraya sığınan suçlu bile güvende olur.
*
İKİNDİ ÖNCESİ
Allah’ım neredeyim ben?
Yakınındaki otele yerleşiyoruz, ama gözlerim Haram’da (Peygamber Mescid’inde). Daha ne zaman kavuşacağız, diyor arkadaşım. Önce gusül, diyorum, abdest alacağız, namaz ve Mescid.
"Ben gideceğim, bir an önce kavuşmalıyım."
"Önce, yapılması gerekenler," diyor biri.
"Ben abdestliyim," diye itiraz edecek oluyor, ben gideceğim diyen.
"Olsun, yine de yeni abdest. "
Önümde Alirıza, arkada Mustafa, Erdihan, Turan ve ileride de Aziz. Arkadaşlarımın her biri bir yerde. Buraya ilk defa gelen insanlar gibi onlar da şaşkın.
Herkes kendi kendine soruyor; ’Neredeyim ben?’
Peygamber Mescidindeyiz.
Öpülesi topraklar.
Ama toprak bulmak zor.
Efendimizin izleri, Ashabın sonra. Ama bulmak zor.
"İlk namazımız ikindi oldu," diyor biri.
"Hayır, ben öğleyi de burada kıldım."
"Ama," diyor, önceki arkadaş. "Havaalanında kılmadım, bir saat gecikme ile burada kıldım," diye ekliyor sonraki.
"İşte buralar olmalı," diyor arkadaşım. Ne diyorsun? Ne arıyorsun?
"Ashabın yaşadığı yerleri."
"Bulamazsın."
Ne, o zaman ki topraklardan eser kalmış, ne Ashabın gölgesinde dinlendiği ağaçlardan, ne de su içilecek kuyulardan.
"Olsun," diyor içimizden biri, "yine de aradıklarımız, üzerini tepelediğimiz mermerlerin altında, benim niyetim, hayallerim onların izi üzerinden yürümek."
*
PEYGAMBER MESCİDİ
6 ARALIK 2005-
24 saat gözümü yummadım. Arkasından gece, 3 saat uyku. Yetti de. Sabah namazına kalkmamı sağlayan görünmez güç.
Medine, Mekke’ye göre hem hava şartları, hem de otel ve ibadet imkanlarıyla daha rahat... Hacıların kaldığı evler daha iyi. Genellikle odalarda daha az kişi kalıyor... Dini yerlerde de daha rahat ibadet ediyor.
Hz. Peygamberin kabrinin bulunduğu Mescid-i Nebi ve ve çevresi, özellikle namaz vakitleri gerçekten çok kalabalık oluyor. Buraya girişte Suudi yetkililer büyük güvenlik önlemleri alıyorlar. Elinizde paketle içeri girmenize izin vermiyorlar. Burası her namazdan sonra görevliler tarafından temizleniyor. Siz bir kenara
çekilip ibadetinizi rahatça yapabiliyorsunuz. Hacı adayları sabah namazından sonra otellerine dönüyorlar. Öğlen namazına yakın tekrar mescide gidip, yatsı namazına kadar kalıyorlar.
Sabah namazında dilini bildiklerim insanlardan yer vermelerini istiyorum. Biri sağa, öteki sola bağdaş kurmuş, arada boşluk. Kamet yapılıyor, yandaki gençlerin adımları arasındaki boşluk 50 sm.
Gerimde diğer Türk hacıları.
"Yer bulamadınız mı? diyorum onlara. Geliniz."
*
ÖĞLEDEN SONRA
Toplu halde Cennet-i Baki’ye gidiyoruz. Araplar bu ismi kabul etmiyor, diyor Müftü.
Mezarlığı ( esmer toprak yığınları) kara taşlar kaplıyor. İşte mezar. Böyle olması mı gerekiyor mezarların? Hayır. Ama ihtişama da ruhsat vermiyor fakihlerimiz. "Acaba onların mezhebi bunu mu gerektiriyor," diyor topluluktan biri.
"Tabi," diyor başkanımız.
Cennet-Baki’nin yeri Efendimiz tarafından seçildi. Mescid’in doğusunda, güneş önce buraya doğar, önce ölenimizin üzerine...Sonra sağ olanımızın hatırı sorulur. İlk sakini, Osman bin Muaz oldu. Ne mutlu ona. Efendimiz mezarın uçlarına getirdiği ilk taşı koyarak, "Bu ahirete ilk gidenimizdir" dedi. Bu mezarlığa daha sonra vefat eden oğlu İbrahim ve peygamber ailesine mensup bir çok kişi defnedildi
Girişte Efendimizin 3 kızının mezarı. Halasının sonra. Hem halası, hem kaynanası.
*
MESCİD-İ KIBLETEYN
Uhut’u nazarın akabinde, Kuba’yı nazardan önce, Hendek’i göremeden, Kıbleteyn’de sevdiklerimi zikrediyorum.
İslam’ın ilk yıllarında namazlar, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya doğru kılınıyordu. Peygamber Efendimiz Kıble’nin Kâbe olmasını, yani namazların Kâbe’ye dönülerek kılınmasını çok arzu ediyor ve bu konuda Allah’tan gelecek emri bekliyordu. Hicretten 18 ay kadar sonra, Şaban ayının 15. günü (Berat Kandilinde) Hz. Peygamber’e, inen âyet-i kerimeden sonra, Hz. Peygamber, namazı bozmadan hemen Kâbe istikametine döndü, cemaat de saflarıyla birlikte döndüler. Böylece Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. İşte bu bakımdan bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid) denir.
*
KUBA MESCİDİ
Peygamberimiz Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicret ederken, Medine’ye 5 km. mesafede bulunan Kuba’da 14 gün kalmıştı. Bu süre içinde Peygamberimiz orada bir mescid inşa etti ve burada namaz kıldı. İslâm âleminde cemaatle namaz kılınmak için yapılan ilk mescid budur.
*
UHUT
Ey Uhut, seni kim sevmez ki!
Hele görüpte, seni sevmemek olur mu?
Seni dünya gözü ile görene ne mutlu.
UHUD ŞEHİTLİĞİ
Uhud, Medine’nin 5 km. kadar kuzeyinde bir dağın adıdır.
Medine’ye uğrayan müslümanların ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor.
Keza Efendimizin amcası ve şehidlerin efendisi Hz. Hamza ve 70 Sahabe’nin kabirleri burada bulunmaktadır.
Ayneyn Tepesindeyiz.
Afgan, Malezyalı, Hindu, Pakistanlı, Endenozyalı, Filipinli, Nijeryalı, Türk vs.. dünya milletlerinin doldurduğu tepe. Hepimiz Ashabın mezarlarına bakıyoruz. Savaşı canlandırıyoruz gözümüzde.
Müslümanlar Bedir’de zafer kazanmışlardı.
Bu nasıl olurdu?
Kazanmamalıydılar? (Müşriklerin görüşü)
Ebu Süfyan 3 bin kişi topladı. Kadınları da ordu ile getirmeliydi ki, ordunun bahanesi kalmamalıydı.
Rasulullah Ashabını topladı. Medine’de kalıp, düşmanı çekmek, çoluk çocuğu evlerde muhafaza edip, damların üzerinden oklar atıp düşmanı bunaltmak mı?
Yoksa düşmanı, Medine dışında karşılamak mı?
Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu Bedir’e katılamayanlar yanıp tutuşuyordu.
Savunma savaşından ziyade, "düşmanla Uhut’ta karşılaşalım," fikri oylamada çoğunluğu sağladı.
Rasulullah’ın düşüncesine ters düşen bu fikri onaylamak elbette onu üzecekti.
Çünkü o rüyasını bile görmüştü:
Zırhını giyip döndüğünde toplulukta çalkantı gördü.
Üzmüşlerdi onu.
“Yoksa gücendirdik mi?”
Tabii gücendirdiniz.
“Ey Allah’ın Rasulu, isterseniz Medine’de kalıp, savunma yapalım.”
“Bir Peygamber zırhını giydikten sonra düşmanla onun arasında Allah hükmünü verinceye kadar çıkarmaz.” dedi.
Böylece onlara bir peygamberlik dersi veriyordu.
O bütün olacakları rüyasında görmüştü; Kılıcının ağzında kırıklar, bir öküzün kesildiğini ve elini kuvvetli bir zırha soktuğunu görmüştü.
Kuvvetli zırhı Medine’de kalmak olarak yorumlamıştı.
Ashap sordu: “Ey Allah’ın Peygamberi, kılıcındaki kırıkları nasıl tevil edersiniz.?”
Bundan hoşlanmadığını söyledikten sonra,
“Ailemden birinin ölmesi olarak, tevil ettim.”dedi.
“Ya öküzün kesilmesini..?”
“Ashabımdan bir kitlenin öldürülmesi olarak.”
Bazıları derler ki;
Allah Rasulü rüyasında bir koçun arkasından gitti. Bunu da düşman reisi olarak yorumladı. Kılıç darbesi aldı, bunu da, dudağının yarılması ve dişinin kırılması olarak yorumladılar.
Namaz kıldırsın diye Ümmü Mektum’un oğlunu bırakarak 1000 kişiyle ilerledi.
Uhut’a yaklaşmışlardı ki münafıkların reisi Abdullah bin Ubey ordunun 1/3’ünü kandırarak geri çekildi.
Ansardan bir gurup müttefikleri Yahudilerden yardım istemeyi düşündüklerini söylediler. "Hayır, dedi Efendimiz, bu imanla küfür savaşı."
İslam ordusu 700 kişi. 50’ si süvari. Okçuların başına Abdullah İbn-i Cübeyr’i bırakarak tepeye yerleştirdi. İki cenah var. Okçular, her ne olursa olsun tepeden ayrılmayacak.
Düşman 200’ü süvari olmak üzere 3000 kişi.
Okçuları tepeye, Efendimiz isteği üzere dizildiler. “Savaş aleyhimize cerayan etse de, lehimize cerayan etse de buradan ayrılmak yok.”denildi onlara.
İlerliyen saatlarda Müslümanların lehine cerayan eden savaş sonrası müşrik ordularının kaçışına şahit olan okçular, tepeden savaş alanına doğru çözüldüler. Yalnız kalan reis ne yapsın?
Müşrik kumandan Halit Bin Velid yapacağını yaptı.
Öldürülen 23 düşman askerine karşı, 70 kişi şehit.
İbni ishak derki; o gün imtihan ve tecrübe günü idi. Düşman darbe vurdu. Allah o gün Müslümanlara şehitlik ikram etti. Düşman Resulullah’a kadar yaklaşmaya bile yol buldu. Ona taşlar atıldı, isabet eden taşlardan biri, dudağını yardı, yüzünü yaraladı ve dişini kırdı. Ashap dağıldı. Medine’ye ve Uhut’a kaçanlar oldu.
Efendimiz: “Ey Allah’ın kulları, ben buradayım, ben buradayım, bana gelin,” diye kaçanları topladı.
Uhut’ta müşriklerden Ebu Azze el Cumuhi’den başkası esir alınmadı. Aynı kişi Bedir’de de esir alınmış, bir daha Müslümanlara karşı savaşmamak şartıyla, fidyesiz serbest bırakılmıştı.
Uhut gününde serbets kalabilmek için yalvardı. Efendimize, “ beni kızlarıma bağışla,” dedi.
Efendimiz;
“Mü’min kişi aynı delikten iki defa ısırılmaz,” dedi.
Efendimiz yaralı oldukları halde Ebu Süfyan ve adamlarının peşine düştüler. Maksat korku vermek.
Düşman, Müslümanların güçlerini kırdıklarını ama daha da hiddetlendirdiklerini, bunun yanında bazısı dışında orduya kumandanlık edebilecek kimseleri sağ bıraktıklarını biliyorlar ve birbirine itiraf ediyorlardı.
Babası, kardeşi ve kocası şehit edilen Beni Dinar’ dan bir kadın:
"Rasullallah ne oldu?" diye sordu.
"Ey falanın anası o iyidir, Allah’a hamd olsun, senin istediğin gibidir." dediler.
Kadın:
"Onu bana gösterin!" dedi.
Gösterildi.
Kadın:
"Senden başka her musibet küçük kalır." dedi.
İslam okçularının savaşı kazandık düşüncesi ile tepeyi terkinden sonra galibiyetin müşrikler lehine dönmesi ve başta Hz. Hazma olmak üzere şehit olan bahtlı Ashabın mezarı 50 metre ilerimde.
Tatlı iklim, bereketli toprak sende ey Medine. Deve sırtındaki yolculuktan bir günde zor çıkılır ovandan. Bol kuyu suların var. Elde edilen hurma mahsülünün evsafı yüksek, cineri çeşitli ve hasat büyük.
*
7 ARALIK
Gelişimizin 3. günündeyiz. Her saat kalabalık artıyor. Ravda’ya girmek ve Cennet Bahçesi’nde namaz kılmak zor artık diyorum Aziz’ze .
"Ben kılıyorum," diyor Aziz.
"Ne mutlu sana," diyorum.
Eğer yerinden kalkmadan bir sonraki vakti beklersen, olur. Ama böyle yapmak suç teşkil eder vicdanlarda.
Evet, diyorum suç, görünürde değil ama bunlar ahirette önümüze serilecek.
“Sen, sevap kazanma bahanesiyle, benim misafirime yer vermedin, sen şu kadar namazı Ravda’da (Cennet Bahçesi’nde ) kıldın da, misafirimin 2 rekatına izin vermedin. “ denirse, namazlarımız, kılmasına mani olduklarımıza verilirse ne yapabiliriz?
AKŞAM SONRASI
Yatsıyı beklerken ön saftaki Malezyalı gencin gözü bende. Ne istediğini anlıyorum. Sağımdaki zemzem fıçısından doldurduğum zemzemi uzatıyorum. Boşalan bardak bana gelirken onun mutlandığı beni sevindiriyor. Bir bardak ta Çin’liye. Afgan’lıya, Pakistan’lıya, Endenozya’lıya... Sunduğum her bardaktan sonra sevincim artıyor. Bunun ibadetten olduğunu biliyor ve zemzem dağıtma işini uzatıyorum.
200 dönüm büyüklüğü olan Mescid’in safları arasında zemzem suyu dolu bidonlar yer alıyor. Mescit’teki her sutüna yapılmış kitaplıklarda Kur’an’lar mevcut.
Bu geniş alan klima ile soğutuluyor. Bazı bölümlerin üzeri açılarak havalandırılması sağlanıyor.
GECE YARISINA DOĞRU MU ?
Keşke gece yarısı olsaydı, keşke sabahlara kadar kalma imkanımız olsaydı da, burada sabahlasaydık. Gece yarısından 1,5 saat önce kapanan Mescid güneşten 3 saat önce açılıyor.
Bana neden yemek yemediğimi, ya da az yemekle yetindiğimi soruyorlar.
Bilmiyorum; burada yemek niyetiyle oturduğum her yemek yiyebileceğimden kat kat fazla görünüyor gözüme. Bu oran, Mekke’de daha da artacak.
Kimileri hastalıktan olduğunu düşünse de, bence ruhtan gelen bir şey. Tarifi güç, hatta imkansız.
İçimde oynaşan duygular mevcut.
Bu, tarifi imkansız duyguları yemeği az yememe bağlıyor muyum? Acaba, diyorum artık sorulan her soruya. Her yaklaşımım da ‘acaba’ lı oluyor.
*
9 ARALIK 2005
Cuma namazını beklerken bir Afgan ihtiyarı neden bana bakıyor? Kulakları küpeli, uzun saçlı, genç hacılar hafızamda canlanıyor.
Arap veletleri çoğalıyor, evlatlar oluyor ve uzun elbiseleri ile saflar arasında geziniyorlar, oyun ile ibadet karışımı hareketlerini huşu, saygı, heyecanla konsantre olmuş safların dikkatini çekmiyor.
Akşam F. nin anlattıkları beni duygulandırdı: "Abdest alıyordum. Ayaklarımı yıkamada zorlanacaktım. Ulusunun Endonezya olduğundan emin olduğum bayan yaklaştı. Belli benim ayağımdaki şiş onu yardımıma çağırdı. Benim yaşlardaki bayan anne diyerek bana yaklaştı. Ayağımı elleriyle bir güzel kavradı. Suya götürdü ve çekti. Ovdu sonra. Bunu defalarca yaptı. Benim yeter hareketim onun gözlerini ışıttı. Meri, dedi sonra ve bıraktı."
Aynı hanımı defalarca gördüm orada. Arkadaş olmuştuk. Cebimizdeki çerezleri paylaşıyorduk. Burnumu ellediği ve yüzümü okşadığı gün iyice baktım ona. İşaretleri ve konuşmalarından tusanamide bir çok yakınını kaybettiğini anlıyordum." diyor F.
10 ARALIK
Sabah namazından sonra dinlenmek niyetiyle uzandım. Perdeli alandan gelen sesler yumulan gözlerimi açıyor, hoş müzik sesi gibi. Bir an kendimi kaybediyor, bulunduğum mevkiinin dışındaymışım gibi geliyor bana. Kuş sesi, diyorum. Hayır kuş sesi olamaz. Arı uğultusu. Hayır, bu da değil. Çok hoş müzik.
Bu nedir, diyorum yanıbaşımdaki Türklere.
Dünya kadınlarının yakarışları (zikirleri) olduğunu onlardan önce anladım.
Uykusuz bedenim uykuyu aldı.
Daha önce olmayan bir ses;
Hangi millettensin, diyor.
İbrahim Milletindenim, dememe fırsat vermeden, ’ sen İbrahim milletindensin ama İsmailoğullarından değilsin,’ diyor.
Ses gözlerimi yummama fırsat vermiyor; ’Peki burada İshakoğullarından olan var mı?’ diyor. Diyor ama beni dinlemeden kayboluyor. Kayboluşu, ileride görüşürüz, der gibi.
*
11 ARALIK 2005
Sabaha saatler kala Peygamber Mescid’indeyim. Yer bulmak imkansız gibi buralarda. En iyisi uzaklara gitmek, diye düşünürken saf kendiliğinden açılıyor, iki Endenozya’lı ayrılıyor.
70 dakikada 10 rekatı tamamlayamadım. Rekatlarda daha ağır olmalıyım. Ağır ve azaların serbest bırakılması sonrasında alınan feyiz elbette önemli. Doyumsaması sonra kalbin…
ÖĞLE
İçeri girmek güç. Selam kapısının 10 m. kadar batısında seccademi sererek 20 dakika sonra girecek öğle namazını beklemeye başladım. Bu saatte Mescid’e giriş namazı kılamasak ta, diğer mezhep mensuplarına övkünerek kılanlarımız mevcut. Bilmiyorum, burada müdehale edebilir miyiz? Diyorum hem vicdanıma, hem yanımdakine.
"Müdahale etsek te ne değişecek," diyor bizim Mezhepten olan.
Ve biri müdahale ediyor. Çok nazik:
"Hacım, diyor, onlar başka mezhepten, sen namaza durma!"
Değişen bir şey yok.
Kalan 15 dakikayı değerlendirmeliyim.
Tefekkür. Şöyle düşünüyorum: ’Efendimiz zamanında şurada birkaç ağaç ve bir kuyu vardı. Hz. Ali ağacın gölgesinde... ’
*
Sabah namazının akabinde Peygamber Mescid’inin çevresini dolaşmalıyım. Aheste aheste. Dua ve zikir eşliğinde… 1 saatten ziyade sürüyor.
Şafağın aydınlığı git git ışıkları kovalıyor. Değişik ülkelerin hacıları erkekli kadınlı toplanıyor. Grupların başında görevli. Kendi lisanlarıyla adamlarına en iyi bilgiyi verme çabaları güden görevlileri. Guruplar yaklaştıkça rozetlerinden veya simalarından ulusunu anlayabildiğim insan gurupları binlerce metre karelik alanı dolduruyor.
Ravda önünde yüzler Yeşil Kubbe’ye dönük, eller Allah’a açık, yalvaran dudaklar ve samimi bakışlar. Önceleri tanıyamadığım bir gurubun el açarak yakarışları beni kendimden geçiriyor, perişan ediyor. Ben de ellerimi açıyorum. Genç erkek arada yüzünü öne ve arkaya çeviriyor. Sözleriyle (hareketleriyle) gurubunu yönlendiriyor ve el yazması duasını okuyor. Salli - Barik dualarının değişik versiyonunu duymak ne güzel! Nakaratlar ne hoş!
AKŞAM
Arkadaşımı bulamadım. Ravda’ya çok yakın otelimden adımlarım beni Mescide taşıdı.
GECE
İçimde oynaşan duygular mevcut.
Fısıltıları sonra. Bilmediklerimin fısıltılarını duyuyorum şimdi.
Bu, tarifi imkansız duygular beni üzmekten ziyade gönendiriyor. Her an benimle olmasını arzu ettiğim fısıltılar ve netleşen sesler duyuyorum.
Kalabalık azaldı, insanlar neden böyle? Ortalık sakin. An’ın ibadet zamanı olduğunu düşünenlerdensen de, böyle düşünen az.
‘Evet öyle’, dercesine başımı sallıyorum, ama demiyorum.
Cübbeli birine soruyorum;
’İleride Ashab- ı Süffe var...’
’Var’, diyor eşraftan olduğu herhalinden belli olan cübbeli adam. Burayı defalarca ziyaret ettiği belli.
‘Bilen bilmeyene Kur’an öğretmiş burada, diye ekliyor cübbeli adam, yazmayı ve okumayı öğrenmiş Ashap. Savaşlarda alınan esirler Kur’an öğretme karşılığında salıverilmiş.’
Ayrıntılarıyla olmasa da bunları bilenlerdenim.
Çevremizde, konuştuklarımızı dinleme amacıyla oluşan küçük kalabalık içinden biri, cübbeli adamın sözlerini taaccubla karşılayanların varlığını tahmin edecek ki;
‘Ne güzel değil mi? ’diye onayda bulunuyor.
Güzel olduğu kadar da düşündürücü. Olayın, dünya tarihinde bir ilk olması durup düşünmesini gerektirir insana elbet.
Diğer dinlerin uygulaması: Alınan esirler öldürülürken ya da ağır işlerde çalıştırılırken İslam bu yolu seçiyor.
‘Şurası Hz. Ali’nin makamı. İbadet ettiği, yattığı, oturduğu ve dinlendiği yer. Bekar iken burada uyurdu. Bize düşen burayı değerlendirmek gerek. Henüz İran’lılar gelmedi. Yer bulabiliriz,’ diye ekliyor adam, ben sormadan.
*
12 ARALIK
Ulusunu tahmin ettiğim 20-25 yaşlarındaki genç az duyulur bir sesle ama hıçkırıklarla ağlıyor.
Yanımdakine dönüyorum.
‘İndoneşya,’ diyor.
Ağıdı içten ve uzun sürüyor Endonezya’lının.
Bir Pakistanlı horlayan arkadaşını namaz için kaldırdı. Önceleri abdest alması için uyardı. Ama neden... diyecektim… Belki mezhepleri gereği uyudu düşüncesi ile Allah’a sığındım.
‘Aman Yarabbi sana sığınırım, senin misafirin hakkında hoş olmayan şeyler düşündüm. Gözlerini yuman bir kulunun abdest alması gerekliliğini…’
*
13 ARALIK 2005
Medine’de 40 vakit
tamamlanmak üzere.
İhram giyelim ve Peygamber Mescidindeki 40 ıncı vakitimizi ihramla kılalım diyorum Alirıza’ya.
Elveda Peygamber şehri. Üzerimizde 2 parça avludan başka bir şey yok. Sana doğru geliyoruz
*
HAC UMRESİ
Tırnaklar kesildi, temizlik ve güsül…
“Senin rızan için niyet ettim: Bana kolaylaştır ve benden kabul buyur.” Tüm niyetler bu kelimeler üzere. Şöyle demek geçiyor içimden: “Dünyanın şu kadar insanın içinde beni seçtin ve evine davet ettin. Beni sen ağırlıyorsun. Dilini bilmediğim dünya insanlarının arasında uzak bir memleketteyim. Bana görevimi kolaylaştır ve kabul buyur.”
------
MEKKE’YE DOĞRU
Arkadaşımla otobüsün ilk sırasındayız. Bizim otobanlarımızdan hiç te geri kalmaz bu yollar.Yol ne kadar güzel olsa da otobüsün hızlı gitmesine engeller var. 10 saat kadar sürecek yolculuğuzda kadınlar mutat giysileri içinde ama ihramdalar. Alışık olmadığımız levhalar bize bay bay ediyor yol boyunca. Neden daha önceki gelenler bunları bana anlatmadı?
Hani bizim yollarımızda; ‘dikkat heyalan var, okul var, yaya çıkabilir…vs.’ Uyarıcı levhalar var. Onlarda,
Bunların yerine, yolculuk boyunca,‘Allah’ı zikretmenin tüm çeşitleri hatırlatılarak sürüyor. Bize yardımcı olmak babından yapmamız gerekeni onlar yapıyor.
AKŞAM
Yaklaşık on saat süren yolculuğumuzda otobüsün ilk sırasında olmanın tarif edilemez mutluğunu taşıyoruz arkadaşımla.
*
MEKKE
Bize Haram’ını göster.
GECE
Haram’ı görmek elbet güzel ama henüz göremedik. Mekke şehrine girdik ama kenar mahalledeki evimize doğru gidiyoruz. Geldik.
Haram’ı görmek ne güzel. Hz. Adem (as.)‘ın Anamızla Arafat’ta buluşmasından sonra tavaf ettiği, Hz.İbrahim (as.)’ın emir gereği bina edip, bizleri çağırdığı kutsal mabet. ’İşte geldim Allah’ım. Buyur. Sana söz vermiştim Emrindeyim. Övgü Sanadır.’
Artık niyetlerim değişmeli, diyorum, bu sözü sesli söylemişim ki yanımdaki,
Ne niyeti ?diyor.
Namaz niyeti, diyorum ona, namaz kılacakken ve ibadetlerim öncesi yapacağım niyetler.
Niyet değişmez, diyor.
’Bak gör, nasıl değişirmiş. Şöyle derim:” Allah’ım, dünya Müslümanları ile beraber vaktin namazını kılmağa….”
Ya nafile kılarken…
“Allah’ım dünya Müslümanlarının arasında evinin gölgesinde namaz kılmağa niyet ettim.
Ya ibadetlerde..!
“ Allah’ım dünya Müslümanlarının arasına sıkışarak okuyacağım sözlerini kabul buyur.”
*
Gurubumuz ilerledi. Onlara yetişmek imkansız. Niçin geldik buraya? Sakin sakin ibadete mi, şeytanın adımlarına uyup acele ederek işleri karma karış etmeye mi?
Gurubumuzdan ikimiz kaldık F. İle. Çantamdaki kitapçığımı çıkararak dinin koyduğu kurallara uymaya çalıştım. “ İbadet, Allah nasıl emretti ise, elçisi nasıl gösterdi ise öyle yapılır.”
Umre tavafımızı tamamladık.
Safa’dayız.
İşte burada arkadaşımla ahitleşiyoruz. Akşama kadar ayrı yerlerde olacağız. Gece giderken Safa Tepesi önünde 333 nolu sutunun gerisinde buluşacağız.
Dünya insanlarının Haram’a dahil olurken gözlerindeki sevinci yaşıyoruz. Bir dünya insanı... Küçük oğlu kucağında, büyük oğlunun elinden tutuyor ve ilerlemesi için hanımına işaret ediyor. İki çocuk ta ihramlı. Küçük çocuk bize bakıyor. İri gözlerindeki neşe karışımı heyacanı görmek mümkün. Çocuklar yaptıklarının bilincinde olmasalar da, ne için burada oldukları ebeveyni tarafından öğretilmiştir.
ihramdan kurtulmak kuşluk vaktini buluyor.
*
14 ARALIK
Sıcaklık ve yolculuk sonrası kim ne derse desin bana çok hoş gelen bir yere geldik. Düşüncesi hakim. Arkadaşıma göre de öyle. O da benim düşüncelerimi paylaşıyor. Günden güne anladım ki herkes benim gibi düşünüyor. Organisyonun bozuk olması onları da caydıramamış.
15 ARALIK
Bir hocay’la karşılaşmak ta varmış. Onun, ’hadi tavafa,’ sözlerine benim; ’ bu günkü istihkakım tamam,’ diye cevap vermemdeki fatamı ilerleyen günlerin kalabalık taşıdığını görünce anladım.
*
16 ARALIK
En sevdiğim dostumdu o. Telefon ediyor. Sabah ki telefonuna ancak namazların bitiminde gelebiliyorum. İyi de oldu, o da benim gibi.
*
"Hazır olun ziyaretlere gidilecek dendi."
70 dakika bekletildik. Boş..
Nihayet yola çıktık.
Sevr dağı eteklerinde ikindi oldu. Bir ok atımı uzaktaki mescitten kamet sesi geldiği halde, biz otobüsleri tercih ettik. Güneş batmadan önce Arafat’ta daşlar üstünde ferdi olarak namazlarımızı kılıyoruz. Abdesti olmayanlar hiç kılamayacak.
Kafilemiz Hıra eteklerinde.
Dağa heyacanla ama uzaktan bakıyoruz.
Böylesi de güzel.
Güzel ve hoş bir duygu.
Hıra eteklerinde akşam oluyor. Sağdaki ve soldaki mescitlerin minaresi bizleri davet ediyor.
Davate icabet gerekir düşüncesiyle mescide doğru ilerledim.
Cemaattayım.
Beni takibeden 1 kişi var.
Ama kafilemizi taşıyan beş otobüs içindeki insanlarla mescid yerine oteli tercih ediyor. 6. otobüs beni arıyor. Kayboldu sanıyorlar beni. Yine de bekliyorlar. Ama ben namazdayım. Namaz bitiyor ve otobüsteyim. Epeyi söz duyuyorum. Çünkü otobüsü bekleten olduğumdan ben suçluyum. Görevli öne geçiyor ve eline mikrofonu alıyor; “46 Kişinin hakkı var sende, diğer otobüsleri kaybettik. Onlar şimdiye otele vardılar. Biz yolumuzu da bulamıyoruz. Şöforümüz Mekkeli olmadığından yolları bilemiyor… Otobüetekiler nazarında suçlu olan ben içimden seviniyorum, oh ne iyi, ‘yolumuzu kaybettiren gizli gücün varlığına hamdetmek aklıma geliyor mu, o an bunu bilemiyorum ama sevincim artarak sürüyor.
Şimdi, otobüs bizi otele doğru taşıyor. Ne ilginç, şoför acemi (yabancı) olduğundan otobüsümüz yolunu kaybediyor. Haram’a doğru yöneliyoruz. Yatsıdan önce Haram’a giriyoruz. Kafilemizi taşıyan diğer 5 otobüsteki insanlar otellere dinlenmeyi tercih ederken bizim otobüsün yolcuları yatsıyı Haram’da kılıyor.
ÖNEMLİ
Eğer, benim gecikme olayım vuku bulmasaydı yatsı namazını, bir çoklarımız Haram yerine mahalle mescidlerinde veya otelde kılacaktı.
*
23 ARALIK
Sabah, Ebu Talib’in evinin önünde toplanıyoruz.
Buradan görünmese de gerimizdeki Haram’ın varlığı ihtişamını içimize taşıyor, sağımızda ve 50 metre kadar ilerimizde Ebu Kubeys üzgün ama uyanık. Yarım top sahası kadar kısmı kesilerek Cemarat’a giden yol için tüneller açılmış. Oyulan bedeninin tam ortasında nemler mevcut. Buralarda su damarlarının olduğu belli. Uçuşan kuşlar buralarda sulanıp Ebu Talib’in evi önündeki yemlerine dönüyorlar. Dağın burasının üzeri boş. Kabe’yi gören kısmına kral sarayını kondurmuş. Bir değil, birkaç saray. Bir zamanlar buralarda Osmanlı’nın eseri olan kalenin mevcutiyetini resimlerden biliyoruz. Dağın sağında, Kabe’nin batısında 2 gökdelenin inşası sürüyor. 40 katının tamamlanmış olduğunu söylüyorlar.
Kabe’ye uzaklığı 100 metreden yakın. Kabe’nin dörtbir yanında da bu uzaklıkta kurulu oteller. Tüm bünlar, ortada, çukurda kalan Kabe’nin kalbine sokulmuş bir hançer. 30 yıl öncesinde, Osmanlı eserlerinin gerilerine Fransız mimarisi kullanarak genişletilmiş. Kabe, 13 metreyi geçmeyen yüksekliği ile çevredeki tüm yapılardan daha (sanki) yüksek ve ihtişamlı.
Çocukluk yıllarında Efendimizi barındıran bu ev kim bilir kaç kere restore edilerek şimdiki şeklini aldı ?
Şimdi, 6 Gurubun birleşmesinden oluşan 296 kişi kafilemiz eksiksiz gibi. Görevliler bazı şeyler anlatıyor. Beytullah ve çevresi hakkında verilen bilgiler yetersiz. Bunun içindir ki zaman zaman başka kafile toplantılarını tercih ediyorum.
Geride bıraktığım ömrümde, Hac ve farizasını atlayarak okudum kitapları. Sebebi: Kendimi fakir hissederek Hac hakkında etraflıca bir araştırmaya gerek duymadım. Kura çıkınca da zamanım olmadı okuyup, not almağa. Daha bir ay var derken bir gün işte gidiyoruz dendi, apar topar geldik.
Az sonra, Cin Mescidi ve Cennetül Mualla ziyaret edilecek. Haram’ın 1 km. kadar uzağında, kapalı bir mescidin önünde duruyoruz. Burasının Cin Mescidi olduğu görevlilerce söyleniyor. Her nedense hakkında bilgi verilmek unutuluyor. Kafile daha ilerideki Mezarlığa doğru, her zamanki düzensizliğiyle dağılıyor. Göksun’lu arkadaşla mezarlığın duvarları gerisinden duamızı yapıyor, dönüyoruz. Haram’a doğru ilerlerken Cin Mescid’inin Haram’a yakın bir mescid olduğunu öğreniyoruz. İçeri girip dua yapmağa ihtiyacımız var, ama kapısının kapalı olması bizi üzüyor.
*
24 ARALIK
BirAfgan erkeği hışımla geçti. Aksi, kaba ve gelişmemiş diyebilir miyim? Her milletin var kaba, gelişmemiş insanı. Bu, mensup olduğu milleti bağlamaz. Çinli ile Pakistanlı bağdaş kurup oturmuşlar. Yaklaşan namaz için sana yer yok diye eziyet ediyorlarsa, o insanların davranışlarına bakarak uluslarına saygısız diyemezsin. Her ulus insanının artıları ve eksileri var. Müslüman ülke insanının, insanlara saygılısı fazla.
*
ÖĞLE
Adam, arası yırtılmış poşet içine renkli biriç pilavı üzerine ayıkladığı tavuk butlarını sanki ben elinden alacakmışım gibi iştahla yiyor.
Namaza durmamızı fırsat bilen Arap çocuklar ellerindeki değneklerle sütunlardaki kuş yuvalarıyla oynuyorlar. Kuşların cik cik diye kaçması - belli ki - çocukları mutlu ediyor.
Altın oluğun karşısında bordruma giriyorum. Zemzem fıçısının yanındayım. Buralar daha sakin. Dinleniyorum. Adamlar geliyor. Öndeki, zemzem fıçısının önünde düşüyor. "Veli", diyor biri. Ama Veli dümdüz uzandı bile. Nefes alışları var bir Mersin’li olan bu hacının. Polis bana Kur’an veriyor "oku" diyor. Uzun bir adam geliyor sonra. Pakistanlı bu adam cep telefonuyla yerdekini muayene (telefonun ışığı ile gözlerine bakıyor.)ediyor. "Ölmüş" anlamında elini sallıyor.
AKŞAM
Türk, hacı kadınların arasına giren yabancı bir adam namaz için kendine yer bulma bahanesiyle kadınlara çıkışıyor. Adamın davranışları dikkatimi çekiyor. Adamın davranışlarını kuralsız olarak tasvir ediyorum. Adam sürekli ”Haram” diyor. Yani, 40 kadının içinde 1 erkek ve kadınların hareketi ’Haram’mış. Be adam burda kadınlar çoğunlukta değil mi?
Tartışmaya başkaları da dahil oluyor. “ kaldıracak, kendi oturacak.” diyor biri. Bence de böyle yapacak.
Tartışma itişmelerle ve hakaretlerle sona eriyor.
Bengaldeşli olduğunu öğrendiğim adam namaz sonrası sürekli ağladı. Ağıdı uzun sürdü. “Böylelerine yaklaşmak, dua istemek gerek” diye düşündüm ve adama baktım yerinde yoktu.
Bereketli bir gün. Haram’da kaldığım günlerin en faziletlisi. 7. Tavafım beni mutlu ediyor. Ekstradan bir şavt daha yaparak dünya Müslümanlarının tavırlarını izlemeliyim.
Yine böyle bir şavtım olacak. Ama ileride. O zaman insanları sayacağım. 40 kişi önümden, kırk kişi arkadan, kırk sağdan ve 40 soldan. Kimler ve nasıl tavırları?
*
YATSI SONRASI
Türkiye’den çıkalı 20 gün oldu. Ne çabuk? Günün son vaktini de verimli bir şekilde tamamlamanın huzuru içinde F. İle buluşma yerimize doğru ilerliyorum. F. Aynı noktada. Ne bir metre geride, ne bir metre ileride. Onun gözlerinde de aynı ruhu yakalamak mümkün.
“Bir saat daha kalalım.”
“Daha fazla kalabiliriz. Ortalık sakinleşsin.”
“3 Saat daha kalabiliriz, ancak otel odamdakiler uyurlarsa onları rahatsız ederim. İbadetim neye yarar?”
Yolları dolduran fakir insanlar ve çocukları.
"Ne olacak bu çocukların hali," diyor, arkadaşım
"Allah’ın dediği olacak," diyorum.
“Hacı baba.” diye geliyor çocuklar. (Nereden ve nasıl, niçin öğrendi bu çocuklar?)
Derken henüz konuşma bilmeyen bir kız çocuğu önümde peyda oluyor.
Sevdim.
O bana ben ona.
Bakışıyoruz.
Verdiğim paraya seviniyor. İleride kendini takip için bekleyen annesine koşuyor.
İleride bir kadın soyduğu portakalın kabuklarını orta yere atıyor.
“Olmaz böyle!” diyor benden önce biri.
*
25 ARALIK 2005
SADAKA VERMEK
Vakit namazlarının bir çoğunu Beytullah’ın düzlüğünde kılmak… İmamı görünebilir uzaklıkta olmak elbet güzel.
Arkadaşımı tavaf sonrası bir iki kez dönmeye razı ediyorum. “Bu tavafımızın şavtlarının dışında olacak, dünya insanlarını yakından, ibadet esnasında görmek elbette seni de meraklandırıyor.”
O, annesinin kucağında tavaf eden çocuğu seviyor.
“Ne güzel çocuk?”
“Ama uyandırdın.”
Bir mağdur genç ellerini kullanarak sakat bedenini şavtlara taşıyor.
“Bu gençleri görünce daha çok duygulanıyorum, bizim çocuklar gözümde canlanıyor.” diyor arkadaşım.
*
26 ARALIK 2005
Sabah namazından sonra Ebu Cehile gidiyorum. Milyonlar dağıldı. Ebu Talib’in evinin önündeki alan bir çiçek tarlası gibi rengarenk. Kişilerin yönleri, servis araçlarına, yiyecek satan dükkanlara doğru.
Gözlerim Haram’ın çevresinde tavaf edenler içinde arkadaşımı yakalayabilmek amacı ile seyrediyor. Arkadaşım, arkadaşları ile Tavafı tercih etti namaz kılma, Kur-an okuma yerine. Haram içindekilere dağılan 120 rahmetin 60 ını yakalama peşinde.
*
AKŞAM ÖNCESİ
3 Kişiydiler. Burada her hacının ulusunu anlamak mümkün. Endonazya’lılar.
*
Safa ile Beytullah arasında bir yerde oturuyorum. yanımdaki arap bana fısıldıyor. Zayıf, hafif esmer biri. Türkiyeli olduğumu tahmin etti de, şehrimi soruyor. Yemenli olduğunu söyleyen adam konuşma da zorlanmıyor. Yeniden şehrimi sordu.
Söyledim. Birini sordu. Bir iş adamı. Tanıdığımı söyledim. Hasta olduğunu, 400 riyale ihtiyacı olduğunu söyledi. Anlaşılan beni zengin sandı. Açıklama yapmalıyım diye düşündüm. Ve zengin olmadığımı söyledim.
*
27 ARALIK
Bayrama 14 gün var. Kalabalık arttı. Milyonlarca insanlar ve sıcak. Sıcak, şikayet edilecek derecede değil. Gündüzleri 30 – 32 derece. Güneşin altında namaz kılmak mümkün. Özellikle namaz için sıcağı seçenler var. Ben de bunlardan sayılırım. Geceleri 24 – 26 derece arasında değişiyor. Nem olmadığından, esinti eksik olmadığından güzel bir ibadet imkanı. Aman Allah’ım, Geceleri Türkiye’de 24 derece sıcaklık olduğunda bunalır, kendimi balkona atardım.
*
ÖĞLE ÖNCESİ
Namaza 1 saat var. Kalabalık engel oluyor. İlerliyorum. Dünya insanları yolumu kesiyor. Haram’a girmeliyim. Kabeyi görerek namaz kılmalıyım. Görmeden kıldıklarımda sanki bir noksanlık hissi mevcut içimde. Bir çok kapı kapanmış.
Evet giriyorum. Merve Tepesine yakın bir merdiven altında öğleyi kılıyorum. Aman Yarabbi namaz bitmiş ama bilincinde değilim. Çevremden gülüşmeler. Gülüşmeler giderek artıyor ve kahkahaya dönüşüyor.
Başımı kaldırıyorum. Endonezya’ lı kadınlar tarafından kuşatıldığımı anlıyorum. Meğer bu merdiven altı kendilerinin buluşma yeriymiş. Bu nedenle gülmüş olabilirler bana. Ya da not almak için çantamdan kağet kalem çıkarmama...
Ben de gülüyor, sonra 2 metre kadar ilerliyor ve kendime yeni bir yer bularak ikindiyi bekliyorum.
Bazı günler oluyor ki, "evvahlar olsun! Günün namaz vakitlerini Beytullah’ın düzlüğünde kılamadım. Vahlar olsun bana!" diye hayıflanıyorum.
Bazı günler de oluyor ki, duam: "Niyetim oldu. Günün 5 vaktini Beytullah’ın düzlüğünde, hem de ileri saflarda kıldıran Allah’a hamdolsun. " şeklinde oluyor.
*
CEZA
Tavaf sonrası sabah namazında imamın 10 saf kadar gerisindeyim. Ezan okundu, dünya Müslümanları hep bir noktaya, karşıya bakıyor. Kamet öncesi sessizlik. Ancak kimileri var ki bu sessizliği bozuyorlar. Tavafını bitiremeyenler kendilerine yer arama bahanesiyle safımızı delerek Çin’li arkadaşımla benim aramdan geçmek istiyorlar. Çin’li, bağdaş kurmuş. Kimsenin geçmesini istemiyor. Zorla geçmek istiyenlere de kaba kuvvet kullanarak düşürüyor. Ve bana kızgın, benim de aynı hareketi yapmamı istiyor. Çin’liye uyuyor ve 2 kişinin geçmesini engelliyorum.
"Aman Yarabb’i’ Tövbe Yarabb’i, ben ne yaptım? Senin misafirlerine senin evinde yer vermedim. Bagışla beni. Affet. Sen affedicisin."
Şimdi memnunum, çünkü 4 küçük ceza ile atlattım bu hatamı.
Bu Hareketimin Sonuçları:
1 – Çantamı tuvalette unutuyorum. Habeşli genç getiriyor.
2 – Bazı ziyaretleri kaçırıyorum.
3 - Öğleyi Beytullah’ı göremeden kılıyorum.
4 – Bedenimde kırıklar oluşuyor.
*
29 ARALIK
Artık daha erken dahil olmalıyım Haram’a. Ki, içeri girebileyim.
Sabah namazından sonra otele gidiyoruz. Az dinlenme ve kahvaltı sonrası, yeniden Beytullah. Çantamdaki azığım var. Azık dedimse, bir plastik bardak dolusu tarhana ufağı, sayılabilecek kadar ceviz içi ve bir adet muz.
Üzerine, zemzem ve hurma.
Tarhanayı zemzem bardağında yemek...
Tavafı, dünya Müslümanlarının nidaları.. dillerinin farklı olması güzel kılıyor.
*
30 ARALIK
Cuma namazı için içeri girmem imkansız. Haram’ın kapıları birer birer kapanıyor yüzümüze.
*
30 ARALIK
Cuma namazı için içeri girmem imkansız. Haram’ın kapıları birer birer kapanıyor yüzümüze. Yüzüme kapanan bir kapıdan diğerine giderken düşünüyorum: Demek ki diyorum kendi kendime; bu kapıdan girebilecek dünya Müslümanlarının..
*
31 ARALIK
Bu gün bildiklerimle gezmeliyim diye düşünmesem de, o günün, bu gün olduğunu hatırlamasam da, öyle farzederek yazmam gerek. Ahmet, diye bildiğim arkadaşla Haram dışında buluşuyoruz. Beni kaybetmesi dileğim. Keza yanlızlığı seviyorum burada. Sürekli arkamdaki adamı takip ediyorum, ama o beni kaybetmiyor asla. Kalabalıklarda takibi imkansız diye düşünsem de arkada işte. Adamın öldüğü yere doğru gidiyoruz. Azdırmalıyım, ama nasıl? Daha ileriye gitmeliyiz, diyorum kendime. Göz ucuyla arkama bakıyorum o arkamda. Azdırmak ve izimi kaybettirmenin imkansızlığı ile kıvranıyorum. Artık bu gibi şeyleri düşünmemek en iyisi. Mevcutu değerlendirmek.
İlk defa öğle yemeği yiyoruz. Ama yalnız olduğumda yemek düşünmezdim. Ekmek arası bir yumurta ve kola. Arkasından birlikte yaptığımız tavaf sonrası Kur’an okuyan 3 kişinin arasında kendimize yer buluyoruz. Tanışıyoruz. Yeni arkadaşlarımızın ulusunu simalarından tanıyoruz. Onlar da bizi. Zaten amblemiz mevcut. Genelde bizim ulusun Kuran bilmemesi sanılır diğer ulus insanlarnca. "Ben biliyorum," diyorum onlara. Muhammed seviniyor. Yanındaki raflardan bir Kur’an veriyor bana.
Ve yarış başlıyor. Bu adamlarla yarışmalıyım diye düşünüyorum. Yasin suresini bulmak uzun sürmüyor. Birincisi 1. sayfayı ezbere okudu. 2. 3 ve 4. sayfalar, 5.sayfadaki “bir de selam sözü var.” Bu ayeti Muhammed üç defa tekrar ediyor.
Demek ki tüm dünya Müslümanları aynı noktaları takip ediyor. Evet ben böyle düşünüyorum.
*
2 OCAK 2006
Bize hep yanlış bilgi verildi bizden önce hacca gidenler tarafından. Bazıları dedi ki, efendim Sevr Mağarasına şu kadar dakikada çıktım. Bazıları tarafından öncekilerin sözleri yalanlandı: ”hayır efendim, ben 1 saatte çıktım.” Önemli olan Mağaranın uzaklığı. Efendimiz ve beraberindeki Eba Bekr’in deve ile Mağaraya çıkışları. Görünen o ki, buraya, bilinen yoldan devenin çıkması imkansız gibi. Gerilerden çıkılabilir. Yani dağın Haram’a bakan tarafından değil de, zıddından. Şu anda bile burada deve mevcut.
Bekir Hoca ile beraber vuku bulacak yolculuğumuz öncesi satıcılardan boğazımız için gerekli olanları ihmal etmediğimiz gibi saatimin kronometresini de kurmayı ihmal etmiyorum.
Zorlu bir yolcululuk. Tırmanmamız uzun sürüyor. Yol boyunca (Yol dedimse karşılıklı iki kişinin yürüyebileceği ilkel zamanlarda yapılmış görünümü veren, sürekli dik olan basamaklar.) dilencilere rastlamak mümkün. İlerledikçe dilenciler yerlerini taş kırıcılara bırakıyor. Taş kırıcıların görevi, var olan yolu genişletmek. Ağır ağır çalışarak ücret karşılığı olmamaksızın yapılan çalışma. Bu adamlar çeşitli ülkelerin, özellikle de Afganistan ve Hindistan gençleri. Yani doğunun genç insanları. Kiminin elinde kazma, kiminde kürek, kiminin balyoz ve çivi, kiminde de Manila var. İki aletin bir kişide olduğu pek nadir. Bu gençler, yol yapımına devam ederken yanlarına bıraktıkları para toplama sergilerini gözetliyor. Bu sergiler karton kutulardan oluşuyor. İçlerine atılmış 3-5 riyalin yanında özellikle de birer Hindu parası var.
Dilenci kadınlar gibi vermeyenden defalarca istemiyorlar “veriniz “ dercesine boyun büküyorlar.
Bekir Hoca birine. ”Dönüşte bu taş kırılmış olacak.. sana para vereceğim diyor. Gerçekten de dönüşte o taşı kırılmış ve yerinin düzlenmiş olduğunu görüyoruz. Ama genç bizi ve vaadimizi unutmamış: Parasını alıyor.
Suudi devleti hiçbir ziyarete önem vermediği gibi buraya da önem vermiyor. Mezheplerince bu gibi yerlerin ziyaretlerini makbul saymıyorlar. Yolun girişine asılan tabeladan bunu anlamak mümkün. Çeşitli dillerde yazılmış tabelayı asmışlar. Özeti şöyle : “Ne Peygamberimiz, ne de Ashap tarafından buranın ziyareti söz konusu edilmemiştir…”
Sanırım çalışanlar mezkur devletten bir karşılık beklemek yarine, ziyaretçilerden karşılık bekliyorlar. Yolculuğumuz zorlu ve uzun sürecek gibi. Sabahın erken saatlerinde başladığımız yolculuğumuz dakikalarca uzuyor. Çıkanların çoğunluğu Türkler. Sanırım Türkler daha fazla ilgi duyuyor ziyarete diyorum Bekir Hoco’ya.
Kenarlardaki taşlar hep siyah. Taşlara beyaz boya ile yazılar yazılmış. Yazıların hemen hepsi Türkçe.
Yaşlı biri kan ter içinde ilerlemeye çalışıyor. Tacikistan’lı olduğunu söylüyor. Yaşını soruyorum. "Yetmiş," diyor. Bekir Hoca yaşlarında uşağı olduğunu söylüyor.
Hocanın arkadaşı gerilerden geliyor.
Yer yer dinlenme yerleri var, ama biz durmuyoruz. Durmuyoruz çünkü kronometremiz çalışıyor. Bir dinlenme yerinde iki rekat namaz kılıyorum. Kıblemde Haram görünmese de inşaatı devam eden gökdelenler görünüyor. Gökdelenler, Haram’ın kalbine sokulmuş hançer gibi. Allah’ın evi yönetim tarafından saldırıya uğramış. Kutsal dağ üzerindeki Osmanlı kalesi yıkılmış, yerine kral sarayları kondurulmuş. Bu yetmiyormuş gibi 3‘de gökdelen inşaatına devam. Haram’ın soluk alması iyice zorlaşmış.
2 saat 27 dakika diyorum Hocaya. 2.5 saat diyelim diyor o. Bu kadar zaman sürdü tırmanmamız.
Zirvede bir kaya üzerinde oturuyor, azığımızı açıyoruz.
"Menüde ne var," diyorum şakaca.
"Kola, bisküvi ve muz. "
2 Mağara var. Önce Şehre bakan mağaraya giriyoruz. O resimler çekiyor. Sonra da ben. İkinci mağara için sıraya geçiyoruz. Ama burası daha dar. İlerlememiz zor oluyor. Burada tanıdık biri geliyor. Hocaya
“Hocam hangisi?” diyor.
“Elbette Beytullah’a bakanı," diyor Hoca kısaca, taşların yönü bile Haram’a bakıyor.”
Yine kronometremizi kuruyor ve seri bir şekilde iniyoruz.
55 dakikada indik diyecek oluyorum.
ayır diyor hoca, henüz inişimiz tamamlanmadı, şu kadar metre daha, tam 1 saat.
Öğleyi geçirdik, diye hayıflacak oluyorum.
O, daha sakin:
"Hayır geçirmedik, buralarda da kılmayacağız."
Haram’a gelmek için eski bir minübise biniyoruz. Yolcuların çoğu yabancı. Yabancı kadınlar poşetlere toprak almışlar.
Haram’da kendinin imamlığında kaçırdığımız öğle namazımızı kılıyoruz.
"100 bin katı aldık mı?" diyorum.
"İnşallah," diyor o.
*
GECE
Bizlere hep yanlış olanlar anlatıla geldi. Yanlış olanlarla büyüdük, çocukluğumuzdan beri vurgulandı bunlar. Hacca gidenler, paralarını saklamak için gizli cepler diktirdiler. Kemerler aldılar. Bunlara gerek olmadığını varınca anladım. Omuz çantamı çıkardım, belli bir yere koymadan önce cep telefonumu da içine bıraktım. Saatlar sonra aldım.
Bir gün, 2 arkadaşım telefonlarının kaybolduğunu söylediler. "İyi düşünün" dedim onlara. İkinci gün unuttuklarını söylediler. Bir arkadaşım ayakkabısını kaybetmiş. Bıraktığı yeri bilemediğinden bulamadı. Diğeri çantasının bıraktığı yerde olmadığını anlayınca birkaç saat sonra yine yokluyor. Yerinde. İhtiyar, kalabalıkta parasını sayar ve heyecandan, çaldıracağım endişesinden cebi yerine parasını dışarı bırakır. Ve param çalındı der.
Hep bu anlattıklarımın gerisinde nadiren, ama çok nadir, olmaması gerekenler olabilir.
*
3 OCAK 2006, SALI
Medine’ye dahil olalı 4 hafta, Kutsal Mabed’i ilk görmemizin üzerinden de 3 hafta geçti. Kutsal Mabed’i görmezden önce Mekke’deki otelimize ilk geldiğimiz Salı gecesini gözlerimde canlandırıyorum da bu hayat nasıl çekilecek, sayılı günler nasıl bitecek dediğimi hatırlıyorum. Otelin ilkelliği, görevlilerin temizlik anlayışı… Hep bunlar ne de çabucak gerilerde kaldı. Her şey oldu bitti; Allah’ım sana binlerce hamd olsun.
Öğleden 1 saat önce Safa ile Merve arasından geçerek Beytullah’ı gören bir yere oturuyorum. Milliyetini bilmediğim ama Senagalli Süleyman diye nazarladığım genç ezberden Kur’an ayetlerini haykırdı. Yanındaki sütunda insanlar vardı. Sonradan öğrendim, burada Ümmühani halanın evi varmış. Miraç gecesi Efendimize Cebrail burada gelmiş.
Daha gerilere gidiyorum. Öğle namazı için ancak burada oturabilirim. Süleyman’da geliyor. Yanındaki yaşlı adam babası, kadın da annesi. Baba aralıksız Kur’an okudu. Zaman zaman anne kocasının yanlışını düzeltti.
Bunlar, yanındaki ihtiyarın dikkatini çekti. Namaz bitiminde Yasin suresini uzattığı kitaptan bulmasını istedi Senagal’liden. Gerçekten bu Kur-an’da herkes istediği yeri bulamaz.
İşte bu adamlar aynı noktada 2. bir namazı eda etmenin sevincini yaşıyorlardı.
İkindi sonrası ayrılık vaktinin geldiğini bilen Senagalli ayağa kalktı. Senagalli Süleyman’ın annesi, Ruandalı Rabia’ya sarıldı. Uzun bir sarılış. Süleyman’ın annesinin hafız olduğunu keşfeden Ruandalı kadın sarılışını uzattı. Ve yapmacık olmadığı belli olan vedalaşma sona eriyordu.
*
ÖĞLEDEN SONRA
Safa’dayım. Yanıma yaklaşan 3 yaşlı (Türk) adam benden makas istiyor. Gözleri çantamda. Sanki çantamda muhakkak makas var düşüncesini taşıyorlar.
"Ne yapacaksınız?" diyorum.
"Saçımız," diyorlar.
Yeni gelmişler, ihramdan çıkmak istiyorlar.
"Olmaz," diyorum ben, makasla olacak iş değil bu. Saçınızın en az 1/4 ’ünü kesmeniz gerek.
"Hayır," diyor onlar.
Neden Şafi Mezhebine mensup olduklarını düşünememişim?
Evet, diyorum sonra, 3 tel kesmeniz yeterli.
*
4 OCAK 2006 - ÇARŞAMBA / OTEL
Üzerlerinde "asansörlerimiz 5 kişiliktir, lutfen fazla binmeyiniz." yazılı 2 asansör. Asansöre binemediğin zaman (ki, çoğu kez binmek imkansız) adımlara müracaat edeceksin. Karşılıklı 2 kişinin geçmesi bile kolay olmayan, 90 cm. eninde merdivenleri, dar koridorları, her birinde 30 kişinin kaldığı 5 odası, bir mutfağı, 2tuvaleti, bir banyosu olan (sanki) eski zamanlarda yapılmış 10 katlı bir otelde kalıyoruz. Bu 2 asansörü otelde kalan 1500 kişi kullanacak. Yani her seferinde asansör 10 kişi taşıyabilecek.
7. Katta kalmama rağmen çoğu kez asansörü kullanmama fırsat verilmezdi. 7 kat yürü. İşçiler yabancı ülkelerden. Hem Medine’de, hem Mekke’deki katımızın görevlisi Bengaldeşli idi. Bu insanların temizlik anlayışı bizim anlayışımızdan farklı olunca, insanın iştahası kalmadığı gibi yemek yeme ihtiyacı da hissetmiyor.
Kaldığımız yerde önceleri iki odanın arası açıkmış, tek oda imiş anlaşılan. İnce bir levha ile bölünmüş. Odalarda 6 / 7’şer kişi kalırız. Bizim odanın insanları genç olmasına karşın yan oda yaşlı kişilerin kaldığı yer. Konuşunca seslerimiz birbirine karışır.
“Uyuyalım ses etmeyiniz artık," dediğimiz zaman, "dün de siz konuştunuz" cevabını alırız.
"Haklısınız," deriz.
Bizler, ışık sönük uyumaya çalışırız. Dalarız. Yeni gelen ses uyandırır.
Kapısı suntalarla kaplı olan odadan garip sesler gelir;
"40 gün eve odun taşıdım da geldim."
"Sen, dün lokantada yemek yerken burnunu karıştırdın."
"Sen de tükürdün."
Geceler bu gibi sözlerle heba olur.
Komşu yaşlılar, tesbih nedir, zikir nedir, dua nedir bilmezler.
Beytullah’ta bile bu insanlardan çok daha genç olan başka ulusun insanları ellerinde Kur’an olur. Bizimkiler yalnızca onlara bakar.
*
ÖĞLE
Ebu Talib amcanın evinin önünden geçiyorum. Sağımda zenci çocukların bidon sattığı yerler ve zemzem çeşmeleri.
İlerliyorum; Önümde çarşılar. Bu sokaklar, bu caddeler, bu alanlar Efendimizin çocukluk ve gençlik ayak izlerini taşıyan mekanlar.
OBUR İNSANLAR
Beytullah’ın güneyinde, büyük işhanları ve gelişmiş işyerleri mevcut. İşte burada akşam yemeği almak için sıraya giriyorum. 20 riyallık fiş kestiriyorum. Tam bana sıra gelecek ki, önümdeki Filistin’liyle yemek veren adam arasında bir tartışma başlıyor. Anladığım; Filistin’li verilen yemeğin iki katını istiyor. Adam, "hayır" diyor, "sen 10 riyallık fiş verdin, yemeğin bu kadar" diyor. Benden de fiş alındı. Eyvah ya bana da itiraz edilirse, ne yaparım? Korktuğum başıma gelmiyor. Sıram gelince yemeğim veriliyor. Bir kutuya, kepçeler dolusu pilav ve üzerine, büyük boy olmak üzere 3 şiş kuş başı, 3 şiş kıyma ve 3 şiş tavuk ve 2 pide. İşte bir, Asya veya Afrika insanının yiyeceği yemek. Ben yemek kuyruğunda iken arkadaşım, içeçek alıyor ve masaların boşalmasını bekliyoruz. Ayaktayız. Masalar bir türlü boşalmıyor, ya da oturan yerinden memnun, kalkmak istemiyor. Döğüş dava yer bulabiliyoruz. Aldığım 1 kişilik yemeğin, (arkadaşımla) yarısını yiyebiliyoruz. Masada edindiğimiz dostlarımız, Filistinli ve Mısırlı…
*
AKŞAM SONRASI
Namazın akabindeki tavafımı en verimlilerden sayıyorum. Çevremde bir gurup var, onların rüzgarına takıldım. Siyah insanlar. Erkekler yalnızca havluya bürünmüşler. Kadınlar uzun siyah elbiseleri üzerine beyaz örtü. Gözleri gülen bu 50 kişilik gurup bir ağızdan tekrarlıyor görevlilerinin sözlerini. Gözler yukarlarda. (Kabe’de) Beytullah’ı ilk defa görmenin heyacanı var gözlerinde. Tavafımı tamamladığım halde ortalaması 30 yaşın altında olan guruba takılıp gidiyorum.
Ortalardaki gençle konuşuyorum; Nijerya.
*
YATSI SONRASI
Yaklaşan bayram öncesi, kalabalık artıyor. Tavaf yapmak imkansız değil de, zor. 1. Şavtım sonrası bıraktım. En iyisi Beytullah’ın düzlüğünde tefekkür.
YORUMLAR
“Senin rızan için niyet ettim: Bana kolaylaştır ve benden kabul buyur.” Tüm niyetler bu kelimeler üzere. Şöyle demek geçiyor içimden: “Dünyanın şu kadar insanın içinde beni seçtin ve evine davet ettin. Beni sen ağırlıyorsun. Dilini bilmediğim dünya insanlarının arasında uzak bir memleketteyim. Bana görevimi kolaylaştır ve kabul buyur.”
Amin. inşallah kısmet bizlerede olur...çok güzel bir yazıydı saygılarımla..
off dedim of ki ne off
rabbim o güzellikleri yine gösterirmi ki
yazıyı okudukça yaşadım yine orada
ah medine ah mekke
kabem sana nasıl varmalı yine diye
güzel anlatımdı
bende yazdım bu yılki ümremi
keşke okuma imlanınız olsa
saygılarımla
rabbim tekrarına nasip etsin
saygılarımla
ali kemal
inşallah Rabbim hepimize tekrar tekrar gösterir yeniden o kutsal beldeleri.