yol
Bu yol bitmeyecek.
Adam, umutsuzlukla bakıyor arabasının camından dışarı. Farların aydınlattığı toprak yol, tozdan bir bulutla örtülerek arada bir görünüyordu. Bir saattir yoldaydı. Oysa kasabadaki adamlar on bilemedin onbeş kilometrelik bir yol demişlerdi. Saatine baktı; ikiyi çeyrek geçiyordu. Bu inanılmaz, diye bağırdı, kendi sesine şaşırarak. Bu bilmediği yolda- yol bile denilmezdi buraya - hem de gecenin bu vaktinde hızlı gidecek hali yoktu elbette , ancak on kilometrelik yolu en azından yarım saatte almalıydı. Halbuki bir saat geçtiği halde görünürde bir tek ışık bile yoktu. Gerçi böyle dağ başlarında bir köyde bu saatte herkes yatmış olurdu, fakat bir belirti olmalıydı. Bir köpek sesi, bir ev karaltısısı…
Kaç gündür yoldaydı? Bir hesap yapmaya başladı zihninde. Ne gündü yola çıktığım? Bir haftayı geçmiş olmalıydı. Ama bir türlü tam olarak hangi gün yola çıktığını hatırlamıyordu. Yaşadığı şehirden ne zaman ayrılmıştı?
Bir ay önce yaşadıklarından sonra hayatı bir karabasana dönmüştü. Güvenebileceği kimse yoktu bu hayatta. En çok güvendiği kişi yoktu artık. Şimdi koyu gecede sonu yokmuş gibi bulutlanan şu toz toprağın içinde debelenip duruyordu. Belki de bir rüya bu, diye geçirdi içinden. Şu an bir kabustur gördüğüm belki de. Birazdan uyanacağım. Odamda, yatağımdayım, karım yanımda… çocuklarım yan odada mışıl mışıl uyuyorlar. İşime gitmek için hazırlanacağım. Ketılda su kaynatıp ilk kahvemi içeceğim. Lale’nin özenle ütülediği gömleği giyeceğim. Yok, diye sızladı kalbi ; yok, gerçek asla değişmeyecek. Yaşadıklarım şu lanet yol kadar gerçek.
Ceketinin cebindekini yokladı. O yıkılası şehirden ayrıldığından beri eli sık sık cebindekini yokluyordu. İşte tek olması gereken bu.H ummalı bir hasta gibi soluyordu : başka çare yok!
Birden acı bir frenle durdu. Sanki bir şey geçti önünden. Bir geyik mi? Geyikler geceleyin dolaşırlar mı? Hayvanlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bir fimde görmüştüm, adamın biri gece bir karaltıya çarpıyordu. İnip bakıyor ki , bir geyik. İnip baksam mı ben de? Ama ben bir şeye çarpmadım ki. Ses filan duymadım. Bakamam. Dışarısı bu saatte hiç tekin görünmüyor. Neydi o?
Kalp atışları ‘’neydi’’ kelimesiyle ritim tutturmuştu. Değişmeyen toz toprak görüntüsü içinde yüzüyordu sanki. Tekrar saatine baktı, yeni iki olmuş, çeyrek dakika geçmiş son baktığından. Hayret bir şey bu saatlerce zaman geçmiş gibi. Korkuyor muyum? diye sordu kendine. Bu hayatta korktuğu şey başına gelmemiş miydi zaten? Daha ne olabilirdi ki korkulacak? Fakat, hedefine ulaşmadan başına bir şey gelsin istemiyordu.
Zaman ne kadar nazlı ilerliyordu. Bir an önce ulaşmalı oraya, o eve. Kapıyı çalacak ve iş bitecek. Ondan sonrasının ne önemi var.
-
...devam edebilir.
YORUMLAR
Ya ben sevdim bu natamam öyküyü. Biraz Faulkner, biraz Kafka esintileri mi var ne. Biraz da Kuzey Avrupa Sineması sanki. Kısacık ve natamam ama çağrışımları cüssesinden iri. Yol sözcüğünü hep sevmişimdir -belki de herkes seviyordur-. Yılmaz Güneyin sıcak ve delikanlı gülüşünü de anımsamanın zamanıdır. Bu yol, bu tarz güzel bence. Benim şahsen sevdiğim bir tarz. Eline sağlık. Ve kuşkusuz devamı gelmeli. Mümkünse pehlivan tefrikası gibi.
Umarım arkası gelir... Etkili anlatım ve zor bir onu hünerle işlenmiş. Yol... Herkes için gidilen ya da dönülen bir yoldur muhakkak. Kimin hayal dünyasına ulaşmaz ki...Güzeldi.Tebrik ederim.